GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hükümlülerin Nakli Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:57
Tarih:13.02.2025

DEM PARTİ GRUBU ADINA CEYLAN AKÇA CUPOLO (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum.

Ekranları başında uyanık kalarak Genel Kurulu takip eden bütün halkları saygıyla selamlıyorum ama en çok da bugün Antep'te, Başpınar'da organize sanayi bölgesinde Yalçın Kardeşler Halı Fabrikası önünde işçi grevine katılan bir işçiyi selamlıyorum. O işçi bugün demişti ki: "Yaşamayı nefes almak zannediyorlar, biz sadece nefes almak değil insanca yaşamak istiyoruz." Antep'teki bu işçi direnişini herkesin gündemine bırakmak istiyorum burada.

Aynı zamanda, Antep'te bu işçi direnişi devam ederken Cumhurbaşkanı da Pakistan'daydı; zaten sanıyoruz ki bu yüzden bugün sabah gündem bu şekilde belirlendi. İşte "Hükümlü transferi, esir transferi yapalım kendi aramızda." diye bir fikir geldi herhâlde aklınıza. Cumhurbaşkanının önünde bir kırmızı halı vardı. O kırmızı halının hemen diğer ucunda, karşısında ordu komutanları, emlak zenginleri, savaş tüccarlığı, lortluğu yapan tipler ve siyasi olarak kendi rakiplerini cezaevine atan bir Başbakan, bir de Cumhurbaşkanı vardı. Zaten 1947'den beri süregelen bir dostluk var ve bu dostluğun temelinde de karşılıklı askerî anlaşmalar, askerî işbirlikleri, "Askerî olarak birbirimizi nasıl yükseltiriz?" diye devam eden bir dostluk var. Zaten yine bu dosyaya yani Dışişleri Komisyonundan çıkan bu dosyaya da küçük bir beyan eklenmiş, "Pakistan ile Türkiye'nin arası o kadar muhteşem ki bu muhteşemliği taçlandırmak için -bu kelime kullanılıyor- esir takası anlaşması yapmalıyız." deniliyor ve biz de bugün bu tacı aldık, Genel Kurulun kafasına takmış olduk. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Heyetten, Cumhurbaşkanını karşılayan heyetten bahsettim; az önce bahsettiğim iki ülke arasındaki bu iş birliğini de nasıl devam ettiğini de zaten gösteriyor.

Pakistan'ı heyecanlandıran bir gündem daha var bu aralar. Pakistan'da bir kriket turnuvası yapılacak, 8 tane ülkeden kriket takımları gelecek; Hindistan'la araları bozuk diye çoktandır olmuyordu ama kriketin Pakistan için başka bir önemi daha var. Şu an cezaevinde olan bir önceki dönemin Başbakanı Imran Khan'ın partisinin, PTI'nin sembolü de kriket sopası. Pakistan'daki bir mahkeme "Sen bayrağında, parti ambleminde kriket sopası kullanamazsın." dedi, sopayı çıkardı, onu sopayla bir dövdü, sonra "Ben bu sopayı çıkardığım için sen de artık parti olarak seçime giremezsin, bağımsız adaylarla girebilirsin" dedi. Bunlar bağımsız adaylarla girdiği için birçok kimliğin temsili Pakistan'daki Parlamentoda ne yazık ki sağlanamadı. Şimdi, bu hikâyeden herkes kendine bir not, bir ders çıkarıyor mu bilmiyorum. "Kızım Pakistan, sana diyorum; Türkiye, sen anla." diye bir not düşeyim. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Imran Khan, işte, geçen dönemki seçimde, Şubat 2024'teki seçimde cezaevindeydi. Oradan sıklıkla taraftarlarına çağrı yapıyor, çağrı yaptığı için de sokaklarda sürekli eylemler var, sürekli protestolar devam ediyor. On yıl ceza aldı; işte, yolsuzluktan, yabancı devletlere bilgi sızdırmaktan çeşitli cezalar aldı. Bu arada, tabii, Pakistan halkının, bu az önce bahsettiğim kırmızı halının ucunda bekleyen elitlerin sebep olduğu 130 milyar dolarlık bir borcu var, bu borcu çıkarmaya çalışıyor halk ama Pakistan Hükûmeti bu borcu karşılayacağına 17 milyar dolar alıp Pakistan'daki elitlere dağıtıyor; bu, BM raporuna da yansımış bir bilgidir. Yani Pakistan'da yoksul halklara "Size tasarruf." deniyor, zenginlere "Size tam sosyalizm." deniyor.

