Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 3'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 32 |
Tarih: | 12.12.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA AYTEN KORDU (Tunceli) - Sayın Başkan, sayın vekiller ve ekranları başında bizleri izleyen değerli halklar; yine, onurlu, eşit, insanca yaşam için mücadele eden ve bugün zindanlarda yatan siyasi tutsak arkadaşlarımızı, hepinizi, herkesi saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)
Yirmi iki yıllık AKP iktidarı dönemi, ekolojik yıkımın her türlü biçimiyle deneyimlendiği ve ekokırım suçlarının hızla arttığı bir dönem olmuştur. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, öncelikli görevi olan çevreyi koruma misyonunu yerine getirmeyip tamamen sermayenin talepleri doğrultusunda çalışma yürütmektedir. İnsanı, emeği, doğa varlıklarını metalaştıran, ticarileştiren, sömüren ve yalnızca sermaye aracı olarak gören tekçi, kapitalist, erkek egemen politikalar bir dönem daha halkların barınma ve yaşam haklarına dönük bir bütçeleme gerçekleştirmekten uzak kalmışlardır. AKP iktidarında Türkiye'de ve kürdistanda delik deşik edilmedik dağ, yerli veya yabancı şirketlerin güdümünde tahrip edilmedik orman bırakılmamıştır. Cudi'den Kazdağları'na, Defne'den Karaburun'a, Cerattepe'den Akbelen'e, Munzur'dan Şırnak'a, Ağrı'ya kadar; ormanların kesilmesine, suların ve havanın kirlenmesine, kıyıların ticarileşmesine, millî parkların sermayeye açılmasına kadar yaşama ilişkin birçok çevresel tahribat sistematik olarak sürdürülerek tüm coğrafya çoraklaştırılmak istenmektedir. Bu tekçi, doğa düşmanı zihniyet yüzünden her geçen gün kâr hırsıyla çevresel etki izlerinin de etrafından dolaşarak projelerini genişleten şirketler, bölgelerdeki halk direnişine rağmen iktidarın desteğiyle yağmalama faaliyetlerini fütursuzca sürdürmektedir.
13 Şubat 2024'te 9 işçinin siyanürlü liç yığını altında kalarak can verdiği İliç faciası gözler önündeyken, metrelerce yakınında birçok kaynağı besleyen Fırat zehirle akarken, İliç'teki atığın dahi nasıl saklanıp bertaraf edileceği belirsizliğini koruyorken ilk ÇED raporunda sorumlu bulunan ve bugün burada yine oturan Bakan dahi sonrasında sorumluluğu olmadığı ve soruşturmaya da yer olmadığı gerekçesiyle yargı tarafından aklanmıştır. Siyanür ve ağır kimyasallarla birlikte çalışma yürüten madenler başta olmak üzere "Rehabilite ediliyor." diye yapılan açıklamalar doğru değildir. Altından kazanılan gelirin tamamı sadece İliç madeninin yarısını bile rehabilite etmeye yeterli değildir. Bunu odalar, meslek kuruluşları, ilgili mühendisler bağırarak sağlık uzmanlarıyla birlikte söylemektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, tonlarca suyun kullanıldığı, tonlarca toprağın toprak olmaktan çıktığı gerçeğini çok iyi bilmektedir. Buna rağmen sürekli kapasite artışıyla yapılan başvurularda ÇED raporlarını verebilmektedir.
