GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 8'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:37
Tarih:17.12.2024

İYİ PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA CİHAN PAÇACI (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerine İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, yaklaşık iki aydır 2025 yılı bütçesini görüşüyoruz. Bu görüşmelerde birçok arkadaşımız gerek Komisyonda ve gerekse de Genel Kurulda görüşlerini, eleştirilerini ve önerilerini açıkladılar. Üç gün sonra da sonucu önemli olmayan bir oylama yapılarak bütçe görüşmelerini bitirmiş olacağız. Bu süreç içerisinde Meclisimiz saraydan gelen bütçe teklifinin virgülünü dahi değiştirememiştir. Diğer bir deyimle bizlere deniyor ki: "Siz sadece konuşun, bunun dışında bir yetkiniz yoktur." Kim diyor bunu? Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi diyor, o zaman bu sistemi biraz irdeleyelim.

Değerli arkadaşlar, Meclisimizin 3 temel görevi vardı, bunlar; yasa yapma, yürütmeyi denetleme ve bütçe hakkını kullanmaktı. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle bu yetkilerimiz büyük ölçüde elimizden alınmıştır. Yasa yapma görevimiz önemli ölçüde Cumhurbaşkanlığına devredilmiş ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle ülke yönetilmeye başlanmıştır, böylece yasa yapma yetkimiz gri alana itilmiştir. Âdeta yetki gasbı yapılmış ve anayasa değişikliğiyle de meşru hâle dönüştürülmüştür. Arkadaşlar, diğer bir görevimiz de yürütmeyi denetlemekti ancak Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi bu yetkimizi de elimizden aldı. Yürütmeyi denetleme araçlarımız olan gensoru ve sözlü soru sorma yetkimiz tamamen ilga edilmiş, yazılı soru sorma yetkimiz ise bürokratik bir kırtasiye işlemi hâline gelmiştir. Geçmişte bu Meclis gensoru yöntemiyle 2 Bakanı ve 2 Hükûmeti düşürebilmiştir. Denetim yetkimizin olması, bakanlıkların Meclise karşı kendilerini sorumlu görmeleri ve milletvekillerine karşı da gerekli saygı ve dikkati göstermelerini sağlamaktaydı. Bir de bugüne bakalım, bugünkü Bakanların bir kısmı maalesef, Meclis kürsüsünden milletvekillerine hakaret edebilmekte, milletvekillerini yalancılıkla hatta mitomanilikle suçlamaktan çekinmemektedir. Bir diğer görevimiz ise, bütçe hakkını kullanmaktır. Maalesef, bu yetkimiz de elimizden önemli ölçüde alınmıştır. Meclisimiz sarayda hazırlanan bütçenin noktasını, virgülünü dahi değiştiremeyen bir konuma düşürülmüştür.

Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığına bağlı 8 Başkanlığın bütçesini görüşüyoruz ancak gördüğüm kadarıyla bu Başkanlıkların birçoğunun başkanları burada yok. Mesela, İletişim Başkanı, Diyanet İşleri Başkanı ne Komisyon görüşmelerine ne de Genel Kurul görüşmelerine katılmaya tenezzül etmediler. Onlar da biliyor ki Mecliste sadece konuşulacak ama bütçede hiçbir değişiklik yapılmayacak ancak bu tavır millî iradeye saygısızlıktır. Arkadaşlar, Kurtuluş Savaşı'nı yönetmiş bu Gazi Meclis, bugün bu ucube sistemle yetkisiz, işlevsiz ve sadece prosedürleri yerine getiren bir kurum, bir onay mercisi hâline gelmiştir; burada muhalefet de aynı konumdadır, iktidar milletvekilleri de aynı konumdadır. Bütün parti gruplarında yurt dışında eğitim görmüş, kariyer yapmış, akademik çalışmalarda bulunmuş, konusunda uzman birçok arkadaşımız var ancak bu arkadaşlar milletvekili olduktan sonra tecrübelerini, uzmanlık alanındaki bilgilerini bu ucube sistem sebebiyle kullanamamaktadırlar. Bugün, yaptığımız iş sadece konuşmak ve el kaldırıp el indirmekten ibarettir; Meclisin bu konuma düşürülmesi millet iradesine vurulan büyük bir darbedir. Bilinmelidir ki ülkemizi ortak aklın hâkim kılındığı parlamenter sistemden çıkartıp tek bir kişinin iradesine terk edenler yaşanan tüm bu olumsuzlukların asli sorumlularıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi demokratik sistemin temel taşıdır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde yürütme organı mutlak bir güç hâline gelmiş, yasama ve yargı erklerini yürütmenin kontrolü altına almıştır. Sayın Cumhurbaşkanının hem yürütmenin başı hem de bir siyasi partinin lideri olması, karar alma süreçlerinde tarafsızlığını tamamen ortadan kaldırmaktadır. Bu ucube sistemin uygulanmaya başladığı tarihten itibaren yargı erkinde de çok ciddi tahribatlar yaşanmaktadır. Yargı erkinin bağımsız ve tarafsız olması asıldır. Bu sistemde maalesef yargı bağımlı ve taraflı hâle gelmiş, özetle, siyasallaşmıştır. Siyasallaşan yargı, hukukun üstünlüğü ilkesine açık bir tehdit oluşturmakta ve yönetimde otokratikleşmenin önünü açmaktadır. Bugün halkımızın yargıya güveni kalmamıştır. Yargı rakiplerine veya kendisini eleştirenlere karşı bir sopa olarak kullanılmaktadır. Yargı, adalet dağıtmak yerine, maalesef bugün vatandaşa korku dağıtmaktadır.

