| Konu: | Cezaevinde yaşamını yitiren Ergün Akdoğan'a ve hasta tutsaklara, 2011 yılında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Dersim için özür dilediğine ve 5 Mayısta Meclise verdikleri araştırma önergesinin geri çevrildiğine, Çevre Komisyonunun danışman WhatsApp bilgilendirmesindeki yazışmalara, Halk Bankasının kredi faizlerinde yaptığı artışa ilişkin açıklaması |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 86 |
| Tarih: | 23.05.2024 |
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Genel Kurul, ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dün burada, bir hasta tutsağın hikâyesini anlatmıştım; hastanede olduğunu, yoğun bakımda olduğunu ve ailesiyle görüştürülemediğini söylemiştim. Dün görüştürülmüş ailesiyle fakat Ergün Akdoğan'ı kaybettik, bunu buradan ifade etmek istiyorum. Yirmi yedi yıllık bir siyasi mahpustu Ergün Akdoğan, beyin kanaması geçirdi ama hem hastane sürecinin kendisi hem cezaevi süreci insanlık onuruna yaraşmayacak eziyetlerle dolu bir süreçti. Tabii, Ergün Akdoğan cezaevinde yaşamını yitirdi, bu nasıl bir politik atmosferde oldu? 16 Mayısta gece yarısı kararnamesiyle 28 Şubatın generallerinin bırakıldığı bir dönemde oldu ki bu generallerin çoğu aynı zamanda bölgede halka karşı işlenen suçların da failleriydi. Onlara reva görülen salıverilme, tahliye edilme ne yazık ki yoğun bakımda olan Ergün Akdoğan'a reva görülmedi, Ergün Akdoğan tahliye edilmedi, en insani hakkı olan vedalaşma hakkını dahi kullanamadı, sevdiklerini göremeden bu dünyadan ayrıldı. Peki, bunu sıradan bir ölüm olarak değerlendirebilir miyiz? Hayır, bu bir işkence, bu bir cinayet. Çok açık ve net söyleyelim, hiç lafı dolandırmaya gerek yok. Cezaevinden çıkan her tabutun aslında oradan çıkmış olması bu ülkenin demokrasi karnesini göstermesi açısından da çok önemli bir veri. "Bir ülkede demokrasinin olup olmadığını görmek istiyorsanız insanların nasıl öldüğüne bakın." demişler, işte bizim ülkemizde yani Türkiye'de insanlar cezaevinde yaşamlarını yitiriyor. Neden? Çünkü hasta tutsaklar serbest bırakılmıyor, çünkü 80 yaşında Makbule Özer annemiz gibi annelerimiz AKP-MHP ittifakında cezaevine konuluyor, demir parmaklıkların arkasına atılıyor. Biz buradan yetkililere tekrar seslenmek istiyoruz: Yaşam hakkına, hukuka, vicdana lütfen uygun davranınız, insan haklarına aykırı bu uygulamaları derhâl sonlandırın ve insan onuruna yakışmayan, sağlık hakkını ihlal eden, mahpusların en temel haklarını yok sayan uygulamalardan derhâl vazgeçin diyoruz ve bu ölümün müsebbibinin Ceza ve Tevkifevleri, Adalet Bakanlığı, AKP ve MHP ittifakı olduğunun da altını bir kez daha çizmek istiyorum.
Sayın Başkan, sayın vekiller; 2011 yılında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Dersim için özür dilediğini ifade etti, biz de 5 Mayısta yani 4 Mayıs Dersim tertelesinin bir gün sonrasında Meclise bir araştırma önergesi verdik, araştırma önergemiz ne yazık ki geri çevrildi. Neden geri çevrildi? Ben size oradan sadece altı çizilip bize iade edilen bir pasajı okumak istiyorum, deniliyor ki: "Dördüncü Umumi Müfettiş Abdullah Alpdoğan aracılığıyla uygulamaya konulan Tunceli Kanunu'yla Dersim tertelesinin fitili ateşlenmiştir." Şimdi burada iade edecek ne var, bunu sormamız gerekiyor. Ne var? Abdullah Alpdoğan mı yanlış? Tunceli Kanunu mu yanlış? Dersim tertelesi mi yanlış? Hangisi yanlış? Hangisi İç Tüzük'e aykırı? Hangisi kanuna aykırı? Kim, bu yasak emrini veren kim? Artık bizim cümlelerimizin bile altını çizip önergelerimizi, muhalefet şerhlerimizi bize iade eden akıl kim, nereden alıyor bu emri? Şimdi soruyoruz: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı mı inkâr ediyorsunuz yoksa Dersim tertelesini mi inkâr ediyorsunuz yoksa biz verdiğimiz için mi iade ediyorsunuz? Nedir mesele, biz gerçekten bilmiyoruz, anlamıyoruz ama burada da kalmıyor. Bakın, İstanbul seçimlerinde "..."(*) diyen Murat Kurum'un Komisyon Başkanı olduğu Çevre Komisyonunun danışman WhatsApp bilgilendirmesinde bizim Dersim Vekilimiz Ayten Kordu'nun danışmanı vekilin olmayacağını, Komisyona katılamayacağını söylüyor "Dersim Vekili Ayten Kordu katılamaz." diyor. Devamında, oradaki AKP'li vekillerin danışmanları ve orada adının ne olduğunu bilmediğimiz "ALS" diye kısaltması olan bir kişi Dersim üzerinden yeniden manipülasyon yapıyor, yeniden. Ne yazmış, biliyor musunuz Sayın Başkan? Ben size söyleyeyim, hemen burada var, diyor ki "M. Kösemek" diye biri: "Bu vesileyle devletimizin tunç elini vurup Dersim'i 'Tunceli' yapanların ruhları şad olsun." Bunu söyleyene şu sözü hatırlatmak istiyorum: Bu kim? Tayyip Erdoğan. Ne demiş? "Dersim olayları sebebiyle devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ben özür dilerim ve diliyorum." diyor.
