GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 8'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:37
Tarih:17.12.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA CENGİZ ÇİÇEK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi partim adına saygıyla selamlıyorum. Millî Güvenlik Kurulu bütçesine dair söz kuracağım.

Elbette ki, yani, gün boyu bütün konuşmaları dikkatle dinleyen bir vekil olarak şunu söylemek isterim: Politika kurumu aynı zamanda bir çözüm kurumu; siyaset kurumu, bir çözüm kurumu. Aynı düşünmek zorunda değiliz ama bu farklı düşüncelerin bir şekilde çözüme dönük bir odak oluşturması gerekiyor.

Bakın, "millî güvenlik" kavramından başlayalım; kavramları yerli yerine oturtmak zorundayız. Bizim inandığımız bir şey var: Bir coğrafyayı, kültürler mozaiği olan bir coğrafyayı "millîlik" adı altında tekliğe hapsederseniz ve o millîliğin güvenliğinin arayışına yüz yıldır girerseniz ekonomik açıdan, kültürel açıdan hiçbir zaman iflah olmayız. İtirazımız tarihsel olgularadır; bir şeye kuru karşıtlık yapma gibi bir derdimiz yok, çözüm aklı mutlaka devreye girmelidir. Bakın, millî olan, içe kapanır; millî olan, yurdu sermayeye açar; millî olan, ayrıcalıklı bir sermaye ekibi çıkarır ve millî olan -ne yapar biliyor musunuz- ülkenin bütün kaynaklarını çarçur ettirir; aynı, mitolojide Prokrustes’in yatağı gibidir millî olan. Sizin “millî” tanımınıza uymayanlar uzunsa uzuvları kesilir, kısaysa yatağa bağlanır, çekilir. İşte, aslında, bu, aynı zamanda millîlik iddiasında olanların kendi millî değerlerine, kendi kültürlerine de en büyük hakaret olur. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Son dönemlerde güncellemeyle ilgili epey tartışma oldu, sadece çözüm aklımıza dair güncelleme bağlamında birkaç şey söylemek isteriz. Bakın, biz söylemiyoruz arkadaşlar -söylediğimiz her şeyin tarihsel bir dayanağı var- dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak -bir Dersimliyim- aynen şunu söylüyor: “Dersim evvela koloni gibi nazarıitibara alınmalı; Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra da tedricen öz Türk hukukuna mazhar kılınmalıdır.” “Koloni” arkadaşlar; bakın, biz söylemiyoruz bunu, zamanında Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı yapmış biri söylüyor “Sömürge hukuku gibi ele alınmalıdır.” diyor. Biz burada kimseyi incitmemek için sömürge hukukundan bahsetmiyoruz.

Bakın, o sömürge aklı ne yapıyor biliyor musunuz? Bakın, 1937 yılına ait vesika; Maliye Bakanlığının tam Dersim katliamı öncesi Başbakanlığa gönderdiği bir şey. 20 ton gaz… Bombalama işleminde kullanılmak için dönemin Nazi Almanyasından 20 ton gaz alınıyor ve ne hikmettir, kimden ne saklanıyor bilinmiyor ama bu resmî evrakta aynen şu söyleniyor, diyor ki: "Almanya'dan gizli pazarlıkla satın alınması gerekiyor." Kimden, neyi saklıyorsunuz?

Bir başka vesika, tarihî vesika; araştırın, bulun değerli arkadaşlar. Amerika'dan alınan bombardıman uçakları için bir yıllık malzeme ihtiyacı hasıl olmuş, 200 bin Amerikan dolarına bir yıllık bir uçağın maliyeti alınıyor ve acil alınması gerekiyor çünkü onların kalkış yapması gerekiyor. Nereye? Dersim coğrafyasına. Bakın, bu tarihî vesikalar şunu gösteriyor: İşte "dışa bağımlılık" dediğimiz şey bu tür şeylerle oluşur, durup dururken ekonomik kriz olmaz. Bugün ne oldu? Güncelleyelim bugüne; dün sınırların içerisinde bombalamalar bugün sınırın ötesine gitti. İşte, yüz yıllık ulus devletçi sistem militarist akılla, askerî akılla sorunlara çözüm üretmeye çalışırsa çözümsüzlük girdabında boğulur değerli arkadaşlar, bunu bu şekilde de ele almamız gerekiyor. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakın, bir başka tarihî şeyi hatırlatayım: Eskiden "kart kurt"tuk biz, şimdi jeopolitik Kürt kartı olduk birileri nezdinde. Biz bir halkız; dilimiz var, kültürümüz var. Şimdi varlığımızı herkes kabul ediyor ama bugün bir jeopolitik kart olarak kullanılmak isteniyor Kürt halkı. Bizim nasıl yaşayacağımıza, Kürt halkının hangi siyasal değerler etrafında yaşayacağına karışamazsınız. Bugün söz konusu olan Rojava'da saldırı altında olan sadece Kürt varlığı değildir, aynı zamanda Kürt'ün yaşam biçimine, yaşamını nasıl örgütleyeceğine dair bir saldırı vardır. Bakın hep hamaset yapılıyor, Rojava toplum sözleşmesinden 3 örnek vereyim, anayasasından: "Madde 3: Suriye özgür, demokratik ve bağımsız bir devlettir." Burada ne dönüyor? "Kürtler bölücü, Suriye'yi bölmek istiyor." Başından beri yazılı metinlerinde Suriye'nin devlet bütünlüğüne, ülke bütünlüğüne saygı var, aynen burada olduğu gibi. "Madde 23: Herkes ekolojik toplum esaslarına göre yaşama hakkına sahiptir." Neyin tehlikesi bu? Ülkenin dört bir tarafı Akbelen'den Cudi'ye ekolojik talanla karşı karşıya, sizin sorunlarınıza aynı zamanda bir çözüm önerisidir bu. Bir başka madde, madde 42, alın ekonomik krize çözüm reçetesi Rojava toplum sözleşmesinden: "İnsan ihtiyaçlarına ve insan emeğine göre onurlu bir yaşamın tesisi üzerine kurulur ekonomik sistem." der ve "Tek elde toplamayı, toplum aleyhine birikimi ve stoku reddediyoruz." diyor. Ama burada 5'li çete başta olmak üzere ülkenin bütün kaynakları yandaşlara peşkeş çekiliyor ve toplum düşmanlığının adı budur. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Toplum karşıtlığının adı budur değerli arkadaşlar. O yüzden çözümü ısrarla ve inatla savunacağız.

