GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:45
Tarih:08.01.2025

DEM PARTİ GRUBU ADINA CENGİZ ÇİÇEK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi partim adına saygıyla selamlıyorum.

2025 yılının toplumsal sağlığımızın iyi olduğu bir yıl olması temennisiyle konuşmama başlamak isterim.

Evet, bizden önce de kendi arkadaşlarımız kimi hususlara değindi. Muhalefet şerhimizde de altını ısrarla çizdiğimiz bir bölüm var, onu özellikle paylaşmak isteriz.

Sağlık, toplumsal bir olgudur ve sağlıklı olma hâlini belirleyen tüm nedenler ve etmenlerle birlikte ele alınmalıdır. Bir sağlık sorunu sadece bireyin durumuna indirgenemez; altında yatan toplumsal, siyasal, ekonomik, ekolojik, kültürel ve eril tahakkümden kaynaklanan nedenlerle ele alınmalıdır. Bu anlamda, fiziksel, bedensel, sosyal iyilik hâli; eşitlik, özgürlük ve demokrasiyle ilgilidir. Sağlık hizmetlerinin ticarileşmesiyle piyasa koşullarına bağımlı hâle gelen sistem, eşitsizlikleri artırarak toplumsal sağlığımızı da tehdit eder hâle gelmiştir.

Peki, toplumsal sağlığımızı nasıl sağlayacağız? Değerli arkadaşlar, toplumsal sağlık, her şeyden önce demokratik ve eşitlikçi bir sistem inşa ederek sağlanır. Belki de her şeyden önce, demokratik ve eşitlikçi bir sistemin mücadelesini hep birlikte yürüterek toplumsal sağlığımızı sağlayabiliriz. Unutmayalım ki politik sağlığın gelişkin olmadığı her toplum, eğitimden sağlığa, çalışma hayatından doğal yaşam alanlarımıza kadar her yerde eşitsizliği ve dolayısıyla sağlıksızlığı da yaşatmaktadır. İşte tam da bu noktada, Kürt meselesi de toplumun politik sağlığını etkileyen ve doğal olarak hayatın birçok yerindeki eşitsizlikleri üreten bir sorun olarak da demokratik çözümünü beklemektedir. Her sorunun kök sorunu olduğu iddiasında değiliz Kürt sorununun ama unutmayalım ki yaşama dair, sisteme dair birçok sorunu derinleştiren ve içinden çıkılmaz bir hâle getiren sorun olarak da tariflemek mümkün.

Dün burada bir tartışma yürütüldü, yüz yıllık sistem eleştirilerimize dair belirli tartışmalar cereyan etti ve bazı arkadaşlarımız, milletvekillerimiz buna dair görüşlerini ifade etti. Defaatle söylüyoruz, biz kendi siyasal doğrularımızı birilerinin canını acıtmak için söylemiyoruz. Tarihe ve hakikate bir bağlılığımız var, saygımız var. Bakın, bizler bu yüz yıllık tarihi aynı zamanda Kürt-Türk ilişkileri bağlamında ıskalanmış bir tarih olarak değerlendiriyoruz; katılmayabilirsiniz ama bizler için yüz yıllık cumhuriyet tarihi, Kürt-Türk ilişkilerinin ıskalandığı bir tarihtir. Uzun uzadıya bu sözleri defaatle kurmaya gerek yok. Aslında bizim bu tespitlerimizi doğrulayan tarihsel vesikalar da var. Gerek sivil bürokraside gerek askerî bürokraside yüz yıl boyunca sorumluluk makamındaki kimi raporlar bizim bu iddiamızı doğrular nitelikte. Bakın, birkaç tanesini paylaşalım değerli arkadaşlarım.

10 Şubat 1922 tarihli Kürt Reform Tasarısı var, 10 Şubat 1922 tarihli ve bu reform tasarısının 18 maddesinden sadece ilk maddesini okuyorum arkadaşlar; 1'inci maddesi: "Türkiye Büyük Millet Meclisi medeniyetin icapları gereğince Kürt milleti için kendi millî ananeleriyle ahenk içinde bir muhtariyete dayalı idare kurma mesuliyetini üzerine almaktadır." 18 maddeyi merak eden arkadaşlar inceleyebilir. Cumhuriyetin ilanından öncedir ve ne hikmettir ki cumhuriyetin ilanından sonra bu vesika saklanmıştır, bu oturum saklı kalmaktadır. Şimdi, bugün bu çerçeve, bizler açısından bu vesikada ortaya çıkan çerçeve, demokratik güncellenmeyi beklemektedir değerli arkadaşlar ve bu konuda herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekmektedir.