Şimdi, böyle bir hakikat ortada, artık bu ülkenin Cumhurbaşkanının inkâr etmediği, ikrar ettiği bir hakikat ortada ama bir danışman, WhatsApp grubunda birileri Dersim üzerinden kalkıp bunu olumlayan, bunu destekleyen açıklamalar yapıyor ve bizim danışman arkadaşımıza had bildiriyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZLEM ZENGİN (İstanbul) - Affedersiniz, hangi danışman; onu tam anlayamadım.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Hepsini ileteceğim Özlem Hanım.
BAŞKAN - Buyurun.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Kimdir bunlar ya, kimdir! Bu haddi, bu hukuku, bu cüreti nereden buluyor ya! Biz katliamdan geçmiş bir coğrafyanın çocuklarıyız, bizim acılarımızla nasıl böyle dalga geçilir? Nasıl böyle cümleler kurulur? Neymiş? "Devlet Tunceli'de gereğini yapmış, ruhu şad olsun." "Ruhu şad olsun." dediği kim, biliyor musunuz? "Mermiler gitmesin." diye oradaki sopalarla bizim insanımızın kafasını ezenler. İzlediniz mi bilmiyorum, bir röportaj var, İç Anadolu'dan yaşlı bir amca -askermiş o zaman- diyor ki: "Yaralarımı açmayın, öyle şeyler gördü ki bu gözler, ben yaşlıyım, bu acıya dayanamam. Devlet vurdu, oradaki Kürtleri öldürdü." Hakikat bu, hakikat bu! Devletin resmî kayıtlarında 13 binden fazla insanın katledildiği yazıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Tamamlıyorum.
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Toparlayacağım; toparlanmıyor Sayın Başkan, toparlanmıyor, bazı acılar var ki toparlanmıyor, kapanmıyor. Her gün yaramıza tuz basılıyor bu ülkede, her gün yaralarımız deşiliyor, her gün acılarımızı hatırlatıyorlar. Ya bu ülkede özür dilemek, yüzleşmek bir erdemken ve bunun için de söylenmiş söz varken bu hakikati de inkâr etmiyoruz. Kalkıp böyle cümleler kurmayı kim, hangi yetkiyle buluyor? Bunu kabul etmiyoruz; Kanunlar Kararların yaptığını da kabul etmiyoruz, böyle bir şey olamaz, bunu söylemiş olayım.
Diğer bir mesele... Şimdi, Sayın Başkan, bizim bildiğimiz, hani normal piyasada bir hüküm vardır, kural vardır, siz bir şeyi alırsınız, sözleşme esastır değil mi yani yola çıktığınız ilk hâli. Şimdi, Halk Bankası kredi faizlerini 7,5'tan 17'ye çıkardı ve bu artışın kendisi yüzde 120, bakın yüzde 120. Resmî enflasyon ne kadar bu ülkede? Yüzde 70'lerde ve faiz oranı da yüzde 50'lerde.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Toparlayacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Peki, resmî enflasyonun yüzde 70 olduğu, faiz oranının yüzde 50 olduğu bir yerde Halk Bankası neyi gerekçe göstererek yüzde 120 faiz artışı yapıyor? Hiçbir mantığı yok. Gerekçeleri şu: Efendim, sözleşmede varmış. Ya, sözleşmede var da siz insanlara, yarın öbür gün enflasyonu biz kontrol altına alamayacağız, bizim kötü yönetimimiz nedeniyle, kötü ekonomi politikalarımız nedeniyle faizleri artıracağız, bugün çektiğiniz 1 lirayı 3 lira olarak ödeyeceğinize, öbür yıl 5 lira olarak ödeyeceksiniz diye bir bilgilendirme yaptınız mı? Hayır. Onlarca, yüzlerce telefon alıyoruz, insanlar diyor ki benim çektiğim kredinin şu andaki artışı, ekstradan ödeyeceğim 1 milyon, kimi diyor bilmem ne kadar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Selamlayıp bitireceğim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Şimdi, sabahtan akşama kadar dükkânını açıp siftah bile yapamayan esnafa bu hak mıdır, reva mıdır, bunu nasıl yapıyorsunuz? Zaten işsizlik var, zaten KOBİ'ler zor bela ayakta duruyor ve siz bu faiz artışıyla, dar gelirlinin, esnafın, zorla bir şekilde üretime tutunmaya çalışan insanların gittikçe elini boğazına koyuyor, boğmaya çalışıyorsunuz. "Ey havar" diyorlar, "imdat" diyorlar ama biz buradan, hiç kimseden bir ses çıktığını görmüyoruz. Onun yerine, kalkıp bunun ne kadar doğru olduğunu anlatan hatip konuşmaları dinliyoruz. Ya ben gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum, ya bu halkın daha fazla ne kadar kursağına çökeceksiniz, ne kadar kursağındakini alıp cebinize, faize, ranta, yandaşa aktaracaksınız? Biz bu soruyu bir kez daha halkımız adına buradan sormak istiyoruz.
Teşekkür ederim. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)