GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:40
Tarih:20.12.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız Cevdet Yılmaz'a hoş geldin demek istiyorum, "..."(*)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve ekranları başında bizleri izleyen değerli Türkiye halkları; başta Kobani kumpas davasında tutsak edilen Selahattin Demirtaş'ı, Figen Yüksekdağ'ı, Leyla Güven'i, Ayşe Gökkan'ı, Semra Güzel'i, Bekir Kaya'yı, Selçuk Mızraklı'yı, Sevtap Akdağ'ı, İlknur Birol'u; Gezi davasında tutsak edilen Can Atalay'ı ve onun şahsında bütün Gezi tutsaklarını; iktidarın tutumunu eleştirdiği için, Filistin halkının hakkını savunduğu için tutuklanan gençleri ve eşitlik, özgürlük, demokrasi mücadelesinin bedelini zindanlarda direnerek ödeyen bütün siyasi mapusları saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Yine, temel hak ve özgürlükleri için sokakta, fabrikada, tarlada direnen emekçi halklarımızı, kadını yok sayan politikalara ve uygulamalara karşı geri adım atmadan yaşamları, hakları ve özgürlükleri için direnen kadınları, geleceksizlik ve umutsuzluk dışında bir seçenek bırakmayan iktidara karşı yaşamı ve hakları için kararlılıkla her gün mücadele eden gençleri en içten dileklerimle selamlıyorum.

Selamlamalarımın ardından da bütün bütçe sürecinde gece gündüz demeden, biz burada bu faaliyetleri yürütürken gerçekten büyük bir özveriyle çalışan bütün Meclis çalışanlarına, yasama uzmanlarına, stenograf arkadaşlara, kavaslara, çay dağıtanlara, yemek servisi yapanlara, yemekleri yapanlara yani ezcümle bu sürece katkı koyan her bir emekçi arkadaşa, danışmanlarımıza da çok çok teşekkür ediyor, buradan selamlamak istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'yi demokrasiden, eşitlikten, adaletten daha fazla uzaklaştıracak bir bütçe teklifini görüşüyoruz. Halktan alan ama halka geri vermeyen, halkın vergilerinden oluşan büyük kaynağı iktidarın kaymağına dönüştüren bir bütçenin kendisini konuşuyoruz. Bu bütçede ne ekmek var ne de adalet, halkın payına düşen ise yine yoksulluk ve yine sefalet. Bu bütçe halk için yokluk bütçesi, iktidarınız içinse varlık ve servet bütçesidir. Adil gelir dağılımı, sosyal adalet ve refah bu bütçenin neresinde? Okula aç gitmek zorunda kalan çocuklar; çocuklarının cebine harçlık koyamayan anne ve babalar; sefalet ücretiyle bırakalım ayın sonunu, ayın ortasını getiremeyen milyonlar; umudunu yitirdiği için iş aramaktan vazgeçerek bu ülkeyi terk etme arayışı içinde olan gençler; yaşam güvenliği tehdit ve tehlike altında olan kadınlar; grevi yasaklanan emekçiler bu bütçenin neresinde? 2024 yılı bütçeniz halkın, işçinin, emekçinin, emeklinin, dar gelirlinin, kadınların ve gençlerin hiçbir sorununu ne yazık ki çözmedi. 2025 bütçesi de sorunları çözmek yerine daha da ağırlaştıran bir bütçe olarak karşımızda durmaktadır. Evet, halk aç yatarken bu sistemin sahipleri ve çevresi tok kalkıyorsa ortada büyük bir kriz var demektir. Bu krizin sonucu olarak Türkiye'de gelir eşitsizliği her geçen gün daha da derinleşmekte, daha da artmaktadır. Öve öve bitiremediğiniz Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle ekonomik göstergeleri tarihin en dip seviyelerine ulaştırmayı başardınız. 2024 yılında Dünya Sefalet Endeksi'nde Türkiye 5'inci sıradadır, gıda enflasyonunda dünyanın ilk 5 ülkesinden biridir. OECD ülkeleri içerisinde yüzde 45'lik enflasyon oranıyla açık ara 1'inci sıradayız ama OECD ortalaması sadece ve sadece 3,7. İstatistiklerle "Şöyle büyüyoruz, millî gelir şöyle artıyor." demenizin hiçbir şeyi, hiçbir karşılığı yok; uydurulmuş rakamlardan oluşan matematik sizi kurtaramaz. Sosyolojiye bir bakın, toplumsal psikolojiye bir bakın, karınlarını doyurmak için umutlarını yiyen insanlara bir bakın. "Sokaklarda yürüyen insanların yüzü gülüyor mu?" diye sormak istiyoruz size. "İnsanlar yarınlarına güvenle bakabiliyor mu?" diye sormak istiyoruz size. Bunun cevabını aramanız gerekiyor çünkü ölçü tam da budur. Daha doğmamış çocukları borçlandırdınız. Türkiye, çocuk yoksulluğunda AB 1'incisi, OECD'de 2'nci sırada ve ülkede her 5 çocuktan 1'i aç olarak okula gidip geliyor. Sizler burada bütçeye "evet" oyu kullanırken binlerce çocuğun yatağa aç gittiğini, sabah okula beslenme çantası götüremediğini acaba biliyor musunuz? Sizler ellerinizi kaldırırken yoksulun tenceresinin kaynamadığını gerçekten görüyor musunuz, biliyor musunuz? Aile Bakanlığı verilerine göre 4 milyon hane yardıma muhtaç. Ne demek bu? Toplam 15 milyon yurttaş aslında sosyal yardımlarla yaşama tutunmaya çalışıyor. O anlamıyla, siz, sosyal refahı değil muhtaçlığı artırdınız. Bakın, yoksulluk sınırı 70 bin TL, açlık sınırı 22 bin TL. Peki, asgari ücret ne kadar? Sadece ve sadece 17.002 TL. Emekli maaşı ne kadar? 12.500 TL ve yaklaşık 4 milyon emeklinin kök ücreti 10 bin TL'nin altında. İşte bu tablo yanlış ekonomi politikalarınızın ve yanlış tercihlerinizin bir sonucudur çünkü ekonomi politikalarınızın merkezinde insan yok, doğa yok, yaşam yok. O anlamıyla, bunun yerine koyduğunuz aslında sermaye var, rant var, talan var. Yani aslında sosyal adalet yok, sosyal adalet sadece Anayasa'da yazan cümleden ibaret oldu. Peki, ne var? İhale var, birilerini ihya etme var. Bir avuç insanın şatafatı için milyonlar sefalet içinde yaşıyor. Halka yaşam garantisi yok ama yandaşlarınıza, müteahhitlerinize bolca dolar garantisi var, hazine garantisi var.

