GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu:
Yasama Yılı:4
Birleşim:4
Tarih:08.10.2025

NAMIK TAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gazze'de yaşanan insanlık trajedisi hiçbirimizin tahammül edemeyeceği bir seviyeye ulaştı. Farklı partilere mensup olsak da bu konuda ortak bir hassasiyet taşıdığımıza inanıyorum. Bu nedenle, iktidar koalisyonuna mensup arkadaşlarımıza yönelik eleştirilerimi bugün daha yapıcı bir dille size aktarmaya çalışacağım. Buradaki tüm partiler Filistin hassasiyetinde birleştiğimizi iddia ediyoruz, bir araya gelip bildiriler imzalıyoruz fakat ne yazık ki o bildirilerimiz kendi vicdanımızı tatmin etmekten başka bir sonuç vermiyor. Yazdığımız sayfalarca yazı maalesef Gazze'de bir tek çocuğun bile hayatını kurtaramıyor, öncelikle bu gerçeği kabul etmemiz gerekiyor. Bizim bunlardan çok daha fazlasını yapmamız lazım, buna yürekten inanıyorum değerli arkadaşlar. Eğer ortak gayemiz Gazze halkının vatanından sürülmesini önlemek, Filistin devletini fiilen yok edilmekten kurtaracak söylem ve eylemleri üretmek ise bugün size yönelik samimi eleştirilerimize kulak vermenizi özellikle istirham ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Bu konuyu üç başlıkta ele alacağım. İlk olarak, partiler arası mutabakata dayalı bir dış politika anlayışının geliştirilmesi yolunda sizlere açık çağrıda bulunuyoruz. Bildiğiniz üzere, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz sizin Türkiye'yi iyi yönetmediğinize, özellikle mevcut dış politikanızın çok büyük sorunlar barındırdığına inanıyoruz fakat tüm bunlara rağmen Türkiye'nin hâlâ güçlü bir ülke ve sağlam bir devlet olduğunu, daha etkili bir dış politika yapmak için elinde sayısız imkânlar bulunduğunu görüyoruz. Bu imkânları kullanabilmemizin tek yolu iktidar ve muhalefetin bir araya gelerek ortak çözüm yolları üretebilmesi. Bunun anlamı, şimdi yaptığımız gibi Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir genel görüşme açarak birbirimize monolog hâlinde seslenmek değil -en azından bundan ibaret değil- MİT Başkanı ya da Dışişleri Bakanının ayda bir parti liderlerini ziyaret ederek brifing vermesinden ibaret de değil. Elbette bunları takdirle karşılıyoruz. Örneğin, MİT Başkanı Sayın İbrahim Kalın temmuz ayı sonunda Genel Başkanımızı ziyaret etti, benim de içinde yer aldığım Cumhuriyet Halk Partili temsilcilere bilgilendirmede bulundu. Devlet kurumları ve partiler arasında olduğu gibi, muhalefet ve iktidar arasında da bu çeşit ikili temasların faydalı olduğuna en az sizin kadar inanıyoruz fakat bunları bir adım daha ileriye götürmemiz gerektiğine de inanıyoruz. İktidarınızın Filistin gibi acil eylem gerektiren konularda müşterek çözüm üretebilecek mekanizmaları hayata geçirmesi gerekiyor. Türkiye'de iç politikada en sert kavgaları veren partilerin ülke için hayati konularda nasıl bir millî mutabakat sağladığına birçok defalar şahit olduk. Örneğin, 1950'lerin başında Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrat Parti iç politikada çok sert rekabet içindeydi fakat Türkiye'nin NATO üyeliği konusunu her iki partinin temsilcileri birlikte ele aldı ve konu yüce Meclisimizin yalnızca 2 ret oyuyla geçirildi. Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs'a 1963 ve sonrasında müdahale için Meclisten yetki istediğinde iktidar ve muhalefet oy birliğiyle karar verdi. Konuyu kendi aralarında, hele kamuoyunda bir polemik hâline getirmeleri söz konusu dahi olmadı. 1974'te Bülent Ecevit'in liderliğindeki CHP-MSP koalisyonu, Kıbrıs Barış Harekâtı'nın uygulama aşamasında Adalet Partisi ya da MHP'yi dışlamayan bir siyaset yapım sürecini hayata geçirdi. Sizlere soruyorum: O gün muhalefette olan Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş ya da Turhan Feyzioğlu'nun ağızlarından Kıbrıs Barış Harekâtı aleyhinde tek bir demeç duydunuz mu? (CHP sıralarından alkışlar) Ya da Kıbrıs politikamızın CHP, Adalet Partisi ya da diğer partiler arasında herhangi bir zamanda polemik meselesi olduğunu hatırlayan var mı? Velhasıl bizim mevcut dış politika karar alma süreçlerini, tıpkı eski günlerde olduğu gibi, bir ya da iki partinin ideolojik sınırlarından çıkarmamız gerekiyor. Aksi hâlde, sizin en iyi olduğunu düşündüğünüz çözüm önerileriniz bile kendi yankı odalarınızı aşamıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Dünyaya sizden daha farklı bakan ideolojik çizgilerin Filistin ya da diğer konulardaki görüşlerini dinlemeniz sizi zayıflatmaz, aksine her iki taraf da birbirinin ufkunu genişletebilir.

Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlar kendilerini "İslami muhafazakâr" olarak tanımlıyor ve konuya kendi perspektiflerinden yaklaşıyorlar. Türkiye'de muhafazakârlık dozu biraz daha yüksek partiler de var; maalesef, onların arasında bazıları konuyu basit bir din çatışmasından ibaret görüyor, oysa durum bunun çok ötesinde. Bu kısır anlayışa mahkûm olursanız Avrupa'da Filistin için sesini en çok yükselten ülkenin neden Katolik Hristiyan nüfus çoğunluğuyla tanınan İspanya olduğunu anlayamazsınız. Üstelik İspanya'yı bizim kardeş partimiz olan sosyal demokratlar yönetiyor. Onlar İslam ya da herhangi bir din temelli hassasiyet taşımak şöyle dursun, İspanya'da laik bir düzenin fiilen varlığı için siyasi mücadele veriyorlar.

Yine, meseleyi dinî kimlik konusuna hapsederseniz, bugün, İsrail'in on binlerce vatandaşının neden kendi Başbakanları Netanyahu'yu Gazze'de katliamla hatta soykırımla suçladığını anlayamazsınız. Bugün, herhangi bir dinî hassasiyet taşıdığı meçhul olan Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump Netanyahu Hükûmetine destek verirken, yapılan araştırmalar, ABD'nin Musevi inanca sahip vatandaşlarının yüzde 61'inin İsrail'in eylemlerine karşı olduğu bulgusunu önümüze çıkarıyor. Demokrat Partinin ünlü senatörlerinden Bernie Sanders şayet ABD Başkanı seçilebilseydi bu ülkenin ilk Yahudi kökenli devlet başkanı olacaktı fakat o Yahudi kökenli siyasetçi seçilseydi belki de Filistin devletini resmen tanıyan ABD Başkanı olacaktı. Sanders, daha yirmi gün önce, ABD Senatosunda, Filistin'in devlet olarak tanınmasını talep eden bir kanun tasarısına imza attı.

Türkiye'de milliyetçi partilerin Filistin konusundaki görüşleri de ayrışıyor değerli arkadaşlar. Cumhur İttifakı ortağı Milliyetçi Hareket Partisi, müttefikinin Filistin hassasiyetini benimsiyor fakat Meclis dışında Türk milliyetçiliğini Arap düşmanlığı olarak değerlendiren ve açıkça Türkiye'nin Filistin'e yönelik desteğine karşı olanlar da var. Belki bugün Mecliste değiller ama sosyal medyada bu marjinal sağ eğilimlere rastlıyoruz.

Bizler ise laiklik ilkesini benimsemiş Cumhuriyet Halk Partisi olarak Filistin'i etnik, dinî ya da mezhepsel kimliklerden bağımsız bir insanlık sorunu olarak tanımlıyoruz. Filistin halkının varoluş mücadelesine omuz vermek istiyoruz.

Velhasıl siz bu konuyu kendi siyasi partileriniz ya da kendi ideolojileriniz özelinde tuttuğunuz, sadece kendi mecranızda çözmeye çalıştığınız zaman, az önce vurguladığım üzere, önerileriniz kendi yankı odalarınızın sınırları içinde kalıyor. Filistin konusundaki ideolojik yargılarınız yüzünden Filistin Kurtuluş Örgütünün ana damarı olan El Fetih'i ikinci plana atıyorsunuz ve Filistin konusunu Hamas'a indirgiyorsunuz. Hamas çatışmanın aktörlerinden biridir. Türkiye'nin Hamas'la diyalog kurması ve bu diyaloğu ateşkesin bir an önce hayata geçmesi için kullanmasına kimsenin itirazı olamaz fakat siz İsrail'le en ufak bir bağ kurmadan yalnızca Hamas'ın destekçisi kimliğine bürünürseniz Türkiye'yi kimse müzakere masasına oturtmaz, siz de İsrail'den talepte bulunamazsınız. Bugün, Türkiye'nin başarıyla yürütebileceği bir barış sürecini Katar gibi gücü bizimle kıyaslanamayacak bir ülkenin yönetmesi ve Türkiye'nin bu konuda yeterince etkide olamaması bizi çok üzüyor.

