GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÛMETİ İLE AVUSTRALYA HÜKÛMETİ ARASINDA HAVA ULAŞTIRMA ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:30
Tarih:07.12.2011

BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 22 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Avustralya Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı Hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Geçtiğimiz ay ardı ardına meydana gelen ve yüreğimizde derin yaralar açan Van depremlerinde hayatını kaybeden yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum. Bütün halkımızın başı sağ olsun.

Sayın milletvekilleri, öncelikle gündemden düşmüş gibi görünen ancak orada yaşayanlar ve bizler için acısı hâlâ taze olan Van depremi ile ilgili birkaç şey söylemenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Yeryüzünde doğal afetlerin en korkuncu olan deprem felaketlerinde insanlık yüzyıllardan beri büyük kayıplar vermiştir. Türkiye ise oldukça güçlü deprem fay hatları üzerinde bulunan bir ülkedir ve tarihimiz büyük kayıpların yaşandığı çok sayıda depreme de tanıklık etmiştir. Bu depremlerden biri olan Gölcük depreminde binlerce insan hayatını kaybetti. Gölcük depreminde ülke olarak depreme karşı ne kadar hazırlıksız olduğumuzu, arama kurtarma çalışmalarında yaşanan basiretsizlikten tutun da yapılan yardımlarda yaşanan koordinasyon eksikliğine kadar ne kadar kötü bir durumda olduğumuzu görmüştük. Peki, sonra ne oldu? Ders çıkarabildik mi? Aradan on iki yıl geçmesine rağmen maalesef hâlâ aynı noktada olduğumuzu görüyoruz.

Deprem bölgesindeki koordinasyonsuzluk sürüyor. Bunun faturası Van halkına çıkarılıyor. Vanlılar hâlâ kar altında çadırlarda yaşamaya devam ediyor. Sayın Başbakan depremin ilk yirmi dört saatinde Hükûmet olarak başarısız olduklarını deklare etti. Peki, sonrasında başarılı oldu mu Hükûmet? İlk depremden sonra "Hasarlı binalara girebilirsiniz." denildikten sonra 5,6'lık depremde de 40 vatandaşımız hayatını kaybetti.

Ne acıdır ki, Van halkı, şu anda hâlâ yaşanan koordinasyon eksikliğinin sancılarını çekiyor. Van Valiliği, belediye ile ortak çalışmaya ilişkin eş güdümden uzak bir şekilde hareket etti. Medyada defalarca gündeme geldi. 1999'da yaşanan Gölcük depreminden sonra geçici olarak çıkarılan ve AKP Hükûmetinin kalıcı hâle getirdiği "özel iletişim vergisi" altında toplanan paralara ne oldu? Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek toplanan paraların duble yollara harcandığını söyledi. Hükûmet şunu bilmeli ki, duble yollar da önemlidir ancak duble yollar hayat kurtarmıyor. Özellikle Van'ın köylerinde, insanlar perişan bir şekilde yazlık çadırlarda sabahlamak zorunda kalıyor. Bu acıların hesabını kim verecek? Devletin birinci görevi vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlamak, felaket anlarında yurttaşlarının yanında olmak değilse nedir? Unutmayalım ki bu ülkede yaşayan 74 milyon insanın kaderi birbirine bağlıdır, buna inancımız tamdır. Temennimiz, Hükûmetin ve ilgili birimlerin bir an önce koordineli bir şekilde çalışmaya başlayıp insanların acısını azaltması, böyle felaketlerin bir daha yaşanmamasıdır. Van'da yaşananlar Van'ın bir an önce afet bölgesi ilan edilmesini gerektirmektedir. Biz Hükûmeti bu konuda bir an önce harekete geçmeye çağırıyoruz.