Bakın, bu politikalarınızın sonucunda sermaye giderek büyürken emek ise küçülüyor. Emeğin millî hasıladan aldığı pay her geçen gün geriliyor. İşsizlik Fonu'na dahi göz koyan bir anlayışınız var, Fonu işsizlere değil, patronlara tahsis ettirdiniz. İşsizlik Fonu'nun adını da değiştirin "sermayeye, yandaşa kıyak fonu" diye; biz buradan isim önermiş olalım. Her koşulda sermaye hep kazanan olurken emekçiler ise hep kaybeden oluyor yani aslında sizin açınızdan kasa hep kazanıyor, hep kazanıyor.

Şimdi, enflasyonu düşürmek için acı reçeteyi sürekli halka yazıyorsunuz, tüm yükü ücretlilerin ve emeklilerin omuzlarına yıktınız. Şerbeti siz, baldıran zehrini bu ülkenin emekçi milyonları içiyor. Bu hak mıdır, bu reva mıdır? Adalet bunun neresinde? Vergilerle, zamlarla yurttaşın canına okurken yandaş şirketlerinizin borçlarını bir bir affettiniz, teşvikleriniz ve kredilerinizle yandaşlarınızı ihya ettiniz. Bugün milyonlar tarihin en büyük borç ve haciz kıskacında çırpınıyor; kitabını yazdığınız ekonomi ortada. Şimdi, gidin, sokaklardaki umutsuzluğun, sefaletin filmini çekin.

