GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Özbekistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Savunma Sanayii Alanında İş Birliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:79
Tarih:08.05.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA KEZBAN KONUKÇU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ekranları başında bizi izleyen değerli emekçi halklarımız; ben sözlerime benim gibi bir eğitim emekçisi, öğretmen olan ve bugün bir öğrencisi tarafından öldürülen İbrahim Oktugan'ı anmakla başlamak istiyorum; kendisine Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum. İbrahim Oktugan'ın 74 yaşında bir eğitim emekçisi olarak hâlâ çalışıyor olması bize bir şey anlatıyor. Demek ki emekli öğretmenler aynı diğer emekliler gibi geçinemiyor. 74 yaşında çalışmak zorundaydı İbrahim Oktugan. Aynı zamanda İbrahim Oktugan'ın öldürülmesine yol açan şiddet ortamının nasıl açığa çıktığına da mutlaka dikkatle bakmamız gerekiyor. Yirmi yıl öğretmenlik yaptım ve o yirmi yıl boyunca eğitimde özelleştirmenin nasıl adım adım uygulandığını yakından gördüm ve bunlara karşı çıktığım için de KHK'yle ihraç edildim. Çünkü eğitimde özelleştirmede, diğer kamu sektörlerinde de olduğu gibi, pek çok sorunla baş başa kalır emekçi halklar. Belki özelleştirmelerden büyük paylar alan, parsalar toplayan birileri için bu sorun değildir ancak emekçiler için bu çok büyük bir sorundur.

Öğretmenlerin ücretlerinin her geçen gün düştüğü, atanan öğretmenlerin sayısının her geçen gün azaldığı bir ortamda emekli öğretmenler çalışmak zorunda kalıyor ve kaliteli eğitimden sadece bir avuç zenginin çocuğu faydalanabiliyor, emekçi çocukları devlet okullarına gitmek zorunda kalıyor. "Bu devlet okullarında bir öğün yemek verin." dememize rağmen verilmediği için her 4 çocuktan 1'i okulda aç kalıyor, açlıkla baş başa kalıyor.

