GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin İlk Görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:29
Tarih:09.12.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve ekran başında bizleri izleyen değerli halklarımız; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Buradan bir selamımı, düşüncelerinden dolayı, siyasi çalışmalarından dolayı, özgür kalemlerini kullandıkları için hapishanede bulunan, düşüncelerinden dolayı hapsedilmiş olan değerli arkadaşlarımıza gönderiyorum. (DEM Parti sıralarından alkışlar)

Yine, buradan bir selamımı, bu ülkenin aydınlık yüzü olan, çektiği acılara rağmen "barış" demekten bir adım bile geri durmayan Barış Annelerine gönderiyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Ve bir selamım da her gün şiddete maruz kalan ama her şeye rağmen hakları için mücadele etmekten geri durmayan sevgili kadınlara; binlerce kez selam olsun.(DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli halklarımız, insanlığa bir gelecek sunmayan kapitalizmin krizinin bedelini ne yazık ki bütün dünya ölçeğinde halklar, yoksullar, işçiler, emekçiler ödemektedir. Kendi krizini aşamayan kapitalizm, devlet şiddetiyle bu krizi aşmaya çalışıyor ve insanları susturmaya çalışıyorlar. Normal koşullarda sürdürülemez bir durumda olduklarını bildiklerinden ötürü muhalefetten akılları başlarından çıkıyor, korkuyorlar muhalefetten; burada, bu salonda korktukları gibi. İşçiler ya haklarını isterse; emekçiler, yoksullar ya örgütlenirse; sendikalar ya grev kararı alırsa; kadınlar, gençler bu ülkede "Demokrasi olsun, karnımız doysun." diye sokağa çıkarsa bu iktidarın da aklı başından çıkıyor; Türkiye'de küresel sermayenin ve onu koruyan bütün devlet aklının da aklı başından çıkıyor, bundan korkuyorlar. Kürt'ün, Alevi'nin eşit yurttaşlık talebinden korkuyorlar ve bunun için egemenler, her yerde olduğu gibi Türkiye'de de çok tedirginler ve olası bir durumu engellemek için her türlü zorbalığı kullanmaktadırlar.

Kapitalizmin neoliberal politikalarını en iyi uygulayan ülkelerden biri Türkiye'de AKP olmuştur. Türkiye'yi küresel sermayenin ihtiyaçlarına göre dizayn etti ve yurttaşını âdeta aslanın ağzına attı. Bundan dolayı da AKP iktidarına emperyalist güçler madalya takmalıdır. Türkiye'de en fazla özelleştirmeyi yapan, en fazla kamuya ait malları satan, kamu iktisadi teşekküllerini özelleştiren bu iktidarın ta kendisidir; yerli ve yabancı sermayeye satmaktan geri adım atmadı ve sonra çıkıp "Biz yerliyiz ve millîyiz." gibi yalanları ortaya atıyorlar. Erdoğan "Ben bu ülkeyi şirket gibi yöneteceğim." dedi; gerçekten şirket gibi yönetti ama şirketi de batırdı. İflasın üzerini örtmek için "Açız." diyen insanlara "Yoksuluz." diyen insanlara "terörist" yaftasını yapıştırdılar ve hapishaneye koymaya başladılar.

Değerli yurttaşlarımız, konuşmamın başında da belirtmiştim, insanlık ve dünyamız bir çağ dönüşümünün eşiğindedir ve şimdi yeni bir dönüşüme daha hazırlanılıyor. Geliştirilen yapay zekâyla, 5G teknolojileriyle, teknoloji ve dijital dünyada dünyanın bütün geleceğini değiştirecek yepyeni bir uygarlığın kapılarını aralayan devrimler sürecinden geçiyoruz. Şayet teknolojinin bu gelişimini dünyadaki susuzluğu gidermek için, açlığı gidermek için, yoksulluğu gidermek için, barışı ve huzuru tesis etmek için kullanacak olsalar dünyada büyük insanlık kazanır ama ne yazık ki bunu böyle kullanmıyorlar ve yapay zekâyı, 5G teknolojisini ne yazık ki bu ülkede ve bütün dünyada insanlığı yok etmek için kullanıyorlar, silah üretimine kullanıyorlar ve üretim ilişkilerini ve biçimini bozmak için kullanıyorlar.