Bugün halkın en önemli gündemlerinden biri asgari ücrettir. Seçim sürecinde yılda 2 defa asgari ücrete zam yaparken seçim sonrası bunu teke indirdiniz. Bu, emekçilerin değil iktidarın aslında kendi hesaplarını, kendi siyasi hesaplarını gözettiğini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Sizin derdiniz seçim, halkın derdi ise geçim; halkla aranızdaki uçurum bu kadar büyük işte. Bugün asgari ücret genel ücret olmuş durumda, milyonlarca aile asgari ücretle yaşamaya mahkûm edilmiş durumda. Sene başında 17.002 TL olan asgari ücretin, yüksek enflasyon karşısında reel alım gücü sadece 12.000 TL oldu yani açlık sınırının altında kaldı. Siz bu ücretlerle, bırakın bir ayı, bir gün bile yaşayabilir misiniz; gerçekten bunu sormak istiyoruz. Buradan da söylüyoruz: Gelin, asgari ücreti en güncel yoksulluk sınırının yarısı oranında artıralım. Asgari Ücret Tespit Komisyonunu demokratikleştirelim, yapısını katılımcı ve çoğulcu yapalım; sendikadan yana, işçiden yana, emekçiden yana bir yapıya bir büründürelim. Çağrımızı buradan yenilemek istiyoruz: Sendika temsiliyeti artırılmadan, sadece Cumhurbaşkanının lütfuyla belirlenmiş bir asgari ücretin bu ülkedeki milyonların yarasına derman olmayacağını görmeniz gerekiyor. Buradan, tüm baskılara, ağır çalışma koşullarına rağmen, madenlerde, fabrikalarda, iş yerlerinde grev yasaklarına rağmen hakkını savunan, direnen tüm emekçileri de selamlıyorum. DEM PARTİ olarak yanınızdayız; mücadeleniz mücadelemiz, sözünüz sözümüzdür. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Sevgili kadınlar, evet, bu bütçede kadın yok, kadının adı da yok. Kadınlar ayrımcılığın, yoksulluğun, şiddetin en ağır yükünü taşımaya devam ediyorlar. Kadına yönelik şiddetle etkin mücadele edilmiyor ve yasa uygulanmıyor. Kadınlar koruma altında öldürülüyor, 6284 esnetiliyor, tazyik hapsi uygulanmıyor. İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin bedelini kadınlar yaşamlarıyla ödüyor. Şüpheli şekilde hayatını kaybeden Rojin Kabaiş'in kaybedilmesinin ve katledilmesinin üstünün kapatılması gibi örnekler aslında iktidarın bu alandaki yetersizliğini açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor. Kadınlar evlerinde, sokaklarında, iş yerlerinde güvende değiller. Sığınmaevleri ve ŞÖNİM gibi güvenlik mekanizmaları hâlihazırda yetersizliğini koruyor. İktidarın şiddetle mücadelede sınıfta kaldığını bir kez daha buradan ifade etmek istiyoruz. İktidarın kadın düşmanı politikalarıyla birleşen ekonomi politikaları yüzünden kadınlar yoksulluğu, işsizliği iliklerine kadar yaşıyor ve hissediyor.

Bütçede kadınlara ayrılan kaynaklar aile vurgusunun gölgesinde kalıyor. İktidar, kadınların kazanımlarına göz dikiyor, eş başkanlık sistemini bertaraf ederek kayyum politikalarıyla kadınların örgütlü mücadelesini hedef alıyor. Kadınların yönettiği belediyelerin açtığı destekevleri, sığınmaevleri, alo şiddet hatları ve kreşler birer birer yok ediliyor. Buna karşın, biz, tüm alanlarda toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçeleme yaklaşımını hayata geçirmek için canla başla çalışıyoruz. Erkek egemen sistem baskı ve cezasızlık politikalarıyla erkek şiddetini teşvik ederken biz kadınlar bu düzeni değiştirmek için direnmeye devam ediyoruz. İpek Er'den Gülistan Doku'ya, Pınar Gültekin'den Hande Kader'e kadar şiddet gören ve katledilen kadınların hesabını sormak bizim açımızdan tarihî bir sorumluluktur. "..." (*) diyerek özgürlüğe, eşitliğe ve dayanışmaya olan inancımızla, mücadeleye devam ediyoruz. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Kadın özgürlüğü ve feminist mücadele bu ülkede en güçlü, yıldırılamaz dinamik olmaya devam edecektir. Erkek devletin tüm baskılarına karşı kadın dayanışması kazanacaktır. İstanbul Sözleşmesi'ni feshederek kadınların durdurulabileceği yanılgısına kapılabilirsiniz ama ben size söyleyeyim, kadınların mücadele sözleşmesini, "..."(*) sözleşmesini asla durduramayacaksınız. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

