GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, 2713 (2023) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı'na ve uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerimize uygun bir biçimde, gerektiğinde üçüncü ülkeler ve uluslararası örgütlerle iş birliği imkânları da kullanılarak, Somali ile ülkemiz arasında akdedilen milletlerarası anlaşmaların uygulanması kapsamında, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, Somali'nin terörizm, deniz haydutluğu, yasadışı balıkçılık, her türlü kaçakçılık ve diğer tehditlere karşı güvenliğinin sağlanması faaliyetlerine destek verilmesi amacıyla Somali'nin deniz yetki alanları dâhil olmak üzere iki ülke tarafından müştereken belirlenecek bölgelerinde ve münhasıran tespit edilecek kurallarla görevlendirilmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca iki yıl süreyle izin verilmesine dair tezkeresi (3/9
Yasama Yılı:2
Birleşim:110
Tarih:27.07.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA CEYLAN AKÇA CUPOLO (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli Genel Kurul ve bu Genel Kurulu artık televizyon çalışmadığı için internet üzerinden takip eden sevgili yurttaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, iki gün önce ifade özgürlüğünü kullandığı için bir yılı aşkın cezaya çarptırılıp cezaevine girmek zorunda kalan MYK üyemiz sevgili İlknur Birol'u selamlıyor, onun gibi kadın siyasetçilerin cezaevine konulması gerektiğini düşünen rejimi de lanetliyorum.

Aynı zamanda, yakın zamanda biliyorsunuz, İran'da bir insan hakları aktivistine, sevgili Pexşan Azizi'ye idam cezası verildi, onun özgürlüğünü talep ediyoruz biz TJA aktivistleri olarak. Bu özgürlük talebimizi ve bütün bu siyasi yargılamaların, İran'daki siyasi yargılamaların derhâl sona erdirilmesi gerektiği talebimizi buradan yineliyoruz ve Pexşan Azizi'nin söylediği bir cümleyi burada dile getirmek istiyorum, diyor ki: "Okyanusta minik bir damla olarak durdurulamayan akışın bir parçasıyım. Kalkıyorum, düşüyorum, bacaklarımı ovalıyorum ve yeniden yürümeye çalışıyorum işkence sonrasında. Bu inişli çıkışlı yolculuk öngörülemez, hayatın anlamı da bu zaten ve ben bu mücadeleyi annemden öğrendim ve bu şekilde mücadeleye dâhil oldum." diyor. Onun mücadelesini ve "..."(*) felsefesini benimseyen bütün kadınları, dört parçadaki bütün kadınları selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Aslında bu tezkere önceden komisyona gelmeliydi, Dışişleri Komisyonunda bizim bunu tartışabilmemiz gerekirdi. Ancak ne yazık ki Dışişleri Komisyonu son dönemde oldukça antidemokratik bir pratikle yürütülüyor. Örneğin, toplantılardan gazeteciler çıkarılıyor, muhalefete ait, muhalefetin parçası olan üyelerin konuşması direkt bağırarak çağırarak ve neredeyse tehditkâr tonlarla bastırılmaya çalışılıyor. Bu usulün değiştirilmesi gerektiğini sizin de gündeminize koyuyorum Sayın Başkan ve aynı zamanda bu Meclisin gündemine de bırakıyorum. Komisyonlar hem yasa hem anlaşmaların yapıldığı yerlerdir, buraların demokratik olması önemlidir. Eğer antidemokratik uygulama orada başlarsa buranın da hâli zaten birkaç gün önce gördüğümüz gibi korkunç bir duruma evrilir.

Orada, Komisyonda dedik ki: Bu tezkere neden bu şekilde acele ettiriliyor? Geçenlerde işte bakan geldi, dedi ki: "Pırpırlılar hızlıca bir hamle yapılmasını istiyor, hızlıca geçirilmesini istiyor. O yüzden biz bu tezkereyi hızlıca Meclise getirdik, bu şekilde getirdik." Örneğin, Bakanın katıldığı o Komisyon toplantısı kapalı yapıldı, gizli yapıldı. Oysa o Komisyonda gizlenen bir bilgi yoktu, Bakanı dünyanın kalanından gizleme talebi vardı, bir girişimi vardı yani Bakan basın önünde muhalefetin sert sorularını cevaplamasın diye o Komisyon, toplantısını kapalı bir şekilde yaptı.

