| Konu: | Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Kanunu Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 87 |
| Tarih: | 28.05.2024 |
AK PARTİ GRUBU ADINA CENGİZ AYDOĞDU (Aksaray) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Bugün biraz Dışişleri tarihî, fikrî, felsefi perspektifi... Dışişleri Bakanlığı Türkiye'nin yaşadığı coğrafyada ne anlam ifade eder, Alman Dışişleri Bakanlığı gibi mi ya da başka herhangi bir coğrafyadaki ülkenin dışişleri bakanlığı gibi mi çalışır, bu işin felsefi kısmına, tarihî kısmına değineceğim.
Tarih, geçmişimiz değildir biliyorsunuz. Herkesin ve her şeyin bir geçmişi vardır tabii ki ne var ki herkesin ve her şeyin bir tarihi yoktur. Geçmişin tarih hâline gelmesi çok uzun ve zahmetli bir süreçtir. Bu anlamıyla tarih, öylesine başımıza gelen, geldiği gibi yaşadığımız bir hatıralar demeti hiç değildir. Geçmişimizdeki her olay -yanlışıyla ve doğrusuyla- bizim birikimimizdir ve bizi inşa edendir. Biz de geçmişi bilinçli bir şekilde tanzim ederek tarih hâline getiririz. Biz tarihi yaparken tarih de bizi yapar, bizi inşa eder. İspanyol Filozof Gasset'in bir sözü vardır: "İnsanın tabiatı yoktur, tarihi vardır." Bu yüzden, geçmişini tarih olarak yeniden inşa eden topluluklar millet olurlar. Biliyorsunuz, millet olunur, devlet kurulur. İnsanın dâhil olduğu her beşerî inşada rastlayacağımız gibi tarih de bir devamlılık ve değişim harmanıdır. Bir taraftan ezelî bir süreklilik, diğer taraftan nur topu gibi yenilikler. Bu hengâme içerisinde ta tarih öncesine kadar giden unsurlar hiç farkında olmadan bugünümüze tesir edebilir. Bu yüzden, rahmetli Cemil Meriç demiştir ki: "Her neslin tarihe karşı biricik vazifesi vardır, onu yeniden yazmak." Her nesil kendi tarihini yazar kıymetli arkadaşlarım. Esasen, insana ve topluma dair her şeyin iki veçhesi olagelmiştir; değişim ve süreklilik. Devletler sürekliliğin, toplumlar değişimin asli failleridir. Rahmetli Ayvaz Gökdemir ağabeyim "Hem kökün hem göğün olacaktır." demişti. Devlet kökleri tutacak, değişim ise toplumun göklerinde özgürce uçacak. Hayatın içindeki her şey gibi Türkiye de kendini yenileyerek devam ediyor ve edecek inşallah. Demokrasi, insan hakları, özgürlük, adalet gibi ortak değerler yani temeller ve kökler bütün asliyeti ve asaletiyle korunacak. Bunları hayata geçirme usulleri çağın getirdiği yöntemlerle, teknolojilerle, icatlarla yenilenebilecek. Sağlıklı yaklaşım nedir? Temel tercihlerde süreklilik, yöntemlerde yenileşme.
Değişen ve gelişen Türkiye, insanlarının iç dünyalarını, gönül bağlarını her dem taze tutabilmelidir. Bu açıdan hiçbir yenileşme hamlesi tarihi ve kültürü dışlayamaz. Ülkemizde hafıza yetmezliği bazen çok ciddi sıkıntılara sebep olmuştur. Geçmişe dönük derinliğin olmayışı bir noktadan sonra geleceğin de ufkunu karartır. Romalı tarihçi Polybius bizden iki bin üç yüz yıl önce şöyle demiş: "Önceleri dünyada vuku bulan şeylerin birbirleriyle pek bir rabıtası yoktu fakat Roma İmparatorluğu'nun yükselmesiyle birlikte bütün hadiseler artık ortak bir potada birleştirildi." Adamın tarih perspektifine bakar mısınız! Bundan neredeyse iki bin küsur yıl sonra Fransız şair Paul Valery "Bütün dünya işin içine karışmadıkça artık hiçbir şey hareket edemez." demiş. Yine, 20'nci yüzyılın ikinci yarısında Karl Jaspers, Alman, o da felsefi çizgiyi çekmiş, "Avrupa felsefesinin akşam kızıllığından dünya felsefesinin şafağına doğru uzanan bir yolun üzerindeyiz." demiş. Alman filozof yanılmadı, Gazze'den sonra Avrupa'nın fikir ve felsefe bahsinde gecesi, karanlık gecesi çoktan başladı; dünya felsefesinin şafağına dair ise henüz ortada bir emareye rastlamıyoruz. Bütün dünya munkabız bir suskunluk içerisinde, Tanpınar olsaydı buna "suskunluk fesadı" derdi.