SABAHAT ERDOĞAN SARITAŞ (Siirt) - Ne kadar tanıdık.

CEYLAN AKÇA CUPOLO (Devamla) - Tabii, Pakistan'da aynı zamanda bir sürü Afgan mülteci var; yine Türkiye'ye durumu çok benziyor, insan okuyunca diyor ki iki kardeş gerçekten. Orada da bir sürü mülteci var, Afganistan'dan gelen mülteci var ve bu mültecilerin seri bir şekilde sınır dışı edilmesi devam ediyor. Taliban'ın olduğu bölgelere sınır dışı ediliyorlar ki Taliban'ın şu anda rejimin başına geçmesinin sebebi olan yapı da Pakistan, savaşın başlamasında bir payı olmuş olan da Pakistan; Pakistan da Pakistan...

Ama ben Pakistan'dan değil biraz Beluç halkından bahsetmek istiyorum. Beluç halkı, 3 tane devletin arasında sıkışıp kalmış, etnik olarak da dil olarak da Pakistan'ın ana akım kimliğinden farklı bir halktır; farklı halklardır. 16 milyon nüfusu vardır ve Pakistan'ın, Afganistan'ın ve İran'ın arasındaki o bölgedeki en zengin topraklarda yaşarlar; altın madenleri oradadır, bakır madenleri oradadır ve Pakistan'ın aslında elektriğini, her şeyini sağlayan gaz da tam o bölgeden çıkar. 1950'de gaz çıkarılmıştı oradan ama o bölgeye, gazın çıkarıldığı bölgeye gazın temini tam kırk yıl sonra yapılmıştır. Bütün çevresine gazı verdiler ama gazın çıktığı yer o gazdan gazını alamadı ne yazık ki. Parlamentoda yüzde 6'lık bir temsilleri var ama o temsilin bile karşılığı doğru düzgün verilmiyor. 770 kilometre sınırda deniz hatları var, suya komşulukları var ama bundan faydalanamıyorlar. Beluç halkı yoksul ve Beluç halkı sistematik bir şekilde kaybediliyor; gözaltında kaybediliyor, öldürülüyor, katlediliyor ve 5 defadır baş kaldırıyor, diyor ki: "Ben bu katliama, bu kaynaklarımın sömürüsüne, temsil edilmeme, politik olarak yok görülmeye karşı çıkıyorum ve buna ses çıkarıyorum." Aslında, Beluç halkıyla dayanışmak için bu Parlamentodan bir gündem beklerdik. İşte, ne yazık ki bu olmadı, bu sömürülen halkın haklarını burada konuşamadık.

Beluç halkına da bolca terör safsatası yapıştırılıyor. "Terörist" deniyor onlara. Niye terörist? Gözaltına alınıyor, yok ediliyor, kızı çıkıyor sokağa... İşte, bir örnekten bahsedeyim: Ghaffar Baloch, Aralık 2009 yılında bir anda ortadan kayboluyor. Kızı o zaman öğrenci, tıp fakültesi öğrencisi; çıkıyor, sokakta protestolara katılıyor, iki yıl sonra babasının işkence edilmiş cesedi sokakta ortaya çıkıyor ve bu kız bir süre diyor ki: "Tamam, ben sokaklara çıkmayayım." 2017'ye kadar çıkmıyor. Erkek kardeşi alınıyor bu defa. Erkek kardeşi gözaltında yok edilir diye tekrar sokağa çıkıyor ve diyor ki: "Bu rejimin bir sonu yoktur, bu rejimin yok edemeyeceği insan yoktur ve bu rejim, insanları cezaevlerinde, sokaklarda bir şekilde yok etmektedir. Bu rejimle iş birliği yapılmamalıdır."

