| Konu: | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 46 |
| Tarih: | 25.12.2023 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve ekranları başında bizleri dinleyen, izleyen değerli halklarımız, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Leyla Güven ve Bekir Kaya şahsında tüm seçilmişlerimiz, yöneticilerimiz ve yol arkadaşlarımız; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Tam da bu kürsüde Kocaeli Milletvekili Sayın Hasan Bitmez'i yitirdik. Bir kez daha kendisine rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Gerek Komisyonda gerekse burada harcanan yoğun mesaide bize destek sunarak, takip ederek desteğini esirgemeyen halklarımıza, Meclis emekçilerine, kavaslara, stenograflara, teknik ekibe, garsonlara, danışman ve milletvekili arkadaşlarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe yasamanın yürütmeye, gelirlerin alınmasına izin, giderlerin yapılmasına yetki verdiği ekonomik bir plan ve siyasi bir belgedir. Diğer yandan da bütçe yaşadığımız toplumun bir aynasıdır. Parayı kullanma biçimimiz aynı zamanda geleceğimizi de belirleyen bir tavırdır fakat yoğun geçen günler ve geceler boyunca gördüğümüz tavır bolca israf, hamaset, pervasızlık ve halka karşı vurdumduymazlıktı. Karşımızda hukuk tanımaz iktidarın yarattığı yaralı bir ülke var ve o yaralı ülkede yaşam ve geçim savaşı veren yaralı halklar. Yara büyük, neden mi? Yalanlarla yasaları birbirine çatıp kendi bekası uğruna hukuka savaş açan bir iktidar var; sayelerinde 12 Eylül Anayasası bile daha demokratik görünüyor. Geldiklerinden beri Anayasa'yı istedikleri gibi değiştirip -hatta sistemi de değiştirerek- tüm yetkileri kendilerinde toplayıp Meclisi çalışamaz, yargıyı bağımlı kılıp; hâlâ "Bu Anayasa'yı da uygulayacağız." diyorlar.
Değerli arkadaşlar, Anayasa'ya aykırılık salt iktidar tarafından topluma dayatılan bir durum değil, faşizmin yarattığı bir olgudur. Anayasa'yı bekleme odasına alanın da "Anayasa'ya aykırı ama evet." diyenin de kodları aynı. Ülkeyi yaralı hâle getirip hukuksuzluğu silah gibi toplumun gözlerinin içine doğrultan aynı akıldır. O nedenle kimse "AİHM kararına uyulmadı, Yargıtay AYM'ye muhtıra çekti." diye şaşırmasın. Zira, Can Atalay kararı, 2002'de iktidara gelen AKP ile AYM arasında gerilime neden olan ilk karar değil. Demirtaş, Yüksekdağ, Leyla Güven için hangi AİHM kararı, hangi AYM kararı uygulandı ki; bunun gibi onlarca karardan söz edebilirim. AYM'nin çoğu kararı iktidar için vahim görülmüş, kendilerince vahamet olan hususlar Anayasa değişikliğine konu olmuştur. Şimdi de Can Atalay kararı sonrası Yargıtay, AYM'yle ortak bir amaca, Anayasa'nın iktidarın bekası lehine değiştirilmesine hizmet etmektedir.