İkinci çağrımıza gelince, değerli arkadaşlar, sizden yalnızca İsrail-Filistin çatışması değil ülkemizin hiçbir dış politika meselesini iç politikada bir kutuplaşma ve polemik malzemesi hâline getirmemenizi talep ediyoruz. Bizim iç siyasette yeteri kadar uyuşmazlığımız var. Dış siyasetteki ideolojik kimliklerimiz çerçevesinde bir tartışma zeminine çekmenin de Türkiye'ye hiçbir hayrı yoktur. Bizim, başta Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel olmak üzere, Filistin konusundaki çizgimiz son derece açıktır. Bunun bize iç politikada hiçbir fayda sağlaması beklentisi içinde değiliz. Oysa sizler, Gazze'de yaşananlar için devlet katında çözümler üretip bizimle paylaşmak yerine, basın ve sosyal medyada farklı mecralardan insanları bulup hedef gösteriyor, sözde Filistin düşmanı avına çıkıyorsunuz. Saldırılarda ölen masum sivillerin hatırasına biraz olsun saygınız varsa bu konuyu iç siyasette bir istismar malzemesi yapmayın, yapmak isteyenlere de prim vermeyin. (CHP sıralarından alkışlar) Bu konuda yüzlerce örnek var önümüzde, ben sadece bir tanesine değineceğim. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu'na yönelik hukuksuz operasyonların ardından, biz, parti olarak, iktidarınızı açıkça destekleyen firmalara yönelik bir boykot kararı almıştık. Sözcünüz Ömer Çelik çıktı, Genel Başkanımızı "yerli firmalara boykot çağrısı yaparken siyonist firmaları korumak" gibi akıllara zarar bir iftirayla suçladı. Siz boykot kararını doğal olarak eleştirebilirsiniz; sonuçta bu, size karşı yapılmış bir sivil siyasi eylemdi, biz de hiçbir AKP üyesine "Neden boykotu eleştiriyorsun?" demedik fakat gittiniz, buraya, konuyla zerre kadar ilgisi olmayan İsrail-Filistin çatışmasını dâhil ettiniz; bu olacak şey midir değerli arkadaşlar? Yanı başımızda olan ve çağımızda insanlığın yüz karası hâline gelmiş bir etnik temizlik eylemini iç politik söylemlerde bir malzeme hatta bir sos olarak kullanmak Filistin hassasiyetini gerçekten taşıyanlara yakışmaz. (CHP sıralarından alkışlar) Sayısı yüz binleri aşmış insanlar hayattan koparılmışken Filistin hassasiyeti bizim kendi iç polemiklerimizin mezesi olamaz. Filistin konusunda samimiyetinize inanmamızı istiyorsanız bu konuyu kendi uyuşmazlıklarımızın içine dâhil etmekten imtina etmeniz gerekiyor.

Üçüncü ve sonuncusu, siz Hükûmet olarak Gazze'de akan kanı durdurmak istiyorsanız değerli arkadaşlar, içerideki siyasi rakiplerinize saldırmayı bırakmak, Gazze'deki kıyıma açıkça destek veren her kim varsa tavrınızı ona karşı koymak zorundasınız. "Bugün uluslararası ilişkilerde, Netanyahu'nun eylemlerinde onu en sıkı destekleyen, kendisine âdeta bir kalkan görevi üstlenen lider kim?" diye sorsam hepiniz bunun ABD Başkanı Donald Trump olduğunu biliyorsunuz. Trump "Gazze Şeridi'ni bir tatil 'riviera'sı yapacağız." deme cüretini göstererek bütün dünya kamuoyunu dehşete düşüren bir siyasetçi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ise Trump'ın bu utanç verici söylemlerine karşı maalesef tepkisi son derece cılız.

