| Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 8'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 17.12.2024 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA BÜLENT KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2025 bütçesi vesilesiyle Genel Kurulumuzu teşrif eden Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, hepinizi grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Az evvel konuşan iktidar mensubu arkadaşımız partimizin ismini zikrederek "Adı Saadet ama hep mutsuzluk konuşuyor." demişti. Doğru, adımız "Saadet" ve "Pollyanna" olmadığı için hep mutsuzluk değil de olumsuzlukları konuşmak zorunda kalıyoruz yoksa ismimiz “Pollyanna” olsa biz de sizler gibi hayata tozpembe bakabilirdik ama maalesef, hayat sizin gördüğünüz gibi tozpembe olmadığından, böyle bir Türkiye olmadığını da görmeniz, kabullenmeniz lazım.
İktidarınız ve partiniz ne istiyor biliyor musunuz Değerli Başkanım? “Bizi hep alkışlayın.” 50 bin Amerikalının o kirli postallarının bu topraklara getirilmesiyle ilgili tezkereyi -1 Mart tezkeresi- getirirsiniz, itiraz ederiz “Yahu, siz Saadet Partililer de ne istiyorsunuz kardeşim; alkışlasanıza herkes gibi.” dersiniz. Daha sonra, o tezkere reddediliyor ama siz hâlâ o tezkerenin arkasında olduğunuzu söylüyorsunuz. FETÖ’yle iş tutup Ergenekon, Balyoz operasyonlarını yapıyorsunuz, “Ya, doğru, suçluları cezalandıralım ama burada sakın ha Amerikan karşıtı olan insanlara dönük bir operasyon olmasın?” dediğimizde de “Vay, bunlar yeşil Ergenekoncu.” deyip sizi niye alkışlamadık diye tekrar sitem ediyorsunuz; sonra “Allah bizi affetsin, aldatıldık.” demek de size düşüyor.
Annan Planı’yla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırıp adada tek devletli çözümü dayatıyorsunuz, “Bu, olmaz; kazanımlarımıza aykırı. Geleneksel dış politikamız ve Kuzey Kıbrıs’taki Türk halkının da kazanımı olan bir şeyden geri adım atamazsınız.” diyoruz, Annan Planı’na “hayır” demek için adaya çıkıyoruz, siz de “Çözümsüzlük çözüm değildir.” deyip Annan Planı’na “evet” demek için gidiyorsunuz ve "Ey, Saadet Partililer; ya, siz de herkes gibi bizi alkışlasanıza." diyorsunuz. Sonra da dönüp dolaşıp bugün adada ancak iki devletli bir çözümün çözüm olduğu noktasına geliyorsunuz ama dün onu söylerken de alkışlamamızı bekliyorsunuz, bugün “Kıbrıs’ın fatihi, sahibi” olarak kendinizi lanse ettiğinizde de alkışlamamızı istiyorsunuz.
Yine, Sisi’ye “hain” diyorsunuz. Evet, Sisi bir hain ama… “Siz bir devletsiniz, sizin birinci vazifelerinizden bir tanesi de siyasi baskıyla kendi ülkesinde zulüm yapmak isteyen insanları engellemek olmalı.” diyoruz, biz Sisi’ci oluyoruz. Sonra, seçimden sonra "kardeşim Sisi" deyip tokalaşıyorsunuz; olan yine bize oluyor.
Ve yine siz, Birleşik Arap Emirlikleri'yle, Suudi Arabistan'la "değerli yalnızlık" adı altında ilişkileri koparıyorsunuz. "Ya, bu dış politika değil, dış politika sürekli kapıyı açık tutmak, haklı davanızı diplomasiyle ileri sürmektir." diyoruz, yine bizi eleştiriyorsunuz "Vay bunlar Birleşik Arap Emirlikleri'nden yana, yok bilmem kimden yana." diyorsunuz. "Amerika'yla iş tutma." diyoruz, "realpolitik" diyorsunuz; sonra bugün geliyorsunuz, Amerika sizin düşmanınız oluyor. Çıkarıyorsunuz, Şimon Peres'i bu kürsüde konuşturuyorsunuz. Saadet Partisi itiraz ettiğinde "Ya, dünyanın gerçeklerinden bihabersiniz, vay zavallılar." diyorsunuz, ondan sonra da bugün çıkıyorsunuz "İsrail en büyük düşmanımız, her an Türkiye'ye saldırabilir." diyorsunuz.