Kıymetli arkadaşlar, Gazze, insanlığın 21'inci yüzyıl imtihanı oldu, bu kesin, 21'inci yüzyılda uygarlığı temsil ettiğini varsayan hâkim zihniyet bu imtihanda sınıfta kaldı. En gelişmiş teknolojik ölümcül silahlarıyla bütün bir Batı uygarlığı, bütün bir Batı -Amerika da dâhil- 40-45 kilometrekareye sığınmış çoğunluğu kadın ve çocuk olan, çaresizliğinden ve imanından başka hiçbir şeyi olmayan bir grup insanı katletmekle meşgul ve anlı şanlı Batı filozofisi, Batı aydınları, intelijansiyası bu katilleri mazur gösterme bildirileri yayınlıyor. Sokrates'in kemikleri eğer çürümemişse çoktan sızlıyordur.
Kıymetli kardeşlerim, son yüz yıl Osmanlı coğrafyasının tamamı için esasen bir felaket olmuştur ancak şurası hatırda tutulmalıdır ki 20'nci asrın başında coğrafyamız üzerinde dönemin hâkim güçlerinin çizdiği politik sınırlar sadece politik sınırlardır; ekonomik, stratejik, dinî ve kültürel, gerçek, meşru sınırları sadece tarih çizebilir. Bugün için Osmanlı İmparatorluğu politik açıdan yok fakat tarihî miras, kültürel, dinî, ekonomik ve stratejik açıdan 20'nci yüzyıldan önceki kadar hatta daha hissedilir derecede vardır çünkü tarih hayatın en aktif bileşenidir, bütünüyle hayatın içindedir. En çok da sanki geçmiş yokmuş gibi, tarih umurumuzda değilmiş gibi, olanlar olmamış gibi davrandığımız zamanlarda hayatımıza tesir eder, hiç farkında olmayız hani o meşhur Amerikalı romancı Faulkner'in dediği gibi; "Geçmiş ölü değildir hatta geçmemiştir bile." diyor. Beynelmilel arenada mazi daima mevcuttur. Bu itibarla, tarih boyutundan mahrum bir dış politika, gerçeklerle ilişkisi olmayan ve sahada uygulama imkânını kaybetmiş beyhude bir gayrettir.
Uluslararası siyaset, ülke menfaatinin matematik bir ifadesidir; âdeta cebirsel bir menfaat denklemidir, bir hesap işidir. Dış ilişkiler, menfaatin ve menfaat hesabının, menfaati şekillendiren amillerin sürekli değişim içinde olduğu, hareketli, dinamik ve diyalektik bir süreçtir. Ülkeler arası dış siyasette imkânlar ve idealler âdeta raks eder. Siyaset, imkânlar ile ideallerin kesiştiği noktada yapılır. Bunun için de hem idealiniz olacak hem imkânınız olacak ve siz idealinizin ve imkânınızın kıymetini bileceksiniz. Fransız Edip Victor Hugo "Hazreti Musa, mihrap için bir heykeltıraş arıyordu. Tanrı 2 heykeltıraş gönderdi, Oliab ile Beliseel gönderdi; biri ideali yontacaktı, öbürü reeli." der. İdeali de reeli de kifayet miktarı yontarak çözüme ulaşabiliriz. Osmanlı devlet ricali bunu "nazari hikmetin amelî hikmetle meczedilmesi" şeklinde ifade etmiştir.