Değerli halklarımız, küresel sermaye -başlarken de ifade ettim- küresel krizini sadece yurttaşın üzerinde kemer sıkma şeklinde uygulamıyor; aynı zamanda, bütün dünya ölçeğinde savaş ve çatışmaları kışkırtarak bu krizden çıkmaya çalışmaktadır. Yakın zamanda yaşadığımız tarihe dönüp bakacak olursak, 11 Eylülde İkiz Kulelerin bombalanması, akabinde Afganistan'ın işgali, 2010'da Tunus'ta başlayan ve Orta Doğu, Kuzey Afrika'ya yayılan Arap Baharı'na müdahaleler... Arap Baharı'nı emperyalist güçler Arap kışına çevirmiştir. Savaş her yerde; Rusya ve Ukrayna'dan baktığımızda savaşın Batı'ya yayıldığını görüyoruz, Çin-Tayvan denklemine baktığımızda, savaşın diğer bölgelere yayıldığını görüyoruz ama savaş bu koşullarda ne şekilde yayılırsa yayılsın, en nihayetinde, hâlâ Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde emperyalist güçlerin paylaşım savaşlarının, üçüncü dünya paylaşım savaşlarının bölgesel suretini görmekteyiz.

Çok açıktır ki Suriye'deki gelişmelere baktığımızda, bölge yeniden dizayn ediliyor.

Orta Doğu'da süren savaşların nihai amaçları ortadadır: İran'ı etkisizleştirmek ve yapabilirlerse savaşa çekmek, Rusya'yı sınırlamak, Çin'in Kuşak-Yol Projesi'nin önünü kesmek ve küresel sermayenin başka bir bloktan yükselen bir tehlike olarak açığa çıkmasını engellemek; tüm bunların sonucunda, Asya-Pasifik hattını engellemek ve gerekirse savaşları bu anlamda büyütmek; bütün hedefleri bu. Suriye'deki gelişmeleri de biz bunlardan bağımsız olarak ele alamayız.

Buradan Türkiye Büyük Millet Meclisine şunu hatırlatmak istiyorum: Türkiye'nin neden iç barışa ihtiyacı olduğunu hep birlikte daha çok anlayalım diye şunun altını kalın kalın çiziyorum: Henüz yeterince gündeme gelmemiş gibi gözükse de kuzey hattından Kızıldeniz, daha güneyde Doğu Akdeniz ve Kıbrıs'a varacak gerilimin dinamiklerinin taşları döşenmektedir.

Ve böylesi bir süreçte, yine İsrail'in Gazze'ye müdahalesini de bundan bağımsız düşünemeyiz. Bugün Gazze'de Filistinliler katledilirken başta Türkiye olmak üzere, Türkiye'de mevcut iktidar olmak üzere ne yazık ki bütün dünya sınıfta kaldı. Gazze'de insanlar ve çocuklar katledilirken bu saldırıları durdurabilecek bir adımı yeterince ortaya koyamadınız, koyamadı bütün dünya.

"Ulus devlet" anlayışının yol açtığı bitimsiz, çözülmeyen sorun yumağıyla karşı karşıyayız. Ulusçuluk, siyasal İslam, mezhepçilik, erkek egemen ideoloji milyonları yerinden ve yurdundan etmiş durumdadır. Bakın, emperyalist güçlerin müdahaleleri sonucunda uzunca bir zamandır Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da devam eden çatışmalar doğrudan Türkiye'yi de bizim evimizi de kapımızı da etkilemektedir. Suriye'deki bu gelişmelerin, içinde İran'ın da olduğu daha büyük bir savaş ortamının ve koşullarının altının çizildiğini, bunun üzerine özel çalışıldığını belirtmemiz gerekiyor. Bu planları aklımızdan bir an bile çıkarmadan Suriye'deki son gelişmeleri değerlendirmeliyiz, daha büyük bir savaşın kapılarının açılacağını bilen bir yerden değerlendirmeliyiz. Emperyalist güçlerin imalatı olan El Kaide, El Nusra ve daha sonra El Nusra'nın Suriye'deki uzantıları olan IŞİD ve HTŞ dâhil olmak üzere çok sayıda irili ufaklı örgütün buradan türediğini çok iyi biliyoruz ve bu türeyen örgütler şimdi bir kez daha sahne almış durumdadır.

