GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Gürcistan-Azerbaycan sınırında düşen C-130 askerî kargo uçağına, İshak Tepe’ye, 8 Kasımda Kocaeli Dilovası’nda gerçekleşen patlamaya, Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde yapımı süren viyadüğün kurulu iskelesinin çökmesine ve Anayasa Mahkemesinin Resmî Gazete’de dün yayımlanan kararına ilişkin açıklaması
Yasama Yılı:4
Birleşim:15
Tarih:11.11.2025

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de Genel Kurulu ve halklarımızı saygıyla selamlıyorum.

Evet, Azerbaycan'dan Türkiye'ye gelmekte olan C-130 askerî kargo uçağının Gürcistan-Azerbaycan sınırında düştüğü bilgisi kamuoyuna yansıdı. Umuyor ve diliyoruz ki hızlı bir şekilde uçağa ulaşılır ve uçakta bulunan bütün personel de sağ salim kurtulur. Bu temennimizi ifade etmek istiyor ve herkese de geçmiş olsun dileklerini partimiz, grubumuz adına da iletiyoruz.

Şimdi, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; halkımızın hak ve adalet mücadelesine ömrünü adamış bir cumartesi insanı İshak Tepe'yi burada anarak başlamak istiyorum. İshak Tepe, sadece Kürt siyasetinin değil aynı zamanda adalet arayışının da simge isimlerinden birisiydi, otuz iki yıl boyunca, faili meçhul cinayette yitirdiği oğlu Ferhat Tepe için durmaksızın mücadele etti ve Türkiye'deki aslında hukuk ihlallerini uluslararası arenaya taşıyarak da bir şekilde adaletin tecelli etmesi için elinden gelen her şeyi yaptı. Onun mücadelesi, bilgeliği ve kararlılığı gerçekten hepimize örnektir, bunu söylemek gerekiyor. Aynı zamanda siyasette, kültürel çalışmalarda ve toplumsal hak mücadelesinde de iz bırakan İshak Tepe, demokrasi, eşitlik ve insan hakları değerini savunan önemli bir isimdi. Ben, bu vesileyle bir kez daha kendisine Allah'tan rahmet, bütün yakınlarına başsağlığı dileklerimi iletmek istiyorum.

Yine, Sayın Başkan, birçok grup söyledi, Kocaeli'nin Dilovası'nda 8 Kasım günü bir patlama gerçekleşti bir parfüm dolum merkezinde. 6 kadın emekçi, bunların 3'ü çocuk yaştaydılar. İsimlerini burada saymak istiyorum bu işçilerin birer sayı olmadığını, birer istatistik olmadığını hatırlatmak bağlamında da. 16 yaşındaki Cansu Esatoğlu, 17 yaşındaki Nisa Taşdemir, 17 yaşındaki Tuğba Taşdemir, 55 yaşındaki Şengül Yılmaz, 65 yaşındaki Hanım Gülek ve Esma Dikan. Evet, bütün bunlar, aslında bir parça olsun evlerinde yaşamlarını sağlamak için işe giden ama ne yazık ki bir iş cinayetinde yaşamını yitiren insanlarımızın, kadınların isimleri.

Şimdi burada buna bir iş kazası diyebilir miyiz? Tabii ki hayır. Aslında bu bir iş cinayeti ve bu ülkedeki sermayenin, aynı zamanda aslında en önemlisi de iktidarın ekonomik tercihlerinin, denetimsizliğinin, rant hırsının, emek düşmanı politikalarının da bir sonucu olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Evet, "rekabet" diyerek, "büyüme" diyerek, sürekli sermayenin sırtını sıvazlayarak insan yaşamını, işçi yaşamını hiçe sayan büyük bir girdabın içerisindeyiz ve yavaş yavaş aslında yaşam pahasına ekmek kazanıyor işçi sınıfının kendisi. Kadın emeği, çocuk emeği yok sayılan, işçileştirilen çocukların iş kazalarında neredeyse yaşamlarını yitirdikleri koskoca bir sorun var ama ne yazık ki bu soruna dönen yok, bakan yok.