Şimdi, bu açıdan baktığımızda -şöyle kısa birkaç cümle- son bin yıllık tarihe baktığımızda, 1071'de Anadolu'ya geldik, yirmi yıl sonra Haçlı Seferleri başladı ve hâlâ devam ediyor. 14'üncü yüzyılda Osmanlı kuruluyorken -2025'ten bahsediyorum sayın milletvekili- Avrupa'da modern iktisadi büyüme başlamıştı. Kuruluş asırlarından itibaren Osmanlı'nın karşısında Osmanlı'dan çok daha güçlü bir Avrupa vardı, sanayileşmeyi yapan bir Avrupa vardı. 20'nci yüzyılın başlarında sömürgecilik yoluyla yükselen Batı karşısında da hâlâ aynı Osmanlı vardı; çok kültürlü, sömürgeci olmayan bir devlet. Osmanlı'yı kırk parçaya ayırmadıkça Orta Doğu'ya hâkim olamazlardı, bunu anladılar ve parçaladılar. Osmanlı'dan sonra ne Orta Doğu'da ne Balkanlarda ne Kuzey Afrika'da huzur kalmadı.
80'li yılların başlarında Mülkiyede eski Dışişleri Bakanlarımızdan rahmetli İsmail Cem'in "Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi" kitabı okutulurdu. Kitaptaki bakış açısı çok hoşuma gitmiş, gidip kendisiyle tanışmıştım. Daha sonra da rahmetli, nezaketli üslubuyla fırsat buldukça görüşmemize imkân tanıdı -Allah gani rahmet eylesin- vefatına kadar da bu devam etti. Kendisi okuryazar, gerçek bir münevverdi. O, yakalandığı menhus hastalıkla mücadele ederken okumaya ve yazmaya devam ediyordu. Bir görüşmemizde "Bir Orta Doğu tarihi üzerinde çalışıyorum. Cengiz Bey, biliyor musunuz, Orta Doğu'nun son yüzyıllık tarihi Türklerin Orta Doğu'dan sürülüp çıkarılma tarihidir." demişti İsmail Cem. Allah gani rahmet eylesin.
Hakikaten öyledir kıymetli milletvekilleri, Orta Doğu son yüzyılda Türksüzleştirilmiştir. Bugün dahi Orta Doğu sanki 21'inci yüzyılda Müslümansızlaştırılmak isteniyor. Soğuk savaştan sonra Orta Doğu'yu, Irak'ın, Suriye'nin başına gelenleri ve Filistinlilere olanları bir de bu açıdan düşünelim. Nereden bakarsak bakalım, nasıl değerlendirirsek değerlendirelim -90l'ı yıllarda Irak'ta olanlar, 2000'li yıllarda Suriye'de olanlar- Orta Doğu coğrafyasından milyonlarca Müslüman dışarıya çıkarıldı. Gerçi, Orta Doğu, tarihin ilk çağlarından beri her zaman zorunlu nüfus hareketlerine konu olmuş bir coğrafyadır; en huzurlu yıllarını dört yüz yıllık Osmanlı asırlarında yaşamıştır. Esasen "Arap Birliği" veya "Arapların huzuru" diye bir şeyden söz edilecekse buna en yakın zamanlar Türklerin idare zamanlarıdır. Aynı şeyi Balkanlar için de söyleyebiliriz. Çok değil yüz yıl önce Avrupa matbuatı bu ülkelerin hepsinden "Türkiye" diye söz ediyordu, "Orta Doğu" tabiri de esasen biz oradan çekilirken telaffuz edilmeye başlandı. Yani o yıllarda Türkiye, Balkanlar herhangi bir başka ülke değil bizim idi, Türk ülkesi idi.
