| Konu: | Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 112 |
| Tarih: | 19.07.2025 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 216 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin tümü üzerinde İYİ Parti Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama geçmeden önce, bugün vefat haberini aldığımız Altan Öymen'e Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum. Ailesine, sevenlerine ve Cumhuriyet Halk Partisi camiasına da başsağlığı dileklerimi iletmek istiyorum.
Şimdi, aslında tam bir torba kanun görüşüyoruz yine. "Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu" diye başlasa bile içerisinde maalesef çok da fazla bir şey yok. Özellikle zaten bir şey olmadığı da AK PARTİ'nin bu kanun teklifine şu andaki ilgisinden belli. Burada sermayenin çıkarına yönelik bir şey olmadığı için veya zeytinliklerin katliamına ilişkin bir şey olmadığı için de AK PARTİ sıraları az önce bomboştu.
Şimdi, değerli arkadaşlar, 21 madde olarak geldi bu kanun teklifi -bakın yani biz nelerle uğraşıyoruz Meclis olarak, bunu bir görmekte fayda var- yürütme, yürürlük 2 maddesini çıkalım, 19 madde. 19 maddenin 6 tanesi ihtilafların giderilmesi, netleştirme yapılması, açıklık kazandırılması gibi aslında bir hüküm içermeyen ancak kötü yapılan kanunlar nedeniyle onları tekrar düzeltmeye yönelik kanun maddelerinden oluşuyor. Yani işte müzakeresiz kanun yapmanın bir sonucu bu. Şu andaki kanun teklifinin üçte 1'i -bakın, size ifadeleri okuyayım gerekçeden- "anlaşılabilirliğin artırılmasını teminen" diyor madde 1'de, madde 3'te "kanun metnine daha açık dercedilerek" deniliyor, madde 10'da "ihtilafın giderilmesi", 11'de "farklı yorumlanmaması", 13'te "Bakanlık yetkisinin netleştirilmesi", işte, 19'da "uygulamaya açıklık getirilmesi" gibi ifadeler; bunlar için kanun yapıyoruz, Meclis bunlar için uğraşıyor. Niye böyle yapılıyor? Çünkü apaçık hatalar buluyoruz bu kanunlarda veya ikaz ediyoruz ancak Meclisin hem komisyonda hem de Genel Kurulda Cumhur İttifakı tarafının bu kanunun bir yerinde değişiklik yapma iradesi olmadığı için hatalı olarak geçiyor ve daha sonra başka bir kanunla bu hataları gidermeye çalışıyorlar.
Bunlardan bir tanesini örnek olarak vereceğim: Bu kanun teklifinin 17'nci ve 18'inci maddesi, 17'nci maddede bir hüküm var, 18'inci maddede oraya atıf var, olmayan bir fıkraya atıf yapılıyor bu kanun teklifinde. Biz ikaz ettik, bunu söyledik, haklı gerekçelerimiz var fakat inat edildi, şu anda hâlâ değiştirilmiş değil. Emin olun, bir süre sonra getirecekler bunu "Ya, burayı bir düzeltelim." diye diğer maddelerde olduğu gibi. Yani bir kanunun üçte 1'i, değerli arkadaşlar, "açıklık getirilmesi" "farklı yorumlanmaların önlenmesi" işte "netleştirme" diye bir şey olabilir mi ya, hangi hukuk devletinde böyle bir şey var? Ama maalesef, işte, AK PARTİ'nin yönettiği Türkiye'de böyle, bu şekilde kanun yapılıyor.