Parlamentoyu çalıştırmayarak bir korkuluğa, siyasallaştırılan yargıyı halka doğrultulmuş bir silaha dönüştürmek yeterli değil onlar için. Bütçeden hep daha fazlasını kendine pay eden hırs, yasama ve yargı yetkisinin, erkinin amasız ve fakatsız elinde olmasını ister. Mafya kliklerinin parsellediği, tahliyelerin sektöre çevrildiği, rüşvetin en geçerli yasa hâline geldiği bu çürümüş yargı sistemi bir ringe dönüşmüştür. Ülkede mafya niye var? Çünkü hukuk yok. Türkiye'yi yerli ve yabancı mafya için güvenli bir bölgeye dönüştürdünüz; ülkeyi uluslararası mafyanın koridoru, off-shore ülkesi yaptınız; yabancı mafyayı yerli ve millî mafyaya kayyum olarak atadınız. "Millî güvenlik" adı altında yasaklamadık etkinlik, konser, festival, grev, toplantı bırakmayan iktidarınızda uluslararası suç örgütleri hep Türkiye'de. Kendi yurttaşını güvenlik sorunu olarak gören bu zihniyet, uluslararası suç örgütlerini hiç güvenlik sorunu yapmıyor; bu ülkenin asıl güvenlik sorunu sizin zihniyetinizdir, yönetme biçiminizdir. İktidarın ülkeyi sürüklediği karanlık girdabın en net örneklerinden biri tecrittir. Hiçbir hukuk sisteminin barındıramayacağı, hiçbir vicdanın kaldıramayacağı tecrit, bu ülkenin yarasıdır; bu yaranın tedavisi de İmralı kapılarının açılmasıdır. Burada günlerce övündüğünüz İHA'lar, toplar, tanklar, tüfeklerden daha derin bir icadınız var aslında; hakkını aramak isteyenin karşısına insansız ve hukuksuz bir sistem çıkardınız. İnsansız uçak yaptınız hüneriniz bitmedi, hukuksuz bir ülke yarattınız. Adalete inanan tek bir yurttaş bırakmadınız. Edward Said der ki: "Bugün, insanın evindeyken kendini evinde hissetmemesi bir ahlak sorunudur." Yurttaşları kendi evlerinde hissettirmemek adına, hukuksuzluk adına ne varsa yapıldı. 7 Haziran seçimlerinde yurttaşlar tarihsel bir tercihte bulundu; yanıtınız seçimi yenileyip yasaları tanımamak oldu. Halkın demokratik iradesinin karşısına demokrasi düşmanlığıyla çıktınız. Gezi'den intikam alıp Kobani meselesini uydurma bir davaya dönüştürerek hukuku, halklara olan hıncınızı kullanmak için sürdürüyorsunuz; onunla hınç alıyorsunuz ve kullanıyorsunuz.
Devam ediyor, durmuyorsunuz. Binlerce insan için sadece 2 örnek vereceğim: Mazlum İçli ve TJA aktivisti Sümeyye Gök gibi; bir komplo dosyasında ikisi de yargılanıyor, biri müebbet aldı, diğeri hâlâ cezaevinde. İşkence tezgâhlarında ömürlerini erittiğiniz daha ne çok isim var. Hasta mahpusları öldürüyor, buna "cinayet" değil, "hukuk" diyorsunuz. "İdare ve gözlem kurulu" diye bir şey uydurdunuz, infazını tamamlayanları cezaevinde tutmanın yolunu arıyorsunuz. Sessiz sedasız Türkiye'ye bir fiilî idam cezası getirdiniz. BM'ye AB'ye, AGİT'e ve bütün mekanizmalara sesleniyorum: Bilin ki Türkiye cezaevlerinde fiilî idam uygulanıyor, yasası olmayan ceza... Hasta mahpusları ölüme terk edip infaz yakmalarla cezaevinde tuttuğunuz her bir mahpusu idama hazırlıyorsunuz. 90'lardan ne çok öğrenmişsiniz; o dönem yargısız infaz vardı, şimdi yargılı infaz; bravo sizlere! Geçmişle hesaplaşmadınız, geçmişin hesaplarının üzerine yeni hesaplar eklediniz. Büyüttüğünüz sermayeyle suç işlerinde ortaklaştınız. Soma'nın, Ermenek'in, Amasra'nın hesabını sormadığınız, gerçek failleri yargılamadığınız için kaçak madende ölen işçiyi de bir de "göçmen" diye yakma yetkisi verdiniz sermayedarınıza. Sermayeyle suç ortaklığınızın sonucudur bu vahamet, kayda geçsin.
