| Konu: | Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 107 |
| Tarih: | 09.07.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA VEZİR COŞKUN PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyasi bir kumpas davası olduğu artık herkesin malumu olan Kobani davasında dün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir kez daha ihlal kararı verdi. Mahkeme, önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın siyasi faaliyetleri nedeniyle tutuklandığını bir kez daha teyit etti. Bizim zaten yoldaşlarımızın masumiyetinden bir şüphemiz yoktur, bunun için bir mahkeme kararına da ihtiyacımız yok. Türkiye otuz beş yıldır zorunlu yargı yetkisini tanıdığı bir mahkemenin kararlarını artık yok saymamalı, hukukun gereğini yerine getirmelidir. Siyasi faaliyetleri nedeniyle zindanlarda bulunan bütün arkadaşlarımız derhâl serbest bırakılmalı, bir an önce bu hukuksuzluk son bulmalıdır. Ayrıca, son aylarda CHP'li belediyelere yönelik yoğunlaşan baskıları da yanlış ve hukuksuz bulduğumuzu ifade etmek istiyorum. En son tutuklanan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Zeydan Karalar şahsında bütün tutuklu belediye başkanlarının derhâl serbest bırakılmasını talep ediyoruz. Halkın iradesini yok sayan, yerel demokrasiyi tehdit eden girişimlerin sona ermesi gerekir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyasi iktidarın bir alışkanlık hâline getirdiği torba yasa mantığı yasama faaliyetine, Parlamentoya, halkın siyasi tercihlerine hem saygısızlık hem de hukuksuzluktur. Birbiriyle alakasız konuları aynı kanun teklifine koyup hepsini bir arada geçirmeye çalışmak ne siyaseten ne hukuken ne de etik olarak doğrudur. Bu yöntemin yanlışlığı yalnızca modern dönemde kabul edilmiş de değildir; Antik Roma'da torba yasa yapmak milattan önce 98 yılında yasaklanmıştı çünkü bu yöntem siyasi rüşvet olarak kabul ediliyordu. AKP sağ olsun, iki bin küsur yıldır yanlış kabul edilen bir yöntemi yasama faaliyetlerinin esası hâline getirdi. Artık kanunların isimleri bile içeriğiyle ilgili hiçbir fikir vermiyor, birer teknik isim verilip geçiştiriliyor. İktidar torba yasaları önemsizmiş gibi göstermeye çalışsa da iktidarın göstermek istediğinin aksine, şu anda görüştüğümüz kanun teklifinin içeriği çok önemli maddelerle doludur. Örneğin, benim üzerinde konuşmakta olduğum birinci bölümde turizm emekçilerinin izin günlerine ilişkin düzenleme yapılıyor. Zaten bilindiği üzere, turizm sektörü sömürüye en açık, çalışma şartlarının en zor, iş güvencesi ile ücretlerin en düşük olduğu sektörlerin başında geliyor. Turizm emekçileri mevsimlik olarak çalışıyor, mevsiminde büyük kârlar elde eden patronlar sezon bitince gerekçe göstererek işçileri işten çıkarıyorlar. Zaten düşük ücretlerle çalışan turizm emekçileri dönemsel olarak çalışabiliyor, yılın geri kalan yarısında işsiz de kalınca bir birikim yapmaları ve gelecek tasarlamaları da imkânsız hâle geliyor. Hakkâri'den, Siirt'ten, Mardin'den turizm bölgelerine çalışmaya giden gençler kazandıkları üç kuruş parayı da kışın ailelerini geçindirmek için harcamakta, yılın sonunu zor getirmektedirler. Turizm emekçileri işte bu durum ve şartlar altında çalışırken bu kanun teklifiyle birlikte bir de izin günlerine göz dikiliyor. Mevsimsel yoğunluk bahane edilerek çalışma günleri on güne kadar uzatılıyor. Anayasa’nın 50'nci maddesinde yer alan dinlenme hakları fiilen ellerinden alınıyor. Bunları söylerken sektörün ihtiyaçlarını gözeten bir pozisyonda bulunmuyoruz. Gerçekten böyle bir düzenlemeye ihtiyaç varsa bu düzenleme için hazırlık süreci işçilerle, sendikalarla, sektörün tüm paydaşlarıyla birlikte yürütülmelidir. Düzenlemenin en başta gözeteceği şey iş sağlığı ve güvenliği ile dinlenme hakkı olmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun teklifinin birinci bölümünde düzenlenen bir başka konu Millî Parklar Döner Sermayeli İşletmeleridir. Bu düzenleme doğal varlıklarımızı daha fazla ticarileştirme ve sermayenin insafına terk etme riski taşımaktadır. Kaldı ki millî park ilanları sanki doğayı koruyormuş