GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu:
Yasama Yılı:4
Birleşim:9
Tarih:21.10.2025

CHP GRUBU ADINA NAMIK TAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın başında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin 6'ncı Cumhurbaşkanı seçilen Kıbrıs Türkü'ne ve KKTC'nin geleceğine büyük katkılar yapacağına inandığımız Sayın Tufan Erhürman'ı yürekten kutluyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bugün tam on sekiz yıldır aralıksız yürürlükte olan bir tezkerenin devamı veya sona erdirilmesi üzerine görüşme yapacağız. Bugün söylemesi dile kolay, tam on sekiz yıldır Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadele amacıyla sınır ötesi operasyona gönderilmesi konusunu Yüce Meclisin gündeminde tutmuşuz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak farklı dönemlerde bu tezkereye yönelik tavrımızı gözden geçirmiştik. 2007 yılında PKK'nın Türk Silahlı Kuvvetleri varlığına saldırılarının büyük bir şiddetle yeniden başladığı, sınır karakollarımıza baskınlar yapıldığı bir dönemde hazırlanan bu tezkereye ilk olarak "kabul" oyu vermiştik, Irak'ta sınır ötesi operasyonların hukuki altyapısını oluşturmayı amaçlayan tezkereye terörle mücadele gayesi taşıdığına inanarak desteğimizi açıklamıştık fakat sonraki yıllarda işler hızla değişmeye başladı. 2011 yılında Arap Baharı rüzgârına kapılarak açıktan yeni Osmanlıcı ve ihvancı, irredantist, revizyonist, genişlemeci ergenlik rüyalarının peşinde sürüklenmeye başlayan AKP, cumhuriyetimizin geleneksel dış politikasını bir kenara bırakarak tutarsız bir çizgiye savruldu. Nitekim, 2012 yılı sonbaharında tezkere yeniden yüce Meclise geldiğinde biz hayretle gördük ki operasyonların kapsamına Suriye eklenmiş. Oysa o günlerde Suriye'deki çatışmalar bir iç savaş düzeyine daha yeni evrilmişti. Yani 2012 yılında AKP Hükûmeti aynı YPG'nin siyasal kanadı PYD'yle henüz görüşme hâlindeydi. Üstelik Türkiye'de de bugünküne benzer bir barış süreci devam ediyordu. Erdoğan ve çevresi Suriye'deki oluşumları bir kenara bırakın, Türkiye'deki PKK'yı bile eskisi nispetinde bir tehdit olarak kabul etmiyor, müzakere edilen meşru muhatap olarak görüyordu. Biz de işte bu nedenle TSK'nin Suriye'ye hangi gerekçeyle sokulmak istendiğini sorguladık. Ülkemizin bu çok cepheli savaşa müdahil olmasını istemiyorduk. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Dışişleri Bakanı Davutoğlu da Cumhuriyet Halk Partili temsilcilerimizin ısrarlı soruları karşısında Suriye'deki olaylarda asla taraf tutmadıklarını iddia ettiler. Onlara kalsa AKP Hükûmeti Suriye'de kimseye herhangi bir maddi ya da siyasi yardımda bulunmuyordu. Kendileri bu konuda bizlere yeminler ediyorlardı, aynı ikili bu sözlerin üzerinden bir yıl bile geçmeden Esad'a muhalif güçlerden Özgür Suriye Ordusuna verdikleri desteği açıkladılar. Yıllarca Özgür Suriye Ordusunun faziletlerini bizlere ballandıra ballandıra anlattılar. Lakin bu dönemde bile Hükûmet kanadından PYD ya da YPG'ye yönelik olumsuz bir söylem duyulmuyordu. Dahası da var; PYD lideri Salih Müslim, 2013 ve 2014 yıllarında toplamda 3 defa Ankara'da ağırlandı. Bu ziyaretlerde Salih Müslim'e kırmızı halılar serildiği ve devlet başkanı protokolüyle ağırlandığı yolundaki tartışmalar kamuoyunda aylarca devam etti. Sonra, kendisine Irak Şam İslam Devleti yani kısaca "IŞİD" adı verilen cani bir örgüt ortaya çıktı. Türkiye'de, bu örgütün zulümlerine sempatiyle bakanlar bile oldu. AKP'li bir bakan Emrullah İşler, sosyal medyada "IŞİD öldürüyor ama bari işkence yapmıyor." diyerek örgütü savunmaya kalktı. Bu savunma IŞİD'in Suriye'de, Arap Alevileri, Ezidileri ve Hristiyanları ağır işkencelerle ve topluca katlederek videoya çektiği, binlerce kadını kaçırarak köle pazarlarında sattığı bir dönemde yapılmıştı. Belki Sayın Bakan o günün bilgi eksikliğinin kurbanı olmuştu ama sonrasında konuyu araştırmak, doğrusunu öğrenerek kamuoyundan bir özür dilemek zahmetine bile girmedi. Bugün de AKP, Şam'daki yeni yönetimle böylesine sıkı ilişkiler yürütüyor ve sık sık karşılıklı görüşmeler yapıyor fakat 10 Ekim 2015 Ankara Gar katliamının Suriye'ye kaçan sorumlularını nedense Ahmet eş-Şara'dan talep etmiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Hatırlarsınız, IŞİD, bizi Suriye sınırları içerisindeki toprağımız olan Süleyman Şah Türbesi'ni yok etmekle tehdit etmişti. AKP Hükûmeti YPG'li militanlar ve Türkiye'ye geçişleri nedense tam 29 Ekim gününe denk getirilen KDP peşmergeleriyle birlikte ortak bir operasyon yürüterek türbeyi taşıyabildi. Hasılı Türkiye 2012 yılından itibaren altı yıl boyunca Afrin'e düzenlenen Zeytin Dalı Harekâtı'na kadar Suriye Kürtleri'yle en ufak bir gerilim yaşamadı. Fakat bu tezkere her yıl Irak ve Suriye Tezkeresi olarak karşımıza getirildi. Biz yine de 2015 yılında ülkede büyük çapta artan terör olaylarının etkisiyle bu tezkereye şartlı olarak evet oyu vermiştik. O süreçte AKP Hükûmeti PKK ile kendi yürüttüğü müzakere masasını devirdi ve Suriye'deki operasyonların artık bir numaralı tehdit ilan ettiği YPG'yi hedef alacağını açık seçik belirtti. 