Konu: | Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Kanunu Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 87 |
Tarih: | 28.05.2024 |
AK PARTİ GRUBU ADINA AYŞE BÖHÜRLER (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli vekiller; sözlerime Türk hariciye tarihinin yüz yıllık hayallerini gerçekleştirme, yüz yıllık muradını gerçekleştirmeyi başaran Cumhurbaşkanımıza teşekkürle başlıyorum. Şimdiye kadar Türk hariciyesinin birçok ideali onun sayesinde gerçekleşmiştir. Yer yer de konu oldu, New York'taki, Birleşmiş Milletlerin karşısında diğer bütün devletlerin yer almaya çalıştıkları yerdeki bina 1977'de İhsan Sabri Çağlayangil tarafından 3 milyon dolara satın alınmış ve bu binayı tamamlayıp bugün Türk hariciyesinin ve Türk devletinin hizmetine sunmak Cumhurbaşkanımıza nasip olmuştur, altmış yıllık bir murattır bu. Bu noktada da teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
Konuşmaları dinledim gün boyu, işte tarihî hikâyeler dinlemek istemediğini söyledi birtakım konuşmacılar ama ben tarihî hikâyeler değil de biraz gerçeklerden yola çıkmak istiyorum ve gerçeklerden yola çıkarak bu Vakfın neden önemli olduğunu anlatmak istiyorum. Elbette tarih bugünü anlamak ve geleceği inşa etmek için de gerekli. "Diplomatlar barışın kurmaylarıdır." diyor cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk. Bu sözü diplomatların önemini anlatmak açısından da oldukça önemli. Herkesin herkese düşman olduğu Birinci Dünya Savaşı sonrasında cumhuriyetimizi egemen, bağımsız bir dış politika üzerine bu sözle temellendirdi. Millî Mücadele sadece cephelerde değil diplomasi sahasında da verildi. Çetin bir diplomasi sınavına sahne olan Lozan Barış Anlaşması'yla Büyük Millet Meclisi uluslararası meşruiyet kazandı. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Hatay'ın Türkiye topraklarına katılması Türk demokrasisinin başarılı adımları olarak tarihe geçti. Türkiye Cumhuriyeti yaşamsal önem taşıyan bu sorunlarını güç ve şiddet yoluna başvurmaksızın diplomasi yoluyla çözmesini bildi ancak yine Atatürk'ün dediği gibi "Biz 'Barış istiyoruz.' dediğimiz zaman 'Tam bağımsızlık istiyoruz.' dediğimizi herkesin bilmesi lazımdır ki bunu istemeye hakkımız ve kudretimiz vardır." Tam da bu noktada, kurulacak Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfının bu kudretimizi artıracağına inandığımı söylemek istiyorum.
Şimdi, çeşitli konuşmalarda çeşitli eleştiriler yapılıyor. Elbette diplomasi iki yüz, üç yüz yıllık bir tarihî geleneği taşıyor. İlk diplomatımız III. Selim döneminde Londra'ya atanıyor, ilk ikamet büyükelçiliğimiz Londra'da açılıyor ve Türk diplomasi tarihinde de çok önemli adımlar var. Mesela, eminim ki Tanzimat'la birlikte kurulan Hariciye Nazırlığı ile tercüme ofislerinin açılmasına pek çok kişi muhalefet etmiştir o zaman ama o tercüme ofislerinden yetişen Hariciyeciler cumhuriyetin ilk kurucu Dışişleri Bakanlığında Hariciye memuru olarak görev yaptılar. Yani bir şeyi sadece zaman içinde değerlendirmek çok da önemli değil.