Son bir-bir buçuk aydır bir tartışma var, Sayın Öcalan'ın yıllarca avukatlığını yapmış biri olarak da söylüyorum. Bakın arkadaşlar, 1988 yılında müteveffa Mehmet Ali Birand'la yaptığı röportajda şunu söylüyor: "Baskı, imha, eritme politikasından vazgeçmeliler. Bunun yerine daha uygar bir tartışma, politikadan çözüm bekleyen ve buna inanan önderler, partiler ortaya çıkarsa, onlar çözümleri bu temelde en azından tartışmak isterlerse biz buna büyük bir memnuniyetle karşılık veririz." Yıl 1988. Yıl 2024, milletvekili arkadaşımız Sayın Ömer Öcalan'a söylediği sözler: "Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim." Aradan geçen otuz altı yılda bu fırsatlar kim adına, ne adına, hangi çıkarlar adına kaçırılmıştır? Bunun sorusunu toplumumuza, toplumumuzun vicdanına danışarak soruyoruz.

Son olarak, Kürt sorunu ve bütün toplumsal sorunlar sistemsel sorunlardır. Üç beş oy uğruna, iktidarda kalma uğruna heba edilecek şeyler değildir. Toplum Türkiye'de bütün farklı kimlikleriyle, inançlarıyla bizden bir çözüm bekliyor. Bir söz var, o veciz söz der ki: "Kendi yarattığı problemleri çözmekten aciz olduğu ortaya çıkmış bir medeniyet çökmüş bir medeniyettir." Toplumsal sorunların yaratıcısı bu sistemin kendisidir. Sivrisineklerle uğraşmayın, bataklığı kurutun. Bataklığı kurutmak için siyaset kurumu görev başına gelmelidir, gerçek rolünü oynamalıdır. Şu klişe değil, tam da hayatın gerçeğidir: Biz bunu bedellerle ödedik.

AYŞE BÖHÜRLER (Kayseri) - Tutarlı sıralasanız...

CENGİZ ÇİÇEK (Devamla) - Hayır; bakın, sataşmayın!

Tam da çökmüş bir medeniyet tehlikesiyle karşı karşıyayız; neyin millîliğinden, yerliliğinden bahsediyorsunuz? Onur eğer varsa bir kutsal, hayattır; varsa bir onur eğitimde fırsat eşitliğidir, sağlıkta fırsat eşitliğidir. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Neyin onurundan bahsediyoruz? Bu toprakların kendisi bir göç toprağı oldu. Gençlerimiz yurt dışında geleceklerini arıyorlar. O nedenle ciddi işlerdir, ciddi olmak lazım, ciddi yoğunlaşmak lazım ve gerçekten bu toplumun iradesine layık olma gibi bir sorumluluk almak lazım.

Son olarak şunları söylemek isterim: Arkadaşlar, bu çöküş nasıl engellenir? Şu anda, şu zaman diliminde iki yürüyüş var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

CENGİZ ÇİÇEK (Devamla) - Birinci yürüyüş demokratik Kürt kurumlarının Amed'den başlattığı yürüyüş. Kürt sorununa demokratik çözüm talebiyle bugün arkadaşlarımız yürüyüş hâlinde. Bir diğer yürüyüş İstanbul'da Polonez işçilerinin başlattığı yürüyüş. Türkiye'de demokrasi ve özgürlük mücadelesini gerçek anlamda Amed'den ve İstanbul'dan başlatılan bu yürüyüşler belirleyecektir ve bu iki kol, Türkiye emekçi halklarının ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yürüttüğü bu tarihsel iki kol demokrasi ve özgürlük mücadelesini taçlandıracaktır diyoruz.

Son olarak, sömürgeciliğe karşı, eşitsizliğe karşı, adaletsizliğe karşı sadece bir söz kurmuyoruz. Yüz yıl önce Emiliano Zapata da bu sözü kurmuş "Dizlerimizin üzerinde yaşamaktansa ayaklarımızın üzerinde ölmek daha iyidir." demiş ve biz, coğrafyanın ezilenler olarak diz çökmeyeceğiz, demokratik çözümü sağlayacağız diyoruz.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)