GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türk Sivil Havacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:97
Tarih:02.07.2024

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERSİN BEYAZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Türk Sivil Havacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine İYİ Parti Grubumuz adına söz almış bulunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

"Kanunlar, kanun hükmünde kararnameler, bazı kanunlar..." Görüyor musunuz, ne çok alanda değişiklik yapıyoruz. İktidar, yirmi yılı aşkındır torba yasa yapma alışkanlığından bir türlü vazgeçmedi. Verimsiz, aceleci, farklı konuları bir arada işlediğimiz bir komisyon sürecinin milletimize ne faydası var? Aslında bu anlayış, iktidarın başına buyruk, dikta ederek, halka rağmen siyaset yaptığının da başka bir göstergesidir.

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz teklif, Limanlar Kanunu gibi, Karayolları Genel Müdürlüğünün Hizmetleri Hakkında Kanun ya da Posta Hizmetleri Kanunu gibi 10 farklı kanun ve kanun hükmünde kararnamede değişiklik yapmaktadır. Belirttiğim gibi, farklı konuları bir araya koyarak hem karışıklık oluşmakta hem de farklı komisyonların alanına giren düzensiz bir kanun yapma süreci benimsenmektedir. Hemen hemen her komisyonda buna benzer bir yasama süreci işletilmektedir. Oysaki teklif konusu itibarıyla ilgili diğer komisyonlarda da görüşülmemiştir. Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu kanun teklifini ilgilendiren alanlarda da görüşme yapmamıştır. Kanun tekliflerinin içeriği ve kapsamına göre esas ve tali komisyonlarda görüşüldüğünü biliyoruz. Ancak iktidar ne hikmetse bu usulü bir türlü benimsemiyor, hemen oldubittiye getirerek "Biz yaptık, milletimiz de olumlu veya olumsuz sonuçlarına katlanacak." diyebiliyor. Biz diyoruz ki tali komisyonlar teklifleri ayrıntılarıyla değerlendirmelidir. Zaten İç Tüzük "Tali komisyonlar, işin kendilerini ilgilendiren yönü veya maddeleri üzerinde esas komisyona görüş bildiren komisyonlardır." hükmünü içermektedir. Bu yaklaşım, esas komisyonun işlerini de kolaylaştıracak, tartışılacak birçok konunun çözümü çok önceden alanında uzman komisyonda gerçekleşebilecektir. İstişare kültürünü geliştirmek, azami katılım ve görüşün katkı sağladığı bir komisyon süreci Meclisimiz açısından olumlu olacaktır.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifi komisyona gelmeden bir gün önce Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı ve Bakanlık yetkilileri bizlere gerekli açıklamaları ve teklifle ilgili ayrıntıları anlatmaya çalıştılar. İYİ Parti olarak özellikle başta üzerinde durduğumuz konu, getirilen teklifin etkilerini görmek ve öngörüleri değerlendirebilmek açısından etki analizi konusuydu. Etki analizi raporlarının bizlere verileceğini söyleyen Bakanlık yetkilileri arasında Denizcilik Genel Müdürü hariç hiçbir kurum yetkilisi etki analizi raporlarını iletmedi. Çıkarılacak olan kanunun sonuçlarını, devlete ve topluma olumlu veya olumsuz etkilerini görmek açısından önemli bir kaynak olan etki analizi raporları konusunda eksik kalındığını ifade etmek istiyorum. Daha da kötüsü, muhalefetin ciddiye alınmayarak, böyle tertipsiz ve hazırlıksız komisyon sürecinin işletilmesini de doğru bulmadığımızı buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, önemli bir konuya temas etmek istiyorum. Kanun teklifinde temel başlıklar arasında Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği hükümler içinde yeni düzenlemeler yapıldığını görebiliriz. Buradan şu anlaşılmaktadır: İktidar ve pratikte uygulayıcı olan Bakanlık birçok konuda hukuka aykırı iş ve işlem yapmaktadır. Bu aykırılık Anayasa Mahkemesinden dönünce de bu sefer kanuni düzenleme yaparak pratikteki işler hukuka uygun hâle getirilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda da açık sözlülükle bu durumu dile getiren iktidar hukuka aykırı işler yapmakta bir beis görmemekte, süreç işlemez hâle gelince de mevcut durumu hukuka uydurmak için kanun çıkardığını itiraf etmektedir. Sormak istiyorum: Acaba Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin sürekli anayasal aykırılık ihtiva ederek iptal edildiği bir başka ülke var mıdır? Sonuç olarak Cumhurbaşkanının bazı konularda yetkisi dışında kararname çıkardığı da anlaşılmaktadır. Netice itibarıyla ülkemizde hukukun üstünlüğünün tesisi açısından sorgulanması gereken bir durum ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı kararnameleri bir hukuk süzgecinden geçmiyor mu? Her defasında Anayasa'ya aykırı kararname çıkarıp, buna göre iş ve işlem yapıp ardından Anayasa Mahkemesine takılan kararlar Mecliste kanuna uygun hâle getirilmeye çalışılıyor. Hukuk iktidarın deneme tahtası değildir. Bu kısır süreç ülkemizin geleceğine, hukukun işleyişine ve pratikte işlem yapan bakanlıkların çalışma prensibine sekte vurmaktadır. Bu hukuk zafiyetini yüce milletimizin vicdanına bırakıyorum.