(Mikrofon kapandı)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adalet üretmeyen bu bütçe tabii ki mevcut sistemin bir ürünü olarak karşımızdadır. Bütçeniz, yönetim sisteminizin bir röntgenidir. Kuvvetler ayrılığı dengesini ortadan kaldırarak yasama, yürütme, yargı başta olmak üzere gücü kendisinde toplayan, yurttaşı ise hakları ve kazanımlarıyla birlikte daha da güçsüzleştiren, muhtaçlaştıran bir Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin yarattığı çoklu krizleri hep beraber yaşıyoruz. Güçlü demokrasi, gerçek adalet, hukukun üstünlüğü, herkesi kapsayan bir özgürlük anlayışı sisteminizin neresinde? "Yeni sistem" dediniz, hukukun üstünlüğünde, insan haklarında, demokratik standartlarda, düşünce ve basın özgürlüğünde Türkiye'yi uluslararası endekslerde en sona yerleştirmeyi maşallah başardınız. Dış politikanızdan Kürt kazanımlarını hedef alan planlarınızı çıkardığımızda geriye bir dış politikanız kalmaz. İç politikanızdan yasakları, hukuksuzlukları, kayyumları, kumpasları çıkardığımızda bir iç politikanız kalmaz. Ekonomik politikanızdan yandaşları zengin etmeyi, israfı, yolsuzluğu, talanı, faizi, rantı çıkardığımızda geriye bir ekonomi politikanız kalmaz. Yargı sisteminizden özel, istisnai hukukunuzu, siyasi yargılamalarınızı çıkardığımızda geriye ortada bir şey kalmaz. İşte, sistemimizin özeti tam da budur. Oysa "Vesayeti, statükoyu kaldıracağız." dediniz, yerine yargı vesayetinizi, kayyum vesayetinizi ve siyasi vesayetinizi koydunuz, toplumu âdeta kuşattınız; Parlamento üzerinde yürütmenin vesayetini sağladınız, şimdi tahkim etmeye çalışıyorsunuz.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz, iki gün önce burada, bu kürsüde konuşurken şöyle bir ifadede bulundu: "Geçmişte bu ülke halktan yetki ve rıza almadan yönetme hakkını kendinde gören topluluklar gördü." dedi. Doğru ama buradan sormak istiyorum Sayın Yılmaz'a: Vesayet bittiyse kayyumlar hangi halktan yetki alıyor? Hangi halktan rıza aldı kayyumlar? Var mı bir cevabınız? Sayın Yılmaz'a buradan sormak istiyorum.

Yine, Sayın Cevdet Yılmaz, şu kürsüde konuşurken "Meclisteki milletvekili arkadaşlarımızın yaklaşık yüzde 45'i doğrudan söz alarak bütçe müzakerelerine katkıda bulunmuştur." dedi, az önce Sayın Meclis Başkanımız da açılış konuşmasında aynı noktanın altını çizdi. Peki, buradan yine soruyorum: Sizler muhalefetin sunduğu katkının, yaptığı önerilerin tek bir tanesini gerçekten dikkate aldınız mı, bu bütçede 1 virgül oynattınız mı, 1 cümlenin yerini değiştirdiniz mi? Hayır. Parlamentonun etkisini ve gücünü giderek zayıflattınız, denetim yetkisini ortadan kaldırdınız. Atanmış bakanlarınızın muhalefetin eleştirilerini ve önerilerini yok sayan kibirli, üstenci, seçilmiş iradeye, siyasi muhalefete ayar verme çabası, pervasız çıkışları; işte bu vesayet ilişkisinin en iyi özetidir. Oluşturduğunuz yürütme sisteminin halkla, halk iradesiyle, seçilmişle, sandık iradesiyle, emekçiyle, hak arayanlarla, demokratik siyasetle gerçekten bir sorunu var. İstiyorsunuz ki herkes biat etsin, hiç kimse itiraz etmesin, sesini yükseltmesin, sizi eleştirmesin ve hak talep etmesin; aslında kendiniz için dikensiz bir gül bahçesi istiyorsunuz ama söyleyelim: Öyle bir dünya yok, bu hayaliniz asla gerçekleşmeyecek; yanlışlarınızın karşısında toplumsal itirazlar yükselmeye devam edecek, siyasal itirazlar yükselmeye devam edecek, halk yaptığınız yanlışlara ses çıkarmaya devam edecek. Bu da böyle biline.

Her defasında yurttaşa, siyasal ve toplumsal muhalefete yasaları hatırlatan sizlersiniz ama söz konusu iktidarınızın siyasal öncelikleri olduğunda AYM ve AİHM kararlarını tanımayan da yine sizlersiniz, Anayasa'yı rafa kaldıran ve yargıyı siyasallaştırarak kendi emrine sokanlar da yine sizlersiniz. Hukuk devleti ilkesini yerle yeksan ettiğiniz gibi, sosyal devleti de ortadan kaldırdınız. Hep beraber ellerinizi Fatiha için kaldırabilirsiniz.