Şimdi, bu tez... Aynı zamanda, elimde aslında iki tane şey göstereceğim size. Elimde bir liste var, işte, Sayın Fidan'ın son üç dört ayda yaptığı seyahatler, 18 yere gitmiş; bir yanda da elimde Sayın Fidan'ın yüksek lisans tezi var. Bir asker, bir istihbaratçı ve şimdi de bir dış politikanın yürütücüsü olarak Türkiye'nin dış politikasında neyi benimsiyor, aslında bu tez çok güzel gösteriyor. Tezin hayali şu, diyor ki: "İstihbarat dış politikada müthiş önemlidir, bizim istihbaratı kullanmamız gerekiyor. Hem askerî çıkarlarımız hem de genel olarak siyasal çıkarlarımız için istihbarat çok mühimdir." Tezin 79'uncu sayfasında Türkiye'nin Balkanlardaki faaliyetlerinden bahsederken, oradaki "peacekeeping" işte "peace monitoring" denen faaliyetlerinden bahsederken diyor ki: "Sovyetlerin dağılmasıyla Türkiye'nin bölgede fırsatları sömürmesinin olanağı açılmıştır." İngilizcesini okuyorum, diyor ki: "..."(*) Yani "exploit" gerçekten tercümede böyle hata olacak bir şey değil.

Şimdi, Bakanın ziyaretleri de aslında orada bahsettiği, o kullandığı "sömürü" kelimesinin tam da seyahat planlaması, işte bu seyahat, tatil planlamasının bire bir aynısı. Örneğin, Sudan'da bakın, Sudan'la ilgili Af Örgütü yakın zamanda bir açıklama yayınladı, dedi ki: "Türkiye'nin de arasında olduğu ülkeler, Birleşik Arap Emirlikleri de dâhil olmak üzere, buraya gönderdikleri silahlarla çatışmayı derinleştiriyorlar, kötüleştiriyorlar, berbat hâle getiriyorlar." Şimdi, biliyorum, buradan sonra ben sırama geçtiğimde diyeceksiniz ki: "Ya, bunlar taraflı insan hakları örgütleri, bunlar taraflı uluslararası örgütler." Ama işinize gelince bu örgütlerin Filistin'e dair raporlarını paylaşmaktan çekinmiyorsunuz.

Somali'yle ilgili cümle kurulduğunda veya Afrika'yla ilgili cümle kurulduğunda genelde şöyle başlar: "Onlar bizim din kardeşimiz." Hatta Sayın Cumhurbaşkanı 2017 yılında dedi ki: "Bizim Afrika'ya bakış açımız karşılıklı yarar çerçevesindedir, biz karşılıklı olarak birbirimize faydalı olmayı uygun görürüz."

Şimdi, Somali'de ortalama bir vatandaş, bir insan günlük 1 dolar kazanıyor, 1 dolar. Şimdi, bu tezkerenin günde 1 dolar kazanan kişiye nasıl karşılıklı bir faydası olacak? O yüzden, bu tezkerenin bize... "Karşılıklı" deniyor ya, bu iki tarafta, masanın iki tarafında, karşısında oturan kişiler kimlerdir? Eğer Somali Hükûmeti ile Türkiye Hükûmeti derseniz Somali Hükûmeti Freedom House Raporu'nda 8 puan alıyor 100'ün üzerinden; Türkiye 32, Somali 8.