Yine, konuşmalarda çokça lafı geçti, ünlü romancımız Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nu bilirsiniz, kendisi Tiran'a Büyükelçi olarak atanıyor. Atanmak istediğini söyleyince Atatürk'e diyor ki: "Paşam, ben bu yaşa kadar hiç devlet hizmetinde bulunmadım. Hocalık hariç ne memurluk ne amirlik yaptım, özerk yaşamaya alışkınım ve hükûmetin idari mekanizmasına da yabancıyım. Diplomasi mesleğine, protokol icaplarına ayak uydurabileceğimi hiç sanmıyorum." Atatürk'ün Yakup Kadri'ye cevabı şu oluyor: "Bırak şu boş endişeleri! Bizim aramızdaki kaç kişi devlet işlerine meslekten ve ihtisastan geldiğini iddia edebilir ki? Zaferden sonra birçok kimse bana 'Sen kumandan olarak vazifeni gördün, artık siyaset ve hükûmet işlerini ehline bırak.' demişti. İsmet Paşa Lozan'a giderken de yine aynı çevreler 'Yahu, böyle bir diplomatik misyon bir askere nasıl tevdi edilir?'" demişti. Atatürk bu sözlerini takiben Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras'ı göstererek "Bak şu zata, bizim en başarılı Hariciye Vekilimizdir ama kendisinin esas mesleği kadın doktorluğudur." dedi. Ben bu sözleri Türkiye Cumhuriyeti dış işleri tarihini yazan bir kitaptan aldım. Diplomasi tarihi üzerine Kemal Beydilli, Namık Sinan Turan Hocanın kitaplarını da ayrıca tavsiye ederim. Bu tarihi de küçümsemekten yana değilim çünkü Paris'te yine Osmanlı döneminde bir büyükelçiden başlayayım. Ahmet Vefik Paşa Paris Operasının açılışında güçlü ve öz güvenli oturur, III. Napolyon der ki: "Ya, bu kendini Selim'in büyükelçisi mi zannediyor, nasıl böyle güçlü oturuyor?" O da cevap verir, "Selim'in büyükelçisi olsaydım siz orada oturmuyor olurdunuz." der. Yine, aynı şekilde, Kaya Toperi Bern'de Bern Büyükelçiliğini basan PKK'ya silahıyla karşı çıkar. Yine, aynı şekilde, bir Birleşmiş Milletler görüşmesinde Orhan Eralp "Kıbrıs Rum kesimi" deyince onu uyaranlara karşı Kıbrıs meselesinin Türkiye için ne kadar önemli olduğunu diplomatik bir vecize olan bir sözle cevap verir. Yani bizim bütün tüm diplomatlarımıza buradan selam edelim ve hariciye geleneğinin iki yüz yıl, üç yüz yıl, beş yüz yıldan beri devam eden bir gelenek olduğunu söyleyelim. Bu, sadece bizim için değil dünya için de öyle. Metternich, uluslararası diplomasinin kurucusudur, Avrupa'nın da kurucusudur. Metternich'in söylediği bir sözü söylemek istiyorum, diyor ki: "Bir diplomat gideceği ülkeye hayran olmamalı." Bir diplomatın özellikleri içinde... Bugün biz bu teşkilatı güçlendirme vakfını kurarak aslında kendi ülkesinin değerlerine sahip çıkan ve gideceği ülkenin rüzgârına kapılmayan diplomatları yetiştirmeyi de hedefliyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Batı bir kabuk değiştirme sürecinde; endüstriyel toplumdan postendüstriyel topluma bir geçiş var, bilgi teknolojileri, sermaye grupları el değiştiriyor. Böyle bir durumda cumhuriyetin yeni yüzyılında dünyada yeni paradigmaların hâkim olacağı anlamına geliyor bu. Bu yeni teşkilat, bu yeni Vakıf böyle bir güçlü diplomasi ekibini yetiştirecek üniversiteleri kurmayı hedefliyor. Dünyada bölgeselden küresele, devletten topluma yeni bir yapboz var; küresel krizler, güvenlik, göç, iklim, çevre sorunları, bunların hepsi artık diplomasinin konusu içinde.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres'in söylediği gibi "İnsanlık nükleer yok oluştan bir tek bir yanlış anlama uzakta." Yine, Putin'den bir sözle devam edeyim: "'İnsan insanın kurdudur.' sözünün hâkim olduğu yeni bir dünyanın ortasında ne yazık ki bunu engelleyebilecek uluslararası platformlar da yetersiz kalıyor." Gazze'de bunu gördük. Avrupa Birliği -çok fazla söz edildi- dün, Ursula von der Leyen galiba, tam da Refah'ta çadırlarda çocukların yandığı, kafalarının âdeta kopup alev topu gibi yuvarlandığı bir zamanda "İsrail'in arkasındayız." diyordu.