Şimdi, kısa kısa maddelerin bazılarına dokunmak istiyorum. 3'üncü maddede bu döviz alım satım bürolarıyla ilgili düzenlemeler yapılıyor. Burada Anayasa Mahkemesinin iptali olmuştu, o iptal nedeniyle şimdi oraya ilişkin düzenleme yapılıyor. Değerli arkadaşlar, burada döviz bürolarına lisans veriliyor, o işlemi yapabilmesi için -legal olarak yapanlar için söylüyorum- bir lisans veriliyor, bunun da bir bedeli var. Bunun ifadesinde "lisans bedeli" olması gerekirken, kanunda "ücret" olarak geçiyor. Bakın, getirdiğiniz kanunlar Türkçeyi de katlediyor. "Ücret" emeğin karşılığıdır arkadaşlar, bu "lisans bedeli" denilen şeye "ücret" diyemezsiniz. "Bunu düzeltin." dedik Komisyonda, düzeltmediler. Ya, Türkçe anlamıyorsunuz, İngilizcesini söyleyelim: Bu aldığınız şey "fee" arkadaşlar, "f-e-e" fakat siz buraya bunu "wage" olarak yazıyorsunuz. Ya, böyle bir rezalet olabilir mi ya, böyle bir kanun yapılabilir mi ya! Ve ikaz ettiğimiz hâlde bu düzeltilmiyor biliyor musunuz? İşte, böyle, yaptığınız iş bu. Neyse, bu, işin Türkçe yönüydü. Türkçemizi güzel kullanmak durumundayız yani bağımsız ülke için bağımsız dil gerekir, dile de saygı gerekir.
Şimdi, bu hisse devirlerinde, mesela bir güneş santraliniz var veya bankacılık lisansınız var, lisans devirlerinde, hiçbir lisans devrinde devralandan tekrar bir lisans bedeli alınmıyor arkadaşlar; bir tek istisnası var, döviz büroları. Anlaşılabilir bir şey değil. Yani sizin bir döviz büronuz var, lisans bedelini vermişsiniz, döviz bürosu açmışsınız ama bunun bir kısmını, hissenizi birisine devretmek istediğinizde, satmak istediğinizde -işleriniz bozulmuş olabilir, başka bir yatırım yapacaksınız- sizin verdiğiniz lisans bedeli -ki bugünkü parayla 26-27 milyon lira- çöp oluyor, alacak kişinin tekrar lisans bedeli ödemesi lazım. Bu neye yol açıyor biliyor musunuz? Bu, şu anda 980 civarında kayıtlı döviz bürosu var, 6 bin de kayıtsız döviz bürosu var, işte, kayıtsız işlem yapılmasına yol açıyor. Siz sisteme girişi bu kadar zorlaştırırsanız ve devirde de tekrar insanlardan para isterseniz insanlar devretmez çünkü kayıtsız iş yapmanın cezası 250 bin lira arkadaşlar, hakikaten akıl alacak bir şey değil. 100 defa yakalandığınız zaman bir lisans bedeline ancak denk geliyor. 100 defa da hiç kimse yakalanmaz burada, iki senede 1 kere yakalanabilir yani senede 1 kere yakalanmış olsa bile yaptığı işten dolayı -tamam mı- kapatır dükkânını -zaten bu kayıt dışı- başka bir levhayla tekrar bir tane daha açar. Ancak 100 defa yakalandığınızda lisans bedeline denk geliyor, niye insanlar lisans alsın? Yani yaptığınız iş bu kadar saçma. Bunları anlattık ama maalesef bunlarla ilgili herhangi bir düzeltme yapılamadı.
Şimdi, değerli arkadaşlar, 5'inci maddede Gelir İdaresi Başkanlığının taşra teşkilatlarında mesai saatleri dışında çalışmalarda ücretler artırılıyor; gayet olumlu buluyoruz, bu yapılsın. Zaten hangi kesimde olursa olsun memurların maaşı düşük, hiç olmazsa bir kesimin maaşını düzeltelim ancak burada adaletli yapmak durumundayız, "Bal tutan parmağını yalar." misali iş yapmanın bir anlamı yok. Komisyonda "Maliye Bakanlığı bu teklifi getiriyor diye Maliye personeline vereceksiniz, taşrada SGK'nin de denetmenleri var, onlar da aynı işi yapıyor, kayıt dışılıkla mücadele ediyorlar, onlara niye vermiyorsunuz? Bunu ilave edelim." dedik; yine buna da maalesef olumlu yaklaşmadılar.