Şimdi, karşılıklı oturuyorsunuz, muhtemelen aynı dili konuştuğunuz için diyorsunuz ki "Vallahi ben de senin faydanı, yararını isterim." şeklinde anlaşma yapıyorsunuz. Bizce sizin arkanızda yani Türkiye devletinin temsilcilerinin arkasında bir grup da şirket oturuyor. Zaten Mogadişu Havalimanı'nı yöneten firmaya baktığımızda Albayrak Grup yönetiyor. İşte, ihale alınacak, ihaleyi yapacak firmalar belli, inşaatı yapacak firma belli. Demek ki bu anlaşma, bu tezkere şirketlerin malını korumak için -ta Antik Yunan'da işte o paralı askerler vardı ya zenginlerin paralarını koruyan- tam da paralı asker gönderme, şirketin kârını korumak için yapılmış bir girişimdir.

Bizce, şu ana kadar geçmiş olan anlaşmaların hepsi Somali'ye devrik kamyon muamelesi yapıyor yani o kamyon devrilmiş, onun bütün ürünleri, ne varlığı varsa yerde ve elinde bir keseyle oraya gitmiş devletler var. O halkın, Somali halkının ana sütü gibi hakkı olan o kaynaklarını yağmalamaya gitmiş bir dizi devlet var ve bize bunun yağmadan farklı olduğunu anlatmak ve ikna etmek zorundasınız. Mesela, Somalili bir kişiye, Somalili kız çocuklarına, 15 yaşından küçük çocuklara -artık 15 yaşın üzerindeki kişileri çocuk değil, yetişkin olarak kabul edecekler örneğin- bunun o çocuğa nasıl bir faydası var? Bunu bize anlatmak mecburiyetindesiniz.

Şimdi, Sayın Fidan ziyaretlerinden birinde Birleşik Arap Emirlikleri'ne gitmiş ve oradaki bir açıklamada denmiş ki: Ziyaretin ana amacının ikili ilişkilerin güçlendirilmesi ve Gazze'deki çatışmaların sona erdirilmesi için iş birliği olduğu belirtilmiştir. Şimdi, bu, muhtemelen davetiyeye yazılan beyanat ama asıl bildiğimiz şey Somali'deki kaynakların bölüştürülmesi için iki devlet bir araya gelmiş ama Filistin her zaman güzel bir bahane, uluslararası cenahta kendini haklı göstermek için çok kullanışlı bir karta dönüşmüş bir mesele hâlinde. Burada, bu açıklamada iki devlet de demiş ki: "Biz üçüncü grupların, üçüncü devletlerin çatışmalarını bölgeye getirmelerini istemiyoruz." Ne kadar harika bir cümle, ben de katılıyorum, bence de büyük devletler çatışmalarını bölgeye getirmesinler. O hâlde, Etiyopya'da drone silah ticaretini niye yapıyorsunuz? Çatışmayı orada tetikliyorsunuz. Birleşik Arap Emirlikleri de aynı şeyi yapıyor, silah ticaretini devam ettirerek bu çatışmaları Afrika'daki o bölgeye, o alana taşıyor. Demek ki o bölgeyi düzensizleştirmekte sizin için orada bir beis yok ama Orta Doğu'ya geldiğinde orada bir beis görüyorsunuz. Bu samimiyetsizliği burada teşhir etmek mecburiyetindeyiz. Bununla ilgili -o gazetenin adını paylaşmayacağım ama- en samimi değerlendirmeyi yapan bir gazete var, asla okumayacağım hatta çöpe, çöpüme bile yakıştıramayacağım bir gazete ama orada Somali'yle ilgili şöyle diyor: "Biz orada rüzgârdan faydalanırız, balığı alırız, petrolü alırız, gazı alırız. Ticaret, tarım, silah, gemi, vergi..." Hatta diyor ki, o kadar ileri gidiyor ki, kendini kaybediyor: "Biz, onların havalimanından vergi alırız ya." diyor, başka ülkeyi vergilendirmekten bahsediyor. En hakiki sömürgeci aha, niyetini bu şekilde belli ediyor. Google'larsanız zaten çıkar; "vergilendirme, Albayrak, havalimanı" diye yazarsanız hangi yayın grubundan bahsettiğimi mutlaka bilirsiniz.