Türkiye'deki iktidarın imalatı olan, daha önce "Özgür Suriye Ordusu" olarak ismini bildiğimiz, daha sonra da "Suriye Millî Ordusu" olarak ismi değişen, Türkiye'de eğitilip donatılan bu çete örgütü şu anda Suriye'de yine faaliyet yürütmektedir. Suriye'de bir vekâlet savaşı yürütmektedir Suriye Millî Ordusu. Kimlere saldırmaktadır şimdi? Kuzeydoğu Suriye'deki Kürtlere ve Suriye halklarına karşı kullanılmaktadır. Bu iktidarın Türkiye ve bölgeye yaptığı en büyük kötülük; Kürt sorununda çözümsüzlüğü sürdürmek, Neoosmanlıcı hayallere kapılmak ve bunların peşine giden bir dış siyaset izlemek, bunun için de Selefi cihadist örgütlerle iş birliği yapmak, onları desteklemek.

Ve bütün bunların Türkiye'ye nasıl bir fotoğraf şeklinde döndüğüne de bakacak olursak değerli halklarımız, bakın, ülkemize bunların geri dönütleri nasıl oldu? Türkiye'yi bölge ülkelerinin neredeyse tamamıyla kavgalı bir hâle getirdi. Türkiye'de Ankara Gar katliamı, Suruç ve Reyhanlı katliamları, Antep düğün saldırısı, katliamı ve burada sayamadığım çok sayıda katliamı bu eğitip donattıkları, destekledikleri, sınırı onlara açtıkları örgütler gerçekleştirdi. Yani, bu iktidarın eğitip donattıkları, Türkiye'nin yurttaşlarının katili oldu.

LEYLA ŞAHİN USTA (Ankara) - Daha neler ya!

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Maaşlarını kıstığınız zaman, zam yapmadınız diye, vaktiyle Esad'a görüşme teklifinde bulundunuz diye Reyhanlı sınırında Türk Bayrağı’nı yaktılar ve sesinizi çıkaramadınız.

"Güvenlik" adı altında izlediğiniz politikalara baktığımızda, 2011 Suriye savaşının başladığı gün ile bugünü kıyasladığımızda, Türkiye'nin kuruluşundan bugüne kadar Türkiye'nin sınırları hiçbir zaman bu kadar güvensiz olmamıştı. Kuzey ve doğu Suriye'de yaşayan Kürtler, demokratik, farklı halklarla ortak yaşam kültürünü benimsemiş, kadın özgürlükçü bir anlayışa sahiptir; sekülerdirler aynı zamanda. Biz bu kürsüden defaatle söyledik: Bu özellikleri haiz olan Kürt halkı mı komşumuz olsun, IŞİD ve türevi örgütler mi komşumuz olsun?

ASUMAN ERDOĞAN (Ankara) - Böyle bir şey yok ya. Esad'ı mı savunuyorsunuz?

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Buradan şunu da hatırlatmak isterim: Kamuoyunda "Rojava" diye bilinen kuzey ve doğu Suriye'de, oradaki topraklarda yaşayan insanları bu kürsüye çıkanlar biraz önce öyle bir anlattılar ki sanki orada yurttaş yok, sivil yok, herkes eli silahlı beklemekte. Biz, koca kentlerden, milyonlarca insanın yaşadığı kentlerden bahsediyoruz. Ankara'nın göbeğinde, siz her sabah çocuklarınızı nasıl okula yolluyor, hastaneye gidiyorsanız, nasıl işe gidiyorsanız işte orada da böylesi sivil insanlar yaşıyor. Dolayısıyla, o coğrafyayı iyi bilmek ve iyi anlamak gerekiyor.

LEYLA ŞAHİN USTA (Ankara) - İnsanlar hapishanelerdeydi ya.

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Orta Doğu'daki soykırımın kıskacında Suriye'yle ilgili tavrımız çok nettir. Çetelerin kimi bölgelerde hâlâ devam eden müdahaleleri derhâl son bulmalıdır, silahlar susmalıdır. Suriye'nin kaderini Suriye halkları demokratik, barışçıl bir zeminde belirlemeli ve orada demokratik bir anayasa yapım sürecine katkı verilmelidir, dış müdahaleler derhâl bitmelidir. Bu mesajı burada herkes verdi, evet; demokratik bir Suriye'den bu kürsüde herkes bahsetti ama bu kürsüde demokratik bir Suriye'den bahsedenler yani iktidar ve ortağı şunu söyledi: "Demokratik Suriye." Ama arkasından ne yaptı? Bugün elimize ulaşan haberlere göre Ayn İsa'da çoğu çocuk ve kadından oluşan 12 sivil TSK güçlerinin SİHA'larıyla katledildi.

