| Konu: | Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Kanunu Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 87 |
| Tarih: | 28.05.2024 |
CHP GRUBU ADINA JALE NUR SÜLLÜ (Eskişehir) - Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Kanunu Teklifi'nin birinci bölümü üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubum adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz kanun teklifi, adından tutun da maddelerine, maddelerinden tutun da yaratacağı sonuçlara kadar büyük sorunlar içermektedir. Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı adına baktığımızda Dışişleri teşkilatımız güçsüz anlamı mı çıkıyor? Ancak kanunun gerekçesine baktığımızda, dünyada diplomatik ve konsüler misyonla en geniş 3'üncü ağa sahip, küresel alanda izlenen aktif politikadan söz ediliyor. Aslında geçtiğimiz yıl 500'üncü yılını kutlayan bir geleneğin ve kurumsallığın temsilcisi olan, alanında uzman olan saygın diplomatlarca yürütülen dış ilişkiler temsiliyetiyle bilinen bir Dışişleri teşkilatımız olduğu saptaması doğruydu, ta ki AKP iktidarının siyasallaştırdığı, keyfîleştirdiği dış ilişkiler yapısına evrilinceye kadar. Özellikle son yıllarda gelinen noktada "monşer" ifadesiyle saygın eğitim kurumlarından eğitim almış ve Hariciye geleneğiyle yetişmiş diplomatları ayrıştıran tutumla başlayıp liyakat yerine eş, dost, akraba ve sadakat ilişkileriyle yapılan atamalarla Dışişleri teşkilatımızın zayıfladığı itiraf ediliyorsa buna diyeceğimiz yok doğrusu. Liyakatsiz atamaların yanı sıra Dışişleri teşkilatının güçsüzleşmesinde sakın bir diğer neden de diplomasinin kapalı kapılar ardında deneyimli Hariciyecilerin dışarıda tutularak yürütülmesi olmasın. Ya da dış siyaseti iç siyasete malzeme olarak kullanmaya yönelik keyfiyete göre değişen söylemler ve uygulamalar olmasın neden.
Saygıdeğer milletvekilleri, "Dostum Esad"tan "Esed"e evrilen, sonra yeniden barışma, Gazze'ye timsah gözyaşları ama bir yandan İsrail'le ilişkilerin sürmesi, sınırların kevgire dönmesi, ülkemizde kimlerin gezdiğini bilmememiz, para karşılığı ülkemizdeki mülteciler ama entegrasyonu için hiçbir şey yapmamak. Bir gece yarısı kararıyla bir Avrupa Konseyi sözleşmesi olan ve kadınlara güvence sağlayan İstanbul Sözleşmesi'nden keyfî bir kararla çıkılması mı yoksa AİHM kararlarına hiç uyulmaması mı? Askıya alınan özgürlükler, hukukun üstünlüğü, bir türlü fasılların açılmadığı Avrupa Birliğiyle yürütülen ilişkiler mi yoksa vatandaşlarımızın randevu bile alamayarak çektikleri vize çilesi mi? Aslında adı "Güçlendirme Vakfı" olan Vakfı kuracağız da bu ilişkiler düzelecek mi? Sorunları çözeceğiz onlarla, öyle mi? Zaten maddelere baktığımızda gerçek amacın teşkilatı güçlendirmek olmadığı çok açık. Bakın, ne diyor? "Amacı personelinin temsiliyet kabiliyeti yüksek ve donanımlı yetiştirilmesinin desteklenmesi." deniliyor, değil mi? Ama 1968 yılından beri aslında Dışişleri Diplomasi Akademisi var bu görevi üstlenen ve Bakanlık sınavını kazandıktan sonra göreve atamalardan önce eğitimler alınıyor, hizmet içi eğitimler sürdürülüyor. Ayrıca Bakanlık personeline destek vermek için bir de Dışişleri Bakanlığı DİVAK var, zaten bu da mevcut ama AKP'nin kayırmacı uygulamalarına diğer bakanlıklara nazaran daha sert göğüs geren Dışişleri Bakanlığının çalışanlarının temsil kabiliyeti ve donanımları kurulacak ticari etkinliği, kültürel içeriğinden kat kat fazla olan bir vakıf eliyle mi güçlendirilecek? Ayrıca Dışişleri Bakanlığı personelinin güçlendirilmesinin bir vakfın değil, Bakanlığın görevi olduğu çok açıktır.