Değerli milletvekilleri, söylediğim gibi birçok kanunda değişiklik yapan bu torba yasayı genel hatlarıyla değerlendirmek istiyorum. Limanlar Kanunu'yla ilgili değişiklikte Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığına ücret belirleme yetkisi tanınmaktadır. İstanbul ve Çanakkale Boğazları hariç kılavuzluk hizmetlerinin özelleştirilmesinin önü açılmakta, bunun için yasal zemin hazırlanmaktadır. Bu konu soru işareti olarak derinlemesine tartışılması gereken bir konudur. Yap-işlet-devret modelinde yapılan havalimanları dâhil olmak üzere devlet ormanları içinde kalan havaalanlarında yapılacak olan tesislerden kira bedeli alınmayacağını düzenleyen bu kanun teklifi bu açıdan mahzurludur. Yap-işlet-devret modeliyle yapılan birçok yatırımın maliyetinin çok üzerinde yapıldığı bilinmektedir. Bu sözleşmelere taraf olan firmaları, 5'li çeteleri, yandaş şirketleri milletimiz bilmekte ve yakından takip etmektedir. Milletimiz geçmediği köprünün, uçmadığı havaalanının garanti ödemelerini vergileriyle cebinden ödemektedir. Buna rağmen, projelerden maliyetinin katlarca fazlası kâr elde edecekleri bilindiği hâlde söz konusu firmalar için istisna uygulanması doğru değildir. Tasarruf tedbirlerinin gündemde olduğu, ağır ekonomik şartların faturasının milletimize yüklendiği bir ortamda yüksek kârlı işleri üstlenen firmalara kolaylık sağlanması kamuoyu vicdanını zedeleyecektir.