LEYLA ŞAHİN USTA (Ankara) - TSK'ye böyle bir şey söyleyemezsiniz.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Leyla Hanım, dinleyecek misiniz; Genel Başkanımız konuşuyor ya, Grup Başkan Vekilisiniz, ayıp ya!

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Münbiç günlerdir bombalanıyor ve orada sivillerin oturduğu yerler bombalanıyor. Türkiye'de iç barış diyeceğiz, barış diyeceğiz ama Münbiç'i, Ayn İsa'yı, Tel Rıfat'ı vuracağız; böyle bir dünya yok, olamaz. Buradan çağrımızdır: Türk Silahlı Kuvvetleri orada gerçekleştirdiği bu saldırılara son vermelidir.

Suriye'de yaşayan Araplar, Kürtler, Ermeniler, Türkmenler, Dürziler, Arap Alevileri, Nusayriler, İsmaililer, Asurlar ve burada sayamadığım tüm farklı halklar ve inançlar bir arada yaşam kültürüne sahiptir ve herkesin temsil edildiği ortak, kapsayıcı bir demokratik anayasanın oluşması için katkı vermeliyiz hep beraber. Kürtlerin statüleri mutlaka ve mutlaka tanınmalıdır. Demokratik Suriye, demokratik Orta Doğu diyorsak oradaki Kürt kardeşlerimizden korkmayacağız, çekinmeyeceğiz; oradaki Kürt kardeşlerimizle beraber ortak yaşamın yollarını bulmalıyız, bunun için de bu Parlamento çalışmalıdır.

Değerli halklarımız, değerli milletvekilleri; ne yazık ki baş döndürücü yapısal dönüşümler içinde Türkiye, dış siyasette rotasını kaybeden bir ülke konumuna gelmiştir. Dış siyasetin iç siyasetle oldukça ilintili ve birbirini çok yoğun etkilediği bir dönemden geçiyoruz. Bu, sadece bizim ülkemiz için değil bütün dünya ülkeleri için böyledir. Türkiye'nin dış politikası şu an rasyonel değil ve Batı ile Avrasya arasında sıkışmış durumda. Bir sarkaç siyaseti yürüttüler, "Aradaki çatlaklardan nasıl faydalanabiliriz?" diye çalıştılar ama Türkiye'nin geldiği hâl ortadadır. Bölgesel riskleri genel anlamda değerlendirebilmeliyiz. Bu ülkeyi yönetenler, tercihlerini mutlaka ve mutlaka halklardan yana yapmalıdır. Demokrasi karşıtı güçlerle, insanlık dışı güçlerle iş birliğine mutlaka son verilmelidir. Tarihin çöplüğünde çürümüş fikirlerle beslenen Neoosmanlıcı ideolojiye eklemlenen hamasi siyasetle yol gidilemeyeceği açıktır, bu hakikatle barışık olunmalıdır. Orta Doğu'da Kürt halkının kazanımları aynı zamanda Türk halkının da kazanımıdır, bunu aklımızdan bir an bile çıkarmayalım. Kürtlerin ve Türklerin demokratik zemindeki ittifakı bütün Orta Doğu'ya önemli bir model olacaktır. Çok söyledik, içeride Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye'nin Orta Doğu'da barış rolü üstlenebileceğini, bunun samimi olabileceğini, böyle bir modeli gösterebileceğini buradan da defaatle söyledik.

Yeryüzü ve özellikle coğrafyamız gerçekten savaştan, kandan çok yoruldu. O nedenle buradan bütün dünyaya seslenmek istiyorum: Bakın, dünya nükleer silahların tehdidiyle karşı karşıya, dünya üçüncü büyük dünya savaşının eşiğinde; böylesi bir zamanda barışın sesi çok daha gür, çok daha cesur yükselmelidir. Bütün dünyada savaş karşıtı güçlerin barış hareketini oluşturması, enternasyonalist bir barış hareketinin oluşması şu an her şeyden çok bütün dünya halkları için elzemdir ve acil bir biçimde bunun oluşması gerekiyor.