Ben bugün konuşmamda özellikle "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" diye böyle büyük cafcaflı laflarla lanse edilen model üzerine birkaç söz söylemek istiyorum: Biz buna "yeni müfredat" diyelim, biraz Türkçe konuşalım. Bu "Maarif Modeli" denilen modelde, işte, Türkçeyi geliştirme üzerine pek çok madde yazılmış ancak, böyle, kavramlara baktığımızda, "Maarif ne demek, bilinmeyen bir dil mi acaba?" diye baktığımızda Türkçe olmadığını görüyoruz. Neden "eğitim" denilmiyor? Neden "maarif" deniliyor? Peki, bu kavramlardan birkaçına ben yer vermek istiyorum: "Eğitim" yerine "maarif", "gelişim" yerine "inkişaf", "inanmış" yerine "mutmain olmuş" gibi kavramlar kullanılıyor. Ne kadar "Türkçenin doğru ve etkili kullanımı." denilse de böyle, çelişkiler yumağı. Zaten bu iktidarın şu anda en önemli yaşadığı sorun -bence kendi sorunu olarak da görülebilecek- müthiş bir çelişkiler yumağı içerisinde... Bu "Maarif Modeli" denilen millî eğitim modeli aslında 2012 yılında uygulanmaya başlanan 4+4+4 eğitim modeli, ardından ÇEDES'ler ve MESEM'lerle toplum mühendisliğinin açığa çıkarıldığı bir model olarak karşımıza çıkıyor ve çok tehlikeli bir model olarak karşımıza çıkıyor. Mutlaka buna karşı mücadeleyi yükseltmek, sesimizi her alanda yükseltmek zorundayız. Bakın, 4+4+4 eğitim modeliyle çok küçük yaştan itibaren çocuklar belli bir, yani tek bir dinin tek bir mezhebinin inancı üzerinden yetiştirilmeye çalışılıyor. Oysa bizim toplumumuzda çok farklı kültürler, dinler, mezhepler bir arada, kardeşçe yaşayabilir ve aslında yaşıyorlar. Ancak bu toplum mühendisliğiyle, onun üzerinden eğitim sisteminin içine Diyanet İşleri Başkanlığı sokulmaya çalışılıyor, vakıflar üzerinden tarikatlar sokulmaya çalışılıyor, "ÇEDES Projesi" deniliyor buna yani itaatkâr bir nesil yetiştirilmeye çalışılıyor. 31 Martta baktılar "Ya, itaatkâr, dindar ve kindar nesil yetiştiremedik." deyip bir telaşla hemen bu modeli uygulamaya geçmeye çalışıyorlar ki emekçi çocukları yoksulluk içinde yaşasın, hatta yoksulluk değil açlık içinde yaşasın ve sesini çıkarmasın, sürekli itaat etsin istiyorlar. İşte, o emekçi çocuklarını MESEM projeleriyle ucuz iş gücü olarak kullanıyorlar, bu projelerde de pek çok çocuğumuz hayatını kaybediyor denetimsiz ortamlarda ucuz iş gücü olarak kullanıldığı için. Bu müfredat değişikliğinde millî ve manevi değerler çok fazla vurgulanmış, işte o vurgulanan kavramlar üzerinden aslında eğitimdeki eşitsizliğin üzeri örtülmeye çalışılıyor. Biz, eğitimdeki eşitsizlikleri konuşmadan ve bunlara çözüm önerisi geliştirmeden söylediğimiz her söz havada asılı kalıyor, bomboş kalıyor. Aslında, emekçilerin ihtiyacı olan, emekçi halkların ihtiyacı olan eğitim modeli parasız, bilimsel, demokratik ve ana dilinde eğitim modelidir; bu eğitim modelini hayata geçirmek için biz de her yerde sözümüzü söyleyeceğiz. Şimdi, deniliyor ki: "Biz bu modeli on yılda tamamladık." "On yıl uğraştık, işte şuna sorduk, buna sorduk, yazdık, çizdik." diyorlar ancak bir bakıyoruz ki modelin askıda kalma süresi sadece bir hafta; bir hafta askıda kalmış, hop, askıdan indirilmiş. Binlerce sayfalık bir müfredat, binlerce sayfadan oluşuyor, bir haftada kim neyi inceledi, ne anladı? Biz de inceleyebildiğimiz kadarıyla burada söz kurmaya çalışıyoruz. Aslında, işin mantığı üzerine biraz baktığımızda bir bütün olarak tüm kesimlerin çoğul değerleri değil, eğitimde yıllardır eleştirdiğimiz teklik referans alınıyor burada. Yani "Türkçe" deniliyor "Türklük" deniliyor, "Müslümanlık" deniliyor yani tek bir millet var, tek bir din var hatta tek bir dinin tek bir mezhebi var ve çocuklarımız bunun üzerinden şekillendirilmeye çalışılıyor. Bir toplum mühendisliğiyle karşı karşıyayız. Biz bu toplum mühendisliğinin karşısında çoğulculuğu savunuyoruz, bu çoğulculuk üzerinden mutlaka bir arada, kardeşçe yaşayabileceğimiz bir toplumu inşa edeceğimize inanıyoruz. Bakın, örneğin, çok enteresan "erdem" kavramı vatanseverlik duygusu üzerinden tanımlanıyor, vatanseverliğin ölçütü olarak da "Türk kültürünün devamlılığı için çaba gösterir." deniyor yani erdem eşittir vatanseverlik eşittir Türk kültürünün devamlılığı. Yani bu kadar büyük çelişkileri, bu yüzyılda bu kavramlar üzerinden kendini ortaya koyma hâlini ben vizyonsuzluk olarak görüyorum; zaten başka kısımlarını söyledim de.

