GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hükümlülerin Nakli Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:57
Tarih:13.02.2025

CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulu saygıyla selamlayarak ve bizleri izleyen milletimizin Berat Gecesi'ni kutlayarak konuşmama başlamak istiyorum.

Tabii, tüzük çerçevesinde de milletvekillerinin bu kürsüde milletin bütün sorunlarını, sıkıntılarını dile getirme hakkı vardır.

Bakın, bugün öğleden sonra haberlere bakıyorum, AK PARTİ Sözcüsü Sayın Ömer Çelik "AK PARTİ olarak, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kendisini siyasetin üzerinde gören hiçbir girişime izin vermeyiz." diyor. "Siyasetin demokratik alanını korumak için eskisinden daha kararlıyız." diyor. Adalet Bakanı "Türkiye eski Türkiye değildir. Hiç kimse veya hiçbir kuruluş kendisini milletin iradesinin ve hukukun üstünde göremez. AK PARTİ olarak, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kendisini siyasetin üzerinde gören hiçbir girişime izin vermeyiz." diyor. Tabii, buradaki "siyaset"le aslında kendisini AK PARTİ'nin üzerinde görenlere izin vermeyiz diyor.

Şimdi, ben bunları görünce "Acaba ülkede darbe mi oldu? dedim "Bir darbe girişimi mi var?" dedim. Meğer söz konusu olan TÜSİAD'ın Genel Kurulunda yöneticilerin yapmış oldukları konuşmalarmış. Tabii, bu konuşmaların tamamına katılmak falan mümkün değil ama ne demişler diye, bu kadar tepki çeken ne demişler diye bir bakmak istedim.

TÜSİAD'ın üst düzey yöneticileri şunu söylüyorlar: "Ülke olarak moralimiz bozuk, güven bunalımı yaşıyoruz." dedikten sonra, biraz önce burada arkadaşlarımızın değindiği, ülkede tedbir alınmadığı için, yeterince denetim yapılmadığı için, kurallara uyulmadığı için meydana gelen ölümlerin sorumlusunun altını çiziyor "Bu işlerin sorumlusu, maliyeti güvenliğin önüne koyan iş sahipleri, hak etmediği koltuğa oturan özel sektör iş insanları ve kamu yöneticileridir." diyor yani kendi kendini eleştiriyor. "Bu sistemin nasıl düzeleceği çok net bellidir: Sorumlular görevden ayrılmalı, hesap vermeli ve yerlerine yetkin kişiler gelmelidir. Daha iyi bir geleceği hukuka güven olmadan kuramayız." diyor. E, güzel, burada bunun nesi siyasete müdahale oluyor? Yani TÜSİAD'ın üst düzey yöneticisi bunları söyleyemiyor ama ülkenin Kamu Başdenetçisi Akarca "En çok şikâyet Adalet Bakanlığından." diyebiliyor. Durum ortada. İş insanları enflasyondan şikâyet ediyorlar.

Şimdi, değerli milletvekilleri, geçtiğimiz yaz aylarından bu yana mevsim etkisinden arındırılmış enflasyon hep yüzde 3'ün altındaydı, ocak ayından itibaren yine bunun üstüne çıktı. Ocak ayında zaten Merkez Bankası faiz kararını açıklarken, artık -aylık enflasyon değil- aylık enflasyonu izlemekten vazgeçtiğini açıkladı. Bundan önceki açıklamalarında "Aylık enflasyona göre ben kararımı vereceğim." diyordu, faizi indirdi, aynı zamanda aylık enflasyonu izlemekten de vazgeçtiğini açıkladı. Yani burada, baktığımız zaman, faiz kararındaki bu buharlaşan ifade, artık Merkez Bankasının da işte "Enflasyonu yıllık olarak izlerim, on iki ayda kim öle, kim kala!" dediğini ortaya koyuyor.

Şimdi, yine iş insanları çıkmışlar, demişler ki: "Enflasyonla mücadelenin maliyetine katlanmak zorlaşıyor hem girişimciler için hem çalışanlar için; hem sanayici mutsuz hem çalışanlar, sanayici çok zorlanıyor, ihracatçı kan ağlıyor, ithalatın cazibesi artıyor." Şimdi, bunu söylemek ne zamandan beri siyasetin alanına müdahale etmek oluyor?

