GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın, İsrail'in Gazze saldırısına, Filistin halkına yaptığı soykırıma ve zulüm ile kıtlık politikalarına ve bölgede var olan güncel duruma ilişkin Yürütme adına gündem dışı açıklaması nedeniyle DEM PARTİ Grubu adına konuşması
Yasama Yılı:3
Birleşim:114
Tarih:29.08.2025

DEM PARTİ GRUBU ADINA GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Sayın Başkan, sayın vekiller; teşekkür ediyorum.

Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda sıradan bir dış politika veya Orta Doğu hadisesini konuşmak için değil tarihin ve insanlığın omuzlarımıza yüklediği ağır bir ahlaki sorumluluğu yerine getirmek için bulunuyoruz. Sonda söyleyeceğimizi en başta açık bir şekilde ifade edelim: Gazze'de yaşananlar insanlığın çöküşünü, uluslararası hukukun iflasını ve çağımızın etik-politik krizini yansıtan kan ve barut kokulu bir aynadır. Bu acı gerçek altında bugün söyleyeceğimiz her söz ve alacağımız her karar yüz yıl sonra bile peşimizden gelecek. Bu kapsamda, bu kürsüden kurulacak her sözün parti siyasetlerinin dar kalıplarına sığdırılmayacak kadar büyük, siyasi rekabete alet edilmeyecek kadar hayati olduğu bilinciyle sözlerime başlıyor ve sizleri saygıyla selamlıyorum.

Filistin sorunu, dünyanın ve bölgemizin kanayan yaralarından biri, son iki yılda bambaşka bir boyut kazandı; Gazze'deki çocukların, kadınların, gençlerin, gıdaya ulaşamayan anne ve babaların, bir bütün olarak Gazze halkının acısını her birimiz yüreğimizde yaşıyoruz. Biraz geriye giderek bu sorunun kaynağına mercek tutmak istiyoruz. Filistin sorunu aslında bir sömürgecilik ve hegemonya sorunudur. Hegemonik dayatma, halkların özgür yaşam iradesini tanımama yönündeki politikaların günümüze değin Filistin sorunundan tutalım Kürt sorununa varıncaya kadar birçok sorunu ve Orta Doğu'daki tabloyu daha fazla çıkmaza sürüklediği ortadadır.

Evet, hatırlayalım; Filistin sorunu sömürgeciliğin, emperyalizmin ve paylaşım savaşlarının dünyayı kasıp kavurduğu tarihsel bir dönemde ortaya çıktı. 20'nci yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Filistinlilerin sistematik sürgünü başladı, bu sürgün İsrail Devleti'nin kurulduğu 1948'de zirveye ulaştı; Filistinlilerin "Nakba" yani felaket olarak adlandırdıkları büyük sürgün o zaman yaşandı. "Nakba" sadece fiziksel bir yer değiştirme değildir; Filistinlilerin kimlikleri, sosyal ve siyasal hakları, tarihleri ve gelecekleri ellerinden alındı. Yüz binlerce Filistinli bir gecede çöllere ve komşu ülkelere sürüldü. Sürgünü bizzat yaşayanlar bir yana, Filistinli çocuklar Nakba'dan sonra kurulan kamplarda doğdu. Zorunlu göçü dinleyerek büyüyen, sonuçlarını bizzat yaşayan ve vatan diyebileceği bir yer olmayan kuşakların nasıl bir psikolojiye sahip olacağını tahmin edebilirsiniz. O yüzden savaşın köklerini orada aramak lazım diyoruz. Kendi ailesi de Lübnan'a kaçan Filistinli büyük şair Mahmud Derviş, dizeleriyle sürgünü şöyle anlatır: "Annem, babam, kardeşlerim, dostlarım/Belki sağsınız, belki ölü/Belki nerede olduğunuz belli değil benim gibi/İnsanın ne değeri olabilir/Evsiz barksız, yurtsuz bayraksız, ne değeri?" Evet, Mahmud Derviş gibi nice Filistinli sürgünde doğup sürgünde yaşamını yitirdi.