Şimdi, Mehmet Şimşek'in beyanatlarını hatırlayın -muhalefet partilerinin de genel olarak söylediği bir şeydir- vergilerdeki istisna ve muafiyetlerin azaltılması yönünde kamuoyunun aslında bir talebi var. Mehmet Şimşek geldi, Mehmet Şimşek de aynısını söyledi "İstisna ve muafiyetleri azaltacağız." dedi fakat bu kanunda 3 tane maddede istisna ve muafiyetler genişletiliyor; bunu anlamak mümkün değil. Yani bir politika ortaya koyuyorsunuz "İstisna ve muafiyetleri azaltacağız." diye, sonra da buraya bunu genişleten, artıran maddeler getiriyorsunuz; hem de nasıl? Vakıfların elindeki veya vakıfların temsil ettiği, yönettiği taşınmazların satışından KDV istisnası getiriliyor. Bugüne kadar böyle bir istisnaya ihtiyaç duyulmamış. Şimdi bakmak lazım tabii, ne tür bir işlem yapacaklar, kime, neyi satacaklar da onu KDV ödemekten kurtarıyorlar; bunu önümüzdeki günlerde, bu kanun çıktıktan sonra mutlaka göreceğiz. Bakın, göreceksiniz, büyük bir satış olacak vakıflardan; bir yandaşa kıyak yapılıyor burada. Kardeşim, niye bunu KDV'siz satıyorsunuz? Bugüne kadar böyle bir şeye ihtiyaç olmamış, bir de üstelik ortaya "İstisnaları azaltacağız." diye politika koymuşken bunu yapıyorsunuz; madde 6, buna itiraz ettik, olmadı.
Şimdi, bu "serbest bölgeler ve asgari kurumlar vergisi" diye bir uygulama getirildi hatırlarsanız, geçen yıl temmuz ayında burada çıktı. Aslında biz de onu bir yönüyle destekledik fakat o uygulama getirilirken ben orada, Plan ve Bütçe Komisyonunda şöyle ikaz ettim, burada tutanaklarda da var, dedim ki arkadaşlar... Orada hemen bir önerge verildi. Asgari kurumlar vergisi getiriliyor, kanun daha Plan ve Bütçede görüşülürken getirilenin istisnaları gelmeye başlıyor. Hemen haber alan birileri bastırıyor, onun dışına çıkmaya çalışıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Ve orada şunu söylemişim: "Bu önerge, oylanan önerge -AK PARTİ'liler verdi, kabul edildi- kabul edilen önerge bize gösterdi ki önümüzdeki günlerde artık biz bu maddeden istisna edilen kanunlarla uğraşacağız." Tam da dediğimiz oluyor, şimdi tekrar, o gün çıkarılandan bugün istisnalar getiriliyor; madde 8'de de bu var.
Madde 18'de de savunma ve güvenlik amacıyla taşıt edinmelerinde ÖTV istisnası getiriliyor. Bugüne kadar buna da ihtiyaç duyulmamış. Ya, devletin bir birimi, öbür tarafta da bir başka birimi; kamu maliyesinin göstergelerini bozmaktan başka bir işe yaramaz. Yani Millî Savunma Bakanlığı ÖTV'sini yatırır, öbür tarafta da hazineye geçer; devletin bir cebinden öbür cebine giriyor ama yaptığınız bu iş başka sıkıntılara neden oluyor, şimdi onların teferruatı üzerinde duramayacağım.