Evet, ülkede can güvenliği sorunu yarattınız. "Ben devlete emanet ettim, devlet onu koruyamadı." demişti Zeren Ertaş'ın babası. Öğrenciler asansörden düşebilir, işçi göçük altında kalabilir, yaşanabilir değil ölümle yüz yüze gelinen bir ülke yarattınız. Saray güvenliği için harcadığınız bütçenin onda 1'ini, yüzde 1'ini asansör için harcamadınız.
Değerli halklarımız, iktidarın hukukla savaş hâlinin dünyaya da kendi halklarına da güven vermediği, bu güvensizlik ortamının ise öngörülen bütçenin meşruiyetini zedelediği bilinsin. O yüzden, ülke ülke dolaşıp yatırım bekleyeceğinize önce evinizin içini temizleyin. Kürt sorununu bomba akılsızlığıyla değil, siyasi akılla çözme niyeti gösterseniz, bakanınız kapı kapı para peşinde koşmayacak, Millî Savunma Bakanlığının kasasındaki savaş parası bu ülkenin kalkınma bütçesine dönüşecek. Mesele bu kadar yalın ve basit. Kürt sorununun çözümsüzlüğü noktasındaki inatçı ısrarınız hukuktan giderek uzaklaşmayı, hukuksuzluğun yaygınlaşması ise ekonomik krizi derinleştiren bir olgudur. Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsünün 2023 yılı raporuna göre Türkiye "Hukukun Üstünlüğü" kategorisinde 173 ülke arasında 148'inci sıradadır; gurur duyun! 148'inci sıradakinden sonraki ülkeler inanın ki sizi kıskanıyor, inanın.
2023 yılında ihlal kararları doğrultusunda bireysel başvurular için ödenen tazminat 1,3 milyar TL, geçen yılın tam 5 katı bir artış var; bu rakam, iktidarın yurttaşa nasıl davrandığının yansımasıdır. "Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü" diyordunuz, hukuksuzluğun üstünlüğünde karar kıldınız. Bu bütçe süresince gördük ki sizin yaraları sarma gibi bir derdiniz yok, siz ağzınızı açtığınızda bile halkın yarasına tuz basıyorsunuz. Halk, gırtlağına kadar derde, borca düşmüşken, açlık gibi en temel meselelerde boğulmuşken siz en hararetli konuşmalarınızı Kürtçe konuşan vekillerimize saldırmak için yaptınız. Kürt'e düşmanlık yaptığınız kadar enflasyonla, halkın geçim derdiyle kavgalı değilsiniz. Öyle ki iki kelime Kürtçeden korktuğunuz kadar bu ülkenin çökmekte oluşundan korku duymuyorsunuz. Çok rahatsınız, Allah akıl fikir versin. "..."(*)
Anayasa'ya uymak aklınızın kıyısından bile geçmezken Kürt düşmanlığında Anayasa'ya sarılıyorsunuz. Anayasal haklar, anayasal yurttaşlık, anayasal özgürlük yok ama anayasal Kürt düşmanlığı, anayasal demokrasi düşmanlığı, anayasal kadın düşmanlığı var. Bu ülkede düşmanlığın anayasasını yarattınız. Attığınız adım bile Anayasa'ya aykırıyken Anayasa 3'ü, Kürt'e karşı boynuna muska yapanlara iki çift lafım var elbette. Anayasa'ya göre ettiğiniz yeminde "milletin kayıtsız ve şartsız egemenliği, hukukun üstünlüğü, demokratik ve laik cumhuriyet, toplumun refah ve huzuru, adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması" ifadeleri var. Bunları asıl ihlal eden siz değil misiniz? Sahi, Anayasa'dan haberiniz var mı gerçekten? Cevabı ben vereyim: İşinize gelince var, işinize gelince yok. Ne âlâ dünya sizler için.
Değerli milletvekilleri, bakın, her şey çok net. "Ne kadar ekmek o kadar köfte." Bu sözü, yerinden yöneticiler, valiler ve kayyumlar çok söylüyorlar. Erzurum'da Vali ve Büyükşehir Belediye Başkanı gittikleri her yerde "Ne kadar ekmek, o kadar köfte. Ne kadar oy o kadar yol, hizmet." diyorlar; onu da hatırlatmış olayım. Mevcut ekonomi koşullarında da ne kadar demokrasi o kadar ekonomi.