Biz de zaten Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak işte bu ezilen halkın yanında olmamız gerektiğini söylüyoruz. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Bu terör safsatasına, bu sürdürülen savaş sistemine bu Parlamentonun destek vermemesi gerektiğini ve hâlâ binlerce, sayısı 5 binden fazla olan bu kayıpların bulunması için Pakistan'a biraz cesaret verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ne yazık ki Türkiye, az önce bahsettiğim, işte, insanları, 5 binden fazla insanı kaybeden, paramiliter güçleri sokağa salan bu yapıya polis eğitimi veriyor, gözetleme eğitimi veriyor, mobese yapıları veriyor, bu insanların fişlenmesi için bütün sistemi veriyor ve tatbikatlar yapıyor. Buna ortak olmak istediğimize emin miyiz? 5 bin insanı yok eden bu sistemin bir parçası olmak istediğimize emin miyiz? Hiç mi kriterimiz yok? Bir defa bu Parlamentoda bir konuşma yapılmıştı "Dış politikada insan haklarına daha duyarlı bir perspektif belirlenmeli" diye. O zaman iktidar blokundan birisi çıkıp demişti ki: "Böyle saçmalık mı olur, dış politikada insan haklarına duyarlılık mı olur?" Eğer öyleyse odalarımıza neden sürekli Gazze'yle ilgili dosyalar gönderiyorsunuz? Eğer insan hakları dış politikada önemli değilse o hâlde neden Gazze'nin savunuculuğunu yapıyorsunuz? İşte, Beluç halkları da Pakistan'ın Gazzelileridir. Onlara da yapılan muamele tam olarak budur ve şu anda, kendi topraklarımızda benzer bir sorun üzerinden barış ihtimallerini konuşuyorken, barışabilme ihtimalini konuşuyorken Beluçlara da Pakistanlılara da aynı öneriyi yapamaz mıyız? "Gelin, birlikte bu süreci götürelim." diyemez miyiz? "Aynı, benzer deneyimlerimiz var. Benzer şekilde, aynı topraklar içinde yaşıyoruz. Aynı topraklarda yaşayan, bir arada yaşamayı isteyen halklarız biz. O hâlde, bir arada savaştıysak bir arada var olmanın yolunu da bir arada bulamaz mıyız?" diyemez miyiz? Esir takası mı yapacağız? Buna karşıyız ve bunu kabul etmeyeceğiz.

Çok uzatmayacağım, gece bitiyor ama ufak bir anekdotu söylemek istiyorum: Essa Moosa, Nelson Mandela'nın avukatlığını yapan, daha sonra Güney Afrika'da hukuk mekanizmaları içinde yargıçlık yapmış olan bir avukat. Kendisiyle İstanbul'da, 2017 yılında tanışma şerefine nail olmuştum ve orada demişti ki: "Ben çok gençken, üniversiteye gittiğimde, üniversite kampüsüne girdiğimde protestoları görüyordum ve o protestolarda bütün arkadaşlarım, benim gibi arkadaşlarım 'Barışı şimdi, hayattayken görmek istiyoruz.' diyorlardı." Benim saçlarım beyazladı, arkadaşlarımın saçları beyazladı. Biz barışı hemen, şimdi, bu hayat içinde görmek istiyoruz. Şu anda toplumsal yaramız, hepimizin kalbinde olan o savaşın açtığı yara; biz doğmadan önce o yara açılmıştı. Annemizin, babamızın, dedemizin, hepsinin kalbinde bu yara biz doğmadan çok önce açılmıştı ama bu yarayı dikmek, iyileştirmek için irade alabiliriz. Bu iradeyi hem Beluç halkları hem de Türkiye'deki ve Ortadoğu'daki bütün halklar için diliyorum ve bir daha Cinnah Caddesi'nden geçtiğinizde, Pakistan'ın kurucu babası olan kişinin soyadından ismi verilen Cinnah Caddesi'nden geçtiğinizde Beluç halkını düşünmenizi rica ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ, CHP ve YENİ YOL sıralarından alkışlar)