Şimdi, bu otomobillerde ÖTV meselesi var değerli arkadaşlar, 15'inci ve 16'ncı maddede. Şöyle kötü bir uygulama başlamıştı Türkiye'de: İşte, biliyorsunuz, bizde ÖTV'ler "cc"lere göre; 1600 cc altı, 1600-2000, 1600-1800, 2000-2000 üzeri şeklinde gidiyor. Şimdi, burada, 1600'ün altında da mesela 3-4 kademe oluşturulmuştu. Neye göre? Vergisiz fiyata göre. "Bu kadar yüksek enflasyonun olduğu bir ortamda vergisiz fiyata göre, daha doğrusu matrah üzerinden, fiyat üzerinden bir vergi uygulaması olmaz." diye defalarca ikaz ettik. Şu anda zaten uygulama olarak bütün hepsi kalktı, yüzde 80 maksimum orana geldi yani oradaki yazan rakamlarda bir otomobil kalmadığı için artık bütün oranlar yüzde 80'e geldi. Şimdi bu kanun teklifinde de orada eşik değerler hem yazılıyor, hepsinin karşısında da "yüzde 80" yazıyor. Madem bu eşik değerleri koruyorsunuz, o zaman oranları farklılaştırın; oranları farklılaştırmıyorsunuz, eşik değerleri niye koruyorsunuz? Böyle karmakarışık, anlamsız bir kanun yapılıyor; bu yanlış. Yani matrah üzerinden vergileme olmaz; bu, tüketici açısından da sıkıntılıdır, özellikle üretici açısından -üretim planlaması yapamaz- yani neyin vergisinin nasıl olacağı hususu yani fiyatın değişimine göre sizin verginiz bir anda yükseliyor veya düşüyor olabilir. Böyle bir vergileme dünyanın hiçbir yerinde görülmüş bir şey değildir, bundan uygulama olarak vazgeçilmiş durumda ancak Cumhurbaşkanına verilen yetkiler ve hâlen bu eşik değerlerin korunması nedeniyle bir kafa karışıklığına ve belirsizliğe yol açıyor. Bu belirsizlikten de Türkiye'yi kurtarmak lazım.
Bir de şu otomobillerdeki ÖTV'yi artırma eğiliminden de artık vazgeçelim. Bakın, ben lüks araçlar için demiyorum, lüks olmayanlar için... Otomobil artık neredeyse erişilebilir, ulaşılabilir değil yani insanlar bir şey satarak ancak otomobil alabiliyor ama kazanarak, para biriktirerek otomobil alma imkânı neredeyse kalmadı. O yüzden, buradaki ÖTV oranlarının, özellikle 1600 cc'nin altındaki ÖTV oranlarının yüzde 80'den aşağı çekilip makul bir seviyede tutulması lazım, artık bir yerde de durmak lazım. Sürekli olarak bunların artacağı yönündeki beklenti aslında otomobil piyasasını -otomobilciler belki de bundan memnun- canlı tutuyor çünkü aldığınız mal durduğu yerde değer kazanıyor. Normalde otomobil tüketim aracıdır, tüketim maddesidir, tüketim malıdır; normalde fiyatının, değerinin düşmesi lazım ancak sürekli olarak ÖTV'sini artırdığınız için bir anlamda da yatırımı değil de tüketimi teşvik etmiş oluyorsunuz. Sürekli olarak ÖTV artırma çabasından vazgeçilmesi lazım.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu teklifin 14'üncü maddesinde indirimli kurumlar vergisiyle ilgili bir düzenleme var. Şimdi, yapılan şey -sistemi anlatacağım- indirimli kurumlar vergisi uygulamasında bir sınırlandırma getiriliyor kaç yıl düşüleceğine ilişkin; 10 hesap dönemiyle sınırlandırılıyor, bir de kurumlar vergisinde indirim oranı yüzde 60'la sınırlandırılıyor, bu yüzde 80'e kadar çıkıyordu. Bu doğru, yanlış; bunu neye istinaden yaptıklarına ilişkin bize bir açıklama yapamadı Bakanlık yani aslında önümüze -hem Maliye Bakanlığı hem Sanayi Bakanlığı için söylüyorum- bir etki analizi koymaları lazımdı. Yani "Biz şu şu nedenlerden dolayı; bunun istihdam etkisi, büyüme etkisi, üretim etkisinden dolayı sistemde şöyle bir değişiklik yapıyoruz, şöyle bir kısıtlamaya gidiyoruz." şeklinde bize bir açıklama yapmaları gerekirdi, böyle bir açıklama yapılamadı.
