| Konu: | (10/2608, 2609, 2610, 2611, 2612, 2613) Esas No.lu 2025 Yılının Nisan Ayında Ülkemizde Gerçekleşen Zirai Don Olayının Sonuçlarının Araştırılması, Üreticilerin ve Tarımsal Ürünlerin Uğradığı Zararların Tespiti ve Gelecekte Yaşanabilecek Benzer Olayların Etkilerinin En Aza İndirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 76 |
| Tarih: | 15.04.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum ve zirai don felaketi sebebiyle zarar gören bütün çiftçilerimizle, yurttaşlarımızla içtenlikle geçmiş olsun dileklerimi paylaşmak istiyorum.
Hakikaten bütün partilerden yapılan konuşmalarda çiftçilerin yaşadığı bu büyük zarar karşısında ve ileride vuku bulacak tehlikelere dair çok net tespitler yapıldı, değerlendirmeler yapıldı; partimize ait konuşmaları da yapan vekillerimiz aslında çok geniş bir değerlendirme yaptı; genel olarak katıldığımı ifade edeyim. Ben başka bir yerden bir vurgu yapmak istiyorum: Sosyal hukuk devleti. Yani şu anda yaptığımız bütün tartışmalarda bu zirai don felaketinden çok büyük bir zararın meydana geldiğini ve gıda riskiyle karşı karşıya olduğumuzu, gıda güvenliğini tehdit ettiğini, ihracatı tehdit ettiğini hepimiz biliyoruz. Bunlar objektif bir tablo getiriyor ve ortada bir sorun var, TARSİM diye bir sigorta sistemi var; bu sistemle sigorta yapan çiftçiler var ve yapamayanlar var, yapmayanlar demeyeceğim çünkü maliyetler ve girdiler ne kadar yüksek, biliyoruz. Bu nedenle, çiftçiler çok zor koşullarda tarıma devam ediyorlar. "Peki, hepsi mi karşılanmalı, sadece sigortalı olanlar mı? Yoksa devlet tümünün zararlarını en azından asgari düzeyde tarım yapabilmelerine devam etmeleri için karşılamalı mı?" sorusuna bence bu komisyon yanıt arayacaktır. Bu komisyonun bütün partilerin katılımıyla kuruluyor olması da önemli, bunu desteklediğimizi de ifade etmek istiyorum.
Sosyal hukuk devleti şu demek: Güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlettir. Bu durumda, bu var olan riskleri ve olası riskleri giderme görevinin de sosyal hukuk devleti olarak karşılanması gerekiyor, iktidarın bu konuda gerekli sorumluluğu alması gerekiyor diyerek konuşmacılarımızın konuşmalarına katıldığımı tekraren ifade etmek istiyorum ve tekrara girmek istemiyorum.
Değerli milletvekilleri, şüphesiz bu iklim krizi ve yaşadıklarımız dünyanın birçok yerinde sonuçlar doğuruyor ama hayat başka yönlerden de akmaya devam ediyor yani bizim de çok önemli problemlerimiz var, ben onlardan kısa kısa söz edeceğim. Öncelikle, Eş Sözcüsü olduğum Halkların Demokratik Kongresinden arkadaşlarımız hâlâ tutuklu. 18 Şubatta ve 10 Şubatta iki ayrı şaşaalı gözaltı operasyonu yapılarak sözde -tırnak içinde- bir suç örgütünü çökertiyorlarmış gibi büyük büyük laflarla operasyon yaptılar ve 10 Şubatta tutuklanan belediye meclis üyeleri, 18 Şubatta tutuklanan 30 arkadaşımız Türkiye'nin bütün farklı renklerini taşıyan arkadaşlarımız. Ben onların isimlerini sayarak buradan Silivri ve Bakırköy Cezaevine özel selam göndermek istiyorum: Atila Özdoğan, Ece Yıldız Karabacak, Özlem Feza Sezer, Yakup Kadri Karabacak, Aynur Cengiz, Ayşe Bengi Çelik, Dilek Posl, Erkin Barın Göylüler, Kardelen Taş, Melek Kızılocak, Şengül Erdoğan, Elif Akgül, İlknur Melengeç, Mehmet Saltoğlu, Ayşe