Bir İngiliz kolonisi olarak kurulan Avustralya'nın tarihi belki de her ülkenin tarihi gibi acılarla doludur. Yüzyılın başlarında adaya yoğun olarak yerleşmeye başlayan Batılılar ilk iş olarak Aborjinleri katletmeye, onların kültürlerini yok etmeye çalıştılar. Yerli çocukların ailelerinden alınıp devşirilmesi ve asimilasyona tabi tutulması bazı tarihçiler ve Avustralya yerlileri tarafından "çalınmış kayıp bir nesil" oluşturulması olarak adlandırılmaktadır. Huzurlu ve sorunsuz bir toplum yaratma amacıyla yapılan devşirme yöntemi günümüzde insan hakları ihlali olarak tanımlanmaktadır. Ancak tarihte yaşanan acılardan ders çıkarmasını bilen Avustralya Devleti, 1999'da Anayasa'nın değiştirilmesine karar verdi ve bu Anayasa'nın giriş bölümünde, Avustralya'da İngiliz yerleşiminden önce yerli Avustralyalıların kıtada yaşadığı kabul edildi. Aborjinlere yapılanlardan dolayı kendilerinden özür dilemeyi reddeden önceki hükûmetlerin aksine Avustralya Başbakanı Sayın Kevin Rudd'un tüm Avustralyalılar adına Aborjinlerden özür dilemesini öngören önerge oy birliğiyle kabul edildi. Rudd'un Parlamentoda okuduğu bu önergede "Avustralyalı yurttaşlarımıza ağır acı ve kayıplar verdiren bundan önceki hükûmetlerin politikalarından dolayı özür diliyoruz. Çalınan kuşakların, geride bıraktıkları aile ve torunlarının kayıpları için, ailelerin ve cemaatlerin parçalanmasından, anne babalardan, kardeşlerden özür diliyoruz." ifadeleri yer almaktadır. Yaklaşık yirmi dakika süren konuşma Aborjinler tarafından ayakta alkışlanmıştır. Bu özür, dünya kamuoyunca Avustralya'da yaşayan egemen beyazlar ile Aborjinler arasında gerçekleşen tarihî uzlaşmanın bir sembolü olarak görüldü ve takdir edildi.

Aynı şekilde hatırlayacak olursanız, geçmişte yapılan hatalar nedeniyle halkından özür dileyen devlet başkanları arasında Kanada Başbakanı Stephen Harper da bulunmaktadır. 1998 yılında Başbakan Harper, Kanada'da 19'uncu yüzyıldan 1970'lere dek 150 binden fazla yerli çocuğun, Kanada toplumuna asimile edilmeleri amacıyla uygulanan bir program çerçevesinde devlet tarafından kurulan Hristiyan okullarına gönderilmesi nedeniyle yerli Kanadalılardan devlet adına resmen özür diledi. Batı Almanya Şansölyesi Willy Brandt'ın 1971'de başbakan olarak ziyaret ettiği Varşova'da, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilerin katlettiği Polonyalı Yahudiler anısına yapılmış anıt önünde diz çökmesi, dünya kamuoyunda bu türden özürlerin en yankı uyandıranıydı. Bilindiği gibi, birçok devlet özür dileme büyüklüğünü göstermiştir.

Dersim'le ilgili özür dileme tartışmalarının yaşandığı bugünlerde Sayın Kevin Rudd ve Avustralya Parlamentosunun davranışı bizlere bir şeyler anlatmalı. Tarihindeki kara lekeyi çıkarmaya çalışan Avustralya gibi ülkeler örnek alınmalı ve çok daha ağır sorunları ve tarihî acıları bünyesinde barındıran Türkiye'nin de yakın tarihiyle yüzleşmesi gerekmektedir.

Sayın Başbakanın Dersim'le ilgili olarak özür dilemesi önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir ancak yeterli değildir. Hükûmetin siyasi iradesi gerçekten varsa bu konuyla ilgili kanun çıkarılması gerekmektedir. Çıkarılacak kanunla kurulacak hakikatleri araştırma komisyonu, sadece Dersim değil, geçmişte ve yakın tarihimizde yaşanan diğer acılı olaylarla ilgili olarak da geçmişimizi aydınlatmalı; tarihle hakiki anlamda yüzleşme böyle olmalıdır. Bu yüzleşme, Anadolu'da yaşayan halkların birbirleriyle onurlu bir barış içinde yaşamalarını sağlayacaktır. Bu türden tarihsel acılar partiler üstü olarak görülmeli ve bu yüzden siyasetin malzemesi yapılarak karşılıklı birbirini sıkıştırma yarışına girilmemelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dost ülke olarak tanımlanan Avustralya ve Türkiye arasında 1967'de başlayan diplomatik ilişkiler görünürde bir sorun olmadan günümüze kadar gelmiştir. Bu anlaşmayla Avustralya ile Türkiye arasında ulaşım daha da rahatlayacak, ekonomik ilişkiler güçlenecektir.

Avustralya Hükûmeti ile malumunuz üzere daha önce de birtakım anlaşmalar imzalanmıştır. Bu tür anlaşmalar, yurttaşlarımızın menfaati gözetilerek daha da çoğalmalıdır. Birçok uluslararası platformda birlikte yer aldığımız Avustralya'nın coğrafi olarak ülkemize uzak olması bu ülke ile olan ilişkilerde bir olumsuzluk yaratmamalıdır. Bilindiği üzere, globalleşen dünyada fiziksel mesafelerin bir önemi kalmamıştır. Unutulmamalıdır ki ülkelerle yapılacak olan anlaşmalar ekonomik temelin güçlendirilmesinin yanı sıra insani ve siyasi ilişkilerin de gelişmesine vesile olacaktır. İnsani temelde geliştirilen ilişkiler karşılıklı olarak uzun vadeli dostlukların kurulmasını da beraberinde getirecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu döneminde Türkiye birçok ülke ile yakın temasa geçerek çeşitli anlaşmalar imzaladı. Birtakım ülkeler ile vize engelleri kaldırıldı. Bu bağlamda Avustralya ile vizelerin kaldırılması da Hükûmetin öncelikli hedefleri arasında elbette yer almalıdır.