Değerli milletvekilleri, bir başka konu ise kılavuzluk ve römorkörcülük hizmeti; denizlerde, boğazlarda, liman ve tersanelerde giriş çıkış işlemleri için iskeleye yanaşma, rıhtım trafiği gibi birçok işi yapmak için verilen hizmettir. Sayıştay raporlarında bu konularla ilgili bulgular vardır. 2021 yılında özel sektör kuruluşlarının yetkilendirmelerinin ihalesiz olarak komisyon marifetiyle yapılması bir bulgu olarak karşımıza çıkıyor. Aynı raporda sonuç olarak belirli hizmet bölgelerinde söz konusu kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetini verebilecek çok sayıda lisanslı firma varken az sayıda imtiyazlı özel sektör kuruluşlarına yetki devredilmiştir. Bu az sayıda imtiyazlı kesim ciddi bir ticari gelir elde etmiştir. 2021 yılında bu faaliyetler sonucu özel sektörün elde ettiği 1 milyar 765 milyon Türk lirasıdır. Sayıştay raporlarında da bu ciddi rakam dikkate alındığında, firmaların seçiminde açık ve rekabetçi bir ihale usulünün belirlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Yine Danıştay kararlarında kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetlerinin konusu itibarıyla kamu hizmeti olduğu belirtilmiştir. Niteliği ve muhtevası itibarıyla limancılık faaliyetinin içinde de değerlendirilmektedir. Limanlarımız millî birlik ve bütünlüğümüzün en önemli unsurlarındandır. Limanlarımız ticaret açısından önemli oldukları gibi bağımsızlığımızın da sembolleri arasındadır. Bu hizmetlerin bir grup ya da imtiyazlı bir kesim tarafından değil devlet eliyle yapılması gerektiğini savunuyoruz.

Değerli milletvekilleri, son yıllarda ülkemizde adı usulsüzlüklere karışmış kurumlar arasına maalesef Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü de katılmıştır. Kanun teklifinde 5 ayrı düzenlemeyle Genel Kurula gelen Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünü ilgilendiren maddelerde özellikle insansız hava araçlarıyla ilgili uygulanacak cezaların aralığı genişletilip artırılmaktadır. Bu konuyla ilgili önceki düzenleme 2008 yılında yapılmıştır. Teklifin 15'inci maddesini oluşturan bu ceza rakamlarının artışıyla ilgili sorularımıza bürokratlar tatmin edici bir cevap verememişlerdir. Liyakatsiz yönetimin bir başka tezahürü olarak sorularımızın tam anlamıyla cevaplanamadığını da buradan ifade etmek istiyorum. "2008'de cezalar bu seviyedeyken şimdi ekonomik değişkenlik sonucu bu seviyeye gelmiş." demek çok mu zor? İçinde bulunduğumuz ekonomik buhran bürokratlarımızı bile germiş ve belki de bilmelerine rağmen sorulara rahat ve doyurucu bilgiler verememişlerdir. AK PARTİ iktidarı vesayetler üzerinde kurduğu baskıcı ve etkili politikasını bürokrasi üzerinde de hissettirmektedir. Bu bağlamda bürokratların rahat iş ve işlem yaptıklarını kimse söyleyemez.

Madde 15'te bu matematiksel değişiklik aslında ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durumu bir başka pencereden gözler önüne sermektedir. Birinci fıkranın (a) bendinde 1.000 lira ile 10 bin lira aralığında olan cezanın bugün 20 bin lira ile 500 bin lira olarak revize edilmesi ve (b) bendinde ikinci fıkradaki 500 lira ile 10 bin lira olan eski ceza sisteminin 10 bin lira ile 500 bin lira göstergesine çekilmesi durumu özetlemektedir. Buradaki alt ve üst sınırlar hangi kriterlere göre belirlenmektedir? Bu konu izaha muhtaçtır. Bu konuya da tatmin edici bir cevap verilememiştir. Bir örnekle meseleyi açmak istiyorum. Ceza değerlemesinin önümüzdeki yıllarda da geride kalmaması için enflasyon değerlerinin bir tık üzerinde olduğunu sözlü olarak dile getirmelerine rağmen değerleri dolar kuruyla hesaplarsak 2008 yılında 8.900 dolara tekabül eden 10 bin TL'lik bir cezanın bugünkü karşılığının 285 bin TL olduğunu görürüz. Sizin anlayacağınız, 10 bin liradan 500 bin liraya güncellenen cezalar bir tık değil, neredeyse 2 katına çıkarılmış oluyor. Eğer Bakanlık görevlilerinin dediğine inanacak olursak 2008'den günümüze Türkiye'deki enflasyonun dolar karşısında 2 kat daha büyük olduğunu hesaplayabiliriz. Bu şu demektir: 2008 yılındaki kanun değişikliğinden günümüze 50 kat daha olumsuz bir tablo ortaya çıkmıştır. Bu ve buna benzer kanun maddelerinin her yıl güncellenmesine dair bir sistem geliştirilmeli, yeniden değerleme oranına göre maddi kısımlar güncellenmelidir.