İşin biraz geçmişine gidelim arkadaşlar. 2006 yılının başından itibaren Türkiye'de var olan bir sistem vardı, yatırım indirimi uygulaması. Bu sistem 2006 yılında kaldırıldı. "Yatırım indirimi" dediğimiz şey esasında güzel bir sistemdi yani reel sektörü teşvik eden, hizmet sektörünü veya yatırımın az olduğu sektörleri daha az teşvik eden bir sistemdi. Kurumlar vergisi oranını yüzde 30'dan yüzde 20'ye düşürünce eş zamanlı olarak bu sefer "Ya, madem kurumlar vergisini düşürüyoruz, bu indirimi de kaldıralım." denildi. İtiraz ettik biz o zaman, bürokrat olarak da itiraz eden kurumlar oldu fakat bu uygulama yapıldı. Sonradan bunun hatalı olduğu ortaya çıkınca üç yıl sonra "yatırım indirimi" demeden yatırım indirimine benzer fakat karmakarışık bir sistem getirildi. Şimdi o sistemde tekrar bir düzenleme yapılıyor, yapılmaya çalışılan şey o. Tabii, keşke yatırım indirimi kaldırılmasaydı; buna da "yatırım indirimi" denilerek daha basit, anlaşılabilir bir sistem olması lazım. Örnek olsun diye söylüyorum: Bir fabrikanız var, bir tane makine daha koyuyorsunuz, o makineye teşvik belgesi aldınız; o makine nedeniyle kazancınızdaki artış üzerinden size kurumlar vergisi indirimi getiriliyor. Ya, bana muhasebe sisteminde bir fabrikanın içerisinde bir makinenin ürettiği ile diğer makinelerin ürettiğini ayırt edebilecek bir sistem söyleyin ya? Böyle bir muhasebe sistemi yok. Bu nedir biliyor musunuz? Bu saçma sapan bir şey. Bu, dürüst, düzgün firmaları cezalandıran fakat hile yapmaya meyilli olan firmaları da ödüllendiren bir sistemdir. Bunlardan vazgeçilmesi lazım. Türkiye'yi yeniden düzgün bir şekilde yatırım indirimi sistemine geçirmek gerekir.
Şimdi, burada, biraz geçmişe gideceğim ama tarihe de bir not düşmek lazım çünkü bürokratken çok canımızı yaktı, onu o zaman söyleyemedik ama bugün burada söylemek istiyorum. Şimdi, zannediyorum 2005 yılının son çeyreğindeydi, TÜRK TELEKOM özelleştirildi biliyorsunuz, yüzde 55'ini 6,5 milyar dolara o Hariri ailesine sattı. Ondan sonra onlar, biliyorsunuz, bütün hırsızlık yaptılar zaten, saçtılar savurdular, neyse... Fakat TÜRK TELEKOM'un yüzde 55'i yabancılara satıldıktan birkaç ay sonra Türkiye'de hiçbir kuruma danışılmadan... Bakın, biz Devlet Planlama Teşkilatındaydık. Hazine, DPT ve Maliye Bakanlığı; bu kararları üçü birlikte alır, vergiye ilişkin kararlarda özellikle Planlamanın da çok ciddi bir etkisi vardır. Hiçbirimize danışılmadan TÜRK TELEKOM özelleştirildi, iki ay sonra Türkiye'de kurumlar vergisi yüzde 30'dan yüzde 20'ye düşürüldü. TÜRK TELEKOM'un o dönem kurumlar vergisi ne kadar biliyor musunuz? 1 trilyon 323 milyar lira; bakın, belgesi burada yani tam 1 milyar dolar ediyor. TÜRK TELEKOM'u alanların cebine bir düzenlemeyle yıllık 333 milyon dolar konuldu arkadaşlar. O zaman, vicdan sahibi olan, AK PARTİ içerisinden ve bürokrasiden vicdan sahibi olan herkes itiraz etti, dedi ki: "Arkadaş, madem kurumlar vergisini düşürecektiniz, bunu TÜRK TELEKOM'un özelleştirmesinden iki ay önce söyleseydiniz, iki ay önce yapsaydınız bunu; bu, TÜRK TELEKOM'un bedelini müthiş bir şekilde değiştirecekti." Sadece on yıl için düşünelim -6,5 milyar dolara almışsın zaten- TÜRK TELEKOM'un cebine on yıl için 3,5 milyar dolar civarında para koyuyoruz ya. Adamın aldığı paranın neredeyse tamamını kurumlar vergisi olarak adama iade ediyoruz. Böyle bir şey olabilir mi? Bunu bir not olarak düşmek istiyorum. Tabii, o zaman -nedir, ne değildir- Kemal Unakıtan'ın Maliye Bakanlığı dönemindeydi, sadece o kadarını söylüyorum.