Dolayısıyla değerli arkadaşlar, bizim sizi eleştirdiğimiz yerde alkışlamamızı beklemeyin, bizi bir turnusol kâğıdı olarak görün. "Ya, bu Saadet Partililer bugüne kadar bizi hangi konuda eleştirdilerse devran döndü, haklı çıktılar, bir bildikleri var." deyin. Emin olun, sizin en rahat eleştirilecek yönünüz ne biliyor musunuz değerli AK PARTİ'liler? On üç yıllık yanlışlarla dolu Suriye politikanız ama bugün artık bu on üç yıllık yanlış politikalarınızı konuşmak bizi bundan sonraki günler için bir noktaya taşımıyor, yeni bir durum ortaya çıktığı için bunları konuşmamız gerekiyor. Yoksa sizin bugün "zafer" diye anlatmaya çalıştığınız şeyin arkasında 1 milyon Suriyelinin ölümü var, 10 milyondan fazla göçmen var, yakılıp yıkılan, milyarlarca dolar kayba uğramış bir Suriye var. Elbette biz o Sednaya Cezaevindeki zulümlerden daha ağır zulümlerin Suriye'de olduğunu biliyoruz. Siz Marmaris'te Esed'le birlikte yüzerken de o cezaevinde zulüm görülüyordu. Siz AK PARTİ'nin iftarına onur konuğu olarak Esed'i çağırırken de o ülkede halkına zulmediyordu çünkü 2005'te Birleşmiş Milletlerde Esed'in savaş suçlusu olarak, daha doğrusu kendi halkına karşı soykırım yapmasıyla ilgili iddialar gündeme gelmişti; siz sahip çıktınız o dönemlerde "Hayır, böyle bir ceza verilmesin." diye.
Dolayısıyla, biz Esed'in dostu değiliz ama Suriye halkının dostuyuz, biz Esed'in dostu değiliz ama İsrail'in düşmanıyız, Amerika'nın, bu ülkenin topraklarında gözü olan herkesin düşmanıyız ve ömür boyu düşman kalmaya da devam edeceğiz.
Suriye politikanızdan bahsetmişken, dediğim gibi, on üç yıllık Suriye politikanızı eleştirmek en konforlu alan olmasına rağmen bugün geldiğimiz noktada bunu yapmıyor, size yeni tavsiyelerde bulunuyoruz. Bu yeni tavsiyeleri yaparken de siz yine kalabalıklar gibi sizi alkışlamamızı bekleyeceksiniz ama biz her zamanki gibi hakkı tavsiye vazifemizi yerine getirmiş olacağız.
Bir; Suriye'deki Kürtlerin, Türkiye'nin hassasiyetlerine dikkat etmesi gerektiği konusunda herkes hemfikir. Yani dolayısıyla, daha doğrusu, biz Suriye'deki Kürtlerin Türkiye'nin hassasiyetlerine dikkat etmesi gerektiğini düşünüyor ve ülkemizin dış politikasında bu hususta muhataplarıyla ilişki kurarken Türkiye'nin hassasiyetlerinin Suriye'deki Kürtler tarafından da dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz.
İki; Suriye'deki Kürtlerin de Suriye'nin bir parçası olduğunu, dolayısıyla Suriye yeniden yapılanırken diğer halklar gibi Suriye'deki Kürtlerin de anayasal haklarının güvence altına alınmasını ve bu konuda Suriye'deki Kürtlerin anayasal hakları için en büyük destekçi ve savunucularından birinin de Türkiye'nin dış politikası olması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü Suriye'deki Kürtlerle kurduğumuz ilişki sadece Suriye'deki Kürtlerle kurulan bir ilişki değil, Türkiye'deki 25 milyonu aşkın Kürtle, Irak'taki Kürtle, İran'daki Kürtle, Avrupa, yurt dışındaki Kürtlerle kurulan ilişki demektir. Dolayısıyla orada salt kırmızı çizgilerimiz üzerinden bir endişe siyaseti oluşturmanın doğru olmadığını vurguluyoruz.