Dünya ve bölgede kaosun derinleştiği bu tabloda Türkiye'nin bu konuda üzerine düşeni yapması lazım değerli arkadaşlar ve bugün biz bütçeden bahsediyoruz; bütçeyi konuşurken savaşın ve çatışmaların, özel harp politikalarının maliyetini de konuşmak durumundayız. Kırk yılı aşkındır devam eden savaşta ve çatışmalarda sadece Kürt sorunu odaklı olan harcamalara baktığımızda 3 trilyon dolardan daha fazla para harcanmış. Neye harcanmış bu paralar? Mermiye, tanka, topa, İHA'lara, SİHA'lara harcanmış ve bu kadar büyük bir bütçenin halklar için, işçiler, emekçiler için kullanıldığını düşündüğümüzde inanın Konya'daki, Trabzon'daki Türk işçi kardeşimizin de karnı doyacaktır; Diyarbakır, Batman, Şırnak, Ağrı, Muş, Siirt ekonomi endeksinde en yoksullar sıralamasında yer almayacaktır.

Vakit kaybetmeden hem siyasetin, Meclisin hem de toplumun bu konuda çok büyük bir görev ve sorumluluk üstlenmesi gerekiyor değerli arkadaşlar. DEM PARTİ olarak onurlu bir barışın hem içeride hem dışarıda sağlanması için bizler hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan çalışma yürüteceğimizi burada bir kez daha ilan ediyoruz. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, ekranı başında bizleri izleyen yurttaşlarımız; bütçe soğuk rakamların ürünü değil tamamen siyasi tercihlerin planlanmasıyla ilgilidir. Biz her fırsatta söyledik, Cumhur İttifakı’nın bütçesinde milyonlarca yurttaşımız yok; işçi, emekçi, yoksullar, esnaf, çiftçi, kadınlar, çocuklar, engelliler yok. Doğayı talan etmek için var olarak görüyorlar ve ben buradan Kaz Dağları'nda devam eden direnişi selamlıyorum, başarı diliyorum, hep birlikte mücadele edeceğiz diyorum. Bir avuç yandaşın kazancı var, 5'li çetenin kazancı var. Ülke parsel parsel satıldı, kamuya ait hiçbir şey bırakmadılar.

Şimşek geldiğinde enflasyon yüzde 38,21'di; şimdi "Düştü." dedikleri enflasyon rakamlarına baktığımızda, rakamların sarayda hazırlanmış olduğu TÜİK verilerine göre enflasyon 47,09 ama gerçek enflasyon yüzde 80. Faiz yüzde 8,5 idi, şimdi yüzde 50 oldu; bu, dünyadaki en yüksek faizlerden biri. Dolar kuru 21,14'tü, şimdi 35 TL'ye dayanmış durumda ve bütün baskılamalara rağmen.

Değerli Türkiye halkları, bakın, Türkiye'yi bu anlamda, bahsini ettiğimiz bu anlamda ikiye bölmüş durumda bu iktidar; bir tarafta yoksul çoğunluk yani bu toplumun yüzde 81'i, diğer tarafta zengin azınlık. Bu, beytülmale yapılan en büyük ihanettir ve bu ihanet tarihe bu şekilde geçecektir.