Depremde, yangında, selde, afette, pandemide yoktunuz; halkı kendi çaresizliğiyle baş başa bıraktınız. Önceliğiniz hep iktidarınız, yandaşlarınız, holdingleriniz oldu. Sistemi şirketleştirdiniz, şirketleri de sistemleştirdiniz. Bu hakikati ve bu gerçeği görmeniz gerekiyor, pratiğinizle yüzleşmeniz gerekiyor, "Bu ülkeyi nasıl bu hâle getirdik?" diye kendinize sormanız gerekiyor. İçinde bulunduğumuz 2'nci yüzyılın tarihsel sorumluluğu, cumhuriyeti güçlü demokrasi, gerçek bir adalet ve kalıcı, onurlu bir barışla, hak temelli, eşit yurttaşlıkla buluşturmaktır; ülkeyi krizlerden çıkaracak yol haritası budur. Halka ve ülkeye asla kazandırmayan yolunuzu da haritanızı da değiştirmekle karşı karşıyasınız. Değişimden, dönüşümden kaçamazsınız. Değişmeyenin aşıldığı bir çağda yaşıyoruz ve bu gerçeği hiç kimse göz ardı edemez, etmemelidir.

Sayın milletvekilleri, değerli halklarımız; dünyadaki savaşların, toplumsal çatışmaların temelinde aslında ulus devlet modeli yatmaktadır. Ulus devlet, organize sömürü düzeni ve şiddet tekeli demektir çünkü "ulus devlet modeli" toplumsal çeşitliliği, renkliliği, farklılığı tekliğe indirgeyen, toplumsal gerçekliği tek bir potada eritmeyi hedefleyen bir modelin adıdır. Türkiye de yüz yılı aşkın bir süredir farklı kimlik, inanç ve kültürleri inkâr ederek ayakta kalmaya çalıştı; başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere, farklılıklara karşı tekleştirici politikalar uygulandı. Kadınların özgürlük mücadelesi büyük baskılarla karşılaşmış, işçi sınıfının mücadelesi ve sendikal örgütlenmeleri askerî darbeler dâhil şiddetle karşılık bulmuştur. Bakın, sadece bir örnek vereceğim: Alevilerin bu ülkedeki eşit yurttaşlık talebi sürekli reddedilmekte, cemevlerinin ibadethane statüsü kabul edilmemektedir. Oysaki Alevi, Ezidi, Hristiyan, Musevi inancında veya herhangi bir inançta olmayan tüm yurttaşların ortak vergileriyle finanse edilen Diyanet İşleri, toplumun sadece bir kesimi için hizmet üretmektedir. İnançları tekleştirmeye çalışan bir politikanın varlığı, bu tekçi ulus devlet sisteminin yapısal sorunu olarak karşımızda durmaktadır. Alevileri ve cemevlerini kontrol altına almak için Kültür Bakanlığına bağlı Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığını kurdunuz. Çözümünüz gerçekten bu mudur? Bir inancı siyasi iktidarın güdümüne sokmaya çalışmak çözüm müdür? Oysa Aleviler hiç kimseden sadaka ve lütuf beklemiyorlar, Alevi toplumunun tek bir beklentisi vardır; gasbedilen eşit yurttaşlık haklarının bir an önce teslim edilmesidir. Bütün inançların, kimliklerin, kültürlerin talebi eşit yurttaşlık ve özgürlüktür, artık görmeniz ve kabul etmeniz gerekir. Tekçilik politikasıyla farklılıkları tekleştiremezsiniz; Kürtleri kendi kimliğinden, Alevileri kendi inancından, farklı tüm kimlikleri kendi kültürlerinden koparamazsınız; tek kimliğe, tek inanca, tek mezhebe, tek bakış açısına indirgeyemezsiniz. Baskı ve şiddet politikası devletin ulusunu bir arada tutmaya yetmez, tutamaz; toplumsal barışı ve birlikteliği sağlayamaz. Halklar, demokratik ulusun içerisinde kendini o toprağa, o göğün altına ait hissettiği sürece bütünleşir. O aidiyeti sağlamanın tek yolu da yurttaşın kendi kimliğiyle kendi gibi varolup yaşam kurabilmesini sağlayabilmektir. Bundan korkulmaması gerekir ancak böyle vatan ortaklaşır, ancak böyle cumhuriyet demokratikleşir, ancak böyle bir arada yaşanır, ancak böyle ortak gelecek tahayyülü kurulabilir, ilerletilebilir. Çözüm, ulus devletin tek tipleştirici pratikleri karşısında yer alan ve demokratik, eşit, özgürlükçü, çoğulcu ulus gerçeğine dayanan demokratik ulus paradigmasını hayata geçirmekten, tüm farklılıkları tanıyarak onları güvence altına alan, farklılıkları devlet ve toplum için bir tehdit olarak değil zenginlik olarak gören anlayışı geliştirmekten geçer. İşte, bu demokratik gelecek ancak cumhuriyetin de demokrasiyle buluşmasıyla mümkün olabilir. Dışlayan değil kapsayan, inkâr eden değil ikrar eden, ayırımcılık yapan değil eşitlikte birleştiren bir demokratik sistem, yeni bir toplumsal sözleşme, bu toprakların, halklarımızın, hepimizin hakkıdır.