Bir diğeri, Suriye'deki Kürtleri mutlaka ama mutlaka önemseyen, kendi soydaşı gibi gören, Suriye'deki Türkmen, Irak'taki Türkmen, Bulgaristan'daki Türk kadar oradaki Kürt'ü düşünen bir Türkiye Cumhuriyeti devleti olmak zorundadır. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir diğer önemli husus, çatışma ve savaş ortamlarında örgütler vardır ama çatışma ve savaş ortadan kalkıp normal bir düzene geçildiğinde ise yapılar meydana çıkar. Bugün HTŞ'nin bu son süreçlerden önce Birleşmiş Milletler ve ülkemiz tarafından da bir terör örgütü olarak kabul edildiğinin ve Suriye'de birçok terör örgütü olduğunun da farkındayız. Madem artık savaş ve çatışma ortamı bitti, yapılardan farklı refleksler bekliyorsak bu refleksi bütün örgütler için beklemek durumundayız. Yani HTŞ'ye tanıdığınız krediyi "Artık silahları bırakın, artık Suriye'nin bir parçası olun." dediğiniz yapıyı, Türkiye'nin oradaki bütün yapılar için de en azından aynı kategoride değerlendirmesi lazım. Orada bir oluşum var çünkü devlet otoritesinin ortadan kalktığı yerlerde insanlar mecburen kendi can, mal, ırz ve namus güvenliğini korumak için ya bir örgüte sığınırlar ya da maalesef, dışarıdan gelen bir devletin himayesine girmek isterler. Bu elbette bağımsızlık karakteri olan birinin kabul edeceği bir şey değil ama bir de savaşın realitesi var. Dolayısıyla siz oradaki yapılara "Silahlarınızı bırakın ve orayı terk edin." çağrısı yaptığınız zaman oradaki sivillerin nasıl korunacağını, teminatlarının ne olduğunu göstermek durumundasınız, aksi takdirde çağrınız boş ve havada kalır.
Ve yine, örgütlerin ismine ya da yapılarına düşman olmak bir şeyi çözmüyor. O yapıların Türkiye'yle ilgili beslemiş olduğu varsa yanlış yaklaşımlar onları düzeltmektir asıl olan. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin asla ve asla Suriye'deki Türklerle bir sorunu olmadığını biliyoruz. İktidarın zaman zaman farklı politikaları olabilir ama Suriye'deki Kürtlerin, Türkiye'nin hassasiyetlerine dikkat edeceği, Türkiye'nin de Suriye'deki Kürtlerle etle tırnak olabileceği bir süreci nasıl inşa edeceğimizi konuşmamız lazım. Dün dünde kaldı, savaşma, çatışma ortamı geride kaldı; şimdi -Irak'ta yirmi küsur senedir devam ediyor, inşallah Suriye'de bu kadar uzun sürmez ama- bir normalleşme süreci başlıyor. Dediğim gibi, Suriye'deki Kürtler sadece Suriye'deki Kürtlerden ibaret olmadığı için, Türkiye Cumhuriyeti aynı zamanda Kürtlerin de devleti olduğu için mutlaka ve mutlaka Suriye'deki Kürtlere de Kürtlerin bir devleti olan bir Türkiye Cumhuriyeti olarak meselelere bakmak durumundayız.
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, değerli Cumhurbaşkanı Yardımcım, olağanüstü hâl rejiminde kurulmuş bir sistemdir. İhtiyaçtır, fırsattır, ihtirastır, her şeyi diyebiliriz ama kabul etmemiz gereken bir gerçek var ki Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, Türkiye'nin anormal koşullarında fiilî durumun Anayasa'ya uydurulmasına dair bir mecburiyetten ortaya çıktı. Herkes fânidir, Sayın Erdoğan da o fânilerden biridir. Dolayısıyla, sadece Sayın Erdoğan'a göre dikilmiş bir ceketin 85 milyona uymayacağını hep beraber kabul edelim. Belki o Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini savunanlar Türkiye'nin o gün içerisinde bulunduğu koşullar için bunun şart olduğunu düşünebilirler, iyi niyetle bakmak istiyorum meseleye ve öyledir de savunduklarına göre.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.
BÜLENT KAYA (Devamla) - Ama Sayın Erdoğan da herkes gibi bir fâni olduğuna göre artık bu sistemin şahıslara göre değil, "Ya, bir beş sene daha süresini uzatalım, Türkiye'nin Erdoğan'a ihtiyacı var." demek yerine... Elbette Erdoğan'ın da siyaset yapma hakkıdır, önümüzdeki beş sene de Anayasa elveriyorsa siyasete de devam edebilir, illa kenara çekilsin diye bir talebimiz yok ama Anayasa’nın herkes için uygulanmasını... Sadece Erdoğan'a uygun bir anayasa yapılmasına itiraz ediyoruz.
Bir diğer husus, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde iktidar devletleşiyor. Demokrasilerde iktidarlar devletin bir parçasıdır, muhalefet de devletin bir parçasıdır ama siz Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini bir parti devleti, bir iktidar devleti gibi gördüğünüz için kendiniz dışındaki herkesi gayrimillî, hukuk dışı, terörist olarak görüyorsunuz; bu, sisteme olan bakış yanlışınızdandır diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi, İYİ Parti ve DEM PARTİ sıralarından alkışlar)