GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hükümlülerin Nakli Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:57
Tarih:13.02.2025

DEM PARTİ GRUBU ADINA GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Evet, Bolu'daki, Kartalkaya'daki yangını konuşuyoruz; bizim de Grup Başkan Vekilleri olarak aslında bu anlaşma üzerine söz alma gerekçemiz tam da bu.

Tabii, AKP iktidarı aslında bir felaketler iktidarı. Ne olursa olsun hiçbir şekilde sorumluluk almayan ama günün sonuna gelindiğinde de kendi icraatlarını parlatan, algı yaratarak bir şekilde kamuoyunu manipüle eden ama gerçek anlamda "Ne oldu?" sorusuna da yanıt üretmeyen bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Bir otel düşünün, aslında Turizm Bakanlığına bağlı ama aynı Turizm Bakanlığı o oteli pazarlıyor, odalarını satıyor ama aynı Turizm Bakanı o oteli denetlemekle de görevli, aynı Turizm Bakanı otelde yangın çıktıktan sonra o soruşturma sürecinde birinci derecede aslında fail pozisyonunda ama bütün bunlar hiç ortada yokmuş gibi, bütün bu gerçekler sanki gerçek değilmiş gibi bir meseleyi konuşuyoruz.

78 insan yaşamını yitirmiş, bu aynı zamanda bir çocuk katliamı, onu söyleyelim çünkü ölenlerin 36'sı çocuktu ve bu 36 çocuk karne tatilinde, hasbelkader, ailelerinin onları götürdüğü bir kar tatilinde çok kötü bir ölümle yanarak can vermek zorunda kaldılar. O otelin pencerelerinden sarkıtılan çarşaflar bu sistemin nasıl çürümüş olduğunu, hayatlarımızın aslında bir çarşafa nasıl bağlı olduğunu çok açık ve net gösterdi ama görüyoruz, hiçbir şekilde sorumluluk alınmıyor. Yarın öbür gün de... Bugün İliç'i konuştuk, İliç'in üzerinden bir yıl geçmişti, 9 işçi orada yaşamını yitirdi, yüz on üç gün sonra 1 işçinin bedenine ulaşıldı ama bu ülkede kıyamet kopmadı. Depremde resmî rakamlara göre 54 binden fazla insanımızı yitirdik, resmî olmayan rakamlara göre 130 bin insanımızı yitirdik, 650 bin insan konteynerde yaşıyor ama bu ülkede hâlâ kıyamet kopmuyor. Bu ülkede çocuklar istismar ediliyor, üstelik yurtlarda, devletin denetimi altında; bu ülkede cezaevinde tabutlar çıkıyor, üstelik devletin gözetimi altında; bu ülkede gözümüzün içine baka baka hukuk katlediliyor, Anayasa çiğneniyor ama bütün bunlardan sorumluluk duyan, gerçekten bunlardan üzüntü duyan hiç kimseyi göremiyoruz; varsa yoksa hamaset, varsa yoksa hamaset.

Şimdi, aslında çok konuştuk biz Bolu Kartalkaya'yı; ihmaller zincirini çok konuştuk; nasıl çürümüş, baştan aşağı kokuşmuş bir sistemin içerisinde yaşamaya tutunduğumuzu çok anlattık burada. Burada meselenin sistem sorunu olduğunu söylüyoruz. Bir oteller zinciri patronunu Turizm Bakanı, hastaneler zinciri patronunu Sağlık Bakanı, özel okul zinciri patronunu da Millî Eğitim Bakanı yaparsanız siz orada hangi kamu hizmetini, hangi kamu yararını, hangi toplum sağlığını, hangi toplum yararını konuşabilirsiniz ki? Mesele sistemsel ve çok köklü bir mesele, bugünün meselesi değil ama artık bugünden yarına da çözülmesi gereken bir mesele. Şimdi, uzun uzun anlatabiliriz bunu ama şunu söyleyelim: Bütün bu meselenin özünde ne var? Örneğin, niye bir başka ülkede olduğunda kıyamet kopuyor da Türkiye'de olduğunda niye hiçbir şey olmuyor? Niye insan hayatı bu kadar ucuz? Ölülerin üzerine basa basa yükselen bir sistem var; ölümlerden acı duymayan, gerçek anlamda onu anlamayan bir sistem var. Ölenin öldüğüyle kaldığı, kalanın yaşamaya utandığı ama bir şekilde aşamadığımız bir düzeni bize dayatıyorsunuz, dayatılıyor bize. Ve hepimizi bu düzenin bir parçası kılmaya çalışıyorsunuz, bütün kötülüklerinize ortak etmeye çalışıyorsunuz, sistemsizliğinize rıza göstermemizi istiyorsunuz, bu çürümüşlüğe sessiz kalmamızı istiyorsunuz. Peki, bunları gerçekten yapabilir miyiz?