Kıymetli milletvekilleri, Orta Çağ'dan beri Avrupa halkları birleşerek ulus oldular, Osmanlı ise parçalanarak uluslara bölündü. Prusyalılar ile Bavyeralılar birleştiler, Almanya oldular; Venedikliler ile Floransalılar birleştiler, İtalya oldular; Osmanlılarsa parçalanıp Irak, Suriye, Mısır vesaire... Modern medeniyet kendi merkezindeki ulusları birleştirdi, kenardaki milleti parçaladı; böylece, Avrupa dışı halklar hep yeniden başlamak zorunda kaldılar, her şeye yeniden başlamak; Türkler de öyle, biz de öyle, Türkiye de öyle; hilalin gölgesinin düştüğü topraklardaki bütün uluslar, devletler, ülkeler 20'nci yüzyılda, 21'inci yüzyılda yeniden başlıyorlar.
Bu yeniden başlamakla ilgili bir anekdot paylaşmak isterim: Winston Churchill 1955 yılında hastalık sebebiyle Başbakanlıktan ayrılır. İngiliz Parlamentosu, Churchill'in portresini yaptırıp Parlamentoya astıracaktır. Churchill, bahçesinde oturuyor; eşi gelir: "Winston, bir ressam geldi, genç bir adam, senin portreni yapmak ister." "Nasıl birisi?" der. "Modernist olduğunu söylüyorlar." "Modernist olduğunu söylüyorsa İngiliz değildir, 'British' değildir." der. "Hayır, İngiliz ve modernist olduğunu söylüyor." "Mümkün değil, biz modernist olamayız çünkü biz hiçbir zaman yeniden başlamak zorunda kalmamış bir milletiz. Alman olabilir, İtalyan olabilir ama..." Churchill'in bakış açısına bakar mısınız? Modernizm, Paris-Londra ekseninde başlamış bir olaydır; bunu kastediyor. Kendisini medeniyetin sahibi sayıyor bakış açısıyla. Biz, her şeyi değiştirip her şeye yeniden başlamak zorunda kalsak da -elhamdülillah- nereden başlarsak başlayalım her zaman bizi sonsuz akışa bağlayan muhteşem bir tarihimiz var. Mesela, bugün için dünyanın boğuştuğu meseleler bizden biraz uzak ama imkânlar biraz bize yakın gibi duruyor. Son üç yüz yıldan beri ilk defa bu coğrafyalar çözüme daha yakın, imkâna daha yakın, insanlığa söz söyleyecek imkânlara daha yakın. Batı medeniyetinin sözü tükendi.
Türkçemizde bir söz vardır: "Şüyuu vukuundan beterdir." deriz. Bunu söyleriz de bazı ihtimallerin şüyuunun vukuuna zemin hazırladığını hiç düşünmeyiz. Bu tehlikeyi hiç düşünmediğimiz için sıradan olumsuzluklar üzerinden mütemadiyen umutsuzluk ve nefret üreten bir intelijansiyamız var maalesef. Aşağılık kompleksi içindeki bu intelijansiya dünya fikir birikimine hiçbir katkıda bulunmadan ülkenin moralini bozma ve emperyalist Batı kapitalizminin değirmenine su taşmaya devam ediyor. Slavoj Zizek söylüyordu: "İnsanlık bugün öyle bir durumda ki içinde yaşadığı bu sonsuz evrenin sonunun gelebileceğini hayal ediyor, düşünüyor da kapitalizmin sonunun geleceğini hayal etmiyor." Yani şu anda bütün insanlık, müthiş bir kapitalist şimdiki zaman diktatörlüğünde yaşıyor ve buradan çıkış için bizim çok düşünmemiz, çok çalışmamız gerekiyor.
Sayın milletvekilleri, siyasetin teorisiz bir pratik olduğu hükmünü hadiselerin aldığı anlık veçhelere karşı tavır belirlemede geçerli sayabiliriz ancak temel siyasi tutumlar için doğru kabul edemeyiz. Uzun vadede fikirsiz siyasi pratik olmaz. Fikir, siyasetin temel şartı ve en hayati lojistiğidir ve siyasi düşünce, bence, felsefenin en üst katında ikame eder çünkü her zaman fikriyat fiiliyata takaddüm eder; önce düşünürüz, sonra yaparız. Kaçınmamız gereken asıl tehlikenin fikir ve düşünce yetersizliğinin bir buhrana dönüşmesi olduğunu artık kabul edelim. Takınmamız gereken tek tutumun şu dikdörtgenin içinde yaşayan insanlar olarak, siyasetçiler olarak birbirimizi yeterince sevmek olduğunu artık kabul edelim.