Sayın Başkan, değerli hazırun; bakınız, değişmesi gerektiğini söylediğimiz sistemin yarattığı toplumsal yıkımların ve acıların en yoğun yaşandığı aylardan biri olan aralık ayındayız. Aralık ayı, bu coğrafyada toplumun belleğinde derin izler bırakan Roboski katliamının da aynı zamanda yıl dönümü. Burada hakikatler gün yüzüne çıkarılmadı, geçmişle yüzleşme sağlanmadı ve cezasızlık politikalarıyla failler ve emri verenler sürekli olarak korundu. İşte, bu sistemin toplumda yarattığı en büyük kırılmalardan biridir cezasızlık politikasının kendisi. Bu politika, yaraları daha da derinleştirmektedir. Siz dosyanın kapandığını düşünebilirsiniz ama bu yaralar toplumsal hafızadan asla silinmez. 2024 yılının ilk on bir ayında 709 mapus yaşamını yitirdi. Bu nasıl oluyor, bir düşünün; bu, sizin iktidarınızda oluyor. Hasta tutsakların yaşamlarının son dönemlerini bile ailelerinin, sevdiklerinin yanında geçirmesine izin vermeyen, gerçekten ceberut bir sistemle karşı karşıyayız. Hasta tutsakları ölüme mahkûm eden bir düzenle karşı karşıyayız.

Alenen bir istisna hukuku uygulanıyor. Hukuk, bir yandan halka karşı suç işleyenlere cezasızlık zırhı olurken muhalif kesimlere yönelik de bir intikam aracına dönüştürülüyor. Tehdit olarak görülen yurttaşlar yargı eliyle sindirilmeye çalışılıyor. Bu hukuksuzluğu kabul etmemizi mi istiyorsunuz? Asla. Bugün Hatay halkının seçilmiş iradesi yani vekili Can Atalay, Gezi'nin intikamını almak amacıyla cezaevinde rehin tutulmuyor mu? Bu Meclis, Anayasa Mahkemesinin kararını her gün uygulamayarak demokrasiye kaybettirmiyor mu? HDP eski Eş Genel Başkanlarımız ve onlarca siyasetçi yoldaşımız, Kobani'de IŞİD karanlığına karşı çıktıkları için ve IŞİD Kobani'de yenildiği için şu anda cezaevinde rehin olarak tutulmuyorlar mı? Arkadaşlarımıza dört yüz yılı aşkın cezalar verildi, AİHM'in kararlarına rağmen sekiz yıldır tutsaklar. IŞİD'e karşı direnenlere ceza verilirken IŞİD adına katliam yapanlarsa dün Yargıtay kararıyla tahliye edildiler.