Biliyorsunuz, Somali'de Somaliland diye bir yer var. Son, işte, orada ayrılan bir bölge var, bir devlet. Yalnızca bir devlet tanıyor orayı ama olsun. Örneğin burası ifade özgürlüğü ve özgürlükler niteliğinde bakıldığında Somali'den daha üst bir düzeyde. Somali despotik bir yönetim olarak kabul edilirken, Somaliland daha demokratik -hatta Türkiye'den daha yüksek almış, 44 puan almış- Türkiye 32, orası 44 puan almış.

Burası, örneğin, ne kadar da Suriye ve Rojava meselesine benziyor. Örneğin, Türkiye şu anda Suriye'yle normalleşmeye gidiyor. Niye normalleşmek istiyor? Olur da işte bu Sezar yaptırımları kalkarsa orayla ticaret yapmanın önünü açabileyim diye yapıyor. Oysa Rojava'yla normalleşse ne yaptırımdan korkması gerekiyor... Tam kapıyı açtığı anda ticaret yapabileceği güvenilir bir partneri olacak.

Sayın Fidan'ı tekrar samimiyeti için tebrik etmek istiyorum; geçenlerde -örneğin, hep bu güvenlik meselesinden bahsedilir Rojava'dan bahsedilirken- çok dürüst bir şekilde "Biz petrolü istiyoruz." dedi. Teşekkür ediyorum, hakikaten petrol ve oraların kaynağını sömürmek için gitmek istediğini bu kadar açıkça söylediği için teşekkür ediyoruz. "YPG'den bizim bu petrolü almamız gerekiyor." dedi.

Örneğin, Irak'la kurduğu ilişki de benzer bir şekilde, şantaj üzerinden gidiyor. Bakıyor, Dicle'nin, Fırat'ın üzerine onlarca baraj yapıyor, suyu kesiyor ve orayı susuzlukla boğuyor, ticari ambargo uyguluyor ve o ticari ambargoyla onları siyasi şantaj yaparak belli bir konuma getiriyor. Örneğin, geçen gün Irak Cumhurbaşkanının eşi dedi ki: "Türkiye bizim toprak bütünlüğümüzün içinde köyleri boşaltıyor, etnik grupları yerinden ediyor, insanların ölümüne neden oluyor." Buradaki yapı, buradaki Dışişleri Bakanlığı diyor ki: "Ne hadle böyle konuşabilir." Irak Cumhurbaşkanının eşine diyor. Düşünsenize, Emine Erdoğan örneğin, Edirne'de olan bir meseleyle ilgili laf kursa ve biri "Sayın Emine Erdoğan nasıl, ne hadle böyle konuşabilir?" dese burada kendimizi parçalardık değil mi? O kadının söz hakkına saygı duymuyorsunuz ama kendinize saygı duyulmasını bekliyorsunuz.

Şimdi, Filistin'le ilgili, Kongreyle ilgili söylenen bütün beyanatlara katılıyorum ama bombaya isim yazan kişilerin kalkıp Kongredeki alkışı kınamasını anlamıyorum. Nasıl yapabilirsiniz, nasıl anlatıyorsunuz mesela? "Şuraya bomba gidecek, üstüne kalp çizeyim, adımı yazayım." diyen kişiler nasıl kınayabilirler, bu hadsizliği kabul etmiyoruz. Garantörlükten bahsediyorlar. İşte, örneğin cuma günü değil mi "TRT'ye nasıl saldırı yapılabilir?" dendi "İnsanlar cuma namazına giderken nasıl saldırılır?" dedi. Siz halay çeken, kendi kültürünü icra eden kişiyi gözaltına alıyorsunuz. Sonra bir işkence biçimi olduğu konusunda hemfikir olduğumuz bir şarkıyı dinletiyorsunuz, değil mi? Bu ikiyüzlülüğü kabul etmiyoruz. Kıbrıs mesela, Kıbrıs'ta da girdiğiniz her yeri öyle bir çözümsüz hâle getiriyorsunuz ki, öyle kötü bir bataklığa çeviriyorsunuz ki, Kıbrıs da tam öyle. Balkanlardaki varlığınız da öyle, Kıbrıs'taki varlığınız da öyle. Kıbrıs'taki çözümsüzlükten besleniyorsunuz çünkü orada mafyayı nereye koyacaksın, o senin karanlık gulyabanilerini nereye koyacaksın? Kıbrıs'a koyacaksın, Balkanlarda kendi himayen altında tuttuğun ülkelere bırakacaksın ve aynı şeyi Filistin'de garantörlük yaparsanız, Somali'de de eğer iyice palazlanırsanız oraya da öyle yapacaksınız.