Bağımsız müstakil bir devlet olmak, kıymetli milletvekilleri, aynı zamanda bir içerik, bir muhteva meselesidir. Bir devletin vatandaşı olmak için o muhtevayı da içselleştirmek lazım; bayrağı savunurken onun anlamını da savunmak lazım, anlamını da benimsemek lazım ancak ondan sonradır ki ülkenin insanları olarak aramızdaki eleştiri tahammülüne hayat hakkı verebiliriz. Bu itibarla, şimdi, burada hepimizin üzerinde ittifak edebileceğini zannettiğimiz mahrumiyetin, asıl hissettiğimiz mahrumiyetin fikirsizlik olduğunu ve birbirimizi yeterince sevmemek olduğunu kabul etmeliyiz.
MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Vakıf kurarsan bütün sorunlar çözülecek. Ya, bu söylediklerinden sonra vakıf kuracağız, bütün sorunlar çözülecek. (DEM PARTİ sıralarından gülüşmeler)
CENGİZ AYDOĞDU (Devamla) - Kıymetli milletvekilleri, bir otobanın kenarında durduğunuzda otobanın akışı sizi korkutur ama otobanda araç sürerken hatta hızı yavaş bile bulabilirsiniz. Türkiye, uzun zamandır tarihin dışındaydı, soğuk savaştan sonra tarihin içine giriyoruz, henüz tam girmedik. Onun için şu anda yapılanlar dışarıdan bakanlar için anlamsız gelebilir ama çevremizde bir dehşet dengesi hüküm sürüyor, maalesef, coğrafyamızla ilgili bizim geliştirdiğimiz tasavvurlar ile dünyanın geliştirdiği tasavvurlar birbirine uymuyor ve bu tasavvurlar bir gün burada büyük çıngar çıkaracak. Müttefik olduğumuz ülkelerle dahi coğrafyamızla ilgili farklı tasavvurlar geliştiriyoruz, kültürün ve tarihin icap ettirdiği tasavvurlar ile dünya hâkimlerinin bu coğrafyayla ilgili öngördüğü tasavvurlar bu bölgenin asıl kritiği olacak.
Sayın Başkan, bir dakika verecek misiniz?
BAŞKAN - Evet, evet.
CENGİZ AYDOĞDU (Devamla) - Hülasa, eskinin ölmediği, yeninin doğmadığı bir zamanda yaşıyoruz. Dünya bir gömlek falan değiştirmiyor, bir beklentisizlik var, bir gayesizlik var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aydoğdu, lütfen tamamlayın.
Buyurun.
CENGİZ AYDOĞDU (Devamla) - Dünya tarihinde ilk defa bir fikir ve medeniyet vaadinde bulunmadan bir ülke dünya ekonomisine meydan okuyor; Çin. Rusya Petro ile Lenin'in Rusyası arasında Karamazovvari bir arayış içinde. Hindistan ve Pasifik ülkelerinin dünyaya söyleyeceği yeni bir şey yok sanki. Bütün bir Batı bloku, ABD dâhil, İsrail zalimliğinin gölgesinde Gazze'nin külleri altında kaldı. Batı uygarlığının Gazze'nin küllerine yenildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. "Batı uygarlığı" deyince, Gandi... "Batı uygarlığı" diye bir şey söyleyecekler Gandi'ye; muhatabını susturuyor, gülerek "'Batı uygarlığı' evet, bu iyi fikir olurdu." diyor.
Öte yandan dünyada gayesiz toplumlar, gayetsiz topluluklar belirmeye başladı. Gaye olmaz ise...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CENGİZ AYDOĞDU (Devamla) - Tamamlıyorum, müsaade edin efendim.
BAŞKAN - Sayın Aydoğdu, efendim, herkese eşit davranıyoruz. Bir dakika uzattım.
MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Başkanım, bir dakika verin.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Verin, on dakika verin yani çok etkilendik konuşmadan(!)
CENGİZ AYDOĞDU (Devamla) - Peki, burada tamamlayayım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)