Şimdi söyleyelim: Sözün tam bittiği yerdeyiz; tuzun koktuğu, suyun çürüdüğü bir eşikteyiz. Bu gerçekleri yok mu sayalım, görmezden mi gelelim? Hukuk ve adalet terazisindeki bu ikilik bir asırdır halklarımıza dayatılan tekçi, retçi, inkârcı sistemin bir sonucudur; bunu görmeniz gerekiyor. Eduardo Galeano "Adaletsizlik iktidarın yiyeceğidir." der. Hukuku çiğnediniz, yasaları yediniz, kanunları bitirdiniz; bu ülkenin ekmek kadar, su kadar en temel ihtiyacı gerçek bir adalet ve hukuk sisteminin inşasıdır. Hakikatle yüzleşme ve gerçek, onarıcı bir adaletin tesisi demokrasinin olmazsa olmazıdır. Onun için 85 milyon adına buradan haykırıyoruz: Adalet! Adalet! Adalet! (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli halklarımız; yanı başımızda Suriye'de yaşanan kriz hâli tüm coğrafyayı etkileyebilecek bir potansiyel barındırmaktadır. Suriye halklarıyla çözümde, barışta ve demokraside buluşmayan, baskıda, çözümsüzlükte ısrar ederek ayakta kalacağını düşünen rejim çöktü. Suriye halkları şimdi bir belirsizlik ve istikrarsızlık içerisinde ortak geleceğini arıyor. Esad sonrası ortaya çıkan güçler, Suriye'de siyasi istikrarı sağlamak, toplumsal barışı tesis edip halkların savaşsız, çatışmasız ve özgürce yaşamasına katkı sunmak yerine halkların canı ve kanı pahasına bu topraklardan pay kapma siyaseti izliyor. Suriye için kritik olan, halkların ortak bir geleceği, demokrasiyi ve barışı birlikte inşa edebilmesidir. Suriye halkları kendi geleceğini kendisi belirleyecektir, buna saygı duyulması gerekir. Kürt halkı, 2011'den bu yana kuzeydoğu Suriye'de, Rojava'da büyük bedeller ödeyerek topraklarını ve bu topraklardaki bütün halkları savunmaya, korumaya devam etti; yaşadığı toprakları ve yaşam alanını çetelere karşı korudu, IŞİD'e karşı korudu. Aynı zamanda, bütün dünyanın yakından takip ettiği üzere sadece Suriye için değil Orta Doğu için umut olan her kimliğin, her inancın ve özellikle de kadınların eşit, özgür olduğu bir yaşamı ve yönetim modelini inşa ettiler. Fakat bugün özellikle iktidarın Kürt karşıtı dış politikasıyla Suriye'de tek güvenli alan bu topraklar bir kez daha istikrarsızlık ve kaos alanına dönüşme riskiyle karşı karşıyadır. Kuzeydoğu Suriye yönetiminin hangi yetkilisi konuşursa diyalog, iş birliği ve görüşme çağrısı yapıyor; Türkiye için bir tehdit oluşturmadıklarını söyleyip duruyorlar ama iktidar tüm bu çağrılara kulaklarını tıkıyor. Kürtlerin birlikte yaşadığı halklarla ortak bir gelecek kurma arayışını, ortak kazanımlarını boğmaya çalışmak, oradaki çete iş yapılarıyla iş birliği arayışına girmek ne Suriye halklarına ne de Türkiye halklarına ne de Türkiye'ye hiçbir şey kazandırmaz. Kürtleri Suriye'de nefes alamayacak hâle getirmek için bütün imkânlarınızı seferber etmek sizlere ne kazandıracak? Sormak istiyoruz. Bu topraklara ne kazandıracak? Halklarımıza ne kazandıracak? Geleceğe ne bırakacak? Sormak istiyoruz. Suriye'de izlediğiniz "Kürt kazanmasın." politikasının burada, Türkiye'de yaşayan milyonlarca Kürt'ün duygularında yaratacağı kırılmayı görmeniz gerekir. Bakın, Rojava'da sivil yaşam alanlarına yönelik yapılan SİHA saldırıları aralıksız sürüyor. Yapılan saldırılarda dün özgür basın emekçileri Nazım Daştan ve Cihan Bilgin katledildi. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Bu 2 resme iyi bakın çünkü Nazım Daştan ve Cihan Bilgin 2014 yılında IŞİD saldırılarını ve buna karşı Rojava halkının, Kobani halkının verdiği o destansı mücadeleyi anbean, saniyesi saniyesine Türkiye'ye ve dünyaya, dünya halklarına duyurmuş 2 gazeteciydi ama ne yazık ki bugün SİHA saldırısı sonucunda katledildiler. IŞİD'in saldırılarına tanıklık eden bu gazeteciler bugün artık aramızda yoklar. Bu tablo, size bir şey anlatıyor mu? Bizim için çok şey anlatıyor. İnsanlığa karşı işlenen bu saldırıyı kınıyor, basın emekçilerini saygıyla anıyor ve buradan yüreği yanan bütün halkımıza da başsağlığı dileklerimizi iletmek istiyorum. İktidarı, savaş hâlinde bile basının dokunulmazlığını güvence altına alan uluslararası sözleşmelere uymaya, bu sözleşmelerin gerekliliklerini yerine getirmeye ve bu saldırıyla ilgili derhâl açıklama yapmaya çağırıyorum.

İnsanlığa karşı işlenen suçlara artık son verilmelidir. Bu konuda biz sürekli uyarıyoruz, dünya uyarıyor; çözüm yolunu da gösteriyoruz, bu politikalarınız bugün olduğu gibi uzun vadede de daha büyük sorunlar ve istikrarsızlık yaratacaktır. Kürt sorunu böyle çözülmez, Kürt-Türk kardeşliği böyle kurulmaz. Buradan bir kez daha çağrı yapıyoruz: Suriye'de demokratik geçişin sağlanması ve yeni bir toplumsal sözleşmenin yapılabilmesi için yapıcı bir politika izleyin, barışçıl bir politika izleyin, diyaloğu esas alın diyoruz. Suriye barışına katkı sunun. Orta Doğu'da yaşayan bütün halklara eşit yaklaşın. Kürt halkı dâhil bütün kesimlerle diyaloğunuzu geliştirin. Enerjinizi Suriye barışına harcayın. Kuzeydoğu Suriye, Türkiye için asla bir tehdit değildir, istikrar ve barış bölgesidir, bugün Türkiye'nin sınırını koruyan en güvenli yerdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - İki dakika rica edeceğim, çok az kaldı Başkanım.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, görüşmelerin sonuna geldik, her grubun yetmiş dakika söz hakkı var. Eğer müsaade ederseniz konuşmacılara sadece sözlerini tamamlamaları için ilave bir dakika süre vermenin uygun olacağı kanaatindeyim, zaten diğer arkadaşımız devam edecek.

