GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 8'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:37
Tarih:17.12.2024

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA BÜLENT KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığımız ve bağlı kuruluşların bütçeleriyle ilgili grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli Cumhurbaşkanı Yardımcım, ara ara kürsüye bu kırmızı kaplı kitapla çıkıyoruz çünkü rahmetli Özal demişti ki: "Ya, Anayasa'yı bir kez delmekle bir şey olmaz." biz de artık, ya, AK PARTİ hiç olmazsa bir kere bu Anayasa'ya uysa ne olur noktasına geldik; inşallah, Anayasa'ya hep beraber uymuş oluruz. (Saadet Partisi ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Kuvvetler ayrılığı demokrasilerin omurgasıdır, nasıl omurgada bir problem olduğu zaman duruş ve yürüyüşlerde problem varsa kuvvetler ayrılığı sorunu olan ülkelerin ve kuvvetler ayrılığında problemi olan demokrasilerin de yürüyüşlerinde ve duruşlarında sorunlar gözlenir. Az evvelki konuşmamda da ifade ettiğim gibi, iktidar devletin kendisi değildir; yasama, yürütme ve yargı...

Aziz milletimiz seçimlere giderken yürütme organını seçer ve yürütme organına der ki: "Yasamanın ortaya koyduğu kurallar çerçevesinde beni yönetme yetkisini sana veriyorum." Yani "Seni seçtim, layüselsin, dilediğin gibi beni yönet." demiyor, "Yasamanın belirlediği kurallar çerçevesinde beni yönet." diyor.

İkincisi, yasama organına da "Ben yürütme yetkisini yani beni yönetme yetkisini bu hükûmete verdim ama beni nasıl yöneteceğini sen belirle." diyor. O hem kural koyup hem kendisi uygulamasın, onun için yasamaya da yürütmenin bir ülkeyi nasıl yönetmesi gerektiğine dair kurallar koyma ve aynı zamanda "Bu beni yönetirken siyaseten yanlışlar yapabilir, siyaseten denetleme makamı da sensin..." Dolayısıyla, yasamaya kanun yapma yetkisinin yanında bir de siyasi iktidarları denetleme yetkisi verilir.

Bir de yargı vardır, Türk milleti adına kararlar verir. Yargıya da der ki: "İster iktidar olsun ister başkaları olsun, yasamanın koyduğu kurallara uymayan birisi varsa ve bu cezai bir yaptırım ya da hukuki alanda bir sonuç doğuruyorsa burada da devreye girecek olan sensin." Ama biz Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle öyle bir Türkiye oluşturmaya başladık ki yürütme de Cumhurbaşkanı, yasama da Cumhurbaşkanı, yargı da Cumhurbaşkanı olan bir hâle geldik. Emin olun, bu problemli bir durumdur ve bunun üzerinde oturup konuşmamız lazım.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini, evet, zaman zaman övüyorsunuz ama henüz yeni bir sistem ve test edilmemiş alanları vardır. Bu risklerden sadece bir iki tanesini söyleyeyim. Örneğin, Meclis çoğunluğunun Cumhurbaşkanını desteklemeyen partilerden olduğu bir Türkiye tablosunu düşünebiliyor musunuz Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım? Cumhurbaşkanı bir başka parti ya da partilerin desteklediği bir Cumhurbaşkanı ama Meclisteki çoğunluk başka partilerde. Emekliye zammı Meclis mi yapacak, Cumhurbaşkanı mı? Diğer kanunlarla ilgili icracı, bazı yasamanın yapması gereken hususları Cumhurbaşkanı mı, yasama mı yapacak? Türkiye henüz bunu test etmedi.

Şu an Mecliste Adalet ve Kalkınma Partisinin tek başına 301'i yok, Milliyetçi Hareket Partisinin verdiği destekle 301 bulunuyor. Milliyetçi Hareket Partisi de kendine göre siyasi bir duruşu olan parti, bugün için Sayın Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisiyle birlikte yol yürümeyi bu ülkenin menfaatine görüyordur, yarın bu iktidarın yaptığı her yanlış işe "evet" diyecek hâli yok ki. Diyelim ki ayrı düştünüz, nasıl yöneteceksiniz Meclisi? Cumhurbaşkanı hedeflerini, amaçlarını, politikalarını gerçekleştirmek için arkasında olmayan bir Meclisle bu sistemin nasıl sevk idare edecek? Alın size krizler içerisinde bir Türkiye. Yani demem odur ki öyle anlattığınız gibi, böyle krizsiz, koalisyonları ortadan kaldıran bir sistem falan yok. Eskiden seçimlerden sonra bir parti yeterince oy almazsa koalisyonlar kuruluyordu, şimdi ise seçimden önce koalisyonlar kuruluyor; değişen bir şey yok; ha Ali, ha Veli, isim değişmiyor. O açıdan, bu sistemi hep beraber gözden geçirmemiz gerektiğini ifade etmek için bunları söylüyorum.

