| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Özbekistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansının Özbekistan Cumhuriyeti'ndeki Faaliyeti Hakkında Anlaşmanın Notalarla Birlikte Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 78 |
| Tarih: | 07.05.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, Kobani kumpas davası bu Mecliste en çok konuştuğumuz meselelerden bir tanesi ama arkadaşlarımız, başta önceki dönem eş genel başkanlarımız Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Ayla Akat olmak üzere hâlâ arkadaşlarımız sekiz yıldır cezaevinde; evet, rehinler hâlâ dört duvar arasındalar ve kulaklar duymuyor maalesef ve söylediğimiz her şey sanki uçuşup gidiyor ama ben uçuşmadığına inanıyorum, tarih yazılıyor, bu tarihi her zaman olduğu gibi ileride göreceğiz, aslında bunun hesabı verilecek.
Ben size çok kısa "Kobani'de ne oldu?" diye hatırlatmak istiyorum. Bir kere, her şeyden önce 6 Ekimde -öncesine gitmiyorum- IŞİD Miştenur Tepesi'ni ele geçirdi. Miştenur Tepesi Kobani ile Suruç arasındaki tek kapıydı ve o tepenin ele geçirilmesinden sonra Kobani'de yaşayan Kürtlerle beraber bütün yurttaşların katliama uğrama riski çok yüksekti. Ve öyle bir ortamda bu hani, çok ünlü "tweet" var ya demokratik protestolara çağrı "tweet"i atıldı. Ve tabii ki şunu da hatırlatayım: O arada Kobani'deki işgal girişimine, IŞİD vahşetine karşı tepkiler 6 Ekimde değil, 16 Eylülde başlamıştı. Türkiye'nin her tarafında ve dünyanın her tarafında IŞİD'e karşı Kobani halkıyla, Kürt halkıyla dayanışma eylemleri yürüyordu. Açıp Google'dan bile tarasanız Kobani protestolarının 16 Eylülden itibaren yoğun yaşandığını göreceksiniz. Diğeri de tabii ki 6 Ekimde bir çağrı var ama 6 Ekimde çağrıdan önce protestolar İstanbul'dan İzmir'e, İzmir'den Antalya'ya, Antalya'dan Diyarbakır'a her tarafta IŞİD vahşetine karşı insanlar protesto eylemlerindeydi ve bu protestolarda tek bir taşkınlık ve ölüm yaşanmadı, yaralanma yaşanmadı çünkü orada tek bir amaç vardı, o kapının açılması ve Kobani halkına yardım ulaştırılmasıydı. "İnsani yardım koridoru" diyorduk o zaman ve bunun için eylemler vardı. Fakat birileri, Cumhurbaşkanı "Kobani düştü düşecek." dedikten sonra ve özellikle Varto'da ilk cinayetten sonra, polisin işlediği cinayetten sonra olaylar artık önü alınamaz hâle geldi; paramiliter güçler, Hizbullahçılar, kontralar, her türlü yasa dışı oluşumlar sahneye çıktı ve bu cinayetler işlendi; buna hepimiz tanıklık ettik aslında. Bazılarımız yakın ettik, bazılarımız uzaktan tanıklık ettik ve şunu, en son söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Dünyanın her yerinde de Türkiye'de de eğer bir ülkede ölümler engellenememişse bunun tek bir sorumlusu vardır, iktidardır, yönetenlerdir, objektif sorumluluğu vardır. Diğer sorumlu kimdir? Tabii ki tetiği çekendir, öldürendir, katledendir, ona yardım edendir. Şimdi, burada, iktidar "Ben hiçbir şey yapmadım." diyor, halbuki önlemedi. "Önleyemedi." demiyorum, önlemedi. Askerleri sokağa indirdi; Diyarbakır'da, Adana'da, her yerde ama o cinayetlerin işlenmesini önlemedi. Şimdi, ayrıca, 29 Ekimde peşmergeler gitti -vekilimiz söyledi- ve çözüm süreci devam etti. Başbakanla, iktidarla, partimiz arasında görüşmeler devam etti, böyle bir iddia yoktu. 