Şimdi "değerler telkini" deniyor hatta bu değerler telkinini ölçme değerlendirme kriterleriyle ölçebileceklerini söylüyorlar. Bir eğitimci olarak ben buna gerçekten ancak gülebiliyorum yani bunu kesinlikle bir ölçme kriteri olamaz. Eğitim sistemi, toplumdaki tüm insanların varlığını Türk varlığına feda etmelerini isteyen ırkçı yaklaşımla hazırlanmış bir program. Bakın, bunun sonuçları var. Bu yıllardır yapılıyor tabii, yeni bir şey değil, bunu sadece bir model olarak karşımıza çıktığı için söylüyorum. Bunun sonucunu biz geçtiğimiz 23 Nisanda gördük. Bitlis Tatvan'da Kıyıdüzü köyünde bunun çok açık bir sonucu yaşandı. Ben ismini vermeyeceğim, basında var -biz soru önergeleri de verdik parti olarak- bir öğretmen diyor ki sosyal medya hesabındaki paylaşımında: "Yeni atanmışım, köyün tamamı terör örgütü yanlısı. Velilerimin hepsi sosyal medyada Selahattin Demirtaş'ın fotoğrafını paylaşıyor. Ben Atatürk baskılı tişörtlerle 23 Nisanda zeybek oynadım; bu benim zaferimdir." Gurur duyuyormuş bütün bunlardan. Yani illegal oldu partimiz, partimizin eski Eş Genel Başkanı terör yanlısı oldu yani toplumda ırkçılığı kışkırtan bir öğretmen modeli. Peki, ne oldu? Soruşturma dahi açılmadan istediği yere gönderildiğini öğrendik biz bu öğretmenin. İşte, bu modelle, bu müfredatla bunlar çok daha fazla yaygınlaştırılmak isteniyor.

Müfredatta dikkat çeken bir diğer nokta: "Aile reisi" olarak tanımlanan erkeğin hak ve sorumlulukları ile devlet yöneticilerinin hak ve sorumlulukları arasında bir bağ kuruluyor, fıtrat bağı kuruluyor. Mahremiyet, İslam hukuku üzerinden nikâhın şartları tanımlanıyor, ayet ve hadisler ışığında bunlar ele alınıyor. Kadının çalışma hayatına girmesi, evlenme yaşının yükselmesi, çocukların ve aile büyüklerinin bakımında aile dışı kurumların sayısının artışı ve boşanma artışı bir sorun olarak tanımlanıyor yani bu müfredatta yer alıyor. Ben okudukça inanamadım gerçekten. Fıtrat tanımlaması üzerinden, bu geleneksel kavramlar üzerinden kadınlar yine bir şiddet sarmalı içerisine sürüklenmek isteniyor ve bunun teorisi bu müfredatla yapılıyor.

Ben konuşmamın sonlarına doğru özellikle Millî Eğitim Bakanlığının atamalarındaki sayılara dikkat çekmek istiyorum. "20 bin atama yapılacak." dendi, bu 20 bin atamanın içinde sadece 10 Kürtçe öğretmeni atanacak, sadece 10. Geçen yıl seçmeli ders olarak Kürtçeyi isteyen 20 binin üzerinde öğrenci vardı, bu gerçeğin üzerini örtemezsiniz. Peki, pozitif bilim öğretmenlerine ayrılan kontenjan nedir? İlköğretim matematik 174, ortaöğretim matematik 314 ama bir bakıyoruz ki din kültürü ve ahlâk bilgisi 1.594.

YÜKSEL SELÇUK TÜRKOĞLU (Bursa) - Bunların hepsi idareci, idareci.

KEZBAN KONUKÇU (Devamla) - İşte, sizin bu yapmak istedikleriniz bu rakamlarda kendini çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Konukçu.

KEZBAN KONUKÇU (Devamla) - Ben özellikle, son olarak, bu yaratmak istediğiniz toplum modeline, insanların, emekçilerin açlık sınırında yaşamasına karşı sesini yükselten, 1 Mayısta sokaklarda olan, özellikle Saraçhane'de hani düşmana karşı sanki korunmak için uygulanan bentlere karşı mücadele eden, o bentlerin arkasındaki, surların arkasındaki, açlık sınırına karşı mücadele eden bütün sosyalistleri, devrimcileri, işçileri selamlıyorum. İşte onların, bu düzeniniz devam etsin diye, insanlar açlık sınırının altında yaşamayı kabul etsin, itaatkâr olsun diye kurmak istediğiniz o sisteme karşı çıkan devrimcilerin, sosyalistlerin evine de kapıları böyle delerek girdiniz ama boşuna, bütün bunlar boşuna. Bir ses yükseliyor, bir soluk yükseliyor; bütün bunlara karşı, bu toplum mühendisliğine karşı, açlık sınırının altında yaşama itilmeye karşı biz hep birlikte mücadelemizi her yerde yükselteceğiz.

Teşekkür ediyorum. (DEM PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)