GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 15 Şubat Öcalan'ın Türkiye'ye getirilişinin 26'ncı yılına, İliç maden kazasının yıl dönümüne, Bolu Kartalkaya'daki yangınla ilgili hazırlanan soruşturma önergesine, Antep'teki ve Çayırhan'daki işçilerin mücadelelerine ilişkin açıklaması
Yasama Yılı:3
Birleşim:57
Tarih:13.02.2025

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Kürtler, Türkler, Araplar, Farslar ve bütün Orta Doğu halkları açısından 15 Şubat tarihi, tarihî önemde bir dönüm noktasıdır. 15 Şubat 1999'da Sayın Öcalan uluslararası bir komployla, öncülüğünü ABD'nin ve İsrail'in yaptığı bir komployla Kenya'dan kaçırıldı ve Türkiye'ye getirildi bir operasyon sonucu. Öcalan bu yasa dışı operasyonla Türkiye'ye getirildiğinde, Kürt halkının ifadesiyle o gün aslında kara bir gündü. Evet, Kürtler 15 Şubata "..." (*) dediler. Bu komployu ve bu komployu gerçekleştirenleri bir kez daha lanetlediğimi buradan ifade etmek istiyorum.

Hatırlarsanız, Sayın Öcalan Türkiye'ye getirildiğinde, dönemin Başbakanı Sayın Ecevit şöyle demişti: "Öcalan'ı neden bize teslim ettiler, anlamadım." Aslında biz o gün de bunun neden yapıldığını çok iyi biliyorduk, bugün de bunun nedenini çok iyi biliyoruz. Bu komployu gerçekleştiren küresel güçlerin aslında amacı gayet açıktı. Özellikle Sayın Öcalan şahsında Kürtlere, halklara yönelik büyük bir komplo gerçekleştirmek istediler ve aslında, amaçları, halkları birbirine düşürmek ve yüzyıl sürecek bir Kürt ve Türk savaşını devam ettirmek istedikleri netti. Belki de yüzyıl sürecek bir savaşın yaşanması planlandı ve bütün bu savaş üzerinden de aslında Orta Doğu halklarının geleceğine ve Orta Doğu'ya da müdahale edilmek istendi. Bugün uluslararası komployla, aslında, emperyalistlerin farklı veçhelerle de olsa adım adım kendi emellerini, kendi amaçlarını, kendi ajandalarını işlettiklerini görüyoruz. O anlamıyla Orta Doğu'yu kendi istekleri doğrultusunda dönüştürmek isteyen bu uluslararası güçlerin karşısında durmak bugün de en büyük tarihsel sorumluluklardan biridir. 15 Şubat 1999, Orta Doğu halkları açısından, dediğim gibi, önemli bir tarihtir ve bugün ne olup ne bittiğini anlamak, tahlil etmek açısından da 15 Şubat 1999'a iyi bakmak gerekiyor. Bugün bölgemizde büyük bir altüst oluşun yaşandığını çok iyi biliyoruz, haritaların yeniden değiştirilmek istendiğini çok iyi biliyoruz ve aslında, bütün bunların ilk tohumlarının da 15 Şubat 1999'da atıldığını da yine hepimiz çok iyi biliyoruz.

Şimdi, tabii, 15 Şubat komplosuna karşı Sayın Öcalan'ın da bu komployu boşa çıkarmak için yoğun bir mücadelesi, yoğun bir çabası olduğunu ifade edelim. Emperyalistler değil, haklar kazansın diye 1999'dan, Türkiye'ye getirildiği günden bugüne bir mücadele yürüttüğünü ve emperyalistlerin "Tavşana kaç, tazıya tut." politikasını boşa çıkarmak, ifşa etmek için de yoğun çaba harcadığını yine çok iyi biliyoruz.

Bugün, her zamankinden fazla, Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümünün önünün açılması ihtiyacı da tam da bu komplo nedeniyle daha da önemlidir. Evet, aradan geçen yirmi altı yılda, Sayın Öcalan Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözüm noktasında aslında durduğu çizgiyi hiç değiştirmedi ve uluslararası bu komployu boşa çıkarmak için de her zaman çalıştı, çabaladı, kendi çözüm önerilerini, Türkiye'nin demokratikleşmesi, bölgenin demokratikleşmesi, Kürt sorununun şiddetten arındırılmış, demokratik ve barışçıl yollardan çözülmesi için de görüş ve fikirlerini her zaman söyledi.