28 Şubatta, olaydan 7-8 ay sonra -ekim, kasım, aralık, ocak, şubat; altı ay sonra- Dolmabahçe Mutabakatı imzalandı ya. İki taraf arasında -Davutoğlu'ydu o zaman, Gelecek Partisinden de burada milletvekilleri var- Dolmabahçe Mutabakatı imzalandı. Bir yıla kadar Kobani protestoları tartışılmadı. Bir yıl içinde savcı usulen bir soruşturma başlattı, sekiz ay sonra düğmeye basıldı ve Cumhurbaşkanı başta olmak üzere... Çünkü seçime gidiliyordu -7 Haziran seçimlerine- bunun üzerinden propaganda çalışmaları başladı ve maalesef tek isim üzerinden propaganda yapıldı, Yasin Börü'nün cinayeti üzerinden bir propaganda yapıldı ve partimiz ötekileştirildi. Bir kere, o olaylarda yaşanan bütün ölümlerden çok büyük acı duyuyoruz, hepsine defalarca başsağlığı diledik ama birileri sadece bir kişiye başsağlığı diliyor, böyle bir dünya var mı ya? Ölenlerin çoğu bizim partilimiz, arkadaşımız, eşimiz dostumuz, üyemiz, yöneticimiz; bunların katilleri araştırılmadı ve çok söyledim, bir daha söyleyeyim: Yasin Börü dosyası ile Demirtaş dosyasının, Kobani dosyasının birleştirilmesi talebi defalarca mahkeme ve Yargıtay tarafından reddedildi, "İlliyet bağı yok." dendi. Bir kere yargı kararı var fakat buna rağmen siyasi propaganda son bulmadı çünkü buna ihtiyaçları vardı, iktidarın buna ihtiyacı vardı, Kobani davası üzerinden defalarca seçim kampanyası yapacaktı. 2015, 2016, 2018, 2019, 2023 ve 2024 yıllarında seçim kampanyasının temel mottosu, bazı arkadaşlarımızın, eş başkanlarımızın ismi etrafında bir suçlamaya, bir kampanyaya, bir kutuplaştırmaya dönüşüyor. Peki, burada bu davanın gerçekten hukukla ilgisi var mı; bir gün onu da tekrar anlatacağım. Hukukun "h"si yok; bu, baştan sona organize edilmiş organize bir pratik olarak önümüzde duruyor. Ne yargılayanlar mahkeme gibi yargılıyor ne deliller o şekilde toplanıyor ne de ortada bir dava var. "Nereden çıkardınız?" diyeceksiniz. Diyanet İşleri Başkanlığı IŞİD'in kaçırdığı kız çocukları için davalara müdahil olmuyor da Kobani davasında mahkeme heyeti davet ediyor ya, "Gelin, davaya müdahil olun." diyor. Ey Diyanet İşleri Başkanlığı, yarın değil öbür gün IŞİD'in kaçırdığı kız çocuğunun davası var, neden sahip çıkmıyorsun ona? Geliyorsun, Kürtler söz konusu olunca hemen müdahil oluyorsun. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Bu dava Kürtlere karşı ve dostlarına karşı açılmış bir davadır. Şu anda tutuklu 17 arkadaşımızdan Kürtler var, Türk arkadaşlarımız da var -HDP'lilerdir hepsi- onlar da Kürtlere dost olduğu için, partimizde olduğu için yargılanıyorlar çünkü Kobani davasıyla siyaset tasfiye edilmek istendi.