Bir başka vesika -bakın, yüz yıl boyunca 29 rapor var ve ilgili birimler, sorumlular tarafından yayımlanmış raporlar- 1926 yılına ait bir rapor. Dönemin Elâzığ Valisi Cemal Bardakçı bu raporda şunu söylüyor, Yavuz Sultan Selim döneminden bu yana süregelen sorunu, bölgede devlet eliyle gerçekleşen katliamlara bağlıyor.

Bir başka rapor, Mustafa Kemal'in yanında birçok cephede savaşmış Korgeneral Ömer Halis Bıyıktay'ın raporu; 1931 tarihli. Rapor; Dersimlilerin eşkıya olduğu görüşünü reddediyor, Dersim'e yapılacak Türklük ve din esaslı bir harekete karşı çıkıyor.

Bir başka rapor, dönemin Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya'nın raporu; 1931 tarihli. Rapor; Dersim'e yönelik herhangi bir askerî müdahalenin gerekli olmadığını savunuyor, Dersim'de sorunun devlet eliyle yaratılmış olduğunu ifade ediyor.

Değerli arkadaşlar, Birinci Umumi Müfettiş Avni Doğan'ın 1943 tarihli raporunda aynen şu eleştiri yapılıyor, diyor ki: "Cumhuriyetin doğuya yerleşmesi, medeni milletlerin Afrika'ya yerleşmesi gibidir." Çok çarpıcı bir eleştiri ve içerden bir eleştiri.

Maliye Müfettişi Burhan Ulutan'ın raporu, 1947 tarihli; sorunun çözüm aracının Silahlı Kuvvetler, yönteminin de şiddet olmadığının altı özellikle çiziliyor.

Hepimizin malumu -burada CHP'li arkadaşlar var- ünlü SHP raporu, 1990 tarihli; bunu geçiyorum, üzerinde defaatle tartışıldı.

Bir başka rapor, Sayın Erdoğan'ın Refah Partisi İstanbul İl Başkanıyken hazırlattığı rapor. "Sorun 'Kürt sorunu' olarak tariflenmelidir. Kürtlerin etnik kökenleri sebebiyle çektikleri acının telaffuz edilebilmesinin, çözüme giden ilk adım olduğu görüşündeyiz." diyor bu rapor.

Şimdi, bu meselenin çözümüne dair cumhuriyette bir külliyat var aslında. Bizim ısrarla inkâr ettiğimiz bu külliyatın kendisi ve bugün itibarıyla Kürt sorununun demokratik çözümünün hem siyasal zeminde hem de toplumsal zeminde fazlasıyla olgunlaştığını düşünüyoruz ve bu olgunlaşmış sürece bütün siyasi partilerin katkı vermesinin elzem ve zorunlu olduğunu düşünüyoruz.

Peki, barışı neden toplumsallaştırmalıyız değerli arkadaşlar? Çünkü hepimiz biliyoruz ki Kürt sorununun demokratik temelde çözülmeden çözümsüzlük girdabına hapsedilmesi bütün toplumsal sorunları tetikliyor. Bakın, sadece Kürt sorununun çözümsüzlüğüne kırk yıldır harcanan para 4 trilyon dolar civarında. Şimdi, sağlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumunu tartışıyoruz. Bu 4 trilyon dolar -iktidar ve muhalefet "SGK'yi siz batırdınız." diye tartışadursun- savaşa ve güvenlik bütçesine ayrılmamış olsaydı şu anda SGK batmış durumda değildi. Örneğin, o 4 trilyon dolar çatışma ve şiddete harcanmasaydı bugün muhalefet belediyelerinin SGK borçlarıyla uğraşmaya tenezzül edilmezdi. O 4 trilyon dolar harcanmasaydı bugün her birimizi utandıran, başımızı eğen emekli maaşları bu düzeyde olmazdı değerli arkadaşlar. Şimdi, bunları tartışacağımız yerde ahkâm kesiyoruz, herkes birilerine bir gömlek biçiyor ve diyor ki: "Kürt siyasetinde şu şucu, bu bucu."