Bütün bu uluslararası meselelerde etkin ve öncü rol oynayan ve zorlu coğrafyamızda barış ve güvenliğin tesisine, refah ortamının geliştirilmesine gayret gösteren Türkiye, dış ilişkilerini ticaretten sağlığa, savunmadan çevreye tüm boyutlarıyla ele alacak, yeni bir anlayışla sürdürecek bir ekibi yetiştirmek istemekte ve bunun için de akademi özellikle çok önem taşıyor. Yurt dışındaki vatandaşlarımızın ve soydaşlarımızın hak ve çıkarlarını etkin şekilde korumak yine bu kurulacak vakfın amaçları arasında yer alıyor.
Hâlihazırda, yaklaşık olarak yurt içinde 2.311, yurt dışında 5.147 olmak üzere toplam 7.458 personeliyle, 2.190 kariyer memuruyla, 261 temsilciliğiyle Dışişleri, ülkemizin Türkiye Yüzyılı çevresindeki vizyonunu hayata geçiren elemanlarını daha da geliştirmek istiyor. Personel sayısının, geniş diplomatik ağın daha da etkin olması ve daha da artırılması gerekiyor. Diplomasinin uygulayıcıları olan diplomatlarımızın mümkün olabilecek her türlü imkân vasıtasıyla daha nitelikli biçimde eğitilmesi Türklerin bu topraklarda varlık göstermesi, kalması için elzem.
Dünya sahnesinde etkili olabilmek ve masada yer edinebilmek için sert güç ile yumuşak gücün de dengesi zaruri. Askerî ve fiziki gücün yanında ekonomik, diplomatik, siyasi gücü koyamazsak muasır düzende hakkımızı alamayız. Ben, bu arada, kültürel diplomasiyi, gastronomiyi de bu çerçevede yine bu akademi çalışmaları içinde önemli buluyorum. Biliyorsunuz, Yahya Kemal Belgrad'a atanıyor, pilav yemeyi de çok severmiş. "Nasıl geldi senin ataların Belgrad'a?" diye sorduklarında "Pilav yiyerek." diyor. Gastronomi ve diplomasi içinde bunların da önemli olduğunu ve bu akademik çalışmalarda bunlara da yer verileceğini biliyoruz.
"Güçlü ve büyük Türkiye" vizyonu yalnızca tarihî mirasımızın bize yüklediği bir sorumluluk değil, aynı zamanda yarınlarımız için, çocuklarımız için nefes alma hakkıdır. İbret almak istiyorsak çok uzağa değil Bosna'ya, Gazze'ye, Suriye'ye bakmamız yeterli. Bu çatıya sahip olmayan milletlerin ne durumda olduğunu idrak ederek Türkiye Cumhuriyeti'ni güçlü kılacak sert ve yumuşak gücün tüm unsurlarını güçlendirmek bugün bizim için ehemmiyetli bir hedeftir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Böhürler, lütfen tamamlayın.
AYŞE BÖHÜRLER (Devamla) - Bu bağlamda, ülkemizin diplomatik yetkinliklerini artırmak ve küresel arenada daha güçlü bir Türkiye imajı oluşturmak hepimizin ortak hedefidir ve böyle bir imajı oluşturmak üzere kurulacak olan Vakfa desteğinizi bütün vekiller olarak bekliyoruz.
Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı bu vizyonun hayata geçirilmesinde önemli rol oynayacaktır. Bu kanun teklifi, Türkiye'nin 21'inci yüzyılda daha güçlü ve etkin bir aktör olma hedefinin önemli bir parçasıdır.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)