Yine, devlette devamlılık esastır; iktidarlar ayrı, devletler ayrı. Eskiden her bakanlıkta müsteşarlar vardı ve müsteşarlar o bakanlıkların devlet adına âdeta hafızasıydı ama şimdi üst düzey bütün yöneticiler Cumhurbaşkanıyla beraber gelip Cumhurbaşkanıyla beraber gidiyor. O zaman devletteki devamlılığı biz hep beraber nasıl sağlamış olacağız? Bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle ilgili referanduma giderken meydan meydan gezip şunu diyordunuz: "Yasama kendi işini yapacak, yürütme kendi işini yapacak." Burada çok değerli milletvekillerimiz var -2'nci, 3'üncü, 4'üncü, 5'inci, 6'ncı, 7'nci dönemleri- aranızda en yenilerden biri benim ama bir buçuk yıllık pratikte gördüm ki hiç de yasama kendi işini yapmıyormuş, yasama sadece Hükûmetin siparişlerini yerine getiren bir kurum hâline gelmiş; bunu görmemiz lazım. İktidarın istemediği bir konuyu bu Meclisin denetleme şansı var mı Allah aşkına? Hangi konularda araştırma komisyonu kurulacağına, hangi konularda genel görüşme yapılacağına yürütmenin kendisi karar veriyor, buraya bildiriyor ve oy birliğiyle çıkarıyoruz ama orası kabul etmediği müddetçe, burada "Kardeşim, bize ne iktidardan, biz Meclisiz; bu konuları düşünür, kendimiz karar veririz." diyen bir iktidar grubuna rastladık mı? Hayır, rastlamadık.

Bir diğer önemli husus, birçok Cumhurbaşkanlığı kararnamesi Anayasa Mahkemesinden dönüyor. Hem de Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde bakanlıkları, devleti yapılandıran 2 ve 3 no.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnameleriyle ilgili önemli iptaller oldu. Yani, hani, başlangıçta ifade etmiştim ya, Türkiye Büyük Millet Meclisinin "Beni nasıl yöneteceğine ey Meclis, sen karar ver." diyen halkın iradesinin dışında Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı kararnameleriyle yasamanın alanına giriyor; kanunla düzenlenmesi gereken birçok konu Cumhurbaşkanı kararnamesiyle düzenleniyor. Bu ne oluyor? "Kuralları ben koyarım, kendim uyacağım kuralları da ben koyarım." Onun için rektör atamak için profesörlük şartını bir gece ortadan kaldırıyor Sayın Cumhurbaşkanı, arzu ettiği atamayı yaptıktan sonra da onu tekrar değiştiriyor ya da Merkez Bankası Başkanı niteliklerini belirliyor, istediği kişiyi Merkez Bankası Başkanı atıyor, bir gün sonra da onu kaldırıyor; ülkeyi yapboz tahtasına döndüren bir sistem var. Cumhurbaşkanı kararnameleriyle Cumhurbaşkanına yasama yetkisi verilmesi demokrasilerde, kuvvetler ayrılığında asla ve asla kabul edilecek bir şey değil.

Yargının bağımsızlığı... Hani, hep deriz ya "Ankara'da hâkimler var." diye, elbette mahkemelerin iktidarların yetki alanlarına girmesi ve yerindelik denetimi yapması son derece sakıncalıdır ama iktidarın baskısı altında kalmaksızın bir siyasi iktidarın kanunlara, Anayasa'ya uygun davranıp davranmadığını özgürce kontrol edebilecek bir yargı ülkemiz için olmazsa olmaz hususlardan bir tanesidir. Bugün Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yapısı itibarıyla Kurulun çoğunluğunu belirleyen yürütmenin kendisi. Anayasa Mahkemesinin direkt veya dolaylı olarak yapısını belirleyen Cumhurbaşkanının kendisi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısını, Ankara Cumhuriyet Başsavcısını, ağır ceza mahkemelerinin başkanlarını istediği zaman atayan, istediği zaman görevden alan Sayın Cumhurbaşkanının kendisi. Şimdi, bu hâliyle bir yargının bağımsızlığından söz edilebilir mi? İktidarın işine gelmeyen bir konuda karar veren bir hâkimin -eğer dirayetli değilse- akıbetini elbette hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla, yargısı bağımsız olmayan bir devlet de tıpkı omurgası eğri olan insanlar gibi yalpa yapmaya başlar. O açıdan, bu sistemi hep beraber gözden geçirmemiz lazım.