Değerli arkadaşlar, Gazze'de yaşananlara tavır koyacaksak öncelikle Erdoğan'ın Trump'a karşı bu aşırı yumuşak, fazla teslimiyetçi tavrını bırakması gerekiyor. Erdoğan Beyaz Saray'da mevkidaşıyla görüşeli on üç gün oldu, görüşmenin yankıları hâlâ sürüyor. Konuyla ilgili yazılıp çizilenlere baktığımızda görüyoruz ki Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri'nden herhangi bir kazanç sağlayamamış, en azından taleplerine karşılık bulmayı henüz garantileyememiş fakat Türkiye'de birçok kalemde Amerikan mallarının vergisiz alımı ve yerli piyasamıza sürülmesi kabul edilmiş. Ayrıca, bizi en çok hayrete düşüren konu, ülkemizde bulunan nadir toprak elementlerinin işletme tekelinin Amerikalılara verilmesinin gündeme gelmesi. Bu konunun takibindeyiz, inceleyip araştıracağız. İddialar gerçekse bu durum ülkemiz adına büyük bir felaketi barındırıyor. Böyle bir karar bize göre kapitülasyondur ve bu vahim konuda ilerleyen günlerde başınızı çok ağrıtacağız bilesiniz.

İçinizde Osmanlı geçmişimize hayran olan arkadaşların bulunduğunu biliyor, elinde olsa Osmanlı'yı yeniden hayata döndürme hayalleri kuranların da olduğunu görüyoruz. Bu işi o kadar benimsemişsiniz ki Osmanlı'nın yaptığı gibi bolca kapitülasyon vermekten de çekinmiyorsunuz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'a çağrımızdır: Gazze'ye ilişkin tavrınız samimiyse Trump'la bir sonraki temasınızda ona Gazze'yle ilgili taleplerinizi iki cümle olsun iletin. Biz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Trump'la görüşmesinde ağzından tek bir "Gazze" kelimesi çıkmadığını biliyoruz ve duyuyoruz. Oysa biz, kendisinin Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda söylediklerini, Oval Ofis'teki muhatabına karşı da aynı kararlılıkla söylemesini dilerdik; hayal kırıklığına uğradık. Mesele sadece bu da değil arkadaşlar. Gazze söylemimiz, İsrail'e yönelik içi boş kınamaları, sözde lanet okumaları aşamıyor; burada bile bunun ötesine geçemiyoruz. Sabahtan beri İsrail Devleti'ni ya da Hükûmetini eleştirip vicdan rahatlatıyoruz ama kimse Gazze'deki masum sivilleri kurtaracak çözüm önerilerini dile getiremiyor. Gazze'ye el uzatabilmemizin, buradaki kıyımı durdurabilmemizin, en azından yavaşlatabilmemizin aslında bir yolu var, o da Türkiye'nin İsrail üzerindeki eski ağırlığını kuracak politikaları hayata geçirmek.

Bu ülkeye kırk yıl hizmet etmiş bir diplomat olarak şunu size hatırlatmak zorundayım değerli arkadaşlar: İsrail'i ya da bir başka ülkeyi polemikle durduramazsınız, İsrail'i Türkiye'nin hatırını ve taleplerini kıramayacak bir pozisyona getirmek zorundasınız. Ne garip tecelli ki ben, Erdoğan'ın Başbakanlığı sırasında Türkiye Cumhuriyeti'nin Tel Aviv Büyükelçiliği görevinde bulundum ve Türkiye'nin İsrail üzerinde ne kadar ciddi bir ağırlık kurduğuna bizzat şahitlik ettim. Erdoğan yine Hükûmet Başkanı idi, yine dış politika yapım süreci onun elindeydi. O gün İsrail üzerinde ağırlığını zirveye çıkaran Türkiye ne oldu da bugün İsrail'e hiçbir isteğini kabul ettiremeyecek konuma geldi? Bugün aynı siyasi partinin iktidarından bahsediyorum. Biz bugün 2008 yılında olsaydık ve o günün şartları bugün geçerli olsaydı, Türkiye olarak İsrail'den daha çok şeyi talep edebilirdik. İsrail Türkiye'yi kaybetmemek adına Filistin konusunda daha dikkatli davranmak zorunda kalabilirdi, üstelik kalıyordu da.

Değerli arkadaşlar, sözlerime son verirken sizlere yönelik çağrımızı bir kez daha özetlemek istiyorum: Filistin hassasiyetine karşı birlikte çözüm önerileri üretelim. Filistin konusunu kendi iç mücadelemize malzeme yapmayalım. İsrail'e boş kınamalar, lanetler savurmak yerine Gazze'de İsrail'i durduracak bir diplomasiyi kurgulayalım. Biz Filistin'e ancak böyle yardım edebilir, Filistin halkının kendi kaderini tayin etme mücadelesine omuz verebilir, masum insanların hayatını ancak böyle kurtarabiliriz; bunu yapacak güce sahibiz. Filistin halkı için kalbimizin beraber attığını kâğıt üzerinde kalan bildirilerle değil birlikte planlayıp hayata geçireceğimiz eylemlerle gösterelim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)