Filistin sorununun en önemli tarihsel "moment"lerinden biri de 1967'de gerçekleşen Altı Gün Savaşı'dır. Savaşın kendisi altı gün sürdü fakat etkileri altmış yıldır hâlâ devam ediyor. İsrail devleti bu savaşta Filistin topraklarının büyük bir kısmını işgal etti. Önce fiilen, sonra da resmen ilhak edilen Golan Tepeleri'nin işgali de bu dönemdedir. 1990'larda Filistin için bir barış umudu belirdi, taraflar masaya oturdu ancak bu umut kısa sürede boşa çıkarıldı. İsrail Başbakanı İzak Rabin barış karşıtlarının düzenlediği bir suikastla hayatını kaybetti. Rabin'in katledilmesinin ardından barış süreci çöktü ve her iki tarafta da aşırılık yanlıları güç kazandı. Bu deneyim, barış girişimlerinin ne kadar kırılgan ve kıymetli olduğunu, onları yani barış sürecini gözümüz gibi korumamız gerektiğini bize bir kez daha hatırlatıyor ancak günümüze kadar İsrail kimi zaman askerî operasyonlarla, kimi zaman hukuki oldubittilerle, kimi zaman da yasa dışı yerleşimcilerin saldırılarıyla Filistin topraklarını işgal etmeyi sürdürdü. Bugün 1948'in ve 2025'in haritalarını yan yana koysak aslında İsrail'in sınır tanımaz, işgalci yayılmacılığını bütün çıplaklığıyla göz önüne sermiş oluruz. Gazze'de son iki yıldır yaşananları bu uzun tarihsel bağlamın dışında ele almak mümkün değildir. Bizler ne 7 Ekimde yaşamını yitiren İsrailli sivilleri görmezden gelecek kadar vicdanımızı yitirdik ne de Filistin meselesinin 7 Ekimde başlamadığını bilmeyecek kadar hafızamızı ve politik bilincimizi yitirdik ancak şunu açıkça ifade edelim: İsrail devletinin saldırganlığı 7 Ekim 2023'ten sonra bambaşka bir boyuta taşındı. Artık ne uluslararası hukuk ne savaş hukuku ne evrensel hukuk ilkeleri ne de en temel insani değerler işlememektedir, işleyen tek şey dizginsiz ve sınırsız bir şiddet sarmalıdır.

Bugüne kadar Gazze'de 60 binden fazla insan yaşamını yitirdi, bu sayıya hâlâ kayıp olan 15 bin kişi dâhil değildir fakat Gazze'de ölümler sadece bombalarla olmuyor ne yazık ki; sağlık hizmetleri çökertilmiş, ilaç yokluğu ölüm saçmaktadır. İsrail defalarca hastaneleri bombaladı, Şifa Hastanesinde çaresizce bırakılan doktorların feryadı hâlâ kulaklarımızdadır. Son olarak beş gün önce Nasır Hastanesi bombalandı ve 22 kişi yaşamını yitirdi. Gazze'de insanlar açlık ve susuzluğa mahkûm edilmiş durumdadır.

İsrail, Gazzelilerin sağlıklı gıdaya erişimini engellemekte, dış yardımları ise bilinçli bir şekilde bloke etmektedir. Dünyanın gözü önünde bir halk açlıkla, hastalıkla, bombardımanlarla topluca yok edilmeye çalışılmaktadır. Üstelik İsrail kendi kurduğu sözde yardım sistemini de bir tuzağa çevirmiş durumda. O yardımlara ulaşabilmek için saatlerce kuyrukta bekleyen insanlara her gün bombalar yağdırılıyor, yüzlerce sivil bu saldırılarda hayatını kaybediyor. Gazzelilere gıda yardımı yaptığını öne süren ABD ve Fransa, diğer devletler bu yardımlarını havadan atıyorlar, havadan yardım indiriyorlar yani en etkisiz ve göstermelik bir yöntemi tercih ediyorlar. Peki, soruyoruz: Bu hükûmetler gerçekten İsrail'in karadan ve denizden ördüğü ablukayı aşma kudretine sahip değil midir, güçsüzler midir yoksa sadece bir oyun mu sahnelenmektedir? Bu sorunun yanıtını elbette tarih yazacaktır.