Değerli milletvekilleri, evrensel posta hizmetinin net maliyetini hesaplama araçları kanunda bellidir. Kanun teklifinin PTT'yle ilgili maddelerinde evrensel posta hizmetinin Bakanlığa bildirdiği net maliyeti her yıl sonunda olacak şekilde olduğunu, değişiklikle beraber bu durumun aylık dönemler itibarıyla olacağı hükme bağlanıyor. PTT Genel Müdürünün verimli açıklamaları için de yıllık dönemlerden neden aylık dönemlere dönüldüğünün gerekçesi açıklanmıştır. İlk gerekçeyi olumlu karşılıyoruz. Teknolojinin gelişmesi, süreçlerin hızlanması ve aylık periyotlarla ödeme yapılması mantıklıdır. Eski düzende yıllık dönemlerle ödenecek miktarların değerinin parasal olarak sürekli düştüğü ve enflasyona yetişilemediği anlaşılmaktadır.

Buradan, sabit gelirli vatandaşlarımız, emekli ve memurlarımız açısından daha önce dile getirdiğimiz eşelmobil sistemini hatırlatmak istiyorum. Biz İYİ Parti olarak artan enflasyon karşısında bir nebze olsun rahat nefes almaları için, bu sosyal kesimlerin her ay enflasyon kadar maaş ve ücret farkı almaları gerektiğini savunuyoruz. Ancak iktidar, vatandaşlarımızın maaşlarını öderken bundan özellikle kaçıyor. Özellikle asgari ücretli vatandaşlarımız bu yıl 2'nci bir zam dahi alamadılar, yapılan açıklamalara bakacak olursak temmuz ayı içinde maaş düzenlemesi de yok. Memurun ve emeklinin maaş zammı ise altı ay geçene kadar çoktan eriyip enflasyon karşısında anlamsız bir hâle geliyor. Biz eşelmobil sistemini ve her ay enflasyon karşısında doğrusal maaş artışı yapılmasını savundukça iktidar buna kulak tıkıyor ama iş PTT'nin masraflarının karşılanması söz konusu olduğunda kanundaki yıllık dönemleri aylık dönemlere göre ayarlıyor.

Değerli milletvekilleri, gelişen teknoloji ve ekonomik durumu göz önünde bulundurarak PTT'nin daha iyi hizmet vermesi için net maliyetin aylık dönemler şeklinde düzenlenmesi durumunu destekliyoruz ancak benzer durumların vatandaşımızın maaş ve ücretleri söz konusu olduğunda altı aylık hatta yıllık düzenlenerek enflasyon karşısında ezilmelerini de kabul edemeyiz. Asgari ücretlimiz, emeklimiz altı ay hatta bir yıl beklerken devlet kurumlarına aylık düzenlemeler yapılıyor. Milletimizin bunu gördüğünden şüpheniz olmasın.