Örneğin, gerçekten o Bolu Kartalkaya yangınından sonra eve gittiğinizde ya da sokakta bir çocukla karşılaştığınızda ya da bir insanın gözüne baktığınızda ne hissettiniz? Örneğin, bir siyasetçi olarak, bir milletvekili olarak burada iktidarıyla, muhalefetiyle "Bu insanları yaşatmak için ben az çabalıyorum." duygusu yaşamadınız mı? Ben bir muhalefet milletvekili olarak evet, bundan sorumluluk duydum hiçbir payım olmamasına rağmen belki de çünkü bu Meclisin, en nihayetinde bu toplumun sorunlarını düzeltmek, sorunlarını çözmek gibi bir sorumluluğu var ama yapmıyorsunuz.

Peki, sadece bu meselede mi? Bolu Kartalkaya, deprem, sel, yangın meselesi mi? Hayır. Bakın, bu ülkede yüz yıllık bir Kürt sorunu var. Bugün konuştuğumuz bütün sorunların en başında gelen kök sorunlardan biri. Çözmek için adım atılıyor mu? Hayır. Bugün bir beyan var, bugün bir niyet var, uzun bir aradan sonra siyaset paradigmasını değiştirmeye çalışıyor, siyaset yeni bir kulvar kurmaya çalışıyor ama bütün bunun önüne de pusu kuran, barışa pusu kuran, çözüme pusu kuran, çözümsüzlüğü dayatan, kör bir savaşı devam ettirmeye çalışan da bir akıl var. Tarihsel bir başlangıç yapabiliriz, bugünden başlayarak yarına yeni bir geleceğin inşası için adımlar atabiliriz. Nasıl yaparız bunu? En başta dilimizi dönüştürerek, gerçek anlamda bir barış dilini hâkim kılarak, bir çözüm aklını hâkim kılarak bunu yapabiliriz. Peki, gerçekten bu yapılıyor mu? Hayır, yapılmıyor. Kör bir hamaset, varsa yoksa tehdit, varsa yoksa şantaj, varsa yoksa had bildirme, varsa yoksa "Hamisiyiz." "Efendisiyiz." diyen telkinler dışında gerçek anlamda çözüm adına bir şey duyamıyoruz. Şimdi -demin 60 konuşmasında da ifade ettim- 15 Şubatın arifesindeyiz, büyük bir çağrı bekleniyor, yeni bir başlangıç için tarihî bir çağrı bekleniyor; tamam, eyvallah. Peki, bu çağrıya hazır mı bu ülke? Bu Meclis bu çağrının gereğini yaptı mı? Nasıl bir hazırlığı var bu Meclisin? Gerçek anlamda Kürt sorununun şiddet ve çatışma zemininden çıkması, demokratik ve hukuki zemine çekilmesine yönelik İmralı'dan bir çağrı geldiğinde bu Meclis ne yapacak? Şimdiye kadar olduğu gibi kafasını kuma mı gömecek? Bu sorun hiç yokmuş gibi davranacak mı? Meseleyi sadece terör parantezine alıp, meseleyi sadece güvenlik parantezine alıp geçiştirecek mi? "Benim de Kürt komşularım var, iyidirler." deyip sırtını dönüp gidecek mi? Ne olacak? Gerçekten Kürt'ün onurunu, Türk'ün gururunu incitmeyecek, tarihsel Kürt ve Türk ittifakını güncelleyecek ve gerçek bir çözüm aklını, Türkiye'yi içine alıp buradan bölgeye yayılacak bir demokratikleşmeyi, bir demokratik dönüşümü başlatabilecek mi? Bunun öncülüğünü yapabilecek mi bu