Yerin altındaki getiri yerin üstünden çok şey götürmektedir. Olumsuz etkileri yıllarca, kuşaklar boyu hissedilecek sağlık ve çevre sorunları bugün uzmanlar tarafından da belirtilmektedir. Fakat yerin üstündeki bütüncül yaşam, sermayenin soluksuz büyüme hırsı karşısında gözden çıkarılmış; azınlığın zenginliği, çoğunluğun yaşam refahına tercih edilmiştir. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının ilgili mevzuattaki amacı "Çevreyi koruma ve şehirleşmeyi sürdürülebilir bir şekilde geliştirme adına akademisyenlerin çevre alanında faaliyet gösteren kişi ve kurumlarla birlikte iş birliğiyle insan ve çevreye fayda sağlayacak raporlar hazırlamak ve bu projeleri hayata geçirmek." olarak belirtilmektedir. Ancak icraatlar burada belirtilen amaçla taban tabana zıttır. Bakanlık, çevreyi ve halkı koruma görevini yerine getirmeyecek yerleşim alanları belirlerken deprem riskini göz ardı etmiş ve çevresel gerçekleri hiçe saymıştır. Kamu arazilerini, tarım ve orman alanlarını, toplanma alanlarını sermaye çıkarları doğrultusunda imara açmış, kamusal denetim yetkisini kullanmamıştır. Bu sorumsuz politikaların yarattığı yıkımın sorumluları merkezî ve yerel idarelerdir. Deprem felaketinde görüldüğü gibi hâlâ halkı konteynerlerde yaşamaya mahkûm eden bir bütçe halkın bütçesi olamaz. Hele hele büyümeden bahsetmek "Kalkınmayı şu kadar artırdık." demek tam da halkların ihtiyacının karşılanmadığı bir bütçenin kimlere ve hangi kalemlere ayrıldığını itiraf etmek demektir. Deprem bölgesinde hasar gören ev sahiplerine verilen destek, halkın ihtiyaçlarının ne kadar komik rakamlarla ele alındığının da somut politikasıdır. "Büyüme" deniliyor; bu, büyüme değildir. "Büyüme" denilen şey, kapitalizmin tekelci şirketlerini büyütmekten başka bir şey değildir. Ekonomik ve siyasi iktidar sahipleri kentsel alanları sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirerek ekolojik sınırları tamamen göz ardı etmişlerdir. Bu, sadece fiziksel değil toplumsal bir ayrışmaya da ulaşmıştır. TOKİ gibi devlet kurumları aracılığıyla uygulanan projeler, sosyal yapıyı derinden etkileyen ve ekolojik dengeyi tahrip eden bir dönüşümü tetiklemiştir. Ancak bugün halkların ihtiyacı olan şey, betonlaşma ve rant odaklı politikalar değil insan ve doğa arasında uyumu sağlayan bir toplumsal dönüşümü esas alan politikalar olmak zorundadır fakat yasa yapma pratiğini halk lehine icra etmeyen AKP, iktidara geldiği günden bugüne yasalarda doğayı koruyan ne kadar düzenleme varsa hepsini sermayenin lehine değiştirmiştir. Açlık ve yoksulluk Türkiye'nin dört bir yanını sararken, çocuklar bugün okula aç gidip aç dönerken, emekliler çarşıda, pazarda gram hesabı yaparken, kadınlar her gün erkek egemen politikalardan dolayı katledilirken hiçbir düzenleme yapma ihtiyacı duymayan iktidar, sermayeye rant kapılarını sonuna kadar açmak için defalarca yasal değişiklik yapabilmiştir. Orman Kanunu son yirmi bir yılda AKP Hükûmeti tarafından 32 kez değiştirilmiştir. Yasaların koruyucu, kısıtlayıcı yönleri kırpılarak yok edici faaliyetler gelişigüzel biçimde yasalara eklenmiştir.
