GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:32
Tarih:09.12.2011

BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi hakkında söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, Sayın Başbakanımıza acil şifalar diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teknik olarak vakfedilen mal olarak geçen vakıf, Türk Medeni Kanunu'nda gerçek ve tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan, tüzel kişiliğe sahip olan mal ve topluluklar olarak tanımlanmıştır.

Tarihi çok eskilere dayanan vakıflar işlevsel olarak Selçuklular döneminde oldukça yaygınlaşmış, Osmanlılar döneminde ise zirve noktasına ulaşmıştır.

Vakıfların zengin ve fakir arasındaki gelir farkını azaltmanın bir biçimi olarak toplumun gelişmesinde önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Bu anlamda vakıflar, genel anlamda yoksulluğu ortadan kaldırmayı, zenginden fakire gönüllü servet transferini ve dikey, sosyal ekonomik hareketliliği artırmayı hedefleyen politikalar ve kâr etmeyen kurumlar olarak anlaşılabilir.

İslam dünyasında ve daha özel olarak Osmanlı topraklarında bu amaçlara hizmet eden en önemli kurum vakıflardı. Çünkü beşeri sermayenin en önemli unsurları olan sağlık ve eğitime yönelik harcamaların büyük bir kısmı vakıflar tarafından sağlanmaktaydı. Gerçekten de İslam tarihi boyunca vakıflar; okullar, üniversiteler, hastaneler ve aşevlerinin yanı sıra, ekonomik kalkınmaya katkıda bulunan sayısız başka hizmetleri de örgütlemiş ve finanse etmiştir. Osmanlı Döneminde Müslüman vakıfların yanı sıra çok sayıda cemaat vakfı da vardı ve bu vakıfların, padişah fermanıyla kurulmuş olmaları nedeniyle, vakfedeni ve vakfiyesi bulunmamaktaydı. Bu dönemde vakıflarla ilgili olarak uygulamada birtakım sorunlar olsa da gayrimüslimlere bu vesileyle tanınan haklar, Avrupa'da Hristiyan olmayanlara dönük uygulamalara oranla çok daha üstün ve ileri seviyedeydi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiyeli gayrimüslimler Lozan Antlaşması'yla beraber ulusal hukukta azınlık statüsü kazanmışlardır. Lozan Antlaşması, gayrimüslim vatandaşlara, kendi hayır, dinî ve sosyal kurumlarını kurma ve yönetme hakkı tanımıştır. Ancak, 1926 tarihli Medeni Kanun'dan sonra, tasarruflar ve bir dizi yasa ve uygulamayla Lozan'da verilen haklar, çeşitli istisnalara, sınırlandırmalara ve koşullara tabi tutularak budanmış, verilen haklar çoğu zaman da defakto olarak yararlanılamaz hâle getirilmiştir.