Kanun teklifinde PTT'yle ilgili bir başka konu ise iştiraklerin personel istihdamıyla ilgili kısımlardır. PTT, 2017'de Varlık Fonuna devredilmiş, o güne kadar kâr eden bir kurumken devredildikten sonra zarar eden bir kurum hâline gelmiştir. Sermayenin yarısından fazlası PTT'ye ait olan şirketlerde kamu kurum ve kuruluşlarına personel istihdam edilmesine dair mevzuat hükümlerine tabi olunmaksızın İş Kanunu'na tabi personel alınacak. Tabii, istihdamın hangi kriterlere göre yapılacağı da muğlaktır. Bu konuyu biraz açarak dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Örneğin, PTT'ye bağlı Anadolum AŞ uzman personel vasfıyla ya da ünvanıyla muhasebe uzmanı alıyor, bu personeli PTT kiralıyor ve buna benzer uzmanlara 120 bin TL maaş veriyor. PTT bünyesinde muhasebe konusunda on beş yirmi yıllık tecrübeli ve liyakat sahibi personel varken dışarıdan personel tedariki sağlanıyor ve dolgun maaşlarla yandaş istihdamı sağlanıyor. Kurum içinde buna benzer personellerden herkes rahatsız. Aslında iştirakler üzerinden alınan personellerin bankamatik memuru oldukları da söylenenler arasında yerini alıyor. 399 sayılı KHK'yle çalışan muhasebe memurları dururken 4 katı maaşla dışarıdan personel almak hangi akla sığar? PTT dışında yani hizmet satın alma usulüyle çalışan, kâğıt üstünde PTT çalışanı görünen ama fiilî olarak PTT'de olmayanların sayısı kaçtır? Bunların turnike kayıtları var mıdır? Turnike kaydı olmayan, ne iş yaptığı, ne kadar maaş aldığı belli olmayan personeller hakkında bir çalışma var mıdır? Bakanlık bu konuya bir açıklık getirmelidir.

Değerli milletvekilleri, Komisyon görüşmeleri esnasında geri çekilen 26'ncı maddeyle Devlet Hava Meydanları İşletmesi içindeki bir grup personelin ücret gruplarında değişiklik yapılması teklif ediliyordu. Bu düzenlemenin altında neler yatmaktadır, gelin, bir araştıralım: Birincisi, sendikal temeli olmayan, sadece belirli bir meslek grubunun menfaati için gerekirse tehditkâr bir dil kullanan ve bu doğrultuda eylemlerde bulunanlar tespit edilmelidir. Bahse konu ücret artışlarıyla ilgili yetkili sendikayla görüşülmediği açıktır. Yetkili olmayan, azınlık olmasına rağmen kurumu etkisine almış çevrelerin istekleri tahkim edilmiş olarak görülmektedir. Hava Trafik Kontrolörleri Sendikası adıyla eylemler yapacaklarını dile getiren bir gruba bu kanun teklifiyle vaatte bulunulduğu doğru mudur? Bu vaatler kimler tarafından verilmiştir? Bu verilen vaatleri inisiyatif almadan çalışma tehdidi olarak mı değerlendirmeliyiz? Bu sorular cevapsız kalmamalıdır.

Devlet Hava Meydanları Genel Müdürü aynı zamanda Türk Hava Yollarının yönetimindedir. Bu durumu kendisi, Komisyondaki sorumuzu inkâr etmeyerek de açıklamıştır. İki yerden maaş alan, pardon, bir yerden maaş, diğer kurumdan huzur hakkı alan Genel Müdür bu ücret artışıyla ilgili çalışma yapmış mıdır?

Özetle, Devlet Hava Meydanları İşletmesi kurumunun iş barışı bozulmaya çalışılmakta, kurum personelinin huzuru bozulmak istenmektedir. Bu durumda dahli olanlar kirli emellerine kurumu alet etmemeli ve adil bir düzenleme yapılmalıdır. Neyse ki 26'ncı madde kanun metninden geri çekilmiştir.

Değerli milletvekilleri, sonuç olarak siyasi iktidar, özellikle yargı konusunda müdahaleci tutumunu bırakmadığı ve yargı bağımsızlığını ihlal ettiği sürece kanun yapma kabiliyetimiz sürekli sorunlarla karşılaşacaktır. Bu hepimizin malumu olan, hatta iktidar kanadının bile rahatsız olduğu bir durumdur ancak bu iş susmakla çözülmez; muhalefetin olumlu eleştirilerine, yapıcı ve geliştirici söylemlerine kulak verilmesi gerekmektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyor, kanun teklifinin gerekli ve yerinde düzenlemeler yapılarak geçmesini temenni ediyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)