2018 yılı başlarında Afrin'e gerçekleştirilen Zeytin Dalı Harekâtı'yla bu yönelim fiiliyata döküldü. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtları sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları 2016 yılından itibaren peyderpey Suriye içinde bir denetim alanı oluşturdu. Pençe-Kilit Harekâtları'yla da Irak içindeki ileri üs ve geçici karakol sayımız 14'ken 140'ı geçti bugün. 2021 yılına kadar Türkiye'nin terörle mücadele anlamında kazanımının ne olduğunu Hükûmete defalarca sorduk ama hiçbir yanıt alamadık. Askerimiz yıllarca ateş hattında kaldı ve acı kayıplar verdik. Siz unutturmaya çalışıyor olsanız da biz IŞİD mensubu teröristlerin 2 askerimizi canlı canlı yaktığını ve bu olayın görüntülerini bütün dünyaya servis ettiğini unutmuyoruz. 2020 yılı başlarında Rusya'nın 36 askerimizin şehit ettiğini, sizin S-400 alım kararınız eleştirilmesin diye Rusya'nın adını dahi vermediğinizi, sorumluluğu Esad yönetimine attığınızı, buna mukabil ne Rusya'ya ne Esad'a karşı en ufak bir eylemde bulunabildiğinizi, yetmiyormuş gibi Erdoğan'ın Putin'in kapısında canlı yayında dakikalarca bekletildiğini de unutamıyoruz. Tüm bu yaşananlardan sonra bizler de size verdiğimiz şartlı desteği geri çektik ve 2021 ve 2023 yıllarında bu tezkereye iki kere "hayır" oyu verdik.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de terörle mücadelenin hakkıyla yapıldığına, Anayasa'mıza, yasalarımıza ve uluslararası hukuka ama hepsinden önce akla uygun biçimde yürütüldüğüne ikna olduğumuz zaman biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak size en büyük desteği veririz fakat AKP hükûmeti bu mücadeleyi nalıncı keseri gibi sürekli kendi siyasal kazanımına yontarak yönetmek suretiyle böyle bir desteği hak etmediğini gösterdi. Bugün Irak ve Suriye'yi hâlâ ayırmadan karşımıza getirilen bu tezkere bir sürü soru işaretiyle önümüzde duruyor. Kaldı ki Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yönetilen tek adam rejiminde nedense üç yıllık bir süre için vesayete kapı aralıyor, keyfîliğin yolunu yapıyor. Sizlere sormak istiyoruz: Şam'da Ahmed eş-Şara yönetimindeki hükûmetin ülkeyi yeniden yapılandırdığını, Türkiye'nin de bu hükûmete güvenerek destek verdiğini söylüyorsunuz. Yandaş medyanız barışı Erdoğan'ın inşa ettiğini iddia ediyor. Üstelik, SDG de geçtiğimiz hafta Şam'la anlaştığını, Suriye Ulusal Ordusuna katılacağını ilan etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan sessiz sedasız "PKK eşittir YPG" söylemini terk edip "SDG" demeye başladı. Yani bir yandan "Biz Suriye'de barışı kurduk, istikrarı sağladık." diye övünüyorsunuz, diğer yandan Suriye'de uzun bir istikrarsızlık dönemi öngörerek bu tezkereye üç yıllık bir uzatma istiyorsunuz. Bu suretle her yıl yapmamız gereken bir denetimi geciktirmeye kalkıyorsunuz. Hatırlamamız lazım ki askerî güç kullanma ya da savaş ilanı yetkisi hâlâ yüce Meclisimize aittir. Böyle giderse siz on yıllık, hatta ucu sınırsız yetkiler isteyeceksiniz; bu açık bir Anayasa ihlalidir. Oldu olacak, Anayasa'mızın 87'nci ve 92'nci maddelerini yürürlükten kaldıralım, Cumhurbaşkanı canı istediği zaman askerimizi oraya buraya yollasın. (CHP sıralarından alkışlar) Hatta Wagner gibi paralel ordular, paralı asker çeteleri kursun, istediği yere konuşlandırsın. Ordumuzun gücü ve caydırıcılığı elbette bizim için değerlidir fakat şunu da unutmayın ki bizler Türk Silahlı Kuvvetlerinin çıkarlarını korumayı yüzlerce Türk askerinin şerefli isimlerini Ergenekon ve Balyoz kumpaslarına bulaştırmaya cüret eden bir hükûmetten, "Ben bu davaların savcısıyım." diyerek övünen Erdoğan'dan öğrenecek değiliz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, PKK'nın silahsızlandırılması amacıyla yüce Meclisimizde "Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" adıyla bir oluşumu meydana getirdiniz. Partimize yönelik bütün hukuk dışı saldırılarınıza rağmen bizler bir karar verdik, ülkemizi terörden arındırmayı amaçladığı ve demokrasiye geri dönülmesine zemin hazırlayacağı beklentisiyle Komisyona katıldık. Bugün Komisyon İmralı'ya gidecekse TSK neden Irak ve Suriye'ye gidecek? Yok, TSK Irak ve Suriye'de askerî harekâta ve ucu açık konuşlandırmaya devam edecekse Komisyonun adaya gitmesi hangi amacı gütmektedir? Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ortada süreç yokmuş gibi davranıyor, YPG'yi Türkiye'nin her an yeni bir askerî harekât yapabileceği yönünde tehdit etmekten geri durmuyor. Diğer cephede ise Sayın Bahçeli milletvekillerini -kendisinden aynen aktarıyorum- kurucu önderliğin sözlerini esas almaları yolunda uyarıyor. PKK gerçekten de silahlarını teslim ederek kendini lağvetme yolundaysa, SDG yeni Suriye'nin ordusuna katılma konusunda Şam'la uzlaştıysa biz bu Irak ve Suriye tezkeresi marifetiyle kimlere operasyon yapacağız? Bu iki ülkede kiminle, hangi grupla, hangi örgütle mücadele etmek için destek istiyorsunuz?