Değerli arkadaşlar, biz bugünlere kolay gelmedik. Kürt siyaseti, dün olduğu gibi bugün de demokratik siyaset zemininde bütünlüklüdür; her soruna, her meseleye bütünlüklü yaklaşır ve dimdik ayaktadır ama bizim karşımızdaki güçlere soruyoruz... Bakın, bir taraftan Kürt-Türk kardeşliğinden bahsediliyor, öbür taraftan Kürtlerin Rojava'daki kardeşlerine yönelik savaş dili ve savaş politikaları atbaşı gidiyor. Yetmiyor, daha bugün Tişrin Barajı çevresinde siviller katlediliyor; hakeza, Türk-Kürt kardeşliğinden bahsedenler Kürt medyasının hesaplarını kapatıyor. Daha çokça örnek verilebilir ama sormamız gereken temel soru şu; bizim neci bucu olduğumuzu boş verin de "Kürt siyaseti parçalı." diyenlere biz sormak istiyoruz: Sahi siz kaç parçasınız? Gerçekten bu sorunun çözümü için bütünlüklü bir bakış açısına ihtiyaç var diyoruz.

Muhalefete de sesleniyoruz: Bakın, değerli arkadaşlar, geçmiş çözüm süreçlerinde iktidarlar bu meseleyi iktidarını ayakta tutmanın aracı kılmaya çalıştı; muhalefet de iktidarı iktidardan düşürmenin aracı kılmaya çalıştı. Biz bu iki yaklaşıma da hep karşı çıktık, bundan sonra da karşı çıkacağız.

Son bir örnek vermek istiyorum; yıllar önce Sayın Mehmet Ali Birand'la bir sohbetimizde Kürt meselesini şöyle tariflemişti arkadaşlar, demişti ki: "Bizim önümüze haber bültenleri öncesi tekstler konulurdu. Biz, onların Kürt meselesine dair yalan haberler olduğunu bilirdik ama bile bile okurduk. Günün sonunda, yıllar sonra biz bu yalan metinleri kendimiz doğru olarak okumaya başladık ve çocuklar, Kürt meselesi benim için yalan ile gerçeğin yer değiştirmesidir."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Milletvekili.

CENGİZ ÇİÇEK (Devamla) - Yani Kürt sorunu bu yalan koridoruna hapsolmak zorunda değildir çünkü bu yalan koridorunda Kürt'e vurmanın, Kürt'e hakaret etmenin rahat ve itibarlı olduğu koşulları hep birlikte yaşadık değerli arkadaşlar. Herkes terfi aldı, Kürt'e kim küfür ettiyse terfi aldı ama bir şeyin değeri düştü: Demokratik sistemin değeri, standardı düştü ve bundan hepimiz kaybettik.

Şimdi, bu soruna magazin diliyle, özel savaş diliyle yaklaşmayacağımızı bir kez daha hatırlatıyoruz. Bakın, son dönemlerde Sayın Öcalan'la ilgili magazin dili -bu kadar tarihsel bir soruna dair magazin dili- âdeta Televole dili kullanılıyor. Bakın, kendisinin tıbba ve sağlık sorunlarına dair bir şeyini söyleyeyim: "Tıp ne kadar geliştirilirse geliştirilsin, toplumdaki hastalıkların çığ gibi büyümesini durduramamaktadır. Milliyetçilik, dincilik, iktidarcılık ve cinsiyetçilik; hem kurumsal hem de bireysel olarak sürekli hastalık üreten kapitalizmin zihinsel ve duygusal genleridir." demiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YÜKSEL SELÇUK TÜRKOĞLU (Bursa) - Hastalık değil, kurucu idaredir.

CENGİZ ÇİÇEK (Devamla) - Ve bu sorunların, hastalıkların tümü kapitalizmin çözdüğü ve dağıttığı toplumda yol açtığı doğal sonuçlardır.

YÜKSEL SELÇUK TÜRKOĞLU (Bursa) - Hastalık bu dildir, bu dildir!

BURCUGÜL ÇUBUK (İzmir) - Kes!

SERHAT EREN (Diyarbakır) - Hastalık ırkçılıktır, ırkçılık!

YÜKSEL SELÇUK TÜRKOĞLU (Bursa) - Irkçı olan da sizsiniz!

SERHAT EREN (Diyarbakır) - Sizsiniz!

CENGİZ ÇİÇEK (Devamla) - Yani biz bu sorunun çözümünü savunurken aynı zamanda dağıtılmak istenen, çözülmek istenen toplumsallığı demokratik cumhuriyet perspektifiyle tekrardan inşa edeceğiz. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)