Vakıfların amacı yardımlaşma, desteklemeyken kurulan Vakfın nasıl gelir sağlanacağına odaklandığı maddelerde açıkça görülmektedir. Vakfa abartılı düzeyde tanınan mali ve finansal hareket alanına olanak tanıyan maddeler Vakfın açıkça bir ticari şirket olarak düzenlendiğinin de göstergesidir. Vakfın çeşitli finansal araçlar edinmesi, ticari işletmelerle iştirak kurması, dahası Dışişleri Bakanlığına ait taşınmazlar üzerinde tasarruf sahibi olması Dışişleri Bakanlığının adının, itibarının ve otoritesinin doğrudan istismar edilmesi yoluyla usulsüz ticari kâr edilmesinin önü de açılmaktadır. Vakıf sıfatı böylesi geniş ticari yetkilere sahip bir yapıya vergi muafiyeti sağlayacak, Sayıştay denetiminden, Meclis denetiminden uzak tutacaktır. Daha Vakıf kurulmadan Bakanlığın İstanbul'daki, Boğaz'daki bir arazisinin tahsis edileceği üzerine söylentiler çıkmış durumda. TÜRGEV, TÜGVA gibi oluşumlara tahsisler gibi, ileride ne yapacağız, bu Vakfın şaibelerini mi konuşacağız?
Ülkemizi temsil eden Dışişleri Bakanlığımızın günlük ticari ilişkilere girmesi, kâr amaçlı faaliyetler içinde adının anılması, Dışişleri geleneğimiz açısından da asla kabul edilemez. Kanun teklifinde, Vakfın yapacağı tasarruflarda Bakanlığın ne ölçüde belirleyici olacağı konusunda da hiçbir açıklık ve netlik yok.
Vakfa tanınan yükseköğretim kurumları kurma yetkisi ise bir başka sorunsal. Yıllarca açılışlarına katılınan, övgüyle söz edilen okulların, FETÖ'nün yasa dışı ilan edildikten sonra, 2016 sonrasında kurulan Maarif Vakfı aracılığıyla kurulacak yeni bir vakfa yükseköğretim kurumları açma yetkisi yepyeni sorunları da beraberinde getirecektir. Dışişleri Bakanlığını destekleme iddiasıyla kurulan bir vakfın açtığı okullarda gerçek anlamda bir denetimin olup olmayacağı bile tartışma konusudur, kanunda YÖK'e bir atıf dahi yapılmamaktadır.
Vakıf Mütevelli Heyetinde yer alacaklarda liyakat yerine sadakatin ön planda olacağından tutun da finans uzmanına dek "vakıf" yerine "arpalık" tabir edeceğimiz bir şirket yapılanmasıyla Vakfın kurulacağı çok açıkça görülmektedir.
Şimdiye kadar söz alan hatipler, tali olarak sevk edilen Dışişleri Komisyonunda neden konuşulmadığını sordular; işin parasal olduğu o kadar açık ki gerçek amaç Dışişlerini güçlendirmek olsa Dışişleri Komisyonuna gelirdi, hatta üyesi olduğum Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda bile görüşülmesi gerekirdi. Zira, Avrupa Birliği Uyum Komisyonunun görevleri arasında bu uyum yasaları konusunda bütün kanunların görüşülmesi de mevcut. Avrupa Birliği Uyum Komisyonu olarak, yurt dışına gittiğimiz tüm temaslarda, özellikle, son on üç yılda kamu yönetiminde yapılan değişikliklerin olumsuz yansımalarını çok açık ve net olarak görüyoruz. Dünyada bir örneği dahi olmayan ve kurulmak istenilen Vakfın Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine ve tüm dış ilişkilerimize katkı sunmak, güçlendirmek bir yana, olumsuz etkisinin olduğu da çok açık ve net olarak görünüyor. Cumhurbaşkanlığının Dışişleri Bakanlığı üzerindeki hâkimiyetinin yarattığı sorunlar varken, şimdi de Dışişleri Vakfı gibi kurumsal bir yapılanma Bakanlığın faaliyetlerine katkı sunmak yerine var olan sorunları daha da büyütecek, artıracaktır. Aslında anılan maddelerde yaratacağı olumsuz sonuçlara dek kurulmak istenen Vakıf AKP'nin ne yapmak istediğinin çok açık bir örneğidir.
Bakın, ne yazık ki, son yirmi yıldır kurumsallığın giderek zayıfladığı, demokratik sistemin en temel yapılarından olan, cumhuriyetin temelini oluşturan mevcut kurumlarla istenilen amaçların gerçekleştirilmediği görüldüğünden yeni yapılanmalara gidildiğinin örneklerini son yıllarda sıkça kurulan ajanslar ve vakıflar aracılığıyla görüyoruz.
İşte, tam da bu nedenle, AKP iktidarının demokrasi, insan hakları, yargı bağımsızlığı, denge, denetleme gibi temel alanlarda yarattığı sorunların tamamının Vakfa, dolayısıyla da dış ilişkilerimize yansıyacağı gerekçesiyle Cumhuriyet Halk Partisi olarak tarihî sorumluluğumuz gereği şiddetle bu kanuna karşı çıkıyor ve geri çekilmesi gerektiğini özellikle vurguluyorum.
Genel Kurulu saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)