Bugün Birleşmiş Milletler bile Gazze'de resmen kıtlık ilanı yaptı, oysa insanlık tarihinde tarımın ilk yapıldığı topraklardan biridir Filistin toprakları. Düşünün ki bugün uygarlığın köklerinden olan bir coğrafyada insanlık açlığa, susuzluğa ve insanlık dışı yöntemlere mahkûm edilmiştir ve en acısı Filistin'de çocuklar, bebekler açlıktan ölüyor. Tüm bunların yanında şimdi de Gazze'nin tamamen boşaltılması gündeme getiriliyor yani tam bir ilhak politikası; böyle bir adım insanlık tarihinin en büyük etnik temizlik girişimi olacaktır. Filistin halkı için bu, yeni ve çok daha büyük bir "Nakba" yani felaket anlamına geliyor. Bu felaket planına karşı durmak yalnızca Filistinlilerin değil insanlık onurunun savunulması anlamına gelecektir ki bizlere de böyle bir tarihî sorumluluk düşmektedir.

Filistin'e, Gazze'ye yönelik 21'inci yüzyılın en büyük katliam ve soykırımlarına karşı dünyanın dört bir yanında güçlü itirazlar yükseldi; kentlerde meydanlar doldu taştı, protestolar, eylemler gerçekleştirildi, birçok devlet yetersiz de olsa somut adımlar atmak zorunda kaldı bu toplumun isyanı sonucunda. Güney Afrika, Uluslararası Adalet Divanı nezdinde Gazze'deki Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle İsrail'i dava etti, İsrail hakkında dava açtı. Uluslararası Ceza Mahkemesi, savaş suçu işlediği gerekçesiyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında tutuklama kararı çıkardı. Hollanda'da Dışişleri Bakanı ve 8 bakan İsrail'e karşı ek önlemler alınmasını talep etti, hükûmet bunu onaylamadı ve bu talebin onaylanmaması üzerine Dışişleri Bakanı başta olmak üzere 9 bakan istifa etti tüm engellemelere ve ambargolara rağmen. İspanya da harekete geçmek zorunda kaldı. Bir savaş silahı olarak kullanılan kıtlığa karşı çıkmak ve açlığı bir nebze olsun gidermek için Gazze'ye 11 bin kişiye yetecek acil gıda yardımı ulaştırma kararı aldı. Bu yardımlar sadece havadan ve paraşütlerle bölgeye indirildi. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Dünyanın dört bir yanında halklar da hükûmetler de tüm engellemelere ve İsrail devletiyle yaptıkları anlaşmalara rağmen sessiz kalmadılar, Filistin ve Gazze halkı için somut adım attılar ama ne yazık ki Türkiye'nin bu süreçte dişe dokunur, somut, gerçek anlamda bir adımı olduğunu ifade edemeyiz. Ortada sadece bolca hamaset ve kınama var ve bunların çoğu da -gerçek adımlar-çok çok eksik kaldı. Türkiye'nin bu konuda yaptıklarını yeterli görmüyoruz. Üçüncü ülkeler aracılığıyla askerî ve ticari ilişkilerin sürdürülmesi asla ama asla kabul edilemez. Petrolde ve askerî sanayide kullanılan ham madde ticaretinin devam etmesini asla doğru bulmuyoruz ve kabul etmiyoruz. Gerçeklikten kopuk, dinamikleri doğru okumayan bu hamasi dış politika anlayışı çözümden uzaklaşmakta ve bölgesel krizlerin tarafı hâline getirmektedir ülkeyi. Üstelik bu ülkede Filistin için sokağa çıkanlar tehdit edildi, gençler gözaltına alındı. DEM PARTİ ve muhalefet partilerinin Filistin için verdiği araştırma önergeleri reddedildi. İsrail'in başkentinde dahi savaş karşıtları özgürce sokaklara çıkabilirken Türkiye'de savaş karşıtlarının, İsrail'in gerçek anlamda boykot edilmesini isteyenlerin karşısına iktidarın TOMA'sı ve kelepçesi çıktı. Daha da vahimi İsrail'in katliamlarının zirveye ulaştığı bu dönemde dahi İsrail'le stratejik ürünleri kapsayan ticari ilişkiler kesilmedi, bilakis sürdürüldü. Şunu hatırlatmamız gerekiyor: Günlük hamasi nutuklarla ne iç kamuoyunu kandırmak mümkündür ne de dış politikada tutarlı bir çizgi geliştirmek. Dolayısıyla şu soruyu hep beraber sormak zorundayız: Niçin Filistin'de öldürülen her bir çocuk ve her bir insan için... İsrail devletinin iki yıldır tarihte eşine az rastlanır bir yıkımla, katliamla, soykırımla Filistin'i, Gazze'yi yerle bir ettiği bu süreçte Türkiye gerçekten ne yapmıştır? Bugün genel olarak Filistin'de, özel olarak da Gazze'de yaşananlar İran, Irak ve Suriye'deki krizlerden asla bağımsız değildir; bunlar bölgesel rekabetin ve küresel güç oyunlarının kesiştiği birbirine bağlı sahnelerdir. Binlerce yıllık tarihi olan Orta Doğu, hiçbir dönem yüzyıl önce dayatılan ulus devlet anlayışından, zihniyetinden çektiği kadar çekmemiştir. Kapitalist ve emperyalist zorbalık... İnsanlık bir kez daha doğduğu topraklarda açlık ve ölümle sınanmaktadır. Kapitalist modernitenin ulus devletçi egemenlik formu bölgenin kültürel, ekonomik, toplumsal ve siyasal kaynakları üzerinden yüzyıldır bu topraklara acı, kan ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir. Çok açık ifade edelim: Orta Doğu'nun kaderi yüzyıl sonra şekillenirken katı ulus devletçi zihniyetlerde ısrar edenler yüzyıllık haritaların tekrarı ve emperyal projelerin yenilenmesinde ısrar edenler olarak tarihe geçecektir. Bugün, yüz yıllık normların yıkıldığı, elli yıllık rejimlerin devrildiği, ideolojilerin değişim ya da sona erme iklimine girdiği bir Orta Doğu'da Gazze'den Tahran'a, Rojava'dan Şam'a kadar halkların ortak yaşam ve demokratik gelecek gibi alternatif projeleriyle hegemonik dayatmalar kıyasıya bir mücadele içerisindedir. Bu hegemonik projelerden ilki şunu ifade eder: İsrail'in güvenliğini bölgesel kaosta gören radikal sağcı bir anlayıştır. İkinci proje ise İsrail'in güvenliğini bölgeye dışarıdan müdahalelerle dizayn etmede gören aklın bizzat kendisidir. Bu iki akıl da iktidarcıdır, bu iki akıl da tekçidir, demokrasi düşmanı ve halklar karşıtıdır. İşte Gazze'deki insanlık utancı bu hegemonik akılların ortak bir kesişim kümesidir. Dolayısıyla bugün Gazze'de çözümü konuşmak sadece uluslararası hukukun değil aynı zamanda Orta Doğu'nun geleceğinin temel konusudur. Artık Gazze yalnızca bir coğrafyanın adı değildir; insanlığın vicdan, barış ve özgürlük meselesi olarak Orta Doğu'nun bir düğümüdür. Gazze'yi önce ölümün, sonra sermayenin laboratuvarı olarak kullananların dayattığı bu gerçekliği görmezsek ya cellattan yaşam dileriz ya da suya yazılan yazı gibi Gazze'ye ağlamakla yetiniriz. Küresel veya bölgesel olsun demokratik rejim kurmayı, halkların inanç ve kültürel haklarını tanıyarak bir arada yaşamı esas almayan her emperyal plan daha fazla ölüm, daha fazla acı, daha fazla sefalet doğuracaktır.