Türkiye uluslararası yapı içinde kendi tarihi açısından önemli ve tarihî değişikliklere sahne olmaktadır. Soğuk savaş sonrası ülkelerin değişen iç ve dış politikalardan Türkiye de nasibini almaktadır. Önemli olan, değişim politikalarının ne yöne doğru nasıl bir şekilde ilerlediği ve bu değişimin sonuçlarının ülkemiz açısından neler getireceğidir.

Avustralya ile imzalanan Hava Ulaştırma Anlaşması ile birlikte akıllara gelen konu Türkiye'nin dış ilişkileri ve son süreçte yaşanan gelişmeler olmaktadır. Sayın Davutoğlu'nun `Stratejik Derinlik' adlı kitabında belirttiği gibi, soğuk savaş sonrasında devletler dış politikalarını belirlerken dönemin dengelerini gözeterek kaygan ve hassas bir zeminde olduklarının farkında olarak esnek bir çizgide yol almak zorunda kalmışlardır. Artık gerek bölgesel gerekse de küresel düzlemde bir Balkanlar-Orta Doğu politikası değil, bir Orta Doğu-Balkanlar politikası ortadadır. Ancak Orta Doğu'da aktör olmak isteyen ve dış politikasını bu zeminde sürdüren Türkiye'nin yeni dönemde değişen politik yapının dengelerini gözeterek hareket etmesi gerekmektedir. Dolayısıyla komşu ülkelerle olan ilişkilerde o ülkenin iç dengeleri gözetilmeli, o ülkelerde yaşanan gelişmelerden ders çıkartılmalı ve ona göre hareket edilmelidir.

Yaratıcı dış politika vizyonuyla hareket ederek dış ilişkilerinde atağa kalkan Türkiye'nin, Sayın Davutoğlu ile beraber gelişen "komşularla sıfır sorun" politikasının tasarlandığı gibi gitmediği net olarak ortadadır. Suriye ve İran ile ilişkiler giderek bozulmaktadır. "Komşularla sıfır sorun" politikası söylemiyle yola çıkan Hükûmet birçok komşusuyla sorunlu hâle gelmiş durumdadır. İsrail ile gelinen nokta ortadayken, Suriye ile savaş noktasına gelmiş bir hükûmet ile karşı karşıyayız. Dış politikanın temellerinde tutarlılık ve saygınlığın olması gerekmektedir. Kısa zaman öncesine kadar kardeş olduğumuz Suriye ile bir anda savaş söylemlerinin dile getirilmeye başlanması, dış politikada tutarlı bir siyasetin oluşturulamadığını ortaya koymaktadır. Türkiye, uluslararası aktör olma iddiasını yürütürken ve dış politikada etkin söz sahibi olmayı isterken, komşu ülkelerde yaşayan halkları düşünmek zorundadır. Politikalarını oluştururken kendi çıkarlarını gözetmenin yanı sıra, demokrasi ve insan haklarına yönelik çalışmalar içerisinde olmalı, buna gereken önemi vermelidir. Komşu ülkelerde yaşan halkların çıkarları öncelikli kaygımız olması gerekirken, yani dış politikanın temelinde barışçıl bir politika izlenmesi gerekirken ülkemiz için böyle bir durumdan maalesef söz edemiyoruz. Uzun vadeli olarak tasarlanmayan bir dış politika anlayışı hem ülkemizin hem de diğer ülkelerin halklarına zarar verecek, halkları birbirine düşman etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Komşularla sıfır sorun politikasının bu bağlamda teoride kalmaması, pratikte de söyleme uygun bir şekilde uygulanması gerekmektedir ancak maalesef komşularla sıfır sorun politikası komşularla gerginlik politikasına dönüşmüş durumdadır.

Bir diğer önemli nokta da, Orta Doğu'da uluslararası aktör olmaya çalışan Türkiye'nin, saygın bir konumda olması için öncelikle iç barışını tesis etmesi gerekmektedir. "Yurtta barış dünyada barış" ilkesini hatırlatmak istiyorum. Kendi yurdunda barışı tesis edemeyen bir hükûmetin komşularıyla barış içinde yaşayamayacağını da artık görmemiz gerekiyor. İç meselelerini çözememiş bir ülkenin dış politikada başarılı olması mümkün değildir. Kendi ülkesinde çatışmalı ortamı barışçıl yollarla halledemeyen bir ülkenin, komşularıyla sorun yaşamadan dış politika oluşturmasının imkânsız olduğunu hepimiz biliyoruz.