Buyurun.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Kürt halkının uzattığı diyalog elini tutmanız, Kürt-Türk ittifakını oluşturmanız, burada, Kürt sorununun çözümünde tarihsel bir rol oynayacaktır. Bir yandan Türkiye'de Kürt sorunuyla ilgili adım atacağını söyleyip diğer taraftan Suriye'de ise tam tersi bir politika izlemek çözümsüzlüğü derinleştirir. Bakın, günlerdir bu konuyu konuşuyoruz, çözümü konuşuyoruz. Bu meselenin çözümü konusunda Türkiye artık tarihî bir karar aşamasındadır. İnkâr, çatışma, şiddet zemininde bu sorunun çözülmeyeceği defalarca netleşti; bir yüzyıl daha böyle gitmez ve gitmeyecek de.

Sayın Başbakanın, Sayın Erdoğan'ın 3 Mart 2013'te bu Meclis kürsüsünde yaptığı bir konuşmayı hatırlatmak istiyorum. Şöyle diyordu kendisi: "Sorunların üzerini örtmek, sorunları ertelemek ya da görmezden gelmek, Türkiye'yi bir süre idare etse bile daha sonra tedavisi zor yaralara yol açar. Bu mesele, sadece askerî tedbirlerle çözülebilecek bir mesele değildir. Bugün gelinen nokta muhasebe noktasıdır."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Tamamlayacağım Sayın Başkanım, konuşmam yarım kaldı. İki dakika müsaade ederseniz...

SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - İki dakika yapın Sayın Başkanım. Yılda 2 defa Meclisi yönetiyorsunuz.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Evet, son konuşma çünkü yarım kalsın istemiyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Teşekkür ederim anlayışınız için.

Yine, Sayın Öcalan 2013-2015 arasında yürüyen diyalog ve görüşme sürecinde ne demişti hatırlayalım: "Türkiye'nin ve bölgenin kurtuluşuna ve tam bir demokratik cumhuriyetin inşa edilmesine giden süreçte her kim ki demokratik hamleleri geciktirirse kaos ve çatışma şartlarına davetiye çıkarmış olur." Evet, tarih aktı ve bugün aslında bütün hakikatler ortada.

Şimdi, İmralı bugün de aslında aynı noktada durmaya devam ediyor, çözümü ısrarla savunmaya devam ediyor. En son kamuoyuna gönderdiği mesajında bunu da açıkladı, "Tecrit devam ediyor; koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim." dedi. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Son bir dakika, bitiyor Başkanım, son.

BAŞKAN - Eşit bir uygulama yapacağız. Hakikaten yeterince süre var, yetmiş dakika her grup için önemli bir süre. Sadece sözlerin tamamlanması için bir artı bir vereceğiz yoksa bitmez bu görüşmeler.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Tamam.

BAŞKAN - Buyurun.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Siz her ne kadar unutsanız da geçmişteki sözlerinizi yeniden hatırlatacağız. Sorunların üzerini örtmeyin, ertelemeyin, siyasi çözümün önünü açın, yanlış politikalarınızdan dönüş için hâlen bir fırsat var, tren kaçmış değil. Bunun doğru değerlendirilmesi gerekir. Anlamsız çatışma politikasını sürdürmek yerine anlamlı bir müzakere herkese büyük kazandırır.

İnanın ki Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak için Ürdün'de Doha'da yürüttüğünüz arka kapı diplomasisinin onda 1'ini çözüm için yürütseniz, İmralı'yla diyalog geliştirseniz hem bölge hem Türkiye hem de bütün ülke kazanacaktır. İktidarıyla muhalefetiyle bütün partilere sesleniyoruz: Gelin, yeni bir dönemi birlikte başlatalım. Demokratik çözüm ve barış için diyaloğun, müzakerenin yolunu birlikte açalım.

Gandi şöyle der: "Barışa giden yol yoktur, barışın kendisi bir yoldur." Gelin barışı yol eyleyelim, gelin barışın anahtarı biz olalım diyorum.

Genel Kurulu ve halklarımızı saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)