Bizler DEM PARTİ olarak taşıdığımız yurtsever, sol, sosyalist ve devrimci gelenek ışığında 1970'lerden beri Filistin halkıyla dayanışma içindeyiz. Yolumuz, Filistin mücadelesine omuz veren Deniz Gezmişlerin yoludur. Yolumuz, Filistin halkıyla İsrail devletinin işgaline karşı omuz omuza mücadele edip hayatını feda eden Türk ve Kürt devrimcilerinin, sosyalistlerinin yoludur. Filistin halkı için can verdik, bedel ödedik. Bizler Orta Doğu'daki tüm sorunlarda olduğu gibi, Filistin sorununun da çatışmalarla değil barışçıl yöntemlerle, diyalogla ve müzakereyle, halkların özgür yaşam iradesine saygıyla çözülebileceğine inanıyoruz. Demokratik bir Orta Doğu'yu mümkün kılabiliriz. Halkların birbirinden ayrılmadığı, düşmanlaştırılmadığı, herkesin dili, inancı, kültürüyle bir arada, özgürce yaşayabildiği bir istikrar, güven ve huzur ortamı yaratmak mümkündür. Bu kapsamda, diğer tüm halklar gibi, Yahudi ve Arap halklarının bir arada yaşama hakkını savunuyoruz ve bunun mümkün olduğuna inanıyoruz. Bunun için şu somut önerileri Genel Kurulun takdirine sunmak istiyoruz: Gazze'de ve Batı Şeria'da derhâl bir ateşkes anlaşması imzalanmalıdır. İsrail devletinin sivillere yönelik saldırıları derhâl durdurulmalı, taraflar ateşkese sadık kalmalıdır. Uluslararası toplum ateşkesin kalıcılığı için garantörlük üstlenmelidir. Kalıcı bir barış anlaşması için BM himayesinde yapılacak uluslararası bir konferansın hazırlıkları derhâl başlatılmalıdır. Uluslararası kamuoyu Gazze konusunda kutuplaştırıcı üslup kullanmak yerine diyalog ve uzlaşının yolunu açmalıdır. Hamas'ın elindeki rehineler ailelerine kavuşmalı, İsrail zindanlarındaki Filistinli tutsaklar serbest bırakılmalıdır. İsrail devletinin Filistin halkını yok sayan dayatmacı politikaları karşısında kalıcı bir çözüm için Filistin halkının meşru, demokratik talepleri, kapsamlı bir barışın adımları kararlılıkla atılmalı ve desteklenmelidir. Filistinlilerin öz yönetim ve topraklarına dönüş hakkı derhâl sağlanmalıdır. Türkiye, Filistin meselesinin çözümü için daha fazla inisiyatif almalı; hamasetten uzak, gerçekçi ve kalıcı çözümden yana bir yaklaşım sergilemelidir. Ankara, enerjisini bu sorunun çözümüne yönlendirmeli, İsrail devletinin her türlü askerî saldırganlığını besleyecek askerî ve ticari faaliyetleri derhâl sonlandırmalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Filistin sorununda barışçıl çözüme dönülmesi için üzerine düşen tarihsel rolünü oynamalı, Filistin halkıyla dayanışmasını güçlendirmelidir.