Bu arada, Sayın Bahçeli'nin -yine tırnak içinde- "Kurucu önderliğin 27 Şubat açıklaması bizim için esastır." cümlesine atfen sormak isterim: Madem Öcalan'ın açıklamalarını çözüm süreci için esas alıyorsunuz, sınır ötesi operasyonların devamı veya sonlandırılması gibi konularda da Öcalan'a mı danışmayı öngörüyorsunuz? Öyleyse neden siz önden İmralı'yı ziyaret etmiyorsunuz?

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Başından kırparak mı okuyorsun cümleleri ya!

NAMIK TAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi hiçbir dönemde toplumsal barışa yönelik çözümlere karşı olmadı, bugün de değil fakat ortada aydınlatılması gereken ciddi belirsizlikler, tutarsızlıklar, yapısal çelişkiler var. İktidar kanadındaki arkadaşlara güvenmememiz için yüzlerce sebep önümüzde olmasına rağmen biz demokrasiyi zorlamayı, barışın kalıcı kılınmasına bir şans vermeyi seçtik. Yargıyı hepten araç hâline getirmenize, bize yönelik son derece kötü niyetle yürüttüğünüz hukuki operasyonlara rağmen ülkemizin çıkarlarını her şeyden üstün tutarak bu Komisyonda beraber çalışıyoruz fakat sizler gerçek bir barışın inşasının ancak demokratik bir ülkede mümkün olabileceğini sürekli göz ardı ediyor, Komisyonda demokrasi propagandası yapıp dışarıda her türlü otoriter uygulamayı hayata geçiriyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, iktidarın ülkenin temel sorunları konusundaki sorumsuz ve tutarsız tutumu bizim bu yönetime inanmamıza ve güvenmemize engel oluyor. AKP ve MHP temsilcileri ülkemizin terörden arındırılması yolunda kamuoyuna büyük sözler veriyorlar ama bu sorunun çözümünde hayati önem taşıyan demokratik kurum ve kuralların inşasına ilişkin kendilerinde bir ışık göremiyoruz.