Değerli halklarımız, değerli milletvekilleri; yaz boyunca bizler DEM PARTİ olarak "Ekmek ve Adalet" buluşmaları gerçekleştirdik. Aynı zamanda Kadın Meclisimizle beraber "Eşit ve özgür bir yaşamda ısrarcıyız, derinleşen kadın yoksulluğuna karşıyız." kampanyasını sürdürdük ve Türkiye'nin çok farklı yerlerine gittik doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle; işçilerle, emekçilerle, yoksullarla buluştuk, ev emekçisi kadınlarla buluştuk; bir dokun, bin ah işit! Gördüğümüz manzarayı kısaca özetleyecek olursak şuydu: Sebze halinin kapısında çürük sebze ve meyveyi evine yemek olarak götürmek için bekleyen kadınları gördük; günde on saat çalışıp 600 TL yevmiye alan mevsimlik tarım işçilerini gördük; merdiven altı atölyelerde güvencesiz, karın tokluğuna çalışan işçiyi, emekçiyi gördük; hem maddi hem manevi hiçbir garantisi ve güvencesi olmayan ev emekçisi kadınları gördük; Karadeniz'de topladığı çayın, Urfa'da, Antep'te topladığı fıstığın, Antalya'da, Manisa'da ekilen domates, biberin maliyetini çıkaramayan üreticileri gördük; AKP'nin neredeyse ülkenin bütün varlığını peşkeş çektiği 5'li çeteyi Karun kadar zengin eden ve hormonlu ekonomik büyümenin rakamlarını da veren inşaat sektöründe çalışan işçilerin yaşadıklarını gördük; MESEM aracılığıyla sermayeye ucuz iş gücü olarak kullandırılan çocukların çocukluğunun ve emeğinin nasıl çalındığını gördük; samanın bile ithal edildiği bir yerde hayvancılığın bitirilmeye, bitmeye yüz tutmuş olan hâlini gördük; depremzedeleri gördük. Biraz önce burada Cumhurbaşkanı Yardımcısı sunumunu yaparken "Bütçe açığı vermemizin temel nedenlerinden biri deprem." dedi. Pandemi zamanında da pandemiydi, pandemiden önce de Allah bilir neydi, hatırlamıyorum ne demiştiniz. Ve bakın, depremzedeler -iki sene dolmak üzere- hâlâ aynı yerdeler, hâlâ atılmış doğru düzgün bir adım yok birkaç bölge haricinde ve iktidarın sunduğu bir çözüm önerisi yok. Özellikle Hatay'da, devlet tarafından her daim üçüncü insan muamelesi gören Hatay'da hâlâ yıkılmayı bekleyen konutlar var, insanlar konteynerlerde yaşıyor. Rezerv alan tartışmaları, başka tartışmalar ve şimdi de deprem bölgesinde mücbir sebep hâlinin 30 Kasımda bitirilmesi. Buradan bir kez daha çağrımızı yineliyoruz: Depremin yaralarını sarmak için bu bütçede en büyük pay zaten buna ayrılmalıdır; bunu ayırdığınız için bütçe açık vermiyor, zenginlerden vergilerini affettiğiniz için açık veriyor bütçe; bunu da buradan hatırlatmak isterim.

Bakın, TÜRK-İŞ 2024 Kasım ayı raporunda açlık sınırını 20.561,65 TL, yoksulluk sınırını 66.976,07 TL olarak belirlemiş. Asgari ücret 2024'te 1 kez artırıldı ama asgari ücreti artırmaktan imtina edenler bu açlık ve yoksulluk sınırını görmeden, yurttaşın hâline bakmadan hareket ediyorlar, hareket ediyorsunuz. Burada 50 milyon yurttaşımız açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır ve bu çok zor bir süreç.

Şunu iyi bilelim ki bu bütçede emekli yok, bu bütçede emekli olduğu için geçinemediğinden dolayı Konya'da çatıdan düşüp yaşamını yitiren yaşlı amcamız yok, üniversiteliler yok, motokurye işçileri yok, Soma'da kaybettiğimiz 301 işçimiz yok, İliç'te kaybettiğimiz 9 maden işçimiz yok; canice katledilen, istismara uğrayan çocuklar yok; Narinler, Şirinler yok bu bütçede; çocuklarını çalışmak zorunda olduğu için barakada bırakan ve 5 çocuğunu yanarak kaybeden kadın ve o yanarak giden çocuklar yok. Engelliler bu bütçede yok, emeği görülmeyen kadınlar bu bütçede yok; yok, yok, yok! Bu bütçede gerçekten halk yok; bu bütçede sermayenin çıkarları var, bu bütçede zengin bir avuç sınıfın çıkarı var ve 2025 bütçesinin de hikâyesi budur.

Sevgili kadınlar, bu bütçede en çok olmayan bizleriz. Bu bütçenin toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe olması için biz, DEM PARTİ olarak her fırsatta mücadele ettik. Kadınlar her gün şiddete uğruyor, katlediliyor; Ayşenur Halil, İkbal Uzuner; IŞİD'vari yöntemle canice, vahşice katledildi kadınlar. Türkiye'de kadına yönelik şiddetin haddi hesabı yok ama kadınlar bu bütçede yok. Kadına yönelik şiddetle ilgili caydırıcı yasalar yok, olan yasaları da mevcut olan erkek yargı erkeklerin lehine kullanılıyor. İstanbul Sözleşmesi'nden çekildiniz, 6284 sayılı Kanun'u tartışmaya açtınız. Kadınların en önemli kazanımlarından biri olan nafaka hakkını tartışmaya açtınız. Sığınmaevi yok, gündeme bile gelmiyor ve biz buna, bu bütçe asla kadın bütçesi olamaz diyoruz.