Şimdi, diğer bir husus arkadaşlar -tabii, Türkiye'de yolsuzluk ve hırsızlık maalesef bitmiyor- bu Trendyol meselesi. Hatırlarsanız bu Trendyol'u hem Plan ve Bütçe Komisyonunda hem de bu Genel Kurulda çok konuştum. Ekim ayında buraya bir kanun geldi. Daha doğrusu önce şöyle söyleyeyim: 2022 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bütün partilerin ittifakla çıkardığı bir kanun vardı, bu e-ticaretin düzenlenmesi ve tüketicinin korunmasına ilişkin bir kanun. Bir tane ret oyu yok arkadaşlar. Bakın, belki de böyle tek bir kanun çıktı Türkiye Büyük Millet Meclisinden, bütün siyasi parti gruplarının ve bütün milletvekillerinin olumlu oy kullandığı bir kanundu çünkü yerli ve millî bir kanundu. Mehmet Muş'un Ticaret Bakanlığı döneminde çıkarılmış bir kanundu; tüketiciyi korumaya ve e-ticaret pazarında da belli bir büyüklüğün, tekelleşmenin önüne geçmeye ilişkin bir kanundu. Bu kanun yürürlüğe girdi. Bu kanunun bir maddesi vardı ki -lisans bedeline ilişkin madde- bu, iki yıl sonra yürürlüğe girecekti; bir geçiş dönemi verilmişti, o da gayet güzel bir şeydi fakat bu geçiş dönemine rağmen geçiş döneminin sonuna doğru yaklaşıldı. Normal şartlarda ciddi bir lisans bedeline maruz kalacak olan firmaların ne yapması beklenir? Biraz frene basması, büyümemesi beklenir. Trendyol hiç bunu dinlemedi, kanunun nasıl olsa değiştirileceğinden emin bir şekilde büyümeye devam etti ve Trendyol kanunu değiştirdi arkadaşlar, burada çıktı. Biz feryat ettik burada, söyledik; her yıl 46 milyar lira, o günkü kurla yaklaşık 1,5 milyar dolar Trendyol'un cebine para bırakıldı. Ne yapılarak? Buradan bir kanun geçirilerek. "Bu kanunun sahibi kim?" dedik. Ne Plan ve Bütçe Komisyonunda ne de şu Genel Kurulda bir kişi, bir tane AK PARTİ'li veya Cumhur İttifakı milletvekili bu kanuna sahip çıkmadı; bir kişi sahip çıkmadı, savunamadı bu maddeyi yani lisans bedelini iptal eden, iptal demeyeyim de onu düzenleyip Trendyol'un cebine 1,5 milyar dolar bırakan maddeyi hiç kimse savunamadı. "Hamisi kim, bunun sahibi kim?" dedik ya, sahibi yok; kanun geçiyor ama, buradan kanun geçti. Şimdi, 16/7/2025 Çarşamba günü Bloomberg'de bir haber çıktı arkadaşlar; kanunun sahibinin, hamsinin kim olduğunu anlamış olduk. Haber şu: "Trendyol grubu, Baykar Grubu, ADQ ve Ant International arasında stratejik iş birliği anlaşması imzalandı." Şimdi, Trendyol'u biliyoruz, Çinli Trendyol. Baykar kim? Sayın Cumhurbaşkanının damadının firması, savunma sanayisinde güzel işler yapan firma, Selçuk Bayraktar'ın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu firma. ADQ kim? 15 Temmuzun finansörü dediğimiz, Birleşik Arap Emirlikleri merkezli, ödeme sistemleriyle ilgili bir şirket. Diğeri de Ant International, o da yarı Çinli, yarı İngiliz bir şirket.
