| Konu: | BDP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 27 |
| Tarih: | 01.12.2011 |
ALİ KÜÇÜKAYDIN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; BDP grup önerisinin aleyhinde AK PARTİ Grubu adına söz aldım.
Değerli arkadaşlarım, 8'inci Cumhurbaşkanımız Sayın Turgut Özal, o dönemin yine Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve yine o dönemde gerçekten bu ülkede çok değişik, yenilikçi bir hareketin içinde bulunan Adnan Kahveci, her 3'ünün de ölüm yılları hemen hemen aynı döneme rast geliyor yani 1993 yılında bir şekilde vefat ediyorlar. Tabii, bunun 2 tanesi kaza şeklinde cereyan ederken birisi de farklı şekilde cereyan ediyor. Bu 3 devlet büyüğünü tahlil ettiğimizde, başta Sayın Cumhurbaşkanımız, rahmetle andığımız Turgut Özal olmak üzere Cumhurbaşkanımız ve uzunca süre ülkemizi yöneten Başbakan olarak, ülkemizin kaderinde çok değişik yenilikleri getiren bu değerli devlet büyüğümüz de evinde vefat ediyor ve orada, işte, hepimizin bildiği neticeler.
Hepsinin müşterek olan bir başka tarafı var, üçü de bu memlekette gerçekten şeffaflıktan yana, aydınlıktan yana, her şeyin daha aydın olmasından yana bir karakter izlediklerini görüyoruz.
Mesela biraz önce Değerli Milletvekilimiz "Siz o bölgeye gidebildiniz mi, gidiyor musunuz?" dedi. Ben daha rahat olmaları için şunu söyleyeceğim: Mesela, ben, o dönem?
SIRRI SAKIK (Muş) - Size söylemedim. Bunu size söylemedim.
ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) - Estağfurullah.
Yok, bana söylemediğinizi biliyorum. Yani bir şeyi daha rahat olma, rahat anlatmak için söyleyeceğim.
Mesela ben o dönemde, sözgelimi Diyarbakır'ın Kulp'una da, Lice'sine de, Hani'sine de, Hazro'suna da, Bismil'ine de, Çermik'ine de, Çüngüş'üne de evine gider gibi giden bir idareciydim. Yani çok rahat gidiyordum, onlarla çok iyi ilişkilerim vardı. Mesela Kulp'un kırsalındaki bir köyün muhtarıyla da bir büyüğüyle, bir kardeşiyle konuşur gibi konuşma rahatlığını gösteriyordum. Bunu, şu anda aramızda olan bazı Diyarbakırlı arkadaşlarımız da çok iyi bilirler.
Ve o dönemde, yine biz, mesela 1991 yılında, çok değerli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal, Diyarbakır konuşmasını, mitingini yapmak üzere geldiğinde, o mitingi organize edenlerden birisiydim. Dolayısıyla, orada Cumhurbaşkanımız şunu diyordu kalabalıklara: "Ben size ne yapıyorum, ne getirdim biliyor musunuz? İşte, Kürtçenin önündeki yasağı kaldırdım." Yani böyle, bu şekilde mesajlar veriyordu. Yani bu canlı mesajlara?
Yine, aynı dönemde Jandarma Genel Komutanı, gerçekten çok saygın bir asker olan Eşref Bitlis'in, o dönemde, o bölgede yaptığı çalışmaların da bazısına şahit olan, bazısına da bizatihi toplantılarına katılan birisiydim.
Yine, daha sonraki dönemde Değerli Cumhurbaşkanımızın cumhurbaşkanlığı döneminde de, Diyarbakır'da Kürt realitesiyle ilgili başka başka konularla ilgili birçok toplantılarına katılan birisiydim.
Değerli arkadaşlar, "Faili meçhul" diyoruz. Adı üstünde, meçhul olan bilinmeyen demektir, görülmeyen, araştırılamayan, ortaya çıkarılamayan demektir. Şimdi, biz bir meçhulle bir başka meçhulü suçlamaya kalkarsak otomatikman, direkt; bu yanlış olur yani şu kadardır, bu kadardır, bir arkadaşımız farklı bir sayı söyledi, bir arkadaşımız bir farklı sayı söyledi; yani faili meçhullerle birtakım devlet birimlerinin? Bunu sadece bu döneme özgü olarak konuşmuyorum yani 1984'ten bugüne demiyorum, daha önce, tarihimizdeki birtakım hadiseleri de o günün şartlarında tahlil etmeyip, o günün şartlarıyla değerlendirmeyip 2011'e getirir ve 2011'deki çok değişik, ülkelerin çok farklı mesafeler katettiği, çok farklı yerlere geldiği, demokrasi anlayışının, özgürlük anlayışının çok farklılaştığı, daha doğrusu dünyanın küçüldüğü bir dönemde, siz o dönemin olaylarını getirip bugüne, hatta 1980'lerin olaylarını bugüne getirip ve bugünün mantığıyla, bugünün bakışıyla değerlendirirseniz çok yanlış bir şey yapmış olursunuz.
SIRRI SAKIK (Muş) - O zaman, sizin 1938'i getirdiğiniz ne peki?
ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) - Olayları değerlendiren arkadaşlarımızın mutlaka içinde bulunulan günü de değerlendirmesi, bilmesi lazım.