Bakınız, Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu geçtiğimiz hafta Köln'de "Devletimiz etnik, dinî, dilsel farklılık gözetmez, bu anlamda kördür." dedi. Yine dış temsilcilik görevlilerine hitap ederken "Türkiye'den gelmiş herkesle aynı şekilde ilgileneceksiniz. Hangi din ve etnik kökenden gelirse gelsin hepsi bizim insanımızdır." diyen Davutoğlu, Süryani kilisesini ziyaret ederken "Türkiye sizin eskimeyen vatanınızdır. Yani hâlâ vatanınızdır, hep de vatanınız olarak kalacaktır." ifadesinde bulundu. Sayın Dışişleri Bakanının Mor Gabriel Vakfının arazisi ile ilgili ihtilafların çözüleceğine ilişkin beyanlarını da önemsiyor ve değerli buluyoruz ancak bu söylenenlerin yalnızca söylemde kalmaması gerektiğini, tüm bu söylenenlerin pratikte de somut anlamda gerçekleşmesini bekliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son zamanlarda yapılan operasyonlar akademisyenleri, yazarları ve avukatları da içine alarak devam ediyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalayan ve şu anda Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerinin devam ettiği bir süreçte ülkemizde insanların düşüncelerinden dolayı tutuklanması Türkiye'ye yakışmayan bir durumdur ve kabul edilmesi mümkün değildir.

Karşılıklı diyalog temelinde barışçıl bir politikayla çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur. Âdeta bir kadere dönüşen çatışmalı ortam ülkenin birlik ve beraberlik duygularına zarar vermekte, insanlar arasında kin ve nefret duygularını beslemektedir. Dünya üzerinde bütün sorunlar ancak ve ancak diyalog zeminin sağlanmasıyla çözüme kavuşmuştur. Aksi durumun sorunları çözdüğü nerede görülmüştür? Son günlerde giderek tırmanan şiddet ortamı ülkemizde yaşayan halkların kardeşlik duygusuna zarar vermektedir. Türkiye'nin dört bir yanından gelen deprem yardımlarında gördüğümüz kardeş kokusunu Hükûmetin sorunu çözerken uyguladığı yöntemlerde de görmek istiyoruz. Bu bağlamda Hükûmetin çatışmacı çözümsüzlük yöntemlerini acilen terk etmesi, eşitlik ve kardeşlik temelinde barışçıl politikaları devreye sokması gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ayrıca, bildiğiniz gibi, Birleşmiş Milletler Medeniyetler Arası İttifak Projesi Eş Başkanlığını İspanya Başbakanı Zapatero ile Sayın Başbakan Erdoğan birlikte yürütmektedir. Sayın Başbakan bu görevi çerçevesinde 10 Aralıkta Katar-Doha'da bir konuşma yapacak. Bu görevi üstlenen Sayın Başbakanın, Türkiye'de yaşayan farklı kimliklere ve inançlara aynı oranda özen göstermesi gerekmektedir. Farklı kültür ve inançlar bizim zenginliğimizdir. Bütün farklı grupların kardeşçe, barış içinde yaşamasını sağlamak Hükûmetin öncelikli görevleri arasında olmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; toparlayacak olursam: Gerek içeride gerek dışarıda barış içinde kardeşçe yaşamanın yolu diyalog kurmaktan ve karşılıklı olarak empati kurmaktan geçer. Bunun yerine, silahların konuşmaya devam etmesini son derece yanlış buluyoruz. Acıların daha fazla yaşanmaması için diyalog kapısının her zaman açık kalması gerekiyor. Bu bağlamda, Hükûmet gerekli siyasi cesareti gösterip çatışmalı ortama bir an önce son vermeli, daha çok kan ve gözyaşına engel olmalıdır. Şiddetin şiddeti doğurduğu gerçeğiyle yüzleşerek, kin ve intikam duygularıyla bir yere varamayacağımızı, geçmiş deneyimlerimiz bizlere yeterince göstermektedir. Bütün sorunlarımızı demokratik siyaset çerçevesinde empati ve vicdana dayalı adalet anlayışı ile çözebiliriz.

Evrensel hukuk ve evrensel insan hakları bizim için yol gösterici olacaktır. Yapacağımız yeni anayasa ile birlikte, diyalog kapısını açık tutarak iç barışı tesis edebilirsek, dış politikada da başarılı olabileceğimiz gerçeğini unutmayalım. Türkiye'nin büyük ülke olma isteği ancak o zaman hayata geçebilir, "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesi ancak o zaman anlam kazanabilir.

Ülkemiz ile Avustralya arasında imzalanan Hava Ulaştırma Anlaşması'nın ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyor, tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Dora.