Yine, yürütme, tek bir kişinin kullanacağı bir yetki değildir. Nihayetinde, herkes bir ekiple, bir kadroyla işbaşına geliyor ama bugünkü sistemde, daha önce Bakanlar Kurulunun en azından bir meseleyi kolektif olarak değerlendirip imza altına aldıkları bir Türkiye'den, bugün bir gece yarısı kararnamesiyle görevden alındığı ya da her şeyin değiştiği bir Türkiye hâline geldik. Bakanların ve Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımın kendisi bile birçok konuyu Cumhurbaşkanının imzasıyla Resmî Gazete'de yayınlandıktan sonra ancak farkına varabiliyor. E, nerede kaldı birlikte yönetmek, nerede kaldı kolektif akıl, nerede kaldı istişare? Dolayısıyla, yürütmenin bu yapısının da sorunlu olduğunu kabul etmek lazım.

Bir diğer önemli husus, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, Cumhurbaşkanının aynı zamanda Genel Başkan olması. Elbette, siyasi iktidarın bir partisi olmalı, partisiyle bütünleşmeli ama siz, parlamenter sistemde devletin tamamını temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamıyla Başbakanlığı birleştirdiğiniz zaman Türkiye'nin kritik sorunları oluyor. İşte, şimdi, Suriye meselesi, İsrail tehdidi ve benzeri bir çok konu.

Peki, bu iktidarıyla, muhalefetiyle bu partileri bir araya getirecek ya da Anayasa Mahkemesini, Meclis Başkanını, diğer kurumları bir araya getirip devletin ortak aklını ortaya koyacak devlet adamı nerede? Sayın Cumhurbaşkanının her gün hakaret ettiği, muhalefet partilerinin de hadi, diyelim kendisine hakaret ettiği bir iklimde nasıl oturup masada bu konuları müzakere edecek, millî meselelerde nasıl birlik olacağız? Bu sistemi gözden geçirmemiz lazım. Yoksa adı Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi olur, parlamenter sistem olur; nihayetinde millet seçimle karar verecek kimin yöneteceğine. Özü itibarıyla, ister başkanlık sistemi olsun ister parlamenter sistem olsun, kuvvetler ayrılığını esas almış bir sisteme karşı değiliz ama bunun ne kuş ne de deve olan bir sistem olduğunu artık sizlerin de kabul etmesi lazım.

Bir diğer konu, Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesini konuştuğumuz için ifade ediyorum. Diyanet, sadece din hizmetlerini düzenleyen bir kurum değildir Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, uygulamalarıyla, yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla aynı zamanda toplumun dine bakışını etkileyen bir kurumdur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

BÜLENT KAYA (Devamla) - Dolayısıyla, Diyanet din hizmetlerini yürütürken yanlış işler yaparsa, toplumda tepki doğuran davranışlar ortaya koyarsa bu, sadece bir devlet memuru olarak görevini yapmamış olmaz, aynı zamanda dine Diyanet üzerinden bakan insanların dinle ilgili yanlış algılara yönelmelerine sebep olur. Bu sebeple, biz Diyaneti diğer devlet kurumlarından bir kurum olarak göremeyiz. Bütün kurumlar önemlidir ama Diyanet, aynı zamanda, özellikle ağırlığı İslam dininin dinî hizmetleri olan alanı düzenlediği için yaptığı her yanlış işle aynı zamanda Müslümanlığa, aynı zamanda İslam'a zarar verdiğini bilerek hareket etmelidir. Diyanet âdeta bembeyaz bir takım elbisedir, tek bir kirli lekeyi dahi kaldırmaz. Madem o takım elbiseleri giyen Diyanet İşleri Başkanı olsun, bütün Diyanet görevlileri olsun o beyaz takım elbiseyi giymenin gereklerini yerine getirmeli diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)