Şimdi kritik bir eşikteyiz, yeniden 15 Şubatın arifesindeyiz ve 26'ncı yılına girecek 15 Şubat komplosu. Tam da böyle tarihî bir dönemde, aslında, İmralı'da yapılacak tarihî bir çağrının hazırlıklarının yapıldığını da hepimiz çok iyi biliyoruz. O anlamıyla, tarihsel Kürt-Türk ilişkilerinin demokratikleşmesi ve bu büyük çağrının gerçek anlamda toplumsal karşılık bulması, bu anlamıyla tecrit politikalarının, katliam politikalarının ve bütün antidemokratik yapılan işlerin ortadan kaldırılması için burada yapılacak bu çağrıya yani büyük Kürt-Türk ittifakına, Kürt sorununun demokratik çözümüne ilişkin yapılacak bu çağrıya kulak kabartmaya ve barış aklını hâkim kılmaya, barış dilini hâkim kılmaya, çözüm aklını hâkim kılmaya da -hepimiz- herkesi davet ediyoruz. Evet, bugün her kim ki Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünün taraftarıysa aynı zamanda emperyalistlerin Orta Doğu politikasını da boşa çıkaran bir pozisyon almış olacaktır. O anlamıyla, emperyalistlerin Orta Doğu'sunu değil halkların Orta Doğu'sunu, inançların Orta Doğu'sunu, kimliklerin Orta Doğu'sunu ama en önemlisi, demokratik bir Orta Doğu'yu ve demokratik bir Türkiye'yi inşa etmek bugün tarihsel bir sorumluluğumuzdur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Koçyiğit.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Bizler DEM PARTİ olarak Sayın Öcalan'ın yapacağı çağrıyı sahipleneceğimizi bir kez daha vurguluyoruz ve bu konuda üzerimize düşen bütün çabayı harcayacağımızın da altını çiziyoruz. 26'ncı yıl dönümünde komplocular kaybedecek, 26'ncı yıl dönümünde komplolar kaybedecek; tarihsel Kürt-Türk ittifakı, tarihsel Kürt-Türk barışı kazanacak diyorum bu başlık için.

Değerli arkadaşlar, şimdi, biliyorsunuz, bugün aynı zamanda İliç maden kazasının da yıl dönümü. Bu göçükte 9 işçi yaşamını yitirmişti ve ilk işçinin cenazesine elli üç gün sonra ulaşıldı; en son işçi cenazesi de bu liç yığınının altından yüz on altı gün sonra çıkarıldı. Ölenlerin isimlerini buradan anmak istiyorum: Adnan Keklik, Kenan Öz, Ramazan Çimen, Uğur Yıldız, Abdurrahman Şahin, Fahrettin Keklik, Mehmet Kazar, Şaban Yılmaz ve Hüseyin Kaya.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Koçyiğit.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Peki, bir yılda ne oldu? Bu Meclis çatısı altında bir Meclis araştırması komisyonu kuruldu, soruşturma başlatıldı, meslek örgütleri çalışma yaptı, bizler siyasi partiler olarak sahaya gittik. Soruşturma süreci boyunca birbirine benzemeyen, her biri diğerini yalanlayan bilirkişi raporlarına tanıklık ettik. En nihayetinde Anagold orada, siyanürlü liç yığını orada, tahribat orada ve riyakârlık orada durmaya devam ediyor.

Evet, 24 Mayıstaki ilk bilirkişi raporunda, aslında "çevresel etki değerlendirme olumlu" raporunda imzası bulunan yetkililer asli kusurlu bulundu. Bazı kirletici parametreler sınır değerlerin üzerinde olmasına rağmen ÇED izni verildiği görüldü. İkinci bilirkişi raporunda bizzat Bakan Kurum da sorumlu bulundu, bütün Bakanlık yetkilileri kusurlu bulundu. Bunun üzerine ne oldu? Erzincan'da soruşturmayı yürüten savcılık yeni bir bilirkişi tayin etti, o bilirkişi raporuyla da Bakanlık ve sorumlular aklandı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, toparlayın Sayın Koçyiğit.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Böylece, asli kusurlu olanların, bütün bu katliama, maden kazasına, maden faciasına giden bu yolu açanların sorumlulukları köşeye bırakılmış oldu ve yargı eliyle bir kez daha iktidar bu sorumluluktan kurtarılmaya çalışıldı.

Birkaç hafta önce burada Bolu'yu konuştuk, Kartalkaya'yı konuştuk; bugün yine kürsüde konuşacağız, birlikte topladığımız, bütün muhalefet olarak topladığımız 255 imza var ve Bakanın sorumluluğunu hatırlatacağız. Ama şunu çok iyi biliyoruz ki bu ülkede gündem çok hızlı değişiyor ve işçinin, emekçinin yaşama hakkı dâhil hiçbir hakkının karşılığı yok. Ne yazık ki sadece ve sadece başsağlığı dileyen, üzüntü belirten bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız; hiçbir zaman sorumluluk almayan, hiçbir meselede tek bir kişinin istifa etmediği ve her seferinde de "Allah bizi affetsin." diyen bir yaklaşımla karşı karşıyayız.

Şimdi, arkadaşlarımız söyledi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Bunu da söyleyip bitireceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Mikrofonu son kez açıyorum, lütfen tamamlayın.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Antep'te şu anda AKP milletvekilinin fabrikasında bir işçi direnişi var, işçiler maaşlarının artmasını istiyorlar, kendilerine toplu sözleşmeden doğan haklarının verilmesini istiyorlar ama ne yazık ki orada patronlar yüzde 30 gibi komik bir zam dayatması yapıyor. Bu yüzde 30 neye denk geliyor? 5.800 liraya. Toplam maaşları ne oluyor o zaman? 25.400 lira. Bununla Antep gibi bir kentte yaşamanın, çocuğunu okutmanın ve gerçek anlamda bir yaşam kurmanın imkânsız olduğunu çok iyi biliyorlar. Bunun için işçiler greve gitti, Valilik on beş gün yasak koydu, bu da yetmedi, çadırlarını yaktı ve orada olağanüstü hâl koşullarında işçilerin direnişini engellemeye çalışıyorlar. Hem Antep'teki hem Çayırhan'daki işçilerin yanında olduğumuzu, mücadelelerini selamladığımızı ve DEM PARTİ olarak onlar kazanıncaya kadar onlarla beraber mücadele etmeye devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum.

Genel Kurulu selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)