gibi görünebilir fakat çoğu zaman başka amaçlara hizmet edebiliyor. Örneğin Hakkari'de millî park ilan edilen bölge "koruma" adı altında izole edilmiş ve bölge halkına neredeyse tamamen kapatılmıştır. Daha önce bu bölgelerde başta hayvancılık olmak üzere çeşitli ekonomik faaliyetlerde bulunan köylüler bu imkânlardan yoksun bırakılmıştır. Köylülere yasaklanan bölgeler sermayeye sonuna kadar açılıyor, Hakkâri'nin doğasını tahrip eden madencilik faaliyetleri ise teşvik ediliyor. Bu uygulamalara başta Hakkâri olmak üzere Kürt illeri yabancı değildir, hatta standart uygulamalardır. Birçok kentin kırsal bölgeleri, meralar, tarım alanları, akarsu vadileri ve daha birçok alan güvenlik gerekçesiyle on yıllar boyunca bölge halkına kapatıldı. Bu yasakların bir sonucu olarak kırsal bölgelerde yaşayan insanlar zorunlu göçe maruz bırakıldı. Köy boşaltmalar olarak da bilinen süreçten milyonlarca insan olumsuz etkilendi. İnsanlar evini, bahçesini, tarlasını, her şeyini geride bırakıp çıkmak durumunda kaldı. En çok da ninelerinden, dedelerinden miras kalan köylerini, hatıralarını bırakmak zorunda kalmanın acısını yaşadılar. Artık insanlarımızın kendi toprağına, kendi köyüne dönme iradesini konuşmanın zamanı gelmiştir. Bugün insanlarımız Hakkâri'de, Bingöl'de, Diyarbakır'da, Van'da, Siirt'te ve bölgenin dört bir yanında köylerine dönmek, yeniden üretmek, kendi köylerini yeniden inşa ederek yaşamak istiyorlar. Ancak şu anda ne yazık ki köylere dönüşün hukuki, siyasal ve ekonomik koşulları mevcut değildir. Köylerinden zorla göç ettirilen insanların mülkiyet hakları hiçe sayılmış, yüzyıllar boyunca yaşadıkları evler, işledikleri topraklar, hayvanlarını otlattıkları meralar bir günde ellerinden alınmıştır. Kendi evine, toprağına dönmek isteyen köylü ciddi hukuki engellerle karşılaşmaktadır. Köye dönüşlerin önündeki en önemli engellerden biri de ekonomik nedenlerdir. Bugün bölgenin birçok yerinde insanlar köylerine dönmek isteseler bile orada geçimlerini sağlamaları neredeyse imkânsız hâle gelmiştir. Bildiğiniz gibi, köylerdeki temel ekonomik faaliyetler tarım ve hayvancılıktır. Bölgedeki köylerin büyük bir kısmı hem tarım hem de hayvancılık bakımından oldukça elverişli olmasına rağmen, çatışmalar nedeniyle bu faaliyetleri yürütmek neredeyse imkânsızdır. Uygulanan güvenlikçi politikalar nedeniyle insanlar tarlalarına ve bahçelerine ulaşamıyor, böylece tarımsal faaliyetler fiilen olanaksız hâle geliyor. Kısacası, Kürt köylülerinin büyük bir bölümü için süreklileşmiş bir olağanüstü hal rejimi devam ediyor.
Değerli milletvekilleri, Hakkâri'de güvenlik gerekçesiyle onlarca köy boşaltıldı. İnsanlar yıllarca kendi köylerine dönmek için taleplerini resmî olarak kurumlara ilettiler. Bu taleplere karşı, köylerine geri dönmeye çalışan köylülere cüzi miktarda tazminatlar ödenerek bu yasaklar sürdürüldü. Belirli bir tarihe kadar olan tazminatlar ödense de sonraki onlarca yılın tazminatları ise hâlâ halka ödenmedi. Hakkâri köyleri tarım, hayvancılık, arıcılık, yayla turizmi, doğa sporları ve daha birçok konuda oldukça elverişli koşullara sahiptir. Bu yüksek ekonomik potansiyel yıllarca güvenlikçi ve ayrımcı politikalara ne yazık ki kurban edildi. Hepinizin bildiği gibi çok önemli günlerden geçiyoruz ve tarihî bir barışın da şafağındayız. Bu tarihî barışa ulaşabilmenin yolu, geçmiş acılarla yüzleşmekten, adil şekilde helalleşmekten ve bazı kayıpları telafi etmekten geçiyor. Kuşkusuz ki bu memleketin en acil ihtiyacı demokrasi ve özgürlüktür. Bunun yanı sıra, köylerinden göç ettirilmiş insanların geri dönüşü geçmiş kayıpların telafisi bakımından önemli bir adım olacaktır. Bu bağlamda, köylerine dönmek isteyen vatandaşların önündeki her türlü engel kaldırılmalıdır. Zorla yerinden edilen köylülerin kayıpları telafi edilmeli, zararları tazmin edilmelidir. Tarım ve hayvancılığın rehabilite edilmesi ve yeniden canlandırılması için her türlü destek ve teşvik mekanizması hayata geçirilmelidir.
Bu temennilerle sözlerime son veriyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)