| Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 10.12.2024 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA KÜRŞAD ZORLU (Ankara) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Bugün Dışişleri Bakanlığı bütçesi hakkında grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlarken dün elim bir kazada kaybettiğimiz şehitlerimize -ki 6 şehidimiz dile kolay, bugün onları toprağa veriyoruz- bir kez daha bu salondan Allah'tan rahmet; yakınlarına, sevenlerine başsağlığı dileklerimi iletmek istiyorum.
Tabii, Türk dış politikasının oldukça geniş bir coğrafyada, Asya'dan Orta Doğu'ya, Kafkaslardan Afrika'ya, Avrupa'dan Amerika'ya kadar birçok sahada faaliyet sürdürdüğü ve doğrudan ya da dolaylı olarak etki kapasitesini artırmaya çalıştığı görülmektedir. Bu yönelimin sadece diplomasi aracıyla açıklanamayacağı, bunun yanında ekonomik, siyasi, ticari ve askerî alanda doğru ve katkı sağlayıcı adımların atılmasının gerekliliği de ortadadır. Dolayısıyla iç teşkilatlanmamızın dış politika hedeflerimize uygun bir şekilde tanzim edilmesi bir tercih değil bir zorunluluktur. Bu bakımdan, mevcut 2025 yılı için Bakanlığımızın teklif edilen bütçesinin yetersiz olduğu -bu genel bütçe içerisinde yüzde 0,26'lık bir paya tekabül etmektedir- ki gerçekten Türkiye'nin mevcut koşulları, yapmak istedikleri, ortaya çıkabilecek birtakım kaos senaryoları çerçevesinde Dışişleri Bakanlığının daha fazla bir bütçeyle desteklenmesinin çok daha sağlıklı olacağı kanaatindeyiz.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; bugün özellikle bu kürsüde son günlerde yaşanan Suriye'deki gelişmelerin aslında ne anlama geldiğine ve ülkemizin nereye doğru evrilebileceğine yönelik bazı tespitlerimizi ve kaygılarımızı paylaşmak istiyorum çünkü uzun yıllar süren iç savaşla birlikte yaşanan yıkım ve zulümden en çok etkilenen Türkiye olmuştur. Suriye'de on üç yıl gibi uzun süren bir savaşın ardından rejimin devrilişini sağlayan ve Şam'a giden yolu tüm dünyayı şaşırtacak şekilde kısaltan gelişmeler Türkiye'nin çok taraflı dış politikasını ve güvenliğini yakından ilgilendirmektedir. Kabul etmek gerekir ki 27 Kasımda İdlib'de HTŞ'ye bağlı gruplarca başlatılan harekâtın on gün gibi kısa bir süre içinde Şam'da zaferle sonuçlanabilme ihtimali aylar önce kimsenin öngörebileceği bir durum değildi. Şimdi, şu soruların sorulmasını ve bu düzlemde bir yakın gelecek planlaması yapılmasını tarihî bir sorumluluk olarak görmekteyiz. Son yaşananlar çerçevesinde, 2018'den bu yana Birleşmiş Milletlerin de terör örgütleri listesinde yer alan; keza Türkiye, Amerika, Avrupa Birliği ülkeleri ve daha birçok ülke ve kuruluşun da böyle nitelendirdiği HTŞ'yi mevcut koşullar öne çıkarmıştır. ABD'nin ve bazı Batılı ülkelerin de bir süredir bu yapılanmayla temasları olduğu malumunuzdur. Peki, şimdi bu yapılanma yeni dönemde nasıl bir değişime sahne olacak ve muhataplığımızı belirleyen kriterler neler olacaktır? Dün uluslararası haber kaynaklarına yansıdığı üzere Katar'ın HTŞ üst yönetimiyle temasa geçtiğini anlıyoruz. Bunu diğer bölge ülkelerinin de izleme ihtimali çok yüksek gözükmektedir.