Kadınların toplumsal ve kamusal alana etkin katılımını oldukça önemsemekteyiz. Bunun için bizler DEM PARTİ olarak eş başkanlık ve eşit temsiliyeti önemsiyoruz. Özellikle belediyelerimizde, belediyelerimizde kadın müdürlükleri başta olmak üzere, kadın dairesi başkanlığı olmak üzere, kadın destekevleri, sığınmaevleri ve burada sayamadığım çok önemli faaliyetler var, kadınlarla ilgili çok önemli çalışmalar var. Ama bu iktidar ne yapıyor biliyor musunuz; kadının adını belediyeden de silmek için, eş başkanlık sistemimizi de yok saymak için ne yapıyorlar? Halkın iradesini, Kürt'ün iradesini, seçilmişin iradesini, seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırmak için kayyım atıyorlar. Oysa olması gereken bu kadın kurumlarının desteklenmesidir ve atanan kayyımın ilk işi belediyelerimizdeki kadın kurumlarını kapatmak oldu.

Sevgili kadınlar, bizler enseyi karartmayacağız; bütçemizi kendimizin yapacağı günler elbette gelecek, kadın bakanlığımızı kuracağımız günleri göreceğiz hep beraber. Bakanlığımızın en önemli faaliyeti, kadına yönelik şiddetle etkin mücadele olacaktır. Ulaşılabilir nitelikte ana dilinde kreş ve bakım merkezlerini kuracağız. Yaşadığımız baskılara rağmen biz kadınlar bedenimiz, emeğimiz ve kimliğimiz için mücadele etmeye devam edeceğiz. Sizler yasaklasanız da "..."(*) demeye devam edeceğiz. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

(Mikrofon kapandı)

TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Evet, bu bütçede ne olmalı ya da halktan yana olan bir bütçede ne olmalı? Ekmek ve adalet için bütçe şiarıyla hareket etmeliyiz. Geliri olmayan ya da belli gelirin altındaki hanelere insan onuruna yaraşır bir yaşam için temel gelir sağlamalıyız. İhtiyaç sınırına kadar elektriği, suyu, doğal gazı, interneti ücretsiz kamu hizmeti olarak sağlamalıyız. Acil müdahale olarak temel gıda Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi. ürünlerinin üzerindeki KDV kaldırılmalı ve raflardaki temel gıdaların fiyatı sabitlenmelidir. Vergi işçinin, esnafın, küçük ölçekli işletmelerin belini bükmüş durumdadır. Esnaf kepenk kapatıyor, büyük sermaye sahipleri ise vergi kaçırıyor; bundan dolayı servet vergisi olmalı; azdan az, çoktan çok vergi alınan bir sistem inşa edilmelidir.

Yoksul ailelere kira desteği sağlamalıyız. Ataması yapılmayan öğretmenlerin atamasını yapmalıyız. KHK'lileri maddi ve manevi tazminatlarını karşılayarak görevlerine iade etmeliyiz. Asgari ücret, şu an için, DEM PARTİ olarak ifade ettiğimiz gibi, 35 bin TL olmalıdır ama bunun enflasyon karşısında eridiğini biliyoruz, o nedenle üç ayda bir yükselen enflasyon oranına göre de güncellenmesi gerektiğinin altını özellikle çiziyoruz.

