GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:77
Tarih:02.05.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA AYTEN KORDU (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli vekiller; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Umarım, bir toplumsal barış adına da birazdan ifade edeceğim sonuçlar üzerinden, bir gün bu kürsüye Dersim milletvekili olarak çağrılırım diye tekrar söylemek istiyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - O günler gelecek.

AYTEN KORDU (Devamla) - Şimdi, aslında, konuşmama madenler üzerine başlayacaktım ama kısa bir cevap verme, bölgenin vekili olarak, Dersim'in vekili olarak cevap verme gereği duyuyorum. Selçuk Özdağ'ın belirttiği resmî ideoloji, inkâr tarihinin kendisidir. Bu inkâr tarihi aşılmadan da mümkün değil, gerçekler açığa çıkmayacaktır.

SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Hiç de öyle değildir, hiç de öyle değildir. 37 kişiyi kim öldürdü, oradaki askerleri kim öldürdü?

AYTEN KORDU (Devamla) - Dolayısıyla, 4 Mayıs 1937 Bakanlar Kurulu kararıyla gerçekleşen "Tenkil Harekâtı" adı altında Kürt ve Alevi halkına, Kızılbaş halkına çok büyük bir katliam uygulanmıştır. Bir terteledir bu, bir insanlık suçu işlenmiştir ve bu insanlık suçu kabul edilene kadar da biz burada mücadelemize devam edeceğiz.

SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Bakarsınız burada var, tutanaklarda var, burada tutanaklara bakarsınız; bakarsınız tutanaklara. Hiç de Kürtlerle problemimiz yok, Alevilerle de yok. Ben de Aleviyim, benim bir tarafım da Alevi; eşim Zaza. İnsanlık suçu da işlenmemiştir, işlenmemiştir!

AYTEN KORDU (Devamla) - Tam 87'nci yılındayız, ben tarihçiye sesleniyorum o zaman buradan: Pir Seyit Rıza'nın yaşını küçülterek, oğlunun yaşını da büyüterek gözlerinin önünde idam eden bir zihniyetin kendisi karşısında resmî ideolojinin kendisini savunmamak gerektiğini bir kez daha söylüyorum.

SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - O da doğru değildir, o da doğru değildir! Buradaki tutanaklara girersiniz, bakarsınız; buradaki tutanaklara girer bakarsınız, mahkeme kararlarına bakarsınız. O da doğru değildir, doğruya "Doğru." deriz, yanlışa "Yanlış." deriz.

AYTEN KORDU (Devamla) - Bu inkârcı resmî ideoloji tarihle de mücadele etmeye devam edeceğiz ve bu vesileyle de yine 37-38 katliamında, tertelesinde, kırımında, insanlık suçunda yaşamını yitiren kefensiz insanlarımızı ve başta Masumu Paklar olmak üzere hepsini saygıyla ve minnetle burada anıyorum ve gerçeklerle, hakikatlerle yüzleşilene kadar da mücadelemize devam edeceğimizi bir kere daha söylemek istiyorum.

SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Bütün masumları ben de rahmetle anıyorum, orada haksızlığa uğramışları ben de rahmetle anıyorum.

AYTEN KORDU (Devamla) - İşte, bu inkârcı ve tekçi anlayışın doğa üzerinde sömürü anlayışı devam etmektedir çünkü AKP Hükûmetinin uyguladığı politikalar özellikle sermaye taleplerini karşılamak adına yapılan, çalakalem düzenlenen kanunlardır. 22 kere değişmiş bir Maden Yasası'ndan bahsediyoruz. Bu maden yasaları -işte, bugün İliç Komisyonunda olduğum- altın şirketlerinin "Daha fazla bir ülkeyi, bir ülkenin insanını, topraklarını, geleceğini nasıl sömürebilirim, neyin üzerinden sömürebilirim?" yasalarının geçtiği yerdir. Dolayısıyla, yasalar şirketlerin çok daha fazla zengin olması, çok daha fazla rant alanlarının açılması üzerinden gerçekleşmektedir. Dolayısıyla bu zihniyet terk edilmediği sürece de bu sömürü çarkı da devam edecektir.