Sayın Bakan, sizin yaptığınız açıklamayı da bugün takip ettik, Şam'a yönelik bir elçilik açma ihtimalinden bahsettiniz. Şimdi, birazdan bahsedeceklerim ile aslında sizin bu açıklamanızın bir yerde örtüştüğünü de fark ediyorum. Ve şu hususu da belirtmek gerekir ki söz konusu yapılanmanın son on günlük süreçte elde ettiği yeni silahlar ve imkânlarla bu tahkimatı nasıl bir noktaya taşıyacağı da belirsizliğini korumaktadır. Örneğin, sadece Halep'te 80 bin top mermisi elde edildiği belirtilmektedir. Bu durum genel olarak "muhalifler" şeklinde adlandırılabilecek geniş gruplar arasında farklı güç devşirmelerine de neden olabilecektir. Öte yandan, an itibarıyla HTŞ'nin Şam'da kurduğu yeni yönetimi İdlib merkezli Suriye Kurtuluş Hükûmetine devrettiği açıklanmıştır. Dolayısıyla bu yeni durumda da İsrail'in saldırılarıyla birlikte bu mevcut yapılanmanın buna bir reaksiyon gösterdiği anlamını çıkarmak mümkündür. Bu doğrultuda, Suriye önümüzdeki dönemde makul bir istikrara mı yoksa birbirini tetikleyen yeni bir savaş alanına mı sahne olacaktır? Doha'da gerçekleşen Türkiye, Rusya ve İran arasındaki toplantıdan çıkan sonuç, özet itibarıyla, bir geçiş döneminin ardından yeni bir anayasayla seçimlerin gerçekleştirilmesini işaret etmektedir; bir başka şekliyle, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daha önce aldığı kararlar doğrultusunda bir ilerleyişi ifade etmektedir. Öyleyse bu anayasa süreci hangi aktörler tarafından ve hangi ilkeler çerçevesinde şekillendirilecektir?
Değerli milletvekilleri, bunca belirsizliğin ve soru işaretinin olduğu ilerleyişte Türkiye açısından baktığımızda şu gerçeğin hakkını vermek gerekiyor: Bugün Suriye'deki yeni dengelerin oluşumunda Türkiye önemli bir aktör olarak sahada yer alma fırsatına sahiptir; eğer göreli bir istikrar ortamı yakalanabilirse özellikle ülkenin çok ihtiyaç duyduğu yeniden yapılanması ve inşası konusunda en etkin durumdaki ülkelerden biri hâline Türkiye gelebilecektir. Fakat elbette bunun için yapılması gerekenler vardır; değilse, bu fırsatlar daha büyük tehlikeleri beraberinde getirecektir. Soğukkanlı, rasyonel ve esnek bir hareket tarzıyla her türlü yeni gelişmeye hazırlıklı olunmalı, ikili ve çok yönlü uzlaşmaların sağlanabilmesi imkânı mutlaka saklı tutulmalıdır. Zira, Rusya ve İran'ın sahadaki değişim güzergâhı, 2'nci Trump döneminin etkisi ve ülkenin toprak bütünlüğünün sağlanması hedefinden uzaklaşılması ihtimali birçok farklı senaryoyla da bizi karşı karşıya bırakabilecektir.