Biraz da bu tek adam sisteminin ekonomiye etkisine bakalım. Şayet devleti tek bir kişinin iki dudağı arasına sıkıştırırsanız o kişi de "Ben ekonomistim, ekonominin patronu benim." der ve uyguladığı bilim dışı yöntemlerle açlık sınırının 20 bin liraya, yoksulluk sınırınının da 65 bin liraya çıkarılmasına sebep olur. Sonuç itibarıyla, halkımız açlık ve yoksulluk sınırı içinde yaşamaya mahkûm kalır.

Sayın Mehmet Şimşek enflasyonu kontrol altına alabilmek için sıkılaştırma programı uygulamaktadır ancak kamu kesimi bu programın dışında tutulmaktadır dolayısıyla programın bu hâliyle başarılı sonuç vermesi de son derece zordur. Uygulanan programla vatandaşın kemeri değil, âdeta boğazı sıkılmaya başlanmıştır. Diğer taraftan, kamuda harcama ve israf artarak devam etmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı "İtibardan tasarruf yapılmaz." diyerek gereksiz ve yüksek maliyetli harcamalara sebep olmuştur; mesela, yüksek maliyetle Ahlat ve Okluk Koyu'nda yapılan saraylarda Sayın Cumhurbaşkanı yılda kaç gün kalabilmektedir? İtibar, lüks saraylar yapılarak kazanılmaz; itibar, halkı adaletli yöneterek, ayrım yapmayarak, her vatandaşa eşit davranarak; devleti güçlü, milleti mutlu ve zengin ederek kazanılır. Akşam saatlerinde pazardan çürük sebze toplamak zorunda kalan insanlarımızın itibarı yok mudur? İtibarlı olmak istiyorsanız önce halkımızın refah düzeyini yükselteceksiniz, aksi hâlde itibarınız sözde kalır.

Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi devletimizin kurumsal yapısını da tahrip etmiştir. Bir taraftan sekreterya konumuna düşürülen 17 Bakanlık, diğer taraftan sarayda 8 Başkanlık, 1 Genel Sekreterlik, 4 ofis, 9 politika kurulu oluşturularak karmaşık bir yapı meydana getirilmiştir. Hiyerarşik düzen ortadan kalkmış, yetki karmaşası meydana gelmiştir ve doğal olarak da harcama ve israf da artmıştır. Bu yapı içerisinde Cumhurbaşkanlığına bağlı olan ve her kesimin eleştiri odağı hâline gelen Diyanet İşleri Başkanlığından da bahsetmeden geçemeyeceğim. Cumhuriyetin ilk kurumlarından biri olan Diyanet İşleri Başkanlığı, 1924 yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından, halkın dinî açıdan aydınlatılması ve aydın din adamları yetiştirilmesi için kurulmuştur. Anayasa'mızın 136'ncı maddesinde aynen şöyle denilmektedir: "Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir." Bugün bütçeden birçok bakanlıktan daha fazla pay alan bu Başkanlık, Anayasa'da kendine verilen görev ve sorumluluğu yerine getirebiliyor mu? Mesela bütün siyasi düşünce ve görüşlerin dışında kalabiliyor mu ya da milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi sağlayabiliyor mu? İfade etmeliyim ki, Diyanet İşleri Başkanlığı Anayasa'da kendine verilen görevlerin tam aksini uygulamaktadır. Bugüne kadar bir kez dahi Anıtkabir'e gitmeyen, Atatürk'ün adını ağzına almaktan çekinen, millî bayramları kutlamaktan imtina eden Diyanet İşleri Başkanı, bu tavrıyla toplumda ileride ciddi bir kutuplaşmaya neden olacaktır. Diyanet İşleri Başkanı bu ayrımcı ve gayrimillî tavırlarını sürdürdükçe, Atatürk ve cumhuriyet düşmanı olarak anılacaktır. Ancak şunu da söylemeliyim ki, Atatürk ve cumhuriyet düşmanları -ki Bakanların içinde de var- AK PARTİ yönetimi tarafından maalesef koruma altına alınmaktadır. Sonuç olarak, Türk gençleri arasında deizmin artıyor olmasının başlıca sebebi Diyanetin milletimiz nezdinde karşılık bulmayan politikalarıdır.