Faydadan bahsediyor bu tezkere; kime faydası var, nasıl bir faydası var, biz bu faydayı göremiyoruz. Biz şirketlere faydalı olacak bu askerî anlaşmayı bütünüyle reddediyoruz ve gemiler gönderiyorsunuz, ben bu gemileri 1400'lerde, 1500'lerde, 1600'lerde Amerika'ya giden o koloni gemilerine benzetmekten kendimi alıkoyamıyorum. Mayflower gemisinden nasıl bir farkı var? Ya da Püritenler var ya, ellerinde hastalıklı battaniyelerle yerli halkların yanına giderlerdi, onlara battaniye uzatırlardı ve onları oradan silip kaynaklarını alırlardı. Oradan nasıl bir farkı var? Şirket kârcılığı için yapılan bu anlaşmayı bütünüyle reddediyoruz. Merhamet battaniyesine sarılı bu silah anlaşmalarını reddediyoruz, bu tezkereyi reddediyoruz. Ve illa bir güvenlik sağlamak istiyorsanız bakın, Diyarbakır'da kadınlar -hemcinsleriniz, çoğumuzun, buradaki kadınların hemcinsleri- sokakta giydikleri sebebiyle Hizbullahçılar tarafından hedef alınıyorlar. Ya da yine güvenlik... Kırmızı bültenle aranan kişiler sokakları atış poligonlarına çevirmiş durumdalar. Oranın güvenliğini sağlayabiliyor musunuz? Diyarbakır Sur'daki Hewş Kafe'ye giden kadının güvenliğini sağlayabiliyor musunuz? Sağlayamıyorsunuz. Soruşturma açılıp açılmadığından bile bahsetmediniz. Niye kadınlara saldıran, havuzların başına geçip "Biz sizin ağababalarınızı öldürdük, gömdük; onların cenazesi nerede, bilinmiyor." diyenlerin videosu niye çıkmıyor, onların elleri nasıl arkadan kelepçelenmiyor, onlara nasıl şarkı dinletmiyorsunuz? Demek ki onlar sizin güvenlik tehdidi değil. Sizin için güvenlik tehdidi olan şey kendi balığını avlamak isteyen yerel halklardır.

Örneğin, Somali'ye diyorsunuz ki "İşte siyasal, insan hakları ve ekonomik olarak bazı faydalarımız olacak, karşılıklı faydalarımız olacak..." AB'ye inat olsun diye dış politikada herhangi bir getirisi olmadığı hâlde tamamen inat üzerinden gidecek diye Yüksekdağ'ı, Demirtaş'ı, Can Atalay'ı, Kavala'yı, Çiğdem'i, Mine'yi, Tayfun'u cezaevinde tutmaya devam ediyorsunuz; Sincan'da kadınlar cezalarını bitirdikleri hâlde tahliyelerini engelliyorsunuz, İsrail'in cezaevlerinde uyguladığı rejimin aynısını uyguluyorsunuz ama kimse size hiçbir laf etmesin istiyorsunuz.

Bu tezkere yerel aracılar aracılığıyla alt kolonyal girişimde bulunmaktan başka bir şey değildir, bunu asla kabul etmiyoruz. Tekrar söylüyorum ki merhamet battaniyesine sarılmış alt kolonyal tavırları reddediyoruz ve bu tezkereye "Hayır." diyoruz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)