Şimdi, bu tespitler doğrultusunda kısa vadede şu adımların atılması düşünülmelidir: Sayın Bakanım, Türkiye, muhaliflerden oluşan bir uluslararası konferansın öncülüğünü yaparak daha en baştan yeknesak, uzlaşmacı ve iş birliğine dayalı bir yönetim sürecine zemin hazırlayabilir. Suriye Geçici Hükûmeti, Millî Koalisyon ve sahadaki diğer aktörleri bir araya getirecek böyle bir organizasyon dünyanın da dikkatini az önce bahsettiğim ilişkilere, bu ilkeler manzumesine ve sorumluluk alanına çekecektir. İster Azez'de ister Şam'da ve hatta Gaziantep'te böyle bir tarihî toplantıya tanıklık etmek mümkündür şu anda.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Suriye'nin toprak bütünlüğü, istikrarı ve kalıcı barışını esas alan bu yaklaşım tarzı elbette Türkiye'nin geniş sınır hattında konuşlanmaya çalışan terör tehlikesinden ayrı düşünülemez. Zira barış ve istikrarın tesisi gerçekçi ve sürdürülebilir bir siyasal sistemin kurulmasıyla sağlanabilir. PKK/YPG terör örgütünün burada bir devletçik kurma hedefinin yerle bir edilmesi bu anlamda mutlaka atılması gereken adımdır. Suriye'deki halkların; Arap, Kürt, Türkmen ve diğer tüm etnik unsurların bir arada ve huzur içerisinde yaşaması da elbette terör örgütlerinin ortadan kaldırılmasıyla tahkim edilebilecektir. Son gelişmeler PYD/YPG terör örgütünün bu kaotik ortamdan istifade ederek Suriye'nin orta ve güney bölgelerinde Fırat'ın batısına geçmek suretiyle kontrol ettikleri alanı genişletme eğiliminde olduklarını göstermektedir. Türkiye'nin güvenlik kaygıları ve bu amaçla gerçekleştirdiği meşru askerî operasyonlar dikkate alındığında terör koridorunun kesip atılması ve sınır güvenliğimizin sağlanması mutlaka ama mutlaka gerçekleştirilmelidir. Tel Rıfat ve Münbiç'in ardından nihai hedef tamamlanana kadar tavizsiz bir şekilde bu kararlı duruş devam ettirilmelidir. Örgütün gelir kaynağını oluşturan ve zengin petrol yataklarının olduğu Deyrizor bölgesindeki PKK/YPG varlığı da göz ardı edilmemelidir; tahminlere göre tüm Suriye'nin faydasına sunulması gereken bugün yıllık 2,5 milyar dolar değerindeki petrol sadece bu bölgeden terör örgütü yoluyla gasbedilmektedir.
Bununla birlikte, Suriye'deki demografi değişimine daha fazla izin verilmeden, ülkenin genelinde yaşanan göç hareketliliğini tersine çevirmek bir mecburiyet hâline gelmiştir. Bu yeni dönemde bir oldubittiyle otonomi, federasyon ve benzeri yapılanmalara hız kazandırılması ihtimali karşımızda duran en büyük tehlikelerden biridir. Savaş öncesi durum hatırlandığında, Suriye'nin tüm şehirlerinin homojen olmadığı görülecektir; Şam da, Lazkiye de, Halep de böyledir. Hiçbir yapılanmanın Suriye içerisinde bir devletçik oluşturmasına izin verilmemelidir. Dolayısıyla sığınmacıların geldikleri yerlere dönüş yapmaları artık sadece Türkiye'nin demografik geleceği için değil Suriye'nin de toprak bütünlüğü ve yeniden yapılanması bakımından hayati bir önem taşımaktadır. Bakınız, şu an ülkemizde bulunan Suriyeliler'in yüzde 42'sinin Halep bölgesinden geldiği tahmin edilmektedir. Suriye içerisinde de bir göç hareketliliği yaşanmakta olduğu düşünülürse -ki bilhassa İdlib'den bu hareketlilik şu anda yoğunlaşmaktadır- hiç vakit kaybetmeden nihai dönüşleri esas alan bir duruş sergilenmelidir. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'ın dün Kabine toplantısı sonrasında yapmış olduğu açıklamalar ve diğer yetkili makamların bu yöndeki değerlendirmeleri Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü hakkında ciddi bir çalışma sinyali vermektedir. Bu çalışmaların olumlu netice vermesi gelinen aşamada milletimizin en büyük beklentilerinden biridir. Bu vesileyle, tüm kurum ve kuruluşlarımıza bu kürsüden çağrıda bulunmak istiyorum: Suriyeli sığınmacıların güvenli, gönüllü ve onurlu dönüşleri için Türkiye uluslararası mekanizmalarla iş birliğini artırmalıdır ve Avrupa Birliğiyle yapılan geri kabul anlaşması mutlaka bu süreçte sonlandırılmalıdır, geri dönüşler için tüm imkânlar ve araçlar sonuna kadar kullanılmalıdır. Öncelikle, ülke genelindeki kayıtlı sığınmacıların geldikleri bölgelere göre envanteri güncellenmeli, gerekirse hane hane kayıtlı sığınmacıların geri dönüş motivasyonları bizzat artırılmalıdır. Bir diğer önemli husus da geri dönüş yapmış olan, bugünlerde dönecek olan sığınmacıların yeniden ülkeye girişlerine kesinlikle izin verilmemelidir. Eğer bu yapılmaz ise şu an olumlu bir seyir izlediği gözlenen dönüş mekanizması ciddi bir yara almış olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hâl böyleyken mevcut durumdan dersler çıkararak koşullarımızı uygun yeni bir yasal düzenlemeye taşımamız gerekmektedir. Avrupa'yı örnek alacak olursak bu ülkelerin kendi geçici koruma yönergelerinde bir yıllık bir sınırlama öngörülmüştür, en fazla altışar aylık sürelerle de iki yıla kadar uzatmak mümkündür. Bizde ise geçici korumanın ruhuna aykırı olarak bir sınır bulunmamaktadır. Onların sınırlama koyduğu yerde şu evrede bizim kararlılığımızı göstermek adına bu süreyi neden ucu açık bırakmaya devam ediyoruz? İşte bu yüzden geçtiğimiz temmuz ayında 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nda değişiklik yapılması için bir kanun teklifi verdim. Bu teklifle, geçici koruma süresi bir yıl ve altışar aylık sürelerle en fazla iki yıl daha yani en fazla üç yıllık bir sürede bu geçici korumanın sonlandırılması öngörülmektedir; bu çok yeterli bir süredir ve şu an ülkemizin ihtiyaç duyduğu yasal düzenleme de böyle geliştirilmelidir. İnşallah, son gelişmelerle birlikte böyle bir düzenlemeyi Türkiye Büyük Millet Meclisinde hep birlikte yapabiliriz.
Son olarak, biraz önce de ifade edildi, Kerkük'teki gelişmeler; sayımın ardından endişeli bir bekleyiş devam ediyor. Bu konuda biraz önce arkadaşımız bizim endişelerimizi de ortaya koydu. Ben burada Sayın Bakanımızın da olduğu böyle bir ortamda bir önerimi tekrar gündeme getirmek istiyorum; bununla ilgili birçok soru önergesi verdim, değerlendirmelerde bulundum. Mutlaka Ovaköy Sınır Kapısı'nın açılması gerektiğini düşünüyorum Sayın Bakanım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Zorlu.
KÜRŞAD ZORLU (Devamla) - Bu, Türkiye için aslında sadece ticaret değil güvenlik açısından bir zorunluluktur. Baktığımız zaman, terör örgütlerinin geçiş noktasına Semelka Sınır Kapısı başta olmak üzere bu hat üzerinde bir türlü engellenemeyen geçişler vardır ve şimdi gelinen aşamada Irak'la uzlaşı içerisinde bu, Ovaköy Sınır Kapısı'nı da açmak zamanı gelmiştir. Bunu açtığımız andan itibaren, göreceksiniz, bu hareketlilik çok azalacak ve bugün yüzünü bize dönmüş olan Türkmen kardeşlerimizin Türkiye'yle olan bütünleşme süreçleri, ticari kapasitesi daha da artacak ve orada daha büyük bir alanda yaşama ve vücut bulma fırsatı elde edeceklerdir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sağ olun, var olun. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)