Türkiye'de tarım bitirildi. 2002'de AKP iktidara geldiği günden bugüne kadar uyguladığı tarım politikalarıyla Türkiye ihracatçı bir ülkeyken ithalatçı bir ülke konumuna geldi. Eti ithal ediyoruz, buğdayı, ipliği ithal ediyoruz. Türkiye bu hâle gelmeli miydi? Ama siz getirdiniz ne yazık ki. Toprağıyla, havasıyla, suyuyla, Çukurova'sıyla, Harran Ovası'yla, Konya Ovası'yla, meralarıyla dünyanın en önemli tarım ülkelerinden biri olan Türkiye'de, bizler söz veriyoruz, bu ülkenin yönetimine geldiğimizde radikal bir tarım politikasıyla tekrar eski pozisyonumuzu da aşan bir yere geleceğimiz kesindir. "Bunun için kaynak yok." demeyin. Vergide adaleti sağlayarak, kamulaştırma yapılarak, hayalî ekonomik büyüme yerine reel üretimi önemseyerek, savaş, çatışma, özel harp politikalarına para ayırmaktan vazgeçerek, kamu-özel iş birliği projelerine giden garanti ödemelerini durdurarak, Türkiye Varlık Fonunu kapatarak -ki Türkiye Varlık Fonu bu iktidarın paralel bütçesi gibi çalışıyor- bütçe dışı fonları bütçeye dâhil ederek, örtülü ödeneği ortadan kaldırarak ve şimdi burada sayamadığım birçok çözüm yoluyla elbette bu ülkenin kaynakları, bu bütçenin kaynağı yaratılır, yaratmalıyız. Ekmek ve adalet için bütçe yapmak mümkün; yeter ki bütçe yaparken merkezimize insanı, doğayı, barışı ve adaleti alalım, bunu yapmak mümkün ama Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle bunu yapmak mümkün değil. Dolayısıyla, bu sistemin kökten değişmesi gerekir. "Bu sistemle hukukun üstünlüğü olacak." dediniz, üstünlerin hukukunu yarattınız. "Askerî vesayet rejiminden kurtulacağız." dediniz, sarayın vesayeti artık bütün kurumların üzerinde olmuş durumda. Bu sebeple diyoruz ki Türkiye'nin içinde bulunduğu çoklu krizi yani ekonomik, sosyal, siyasi krizi aşmak elbette mümkün ama bunun için radikal, köklü değişimlere ihtiyaç var. Bu sistem, bu hâliyle artık daha fazla gidemez, bunu götüremez. Bu çoklu krizlerin çıkış yolu demokratik bir akılla mümkündür; tekçi değil, çoğulculukla mümkündür; demokratik bir Türkiye'yi inşa etmekle mümkündür. Türkiye'de yaşayan farklı halkları ve inançları "şu kökenli" "bu kökenli" diye ifade etmeden... Tıpkı nasıl "Türk kökenli" demiyorsak herkes bu ülkenin eşit yurttaşı; Türk'ü de, Kürt'ü de, Laz'ı da, Arap'ı da, Çerkez'i de. Herkesin kendi diliyle ve inancıyla bu ülkede eşit bir şekilde yaşadığı ve bu eşitliğin demokratik bir anayasayla garanti altına alındığı bir Türkiye elbette bu sorunları bu şekilde aşabilir. Demokratik bir cumhuriyeti hep beraber inşa edebiliriz. Demokratik cumhuriyeti inşa etmemiz için 85 milyon yurttaşımızı kucaklayan bir politika yürütmek zorundayız; cesur olmak zorundayız, sorunlarımızla yüzleşmek zorundayız, aksi takdirde bunları başarmak mümkün değildir. Bunun için de radikal bir demokrasi mücadelesi vermek zorundayız, aksi takdirde başaramayız.

Değerli halklarımız, değerli işçi kardeşlerim, ekranları başında bizleri izleyen değerli yurttaşlarımız; bizler bu sorun yumağına rağmen asla enseyi karartmayacağız. Baskılara rağmen bu toplum bu gidişata, bu sisteme, bu rejime rızalık vermiyor, vermeyecek. Fabrikalardan, alanlardan, sokaklardan yoksulların, işçilerin, emekçilerin, kadınların, doğa ve insan hakları savunucularının seslerini hep beraber duyuyoruz ve biz, onlarla birlikte aktif olarak mücadele yürütüyoruz. Bizler Türkiye halkları olarak köklerimizden aldığımız gelenekle, bilinçle, mücadele kültürüyle ve birikimiyle yolumuza devam edeceğiz. Umut her gün büyüyorsa mücadelemize olan sarsılmaz güvenimizdendir. Bize dayatılan değil hak ettiğimiz özgür ve onurlu bir yaşamı hep birlikte kuracağız. Bunun sözünü burada bütün Türkiye halklarına, 85 milyon yurttaşımıza veriyoruz; bizler mücadeleyle kazanacağız. Bizler "77" 1 Mayıslarında özne olmuş bir toplumuz, 15-16 Haziran işçi direnişlerinde başarmış bir toplumuz; TEKEL direnişlerinde, barış mücadelelerinde, kadın mücadelelerinde başarmışız. Bu köklerimizi ve bu birikimimizi asla unutmadan demokratik bir Türkiye, demokratik bir cumhuriyet için hep birlikte çalışmaya devam edeceğiz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)