Mesela Kulp'tan gelen bir muhtar ne acılar çektiğini dişleri parlayarak bana anlatıyordu, diyordu ki: "Sayın Valim, ben sizin yanınızda çok rahatım, çok rahat konuşuyorum, aynen bir yakınımla, bir kardeşimle, bir ağabeyimle, bir kardeşimle konuştuğum gibi konuşuyorum." Bunu şey için söylüyorum, yaşanmış hadiseler bunlar. Mesela, bana "PKK militanı geliyor, benden ekmek istiyor -buradan bir şeye geleceğim- ben `Vermem.' diyemiyorum çünkü ben Kulp dağlarında korunmasız bir insanım, beni direkt öldürüyor o zaman ya da aileme, efradıma birtakım zararlar veriyor. Arkasından asker geliyor, jandarma geliyor `Neden yardım, yataklık ettin, neden ekmek verdin?' diyor ama beni öldürmüyor. Öldürmüyor ama beni de dövüyor o, dövüyor." Bunlar benim bizatihi yaşadığım ve baştan sona gerçek olan, içinde bulunduğum olaylar. İşte bütün bu olayları bu şekilde değerlendirirseniz, gerçekten memlekete, vatana, millete çok güzel hizmet etmiş olursunuz. Yani bir taraftan, askerin bir yerde operasyon yaparken yaptığı birtakım vukuatları söyleyip, öbür tarafta, aynı ondan kat kat fazla bu şekilde bölgede yapılan birtakım hadiseleri siz söylemezseniz bir yere varamazsınız.
1991 seçimlerinde Lice'nin hiç Türkçe bilmeyen, okur yazar olmayan köylerinden, o zaman tercihli sistem vardı. Rahmetli Özal'ın yine ortaya koyduğu çok ileri bir sistemdi; keşke bugün de olsa. O tercihli sistemde, hiç Türkçe bilmeyen, okur yazar olmayan hanım kardeşlerimizin bir siyasi partiye tercihli oy kullanmasının mantığını anlamak doğrusu çok da kolay bir hadise değil. Hem de bir köyün tümüyle bir partiye oy vermesini ve tercihli sistem olmasının izahı çok zor değerli arkadaşlarım. Yani bunun izahı var bizde, bunu biliyoruz. Bölgede benzeri hadiseler taa 60'larda da var, 64'lerde de var. O zaman da başka birisi var, o zaman da ağalar var. Dolayısıyla oradaki ağalar, bir partiye, üç köyün oyunu komple o partiye verdiğini de ben bizatihi bilenlerden birisiyim. Yani bu, çok farklı şeyler.
Şimdi, mutlaka bu konuların, yani faili meçhullerin, bilinmeyen bu faillerin gerçekten devletin birimlerinin de zan altında, zan altına sokulmamamsı için ortaya koyulması gerekiyor. Bunu biz reddetmiyoruz. Ama bugün şunu da söylüyoruz biz: Diyarbakır'da bir ana dava var bu faili meçhullerle ilgili. Diyarbakır ana davası şu anda sonuç aşamasına gelmek üzere. Bütün faili meçhulleri inceliyor. Rahmetli Turgut Özal'la ilgili savcılarımız şu anda harekete geçmiş, işlem yapıyor. Hep bu Hükûmet döneminde oluyor bu.
Yine rahmetli Eşref Bitlis'le ilgili, şu anda çok ciddi bunun faillerini ortaya çıkarabilmek için araştırma yapılıyor. Yakın zamanımızda olan Büyük Birlik Partisi Genel Başkanımız, rahmetle andığımız rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun failinin ortaya çıkarılması için bu Hükûmet döneminde çok ciddi çalışmalar yapılıyor. Yani bunların hepsi yapılıyor. Bunları bilmek lazım. Ama bizim bir de İnsan Hakları Komisyonumuz var, Meclisimizde, ihtisas komisyonu. Mesela, bir öneri olarak söylüyorum: İnsan Hakları Komisyonu, bir alt komisyon kurmak suretiyle, zamanla sınırlı olmadan, süre sınırlaması olmadan, yok Meclisin dönem başıydı, dönem sonuydu endişesi olmadan değerli arkadaşlarım, kendi bünyesinde bir alt komisyon kurarak, ariz amik, her şeyi açık seçik, ayrıntılı bir şekilde ortaya koyabilir. Buna hiçbir engel yok. Dolayısıyla, zaman sınırlaması da olmayacağı için "Yok üç ay çalıştın, beş ay çalıştın, işte dönemin sonuydu, seçime gidiyorduk filan." kimse bunu da öne süremez. Mesela, İnsan Hakları Komisyonumuz -ve o Komisyonda bütün partilerimizin üyeleri var- bir alt komisyon kurar, ayrıntılı şekilde, uzmanları da dinlemek suretiyle, bu işleri, buna benzer hadiseleri ortaya koyar. Ama ben şunu söylüyorum: Elbette meçhul olan, faili meçhul olan bir şeyi, böyle, faili, otomatikman işte, devletin ilgili birimleriymiş gibi ya da Ahmet'miş gibi, "Mehmet bu" demek gibi, bunun yanlışlığını da ortaya koymak lazım. Bir de olayları değerlendirirken, başta da söylediğimiz gibi, dünü bugüne değil, bugünün şartlarında bugünü ama dünün şartlarını da dünde değerlendirmek lazım. Bundan yanayız biz.
Ben, bu duygularla, diyorum ki: Bu, biraz sonra bir gensoru önergesi de olduğu için, bir Başbakan Yardımcımız hakkında, bunun biz -belki klasik bir söylem olacak ama- şu anda zamanı olmadığını söylüyor, karşısında olduğumuzu belirtiyor, saygılarımı, sevgileri sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Küçükaydın.