Meclis? Bu inisiyatifi var mı? Bu inisiyatifi alacak mı? Bizler burada, 28'inci Dönemin milletvekilleri olarak bütün bu olupbitenin içerisinde tarihsel sorumluluğumuza denk bu ülkenin yurttaşlarına olan borcumuzu, bu ülkenin yurttaşlarına olan sorumluluğumuzu yerine getirebilecek miyiz? Getirmenin yolu nereden başlar? Konuşmaktan, anlamaktan, empati yapmaktan, ön yargı duvarlarını aşmaktan, acıları anlamaktan; acıları yarıştırmaktan değil, karşı karşıya koyan değil, kamplaştıran değil, çatıştıran değil buluşturan, birleştiren, yan yana getiren, ortaklaştıran ve geleceğe ortak bir yaşam perspektifiyle bakan bir bakış açısının hâkim kılınmasıyla olur. Peki, bunu yapabiliyor muyuz gerçekten? Bunun için hazır mıyız? Bu ülkeyi demokratikleştirmeden Kürt sorunu çözülür mü? Hayır. Kürt sorunu çözülmeden bu ülke demokratikleşir mi? Barış kalıcı hâle gelir mi? Hayır. Bugün Kürt sorununu bir öncelik sorunu olarak görmeyen her çevreye sesleniyorum: Kürt'ün başında şiddet olduğu sürece, Kürt'ün hakkı teslim edilmediği sürece, Kürt'ün her şeyi inkâr edildiği sürece, her haklı talebi terör ve güvenlik parantezine alındığı sürece bu ülkede hukukun üstünlüğü olur mu, adalet olur mu, asgari ücret açlık sınırının, yoksulluk sınırının üzerine çıkar mı? Bütün o yerle bir olan endekslerde yukarıya doğru bir çıkış mümkün olur mu? Bu sorularla gerçek anlamda samimi bir yüzleşmeye ihtiyacımız yok mu? Hepimiz seçildik, bize oy veren binlerce insan var. İçinden tek birisinin hakkı yeniyorsa, tek birisi bu ülkede kendini inancından, kimliğinden dolayı, cinsiyetinden dolayı ya da başka bir nedenle eşit ve özgür hissetmiyorsa bu ülkede gerçek bir özgürlükten bahsedebilir miyiz, gerçek bir demokrasiden bahsedebilir miyiz? Bence bahsedemeyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Toparlayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Toparlayın Sayın Koçyiğit.

Buyurun.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - O zaman her birimizin gerçek anlamda, bu tarihî eşikte, her bir soruna en başta ciddiyetle, en başta büyük bir sorumlulukla, bu ülkenin yurttaşı olmaktan ve bu ülkedeki her bir yurttaşa karşı sorumlu olmaktan kaynaklı hassasiyetle yaklaşmamız gerekir. Bu Meclis en başta hamasi dilini terk etmelidir, bu Meclis en başta sorumluluğunu hatırlamalıdır. Daha fazla kaybedecek zamanımız yok. Yeterince zaman kaybedildi, yeterince acı çekildi; bundan sonra gerçek anlamda barışa, çözüme, birlikte yaşamaya dair söz kurmalı ve fikirlerimizi konuşturmalıyız. Fikrin olmadığı yerde hamaset olur. Biz fikrî bir zenginliğe ihtiyaç duyuyoruz.

Teşekkür ederim. (DEM PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)