Şimdi, iş güvenliği uzmanı bulunmayan kaçak bir yapıdan bahsediyoruz. Söylendi burada, CİMER'e şikâyetler yapılmış ama kimse oralı olmamış. Üstelik orası aslında göz göre göre işleyen bir işletme ama bu ülkede ne yazık ki işçinin canı ucuz, sermayenin de parası çok kıymetli. Onun için her zaman sermaye korunur, işçi horlanır, işçi yok sayılır. Bunun da bu örneklerden biri olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Peki, bütün bu yangınlar, bütün bu iş cinayetleri gerçekten istisna mı? Hayır, sistematik olarak bir işçi katliamıyla karşı karşıyayız. İstatistikler bize savaş bilançosunu aşan bir işçi kıyımı olduğunu gösteriyor. Bu ülkede sermaye kâr etsin diye, işletmeler kâr etsin diye iş sağlığı ve iş güvenliğinden sürekli tasarruf edildiğini görüyoruz. Kaçak işletmelerde insanların karın tokluğuna çalıştırıldığını görüyoruz ama hiçbir denetim yok. Şimdi, bütün bunlara tesadüf mü diyeceğiz, istisna mı diyeceğiz? Elbette ki hayır, bu bir utançtır, bu ülkeyi yöneten iktidarın utancıdır, orayı denetlemeyen bakanlıkların utancıdır, oraya göz yuman valiliklerin utancıdır. Herkesin bu utançta bir payı olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. İnsanlar yaşamını kazanmaya gittiği iş yerlerinde ölüyorsa bu Meclis de dönüp kendisine ayna tutmalıdır. Neden denetlemiyor? "Neden bu ölümlerin önüne geçecek yasalar çıkarmıyoruz?" sorusunu buradaki her bir milletvekili, her siyasi parti, her siyasi grup dönüp kendisine sormalıdır. Daha kaç işçi işe giderken yaşamını yitirecek, daha kaç işçi yaşamını kazanırken iş cinayetlerinde katledilecek ve daha biz kaç patronun aslında sırtının sıvazlandığına tanıklık edeceğiz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen tamamlayın.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Bakın, bunu konuşuyoruz. Gün içerisinde, yine, Diyarbakır'ın Kulp ilçesinde Muş kara yolunda yapımı süren viyadüğün kurulu iskelesinin çöktüğünü, 3 işçinin yaşamını yitirdiğini, 2 işçinin de yaralandığını görüyoruz. Ülkenin dört bir yanından iş cinayetleri haberi geliyor ama görseniz bu Mecliste her şey güllük gülistanlık valla. Kimse dönüp bakmıyor. İşçi Ahmet'in, işçi Mehmet'in, işçi Fatma'nın, işçi Burak'ın hiçbir kıymeti yok, Agit'in kıymeti yok, Xezal'ın kıymeti yok bu ülkede; tek bir kıymetli şey var, o da patronlar ve patronların, yandaşların para kazanması. O anlamıyla, ben, bir kez daha yaşamını yitiren işçileri saygıyla, rahmetle andığımı ifade ediyorum. Özellikle Diyarbakır'daki kazada yaralananlara da acil şifalar diliyorum.

Şimdi, hukuksuzluk sadece orada mı? Hayır Sayın Başkan. Bakın, bu Meclisi ilgilendiren çok önemli bir meseleye dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Anayasa Mahkemesinin dün Resmî Gazete'de yayınlanan kararı sessiz sedasız geçiştirildi, aslında çok önemli bir karardı. Türkiye'nin anayasal düzeni açısından tarihî bir kırılma anıydı dünkü Resmî Gazete'de yayınlanan kararın kendisi. Ne diyor? Mahkeme, eylemli İç Tüzük değişikliği konusunda bugüne kadar oluşturduğu en ileri içtihatlardan vazgeçiyor ve Mecliste çoğunluğun neredeyse sınırsız bir keyfîliğe sahip olmasının da önünü açıyor. Konu neydi? Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin seçimiyle ilgiliydi. Cumhuriyet Halk Partisi bunu Anayasa ve İç Tüzük'e aykırı bulduğu için Anayasa Mahkemesine götürdü. Ancak mahkeme çoğunluğu bu işlemin Meclisin çalışma usulleriyle ilgili olmadığını söyleyerek görevsizlik kararı verdi. Oysaki daha önce AYM'nin bütün içtihatlarında şöyle bir vurgu vardı: Bir Parlamento kararı Meclisin işleyişini fiilen değiştiriyorsa bu bir eylemli İç Tüzük değişikliğidir ve mutlaka denetime tabidir. Ama bu kararla birlikte, mahkeme, kendi denetim yetkisini yok etmiş oldu ve kendi içtihadını reddetmiş oldu.

Şimdi, bu, sadece teknik bir mesele mi? Elbette hayır, hukuk devletinin özüne dair bir mesele çünkü Meclis çoğunluğu "Parlamento kararı" adı altında istediği işlemi yapabilecek ve hiçbir mahkeme de bu çoğunluk kararını denetlemeyecek; bunun sorunlu olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Bu yasama çoğunluğu, anayasal sınırların üstünde midir? Hayır, değildir. Ama bakın, anayasal sınırların üstüne çıkaracak bir karar kuruyor AYM'nin kendisi. Kaç kişiyle? 7 kişi bu karara imza koyuyor, 4 kişi itiraz ediyor ve 4 üye ise esastan incelenmesi gerektiğini söylüyor. Yani aslında bu karara karşı 8 üyenin ret kararı var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Toparlayacağım.

Karara karşı çıkan üyeler çok net olarak şunu söylüyorlar: "Anayasa açıkça ihlal ediliyorsa bu fiilen bir İç Tüzük değişikliğidir ve mutlaka esastan incelenmelidir." Ama mahkeme çoğunluğu dosyayı kapatarak denetimi reddediyor, Meclis çoğunluğuna yazılı değişikliğe gitmeden fiilen kural koyma serbestisini tanıyor.

Şimdi, ben buradan söylüyorum: Biz burada, Mecliste bulunan milletvekilleri olarak bütün bu karara razı olacak mıyız; çoğunluğun fiilî olarak İç Tüzük'ü değiştirmesine, hukukta yeni bir teamül oluşturmasına göz yumacak mıyız? Ve "AYM'nin esastan incelenmesi gereken bu meseleyi reddetmesi meselesine gerçekten Meclis olarak, milletvekili olarak ne diyoruz?" sorusunu ben bütün Genel Kurula ve bütün kamuoyuna da sormak istiyorum.

Teşekkür ediyorum.