Panuş, Ercüment Akdeniz, İbrahim Halit Elçi, Tarık Yıldız, Zeysu Fakir, Alya Akkuş, Esengül Demir, Melih Kayhan Pala, Osman Zorba, Pınar Aydınlar, Saime Oğuzhan, Sema Barbaros Durmuş, Semiha Şahin, Ahmet Saymadi ve Emre Can Bayram; 30 arkadaşımız iki aydır cezaevinde. Buradan sevgilerimi, selamlarımı gönderiyorum. Yine, 10 Şubatta tutuklanan belediye meclis üyeleri Livan Gür, Cemalettin Yüksel, Elif Gül, Güzin Alpaslan, Hasan Özdemir, Nesimi Aday, Turabi Şen, Sinan Gökçe ve İkbal Polat; İkbal Polat bir projeci, meclis üyesi değil. Niye bu isimleri saydım? Çünkü tamamen haksız ve hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutuluyorlar. Neydi iddia? Kent uzlaşısı iddiasıydı. Kent uzlaşısında basın-yayın organlarında büyük büyük puntolarla suç işlendiği iddia edildi. Şimdi, kent uzlaşısı suç mu? Tabii ki değil. İttifak suç mu? Tabii ki değil. İsteyen istediğine oy verebilir mi? Tabii ki verebilir. İsteyen bir yurttaş istediği yerden, istediği partiden aday olabilir mi? Tabii ki olabilir ama bu kent uzlaşısını HDK yapmadı -bunu bir kere not alayım- ve bu operasyon çöktü. DEM PARTİ, aynı zamanda vekili olduğum parti ve kongre partimiz defalarca dedi ki: "Ben kent uzlaşısını yaptım ve arkasındayım." Bu gizli saklı yapılan bir şey değil ki. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı son bir haftadır -ve öncesinde- "Evet, biz ittifak yaptık." diyor. Peki, bu arkadaşlar niye cezaevinde? Neden davaları açılmıyor? Neyi bekliyorsunuz? Söylediğiniz hiçbir şeyin bir karşılığı yok. Buradan çağrı yapıyorum: Arkadaşlarımızı serbest bırakın. Halkların Demokratik Kongresi tamamen legal bir platform, toplumsal bir mücadele alanı, birleşik bir mücadele alanı ve tek bir mücadele hedefi var; demokrasi. Demokratik bir toplum inşa etmek hedefiyle yoluna devam ediyor ve bizler de çalışmalarımızı tabii ki sürdürüyoruz.
Değerli milletvekilleri, diğer bir mesele bu dönem en çok tartışılan 27 Şubat çağrısı. Sayın Öcalan'ın yapmış olduğu barış ve demokratik toplum çağrısı dünyanın birçok merkezinde, kıtalar arasında ve Türkiye'de de aslında çok büyük bir destekle ve umutla karşılandı ve şu ana kadar bu görüşmelerin, bu diyaloğun devam ettiğini tabii ki memnuniyetle karşılıyoruz çünkü yaşadığımız en önemli mesele Türkiye'deki çatışmalı zemin, savaş ortamı. On yıllardır bu meselenin sonuçlarını yaşıyoruz ve toplumun ödediği bedeller tarifi imkansız acılar silsilesi olarak önümüzde duruyor ve "Bu barış kime kaybettirecek?" sorusunu zaman zaman batıda, Türkiye'nin batısında yapmış olduğumuz çalışmalarda duyuyoruz. Ben söyleyeyim; barışın kimseye kaybettirdiği görülmemiştir, barışla herkes kazanacak, hepimiz kazanacağız ve hepimizin birlikte bu barış mücadelesini yürütmemiz, birlikte yapmamız gerekiyor. Bununla birlikte, şu anda en önemli sorun geleceksizlik. Mesela, bu dönem gençlerin en çok hareketli olduğu dönemlerden bir tanesi, gençler şöyle diyor: "Kaybedeceğimiz bir şey yok ama geleceğimizi kazanmak zorundayız." Barış, aynı zamanda, hepimizin geleceğini garanti altına almak ve kazanmak anlamına geliyor ve şu an toplum olarak aynı noktadayız, kaybedecek zamanımız yok; barış için kaybedilecek tek bir zamanımız olmadığı gibi bunun için çalışmak için de az zamanımız var çünkü