Yeşil dönüşüm, yenilenebilir enerji olarak yapılan HES, RES projeleri çevresel etkiler değerlendirilmeden şirketlere rant kapısı hâline getirilmektedir. Öte yandan, çevreye zarar verebilecek projelerin değerlendirilmesi ve bu projelerin çevresel etkilerinin en aza indirilmesi için tasarlanmış bir mekanizma olan çevresel etki değerlendirmesi yani ÇED süreci AKP iktidarında işlevsiz hâle getirilmiş, sermaye çıkarını gözeten bir formaliteye dönüştürülmüştür. ÇED'ler, projeler yasal prosedüre takılmasın diye "gerekli değildir" şeklinde düzenlenmiş ve bu artış özellikle son on yılda sistematik bir hâle getirilmiştir. AKP iktidarda olduğundan beri 77.434 projenin ÇED'e tabi tutulmamasının en önemli sorumlularından biridir. AKP'nin sermaye dostlarına ait ekokırım projeleri sekteye uğramasın diye ÇED süreçlerinden muaf tutulmuş ya da hızlandırılmış prosedürlerle hayata geçirilmiştir. Hayata geçirilen ÇED raporlarının çoğu bağımsız, kamu ve çevre yararı gözeten firmalar tarafından değil projeyi yüklenen firmalar tarafından gerçekleştirilmiştir. Birçok eksik, yanıltıcı bilgiler içermiş, kamuoyu tarafından tespit ve itirazı gerçekleştirildiği hâlde projeler ilerletilmeye devam edilmiştir. Halk itirazlarının da önemli bir kısmını içermesi gereken bir prosedür yerel halkı dikkate almamış ya da bu itirazlar güvenlik güçleri aracılığıyla bastırılmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla ÇED süreçleri bilinçli bir şekilde yozlaştırılmış, ekolojik yıkım hızlandırılmış, halklar karar süreçlerinin dışına itilmiştir.
Öte yandan, AKP iktidarının bu meseledeki belirleyici tutumlarından biri doğa savunucularını düşman ilan etmesidir; doğanın talan edilmesine göz yumması ise AKP tarafından gerçekleştirilmiştir yine. Bu politikaların somut örneklerinden biri, 5'li çete üyelerinden olan Limakın, Akbelen ormanındaki kesimlere karşı direnen başta kadınlar olmak üzere tüm yurttaşların, aktivistlerin ormana girişlerini yasaklayacak kadar ileri gitmesi pratiğidir. Doğa ve yaşam savunucuları sürekli olarak iktidarın hedefi olmuş, bu savunuyu yapmak suç sayılmıştır. Özellikle 3 Eylül 2024'te, Artvin Hopa'da Yapısoy Betonun ormanı katletmeye yönelik girişimlerine karşı direnen Reşit Kibar bir saldırı sonucu katledilmiştir. Buradan bir kez daha yaşam savunucusu olan Reşit Kibar'ı saygıyla anıyoruz. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)
AKP'nin yirmi iki yıllık iktidarı, neoliberalizmin dayattığı politikalarla doğanın sermaye lehine talan edilmesini âdeta bir devlet politikası hâline getirmiştir. İnsan ve doğa arasındaki ilişkinin sermaye mantığına indirgenmesi yalnızca ekolojik felaketlere değil toplumsal eşitsizliklerin de derinleşmesine yol açmıştır. Bugün AKP'nin inşa ettiği bu yıkıcı düzenin bedelini halklar ve gelecek kuşaklar, doğa ödemek zorunda kalacaktır. Sürdürülebilir bir yaşam inşa edebilmek için betonlaşmaya ve rant odaklı politikalara son verilmesi, insan ve doğa arasında uyumu esas alan, ekolojik ve toplumsal adalet temelli bir dönüşüm gerçekleştirilmesi zorunludur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın lütfen.
AYTEN KORDU (Devamla) - Aksi takdirde bugünkü yönetim anlayışının bedelini tüm toplum, doğa ve gelecek nesiller ağır bir şekilde ödeyecektir.
2025 bütçesi ekolojik bir yaşamı savunan halkların bütçesi olmaktan uzak bir bütçedir. Hep birlikte havamız, suyumuz, toprağımız, kısaca yaşam alanlarımız için mücadele etmeye devam edeceğiz ve yaşamı için, yaşam alanları için mücadele eden, direnen, karşı çıkan tüm ekolojistleri, tüm halkları, tüm yurttaşları buradan bir kere daha saygıyla selamlıyor, mücadeleleri yalnız değildir. DEM PARTİ olarak, demokrasi, eşitlik ve yaşamı savunanlar olarak onlarla birlikte mücadelemizi devam ettireceğimizi buradan bir kez daha söylemek istiyorum.
Saygıyla. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)