Şimdi, bunun için şunu özellikle söylemek istiyorum: Sermaye isteği uğruna yapılan bu çabaların adalet ve şeffaflık ve demokratik prensiplere aykırı olduğu kesin bir sonuçtur. Bu, hepimiz tarafından bilinen bir şey ve bunların sosyal dengesizliklere de yol açtığı açıktır. Şimdi, bugün Komisyonda da tartışıyoruz; işte, dün Enerji Bakanı geldi, bugün Çevre Bakanı geldi. Aslında hepsi madenlerin daha iyi nasıl işletilebileceği üzerinden tartışmalar yürütüyor çünkü bu ülkede gerçekten altın madenlerinde siyanürlü çalışmayla, ağır kimyasal maddelerle bu toprakların, suyun, havanın nasıl kirletildiğini kimse konuşmuyor; konuşulan şey, teknik bilgiler ve teknik bilgilerin üzerinden de bu madenleri daha iyi nasıl geliştirilebileceği. Aslında bir insanlık suçu işlendiğini ısrarla orada söylüyoruz, bir ekokırım suçu işlenmiştir ve bu suç işlenmeye de bu zihniyetle devam etmektedir.

Peki, bu ÇED raporları nasıl böyle düzenleniyor? Önceden ÇED raporlarına ilişkin belli bir güven vardı. Bu yasalarla, değiştirilen yasalarla ve oluşturulan boşluklar sayesinde artık ÇED raporları da toplum tarafından, kurumlar tarafından güvenilmez hâle getirilmiştir. Siz bir deprem bölgesinde ve siyanürlü havuzlarda, altın ve ağır kimyasal işletmesi yaptığınız yerde, üstelik Dersim'in bir bütün coğrafyasını kaplayabilecek bir alanda uzun zamandan beri bilim insanlarının, kurumların, odaların bas bas bağırdığı bir yerde eğer ÇED raporlarıyla defalarca "Tedbirler alındı, hiçbir tehlike yok." diyerek yürütüyorsanız ÇED raporlarının güvenilirliği yok demektir, yok durumundadır çünkü toplumda da zaten ÇED raporlarına ilişkin rüşvet tartışmalarının yoğun döndüğünü de de biliyoruz. ÇED raporlarından dolayı Fatsa'da, Kaz Dağları'nda, Murat ve Ağrı Dağlarında, Munzurlarda, Gümüşhane'de ve pek çok yerde altın madenciliği ekolojik yaşamı büyük bir tehlike altına itmektedir. Bakın, tonlarca su ve tonlarca toprağın ağır kimyasallarla işlendiği yaşam alanlarının birer ekokırım suçu yeri olduğunu tekrar söylemek istiyorum.

Anagold şirketinin dışında, Kanadalı şirket SSR Mining'in yüzde 80 olduğu Anagold Madencilikle tek yumurta ikizi olan Kartaltepe Madencilikte başka bir şirketin, başka bir ruhsat sahasından çıkardığı oksitli cevheri getirip bu madendeki alana nasıl yığdığını kamuoyundan sakladılar. Bu sonuç Komisyonda açığa çıktı ve o Komisyonda da tartışıyoruz. Bu bilgi ÇED raporlarında belirtilmemişti, ne Bakan Yardımcısı ne de o kurulda bulunan birisi Araştırma Komisyonunda bize bu bilgiyi vermişti. Buradan da bir kez daha söyleyeyim ki gerçekler halktan, kamuoyundan ve ilgili kurumlardan saklanıyor.

Peki, bu katliamı, bu bilgiyi saklayan, bu yığına izin veren ve bunu sümen altı yapmalarına dair neden bir soruşturma yapılmadı, bir görevden alma olmadı, bir kınama söz konusu olmadı? Çünkü gerçekler saklanıyor. Neden? Açıkça görünen şey ki suç orada görev yapan teknik ekibin üzerine atılarak aslında aklanmaya çalışılıyor. Yani orada sorun sadece mühendis olarak çalışan işçilerin sorumluluğunda değil, bizzat Anagold Madencilik, bizzat Çevre Bakanlığı, bizzat Enerji Bakanlığı ve bizzat Sosyal Çalışma Bakanlığı bu işten birebir sorumludur ve bu insanlık suçunun da ortağıdır. Bunların da bu hukukta yargılanması gerektiğini tekrar açıkça söylemek istiyorum.

Şimdi, Erzincan İliç'teki madenin kapatılmasını yalnızca biz değil, son olarak 170 kurum ortak açıklama yayınlayarak vahşi madencilik sonucu katliamın yaşandığı Çöpler Altın Madeni ve madeni işleten Anagold'un acilen kapatılması ve sorumluların yargılanması çağrısı yaptı ancak yaşanan bu katliama rağmen maalesef AKP bu sesi duymazdan geldi ve bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu çağrıyı öncelikli olarak tekrar dikkate alarak gerekli adımı atmadı ve önlemlerini almadı.

Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifi vesilesiyle bir kez daha belirtmek isteriz ki çoğunlukçu bir anlayıştan uzak, çoğunluğun reddedildiği Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişle birlikte Büyük Millet Meclisinin de bütünüyle baypas edilmek istendiği bir süreci yaşadığımız açıktır. Meclisin âdeta bir noter makamı olarak görülmesi de her şeyden önce yurttaşın iradesine bir hakarettir. İliç'te yaşanan felaket, tartışmasız "ekokırım" olup doğaya, tüm canlılara ve insanlığa karşı kasıtlı olarak işlenmiş bir suçtur. Dolayısıyla, bir kez daha ifade etmekte yarar var: Çöpler Altın Madeni ve Anagold şirketi acilen kapatılmalıdır, siyanürle ağır çalışma yapılan madenlere izin verilmemelidir. Buna ilişkin bir yasal düzenleme olmadığı sürece bu Meclisten çıkacak bütün maden yasaları, sadece rant, sömürü, uluslararası şirketleri daha fazla zengin etmek, burada yerelden beslenen şirketleri zengin etmek ama o çevrede yaşayan insanlara kanser hediye etmek demektir. İşte, toprağın ıslahının asla mümkün olmadığı yerlerde belki uzun yıllarca kalacak kimyasalların çevreyi, doğayı, tarımı, hayvancılığı öldürerek insansızlaştırmayı geliştiren güvenlik politikalarından bir tanesi olduğunu da yine söylemek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, nükleer reaktör atıklarıyla eş değer tutulan altın madenlerinin ortaya çıkardığı atıkların yarattığı tahribatı hangi sözlerle ifade edeceğimizi biz de artık bilemiyoruz. Belki altın madenlerinin çevrelerinde yarattığı tahribatı, doğaya karşı, ekosisteme karşı bir soykırım olarak tanımlamak gerçekçi bir yaklaşımın kendisi olacaktır. Sömürgeci bir anlayışla sürdürülen, madencilikle yapılan doğa soykırımı da yine, bu inkârcı zihniyetin kendisinin devamı olduğunu bir kez daha söylemek istiyorum. Topraklarımız gerçek anlamda sömürgeci bir anlayışla talan edilmektedir. Bu anlayış, sadece maden sahalarında değil, güvenlikçi politikalarla, sistematik bir şekilde ormanların yakılması sonucunda, arazilerin çöl hâline getirilmesinde de kendisini göstermektedir. Örneğin, her yıl bilinçli bir şekilde orman yakılmalarının olduğu Şırnak ve ilçelerinde 22 ayrı yerde şirketlere maden izni verilmiştir. Ağaç kesimi o denli yoğundur ki oralarda, yüzde 80'i yok edilmiştir. Şırnak bölgesinde tarım ve hayvancılık faaliyetleri neredeyse yok olmak üzeredir.

Erzincan İliç'te yaşanan facianın ardından altın madenleri için verilen çevresel etki değerlendirme kararları tartışma konusu iken, son örneği yine, Erzurum'un Karayazı ilçesinde verilen bir kararla gerçekleşti. Akın İpek'e aitken kayyum atanan Koza Altın İşletmeleri AŞ'nin bölgede kuracağı altın madeni için, yine "ÇED Gerekli Değildir" kararı verilmiştir. Yine, Ağrı'nın Diyadin ilçesinde yer alan Mollakara Altın Madeni Projesi'nin uygulanmamasına dair yapılan bütün itirazlar, olumlu bir adım atılmamasını getirmiş ve sahada çalışma başlamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYTEN KORDU (Devamla) - Toparlıyorum.

BAŞKAN - Sayın Kordu, lütfen tamamlayın.

AYTEN KORDU (Devamla) - Son olarak, yaşam savunucuları ve bizler İliç'teki felaketi hatırlatarak Murat ve Fırat Nehirleri ile Basra Körfezi'ne kadar canlı yaşamın yok edileceğinden endişemizi bu kürsüden tekrar ifade etmek istiyoruz.

Altın madenleri, başta İliç olmak üzere kapatılmalıdır, çalışma ruhsatları iptal edilmelidir, maden yasaları geri çekilmelidir ve yeniden ilgili tüm toplumsal kesimlerin görüşleri alınarak, kâr ve rant odağından çıkarılarak ekolojik olarak bütünlükle ele alınmalıdır ve yasal düzenlemeler de bu bakış açısıyla düzenlenmelidir. Bunun dışında "alınacak önlemler" adı altında konuşmak geçici tedbirlerle başka faciaların yine göz göre göre gelmesinden başka bir sonuç vermeyecektir. Bunun için ulusal ve yerel düzeydeki tüm yaşam savunucularıyla birlikte bu konudaki mücadelemizi çok daha fazla büyüteceğimizi bir sorumluluk olarak görmekteyiz diyorum.

Teşekkür ediyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)