Baştan itibaren ifade ediyorum, şunu söyledim: Bugün dezenflasyon stratejisi aşırı kura yaslanan bir dezenflasyon stratejisidir, bunun sürdürülebilir olmadığı açıktır ve bunun sonunda Türk lirası aşırı değerlenmiştir. Şu anda reel kur elli sekiz ayın rekorunu kırmıştır, bunun neticesinde de tabii ki sanayici çok zorlanacaktır, tabii ki ihracatçı kan ağlayacaktır, ithalatın da cazibesi artacaktır ama bütün bunlara rağmen enflasyonun düşmemesi... O zaman iş insanı kalkıp diyor ki: "Bu sizin izlediğiniz dezenflasyon stratejisinin maliyeti benim canımı yakıyor." Bunu deme hakkı yok mu? Tabii ki bunu deme hakkı var. Onlar bunu deyince ekonomi yönetimine dönüp bakıyorsunuz, rezervlerle övünüyorlar, "Tarihî rekorlar kırdı rezervlerimiz." diyorlar ama rezervlerin yeterli olup olmadığından kimse söz etmiyor. Yani bugün bir yılda ödeyeceğiniz toplam borcu karşılayacak rezervimiz hâlâ yok.

Bakın, arkadaşlar, ben sorunu şöyle anlatayım: Son yerel seçimlerde partisi 2'nci parti konumuna düşünce, Erdoğan rekabetçi bir seçimi kazanma umudunu giderek yitirdi, otoriterleşti, despotlaştı. Önce muhalefet partilerinden seçilmiş belediye başkanlarının yönettiği belediyelere operasyonlara başladı, daha sonra bir muhalefet partisinin genel başkanını "Cumhurbaşkanına hakaret ettin." diyerek yemek yediği lokantada gözaltına aldı, İstanbul'a götürdü, "Halkı tahrik ettin." diyerek tutukladı. Partimizin Gençlik Kolları Genel Başkanını, yaptığı sosyal medya paylaşımı nedeniyle adliyede ifade vermeye polis eşliğinde götürdü, yurt dışına çıkış yasağı ve adli kontrolle serbest bıraktı. Büyük maddi olanakları olduğunu düşündükleri bir sanat sektöründe önde gelen bir menajer, önce "Tekelleşme ve manipülasyon yaptı." denilerek gözaltına alındı, bir şey bulunamayınca da iş on iki yıl önceki Gezi Parkı protestosuna bağlandı, o da tutuklandı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız bir hukuk skandalını ihbar etti; skandal hakkında değil, açıklaması hakkında, kürsüden inmeden kendisine soruşturma açıldı. İktidarın yanlışlarını millete duyuran, gerçeğin peşinde koşan gazeteciler yaka paça gözaltına alınıyor.

Şimdi, bu süreç normal değil. Normal olmayan bu sürece iş insanlarının tepki göstermesi normal, muhalefetin tepki göstermesi normal, sanatçıların tepki göstermesi normal, sosyal medyada insanların tepki göstermesi normal.

Unutmayalım, 2021 yılında "Faiz sebep." deyip ülkeyi derin bir ekonomik bataklığa sokan saray şimdi buradan çıkamıyor. Aslında ülkede kural çok ama denetleyen yok. Sağlık Bakanlığının denetlediği ticarethaneye dönmüş hastanelerde yenidoğan bebeklerimizi, Kültür ve Turizm Bakanlığının denetlediği otellerde gece yarısı çoğu çocuk olan 78 canımızı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının denetlediği iş yerlerinde tespit edilebilen iş cinayetlerinde 1.897 emekçimizi yitirdik. Aile içi şiddeti önlemekle görevlendirilmiş bir bakanlık olmasına rağmen, aile içi şiddet olaylarında kadınlarımızı, evlatlarımızı kaybettik. Sokaklarda gencecik çocuklar hasta ruhlu insanların saldırılarına uğruyor. Kötülüğün sıradanlaştığı bu ortamda bataklık gün geçtikçe derinleşiyor. Can ve mal güvenliğinin olmadığı yerde vatandaşın yaşadığı gerçek enflasyon bir türlü yeterince düşmüyor. Yeni iş olanakları yaratacak yatırımlar beklemeye alınıyor. İnsanlar hayat pahalılığı ve işsizlik karşısında duramıyorlar, eziliyorlar. Tüm bu sorunların sebebi olan saray rejimi ise yargı sopasını sallayarak muhalefeti sindirmenin, Putin'vari yöntemlerle muhalefeti iç tartışmalara sürükleyerek, bölerek etkisizleştirmenin peşinde.

Bütün bunlar yaşanırken insanlara, sivil toplum kuruluşlarına "Siz hukuktan konuşamazsınız, siz ekonomiden sorumlu iş insanlarının kuruluşusunuz, hukuktan konuşursanız bunu ben demokrasiye saldırı olarak görürüm." demek abesle iştigaldir. Bertolt Brecht'in şu sözlerini hiç unutmayalım: "Halkın ekmeğidir adalet, ekmek az olunca açlık hüküm sürer, ekmek kötü olunca mutsuzluk."

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)