Değerli milletvekilleri, ülkenin yönetimini tek bir kişinin iradesine bağlayan bu sistem Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili tartışmaların da yoğunlaşmasına sebep olmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili çalışmalar, kamuoyu araştırmaları ve kulisler çok erken başladı. Anayasa’mızın 101’inci maddesine göre bir kişi en fazla iki dönem Cumhurbaşkanlığı yapabilmektedir. Anayasa’mıza göre Sayın Erdoğan’ın tekrar adaylığı söz konusu değildir, zaten kendisi de “Benim için bu bir final, yasanın verdiği yetkiyle bu seçim son seçimim.” demiştir ancak bütün bunlara rağmen kamuoyu araştırmaları Sayın Erdoğan’ı olası adaylar içerisinde göstererek “doğal aday” algısı yaratmaktadır.

Genel Başkanımız Sayın Dervişoğlu’nun da ifade ettiği üzere, Sayın Erdoğan’ın aday olabilmesi için ya Anayasa’nın 101’inci maddesi değiştirilecek ya da Meclis erken seçim kararı alacaktır. Biz muhalefet partileri olarak, Sayın Erdoğan’ın yönetiminden şikâyetçiysek ve onu icraatlarından dolayı da eleştiriyorsak yeniden aday olabilme şartlarını önlememiz gerekir. Unutulmasın ki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin adayları sadece Erdoğan’la değil devletleşen bir yapıyla mücadele etmek zorunda kalmaktadır; muhalefetin adayları, devletin valileriyle, kaymakamlarıyla, emniyet güçleriyle, hazine imkânlarıyla ve devleti yöneten tüm kurum ve kuruluşlarla mücadele etmektedir. Özetle, mücadele, bir siyasi partinin Genel Başkanıyla değil siyasallaşan devletin tüm güçlerine karşı yapılmaktadır.

Devleti bir siyasi partinin hegemonyası altına sokan bu yapı mutlaka değiştirilmelidir. Muhalefetin bugün aday olma şartları taşımayan Sayın Erdoğan'ın adaylığının önünü açmaması ve her geçen gün otoriterleşen bu ucube sistemin değiştirilmesi için mücadele etmesi şarttır. Şayet ülkemizin erken seçime ihtiyacı var ise Sayın Cumhurbaşkanının ülkeyi seçime götürme yetkisi de vardır. Muhalefet olarak bizler erken seçim talebimizi direkt olarak Sayın Cumhurbaşkanına yaparak ülkeyi seçime götürmesini isteyebiliriz. Böylece, Anayasa’nın ruhuna sadık kalınarak bir Cumhurbaşkanının en fazla iki dönem görev yapma hükmü de işlemiş olacaktır. Buradan AK PARTİ yönetimine, Sayın Erdoğan'ın dışında yeni bir Cumhurbaşkanı aday tespit çalışmalarına da bir an önce başlamasını tavsiye ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin tüm problemlerinin kaynağının dünyada benzeri görülmeyen bu ucube sistem olduğunu düşünüyorum. Bu sistem her geçen gün otoriterleşen bir yapıya dönüşmektedir. Cumhurbaşkanlarının şahsından bağımsız olarak otoriterleşen sistemin bir adım ötesi ise diktatörlüktür. Kim Cumhurbaşkanı olursa olsun bu sistem değişmediği sürece Türkiye bu sonuçla karşı karşıya kalacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, İYİ Parti olarak bütçeye "hayır" oyu kullanacağımızı ifade ediyor, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)