Değerli arkadaşlar, meseleyi anlatabiliyor muyum? Trendyol'un cebine yıllık olarak bir defada 46 milyar TL veya 1,5 milyar dolar bırakan düzenlemenin hamisinin kim olduğu anlaşıldı; Baykar Grubu veya Sayın Cumhurbaşkanıymış, orasını anladık. Kazançlı çıkan onlar fakat bunun kaybedeni kim? Kaybedeni Türkiye Cumhuriyeti devleti. Bu neyin karşılığında yapıldı? Sorum şu, buradan hem Ticaret Bakanına hem de Hazine ve Maliye Bakanına soruyorum: Bu kanun neyin karşılığında geçirildi? Bunu isteyenlerin kim olduğunu anladık, Baykar Grubunun veya Sayın Cumhurbaşkanının talebiyle oldu ama bu ne karşılığında verildi? Yani bu stratejik iş birliğinden hangi çıkar elde edildi de hazinenin yıllık 46 milyar lirasından vazgeçildi? Yani milleti iliğine kadar sömüreceksiniz, herkesten vergi toplayacaksınız, milletin ümüğünü sıkacaksınız, emekli aç duracak; siz 1 tane firma için 46 milyar liradan vazgeçeceksiniz ve bunu da neyin karşılığında yapacaksınız? İşte, beraber olduğunuz veya akrabanız olan bir firmanın başka birileriyle iş birliği yapması için bunu yapacaksınız. Hazinenin kaybeden olduğu kesin. Kim kazandı? Buna da ilgili sayın bakanlardan cevap bekliyoruz.
Şimdi, mesela, bu uygulamadan sonra Trendyol'un değeri 16,5 milyar dolara çıktı, biliyor musunuz arkadaşlar? Tabii, olur; sadece yıllık 1,5 milyar dolar bizden kazandı, on yıl deseniz zaten 15 milyar dolar ediyor; tamamen bizim hazinenin kesesinden alınmış bir parayla Trendyol'un piyasa değeri artıyor.
Bakın, şimdi Amerika'da Amazon'un başına gelen meseleler Türkiye'de bizim başımıza gelecek; daha doğrusu Amazon'un Amerikalılara yaptığını Trendyol bize yapacak. Ben bu konuda çok uyardım fakat lafımız dinlenilmedi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
ERHAN USTA (Devamla) - Tekrar, bir kez daha söylüyorum: Bakın, Mehmet Muş'un Bakanlığı döneminde çıkan o kanunun gerekçelerinin tamamıyla bugün federal mahkeme, federal savcı ve 17 tane eyaletin savcısı Amazon'a dava açmış durumda, Amazon'la davalık durumundalar. Bizim o kanunu çıkarırken amacımız, oradaki gerekçelerin tamamı şu anda Amerika mahkemelerindeki davanın gerekçesi olmuş durumda. Türkiye'yi bu şekilde perişan edecek bir kanun; kendi çıkarları için, kendi aile şirketlerinin çıkarları için tüketiciyi de mağdur edecekler, hazineyi de mağdur edecekler, yerel üreticiyi de mağdur edecekler. Bunu da bu şekilde, bu vesileyle ifade etmek istedim. Başka birkaç konu daha vardı ama onlara vakit kalmayacak.
Bu kanun teklifi önemli bir kanun teklifi değil arkadaşlar. Dolayısıyla bu kanun teklifine ilişkin verilecek -işin doğrusu- oyun renginin de bir anlamı yok. İşte, düzeltmeler yapan bir kanun teklifiyle bugün AK PARTİ Grubu karşımızda. O yüzden de hiçbir ilgi yok çünkü bir sermaye çevresinin bu kanundan bir çıkarı yok.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve YENİ YOL sıralarından alkışlar)