Bizler tüm bölgede eşitlik, adalet, özgürlük ve demokrasi temelinde gelişecek her barışçıl çözümü sonuna kadar desteklemeye hazırız. Barış, bu toprakların, tüm Orta Doğu'nun ve Filistin'in yıllardır özlemini duyduğu ortak rüyasıdır. Bizlere düşen görev bu rüyanın gerçekleşmesi, barışın her yerde egemen olması için mücadele etmek, halkların kendi eşit ve ortak geleceğini demokrasi içinde birlikte inşa edebilmesi için güçlü iradeyi ve dayanışmayı her gün daha da büyütmektir. Kürt sorununun çatışma alanından çıkarılarak barışçıl yollarla çözümü için bugün büyük emeklerle yürütülen sürecin kalıcı bir çözüme ve barışa evrilmesinin aynı zamanda Orta Doğu'da barışın gelişmesine de önemli katkılar sunacağını asla unutmamalıyız. Bir tarihsel düğümün çözülüyor olması Orta Doğu'daki diğer düğümleri de çözecektir. Bu nedenle, herkesin barış sürecini sahiplenmesi, kalıcı çözüme ve barışa hizmet eden politikaları esas alması ve halkların geleceğini siyasetüstü bir bakışla görmesi gerektiğinin altını çizmek isteriz.

Bu vesileyle, Amerika'dan Avrupa'ya, Afrika'dan Kafkasya'ya, Tel Aviv'den Bağdat'a kadar dünyanın her yerinde inanç, dil, kültür fark etmeksizin Filistin ve Gazze halkıyla dayanışma içinde olan herkesi DEM PARTİ olarak en içten duygularımızla selamlıyoruz ve bugün biz bu konuşmaları yaparken Gazze'nin kuzeyindeki Şeyh Rıdvan ve Cibaliye'deki yoğun hava saldırılarıyla halkın hedef alındığı haberini almış olduk. Orada insanlık için direnen bütün Filistinlileri, bütün Gazzelileri, yediden yetmişe mücadelelerini, direnişlerini buradan, Türkiye Büyük Millet Meclisinden en içten duygularımızla selamlıyoruz. Asla Filistin halkını yalnız bırakmayacağız, Filistin halkının yanındayız, yanlarında olmaya devam edeceğiz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)