"1936 Beyannamesi" diye bilinen, bizce hukuk dışı bir uygulamayı sizlere hatırlatmak istiyorum. Bu uygulama çerçevesinde gayrimüslim vakıflara sistematik bir şekilde el konulmuştur. Yargıtay tarafından onanan bu uygulamalar maalesef azınlıkları fiilî olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı dışına itmiştir. Cemaat vakıfları, yasal olarak edindikleri ve tapuda kendi üzerlerine kayıtlı olan mülkleri ellerinden alınınca büyük bir gelir kaybına uğramıştır. Bu durum, azınlıkların, kendi kültürlerini yaşatma konusunda ciddi sıkıntılara düşmelerine yol açmıştır. Bu durumun doğal bir sonucu olarak Türkiye'nin en büyük zenginliklerinden birisi olan azınlıklar her geçen yıl ciddi nüfus kayıpları yaşamış, birçok vatandaşımız yaşadıkları toprakları terk edip Avrupa ülkelerine göç etmek zorunda kalmışlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda azınlık vakıflarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açtığı davaların da etkisiyle, 2002 yılında, bir önceki koalisyon hükûmeti döneminde ve 2004, 2008 ve 2011 yılında AK PARTİ Hükûmeti döneminde azınlık vakıflarıyla ilgili olarak yapılan düzenlemeler olumludur. Azınlıkların ve sahip oldukları vakıfların sorunlarını çözmede ileri adımlar olarak görülen bu düzenlemeler azınlık ve inanç grupları arasında takdirle karşılanmıştır, ancak hemen ifade etmek gerekir ki atılan bu olumlu adımlar azınlık vakıflarının sorunlarını çözmede yetersizdir. 2008 yılında çıkarılan Vakıflar Yasası'nın 7'nci maddesinin ikinci fıkrasında getirilen düzenlemeyle bırakın mazbutaya alınan vakıfların iade edilmesini, aksine bu Kanun'un yürürlüğünden önce mazbut vakıf statüsüne alınmış olan vakıflara yasal meşruluk kazandırılmaktadır. Yeni kanunda mazbut vakıf statüsüne alınan cemaat vakıflarının yönetiminin ve taşınmazlarının iadesi yönünde herhangi bir düzenleme getirilmemiştir. Ayrıca, cemaat vakıflarının cemaati kalmadığı gerekçesiyle mazbut statüye alınmasını engelleyecek yeni bir düzenleme yeni yasayla getirilmemiştir. 2011 yılında çıkarılan kanun hükmündeki kararnamede de bu durum devam etmektedir. 2008`deki aynı Yasa'nın 5'inci maddesinde "Yabancılar, Türkiye'de, hukuki ve fiili mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilirler." ancak 5'inci maddenin birinci fıkrasına "Yeni vakıflar; Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulur ve faaliyet gösterirler." şeklinde bir hüküm getirilmiştir. Medeni Kanun'un 101'inci maddesinin son fıkrasında "Belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz." hükmü vardır. Medeni Kanun'un 101/4 maddesinde yer alan "Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasa'nın temel ilkelerine, hukuka, ahlaka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz." hükmü göz önünde tutulduğunda yeni cemaat vakıflarının kurulması da engellenmiş bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 27 Ağustos 2011 günü Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren ve 2008 yılı 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'na kanun hükmündeki kararname ile eklenen 11'inci geçici madde kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Bazı gereksinimlerin giderilmesi için siyasi iradenin ortaya koyduğu olumlu bir tavır olarak görülen kanun hükmündeki kararname metni incelendiğinde, düzenlemenin bazı olumlu değişiklikler sağlasa da mevcut sorunlara kökten bir çözüm getirmediği, el konan pek çok mülkün iadesini kapsamadığı ortaya çıkmaktadır. Yapılan değişikliğin, öncelikle 1936 Beyannamesi'ne kayıtlı taşınmazlar ile mülk iadesini sınırlı tutması, bir mal beyannamesi olarak hazırlanan ve akabinde cemaat vakıflarının mal varlığını sınırlayan hukuk dışılığı devam ettirmektedir. Beyannamenin hak gasp eden ve hukuka aykırı bir forma sokulan içeriği korunarak, beyanname dışında kalan mülklere ilişkin haklar konusunda atılacak adımlara da bazı sınırlamalar getirmektedir. 1936 Beyannamesi uyarınca eski sahibine iade edilen mülklerin tazmin edilmesini öngörmemektedir.

Kanun hükmündeki kararname uyarınca kamulaştırmaların uygulama dışında bırakılması da önemli bir eksikliktir. Çünkü Türkiye'de kamulaştırmalar hakkaniyetli bir zemine oturmamaktadır.

Kanun hükmündeki kararname, mezarlık tecillerini beyannamede bulunma koşuluna bağladığı için, bu durumda olan mezarlıklar, vakıflar adına tecil edilmeme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.

Aynı şekilde, kanun hükmündeki kararnamede yer alan "Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazlar" ifadesi yeterli değildir. Çünkü mazbut vakıflar adına kayıtlı mülklerle ilgili pek çok hukuksuz uygulama söz konusudur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de azınlık ve inanç gruplarının çok sayıda sorunu vardır ve devletin bu sorunlara acil olarak çözüm bulması gerekmektedir. Alevilere ait vakıf mülklerine, mallarına el konulmuştur. Bugün birçok ibadethanesi Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetindedir. Alevi vatandaşlarımız ibadethaneleri fahiş fiyatlarla kiralamak zorunda kalmaktadırlar. Avrupa Birliği ilerleme raporlarında azınlıklar ve inanç grupları konusu sıkça gündeme gelmektedir. Komisyon raporuna göre, Türkiye'nin azınlık haklarına yönelik yaklaşımı kısıtlayıcı olmaya devam etmektedir. Türkiye, Avrupa Birliği Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve Sözleşme'yi imzalamış olmasına rağmen, ülkemizde ırkçılık, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve hoşgörüsüzlükle mücadele edecek herhangi bir mekanizma veya belirli organlar bulunmamaktadır. Avrupa Birliği 2011 İlerleme Raporu'na göre, dile, kültüre ve temel haklara tam olarak saygı gösterilmesi ve bunların korunması henüz Avrupa standartlarına uygun değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son verirken ifade etmek isterim ki yapılan bütün bu pozitif yasal değişikleri önemsiyor ve değer biçiyoruz ancak temennimiz bu türden değişiklik ve düzenlemelerin genişletilerek devam ettirilmesi ve bu tür sorunların gündemden tamamen çıkarılmasıdır. Büyük devlet olma iddiası taşıyan bir ülkeye yakışan da budur.

2012 bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Dora.