Siyasal gerekçelerle kendinize tehdit gördüğünüz yüzlerce insanın, kamuoyuna mal olmuş birçok nitelikli insanın ömrünü cezaevlerinde haksız yere çürütüyorsunuz. Başta Osman Kavala olmak üzere kitlesel Gezi protestolarını yönettiğini iddia ettiğiniz birçok yurttaşımızı hukuka ve insan haklarına aykırı biçimde yıllardır cezaevinde tutuyorsunuz. Hatay halkının millî iradesini çiğneyerek, onların oylarıyla seçilen Can Atalay'ın milletvekilliğini yüce Meclisimizin tarihine bir utanç sayfası olarak yazılmış bir oylama sonucu düşürüyorsunuz. Silahlı örgütle ve onun lideriyle müzakere ederken siyasal mücadeleden hiçbir zaman ayrılmamış Selahattin Demirtaş'ın tutukluluğunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin mükerrer kararlarını hiçe sayarak devam ettiriyorsunuz.

Şunun altını önemle çizmek gerekiyor arkadaşlar: Şimdi sizler bilgi eksikliğinden ötürü kendi aranızda "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının ne önemi var? Biz kendi iç politikamızda canımızın istediğini yaparız, bize kimse karışamaz." diyor olabilirsiniz fakat bilmelisiniz ki dünyada her şey böyle yürümüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi bünyesinde kurulmuş bir mahkemedir, ülkemiz Avrupa Konseyinin kurucu üyelerindendir ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları yasalarımızın üzerindedir. Bu Konseye Türkiye içinde bir millî mutabakatla üye olduk. Oraya attığımız imzada İsmet İnönü'nün de Celal Bayar'ın da Adnan Menderes'in de iradesi var; onlara doğrudan Atatürk'ten miras kalan bir siyaset, bir irade var. Uluslararası bir ittifaka girmek ülkenizin sözünü, namusunu ortaya koyarak belli taahhütleri üstlenmek demektir; sizler "Benden önceki hükûmet imza attı." diyerek bunu göz ardı edemezsiniz, kendi siyasi çıkarlarınız için uluslararası yükümlülüklerimizi canınızın istediği gibi çiğneyemezsiniz arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) Siz bugün Osman Kavala, Can Atalay, Selahattin Demirtaş ve siyasi gerekçelerle cezaevinde tuttuğumuz tüm tutsakları tahliye ederseniz, korkmayın, iktidarınız hiçbir şey kaybetmez; bilakis, saygı görürsünüz fakat siz onları içeride tuttukça ülkemizin saygınlığı, verdiğimiz sözlerin ağırlığı her zaman tartışma konusu olacak; bunu böyle bilmenizi isterim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir yana, daha geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi Tayfun Kahraman'ın tutukluluğunun hukuksuz olduğuna hükmetti. Neden kendi devletimizin millî bir kurumunun kararını siz çiğniyorsunuz? Size defalarca, tartışmalı gerekçelerle ve daha iddianamesi bile hazırlanmadığı hâlde cezaevinde tuttuğunuz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız ve Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Ekrem İmamoğlu ve diğer 15 belediye başkanımıza ve yüzlerce belediye personelimize hukuka uygun muamele etme çağrısında bulunduk.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.

NAMIK TAN (Devamla) - Yargılamaları TRT'den canlı yayınlamanızı bile talep ettik fakat sizler bu çağrılara kulak tıkamayı sürdürdünüz. Durum böyleyken, size güvenmemizi ve kararlarınızın altına imza atmamızı istiyorsunuz. Siz, bu ceberut ve hak, hukuk, Anayasa tanımaz tutumunuzu değiştirmedikçe ve antidemokratik uygulamanıza son vermedikçe bizden bu konuda destek göremeyeceksiniz. Netice itibarıyla, önümüzdeki tezkereye de büyük harflerle "hayır" oyu kullanıyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)