enfekteye açık, provokasyona açık; darbe dinamiklerinin devreye girebileceği bir zaman diliminden söz ediyoruz ve güvensizlik duygusuna dair de bu Parlamentodaki herkese ve bizlere de hepimize de büyük görevler düşüyor. Annelerin, sadece bir kesim anneler değil ayrımsız bütün anneler ve kadınlar adına şunu söylemek istiyorum ki bizler artık evlatlarımızı yitirmek istemiyoruz, hiçbir anne evladını gömmek istemiyor ve bunun için ne gerekiyorsa kadınlar barış mücadelesinde en önde saf tutmaya devam ediyor. Biz adil bir toplumda yaşamak istiyoruz ve bunun için tabii ki ilerlemesi lazım bu sürecin. Bu sürecin ilerleyebilmesi için de bazı gelişmelerin, adımların atılması gerekiyor. Sıklıkla söylediğimiz üzere -sadece bir örnek üzerinden söyleyeceğim- şart yok, tamam, hepimiz "Şart yok." diyoruz ama gereklilikler var. Şimdi, bir bina düşünün, 13 katlı bir bina, en üst kata çıkacaksınız. Nasıl çıkacaksınız? Ya asansörle ya merdivenle çıkacaksınız. Başka yolu var mı? Uçarak çıkamayız. Şu anda bu meselede yani diyalog sürecinde -adına ne dersek diyelim- şimdi, İmralı'da hâlâ tecrit devam ederse o asansör ve merdiven olmadığı için o süreç yürüyemez. Özgürlük koşullarının sağlanması gerekiyor, Sayın Öcalan'ın özgürce çalışabilmesi, iletişim kurabilmesi gerekiyor, bu sürecin temel muhataplarından biri olarak sözünü her an ulaştırabilmesi gerekiyor ve bu çağrımızı buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bu konuda yüz yıllık ezberleri bozma işini umarım ve dilerim ki Meclisten başlatırız. Umarım ve dilerim ki savaşı kutsayan bir dile hiç kimse teslim olmaz çünkü biz Türkiye toplumunun tamamına barışı kazandırmak zorundayız, bunu inşa etmek zorundayız. Başka bir çıkış yok, başka bir yolu yok yani bunun başka bir yolu olduğunu söyleyen varsa gelsin söylesin.
AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - Var, var!
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Savaşı ve ölümü kutsayanlarla maalesef konuşacağımız bir şey yok.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - Siz kutsuyorsunuz savaşı ve ölümü!
BAŞKAN - Sayın Beştaş, tamamlayın lütfen.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Tabii ki bir Çin atasözünü anımsatarak bitireceğim: "Bana anlatırsanız unuturum, bana gösterirseniz hatırlarım, beni dâhil ederseniz anlarım." diyor. Evet, hepimizin dâhil olması lazım, şu anda itiraz edenlerin de dâhil olması lazım çünkü yüz yıllık ezberlerden kurtularak...
AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - "Yüz yıllık ezber" ne ya!
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - ...ayrımcılığın her türlüsüne karşı durarak çoğulcu bir demokrasi inşa edebiliriz.
AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - "Yaşa, var ol cumhuriyet, ey aziz vatan!"
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Kürt sorununun demokratik çözümü barış bilincinin toplumsallaşması, ortak yaşam iradesinin güçlenmesi demektir. Biz ortak yaşam iradesini savunuyoruz ve artık o mümkünün kıyısında durmanın zamanı değil, hep birlikte o barış denizine adım atmanın zamanıdır diyorum. Gelin, bu yüzyılı savaşların değil barışın, eşitliğin ve özgürlüğün yüzyılı yapalım.
Teşekkür ediyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)