Anlatacağım çok şey var, Ayhan Bora Kaplan'ı bilirsiniz, bu davanın savcısı var, bu ara çok önemli bir konu var, tekrar tartışılıyor, Sinan Ateş dosyası. Diyeceksiniz ki "Ne alakası var?" Çok alakası var. Şöyle ki: Öyle bir savcı var ki o kadar güzel işler çıkarıyor ki -tırnak içinde tabii ki- "Ne?" diyeceksiniz, Kobani davasında, 2018 yılında geldi, 2'nci davayı açtı, gizlilik kararı koydu, uzaya kadar tanık arayışına girdi, 2'nci tutuklama kararını verdirdi. Aynı savcı buranın Emniyet müdürüyle yakın ilişki içinde, görevden alındı, Ankara Emniyetinde 10 emniyet amiri görevden alındı ve bu savcı şu anda Sinan Ateş dosyasının koordinatör savcısı çünkü her istenileni amaca uygun bir şekilde yerine getiriyor. İşte "organize iş" dediğimiz "planlanmış" dediğimiz bir de böyle bir yönü var. Ben Türkiye'nin tamamına söylüyorum; bu savcının yaptığı hiçbir işin hukukla ilgisi yoktur, buna ilişkin sayısız örnek verebilirim dava dosyasından. Sadece bir tane örnek vereyim, not almıştım; bir gizli tanık Mahir var ve Kerem Gökalp var, isteyen vekile bunları veririm. Ya, iki ifade bire bir aynı, hatalar da aynı, yani noktalama işaretleri kopyalanmış. Savcı uzaya kadar uçan kuşa tanık sormuş ve partimizin kapatma davası da işte bu organize edilmiş bu siyasi komplo, intikam, rövanş davasının bir sonucudur. 16 Mayısta duruşma var, çok az bir süre kaldı ve bu konuda Türkiye'de "normalleşme" adı altında bir tartışmadır yürüyor fakat burada Kürtler yine öteki, Kürtler yine görülmüyor, Kobani kumpas davası yine tartışılmıyor. Benim iktidara ve muhalefete de çağrım var, iki tarafa da; hakikaten hukukta ayrımcılık çok önemli bir suçtur, çifte standart çok önemli bir şeydir, ilkesizliktir yani. Şimdi, Kobani davasında bu yargılama en çok kimi sevindiriyor biliyor musunuz? IŞİD'i.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Beştaş.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - O IŞİD çetesi var ya, Kobani'yi alamadılar diye IŞİD'liler, birileri bu davayı açtı ve IŞİD'lilere ödül verildi bu davayla. Bunu söyleyeyim ve Kürtler son yüz yılda bir var olma mücadelesi yürütüyor ya, Kobani de bunlardan biriydi. Evet, var olma mücadelesi veriyor ve şimdi çocukları katledilen HDP'li anneler ve diğer anneler tanık olarak çağrılıyor mahkemeye. Böyle bir vicdansızlık olabilir mi? Ve anneler vekillerimize, bizlere söylüyor, kendi partimiz hakkında şikâyetçi olalım diye bizi mahkemeye çağırıyorlar. Muhalefete sesleniyorum: Mağdur seçmeyin, aman ha, ayrımcılık yapmayın, hukuksuzluk nerede varsa hep birlikte karşısında duralım. Osman Kavala da bizim canımız, Can Atalay da ama Demirtaş da, Yüksekdağ da, Sebahat de, Gültan abla da; hiçbirini ayırmayalım. Hukuksuzluksa hukuksuzluk, AİHM kararıysa AİHM kararı... Burada, bu süreçte...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - İzin verirseniz, son cümlelerim, selamlama...
BAŞKAN - Selamlayın lütfen.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Ve bu ayırımcılık, bu tartışma hâli hakikaten Türkiye'ye bir şey kazandırmıyor. Bizim amacımız bağcıyı dövmek değil, kesinlikle değil, biz hukuka dönün çağrısı yapıyoruz iktidara; adalete dönün, hukuka dönün, AİHM kararlarını uygulayın, Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulayın. Dünya ve bütün ülkeler asırlardır bu kadar yıllık hukuku bu hâle getirene kadar milyonlarca, milyarlarca insan toprağa döndü. Artık hukuka ve adalete dönme zamanı. Arkadaşlarımızın rehinelik durumuna son verin. Onların özgürlüğü Türkiye'nin demokratikleşmesi demektir, adaletin tesisi demektir, hepimizin özgürleşmesi demektir ve tabii ki diğer tüm haksız yere içeride olanlar için de aynı taleplerimizi yineliyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)