Demokrasi rafa kaldırılınca ekonomi tepetaklak oldu. Yüksek enflasyon karşısında ücretler, gelirler nasıl eridiyse hukuksuzluklar ve baskılar karşısında kırıntı düzeyindeki demokrasi eridi, hukuk eridi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı buradaki konuşmasında millî gelir artışından söz etti, başka bir bakan da artan sosyal yardımlarla övündü. Biz mi yanlış hesaplıyoruz bilmiyorum -bugün konuşmasında düzeltir sanırım- millî gelir arttıysa sosyal yardımların azalması gerekmiyor mu? Sosyal yardımlar artıyorsa millî gelir düşüyor demek değil midir? Hangisini çözelim bilmiyorum, sanırım herkes bu meselenin cevabını biliyor. Asıl mesel şu: Kişi başına düşen demokrasi, kişi başına düşen hukuk, kişi başına düşen özgürlük arttı mı, yoksa tamamen ortadan mı kaldırıldı? Buna cevap vermeniz gerekir. Evet, kişi başına düşen yoksulluk da kişi başına düşen baskı da şiddet de yasak da eşitsizlik de ötekileştirme de kişi başına inkâr ve ret de Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminizde katmerlenerek arttı ve artmaya devam ediyor.
Demokrasi ortadan kaldırılıp milliyetçilik pompalanırken, Kürt düşmanlığı köpürtülürken ne oldu biliyor musunuz? Emekçiler yoksullaştı, ekonomideki emeğin payı düştü. Çözüm sürecinde toplumsal refah artarken çözümsüzlük sürecinde sermayenin, yandaşın refahı yükseldi; toplumsal refah çöktü. Bu ülkede ne zaman barışın bütçesi yapılırsa halkın yoksulluğu o zaman sona erer. Bütçe ayırmadığınız için yurtlardaki asansör facialarından koruyamadığınız öğrencileri, çaresizlikten intihara sürüklenen insanları, erkek şiddetinin hedefindeki kadınları, istismara uğrayan çocukları F-16'larla mı, füzelerle mi koruyacaksınız? Eduardo Galeano "Bu ülkede zengin olmayan herkes yoksuldur." der. Evet, Türkiye'de zengin değilsen yoksulsun, yoksul değilsen zenginsin; iktidar, toplumu bu hâle getirmiştir. Ya zenginsin ya yoksul; mesele budur.
Türkiye'nin en büyük iş ve istihdam kaybı yaşanıyor ama işçi ve emekçi grev yapamıyor. Neden? İktidarın sopası olan yargı, millî güvenlik gerekçesiyle grevleri yasaklıyor. AKP-MHP iktidarı sermayenin iktidarı değil de nedir? AKP-MHP iktidarı işçi düşmanı değil de nedir? Bir de iktidar çıkmış bununla övünüyor, "Bizim zamanımızda grev mrev denilen olaylar kalktı." diyor iyi bir şeymiş gibi. Bu, övünülecek bir şey değil, demokrasi adına utanılacak bir şeydir. Yasaklarla işçinin, emekçinin ayak seslerini kesemezsiniz, erteleyebilirsiniz ama emeğin büyük direnişini durduramazsınız, durduramayacaksınız.
Değerli milletvekilleri ve Sayın Başkan, bütçe gelirleri açısından bizleri kıskanan Almanya teknoloji ve üretimle, Arap Yarımadası petrolle keseyi dolduruyor. "Dünya 5'ten büyüktür." dediğiniz o 5'li kazanıyor, siz ise bütçenin kesesini halktan aldığınız vergilerle dolduruyorsunuz. 2023 yılının ilk on ayında toplanan vergilerin yüzde 67'sinin yükü yoksulların çektiği dolaylı vergilerden oluştu yani verginin büyük kısmını yoksullar ödüyor yani ücretlinin aldığı maaşın yaklaşık yüzde 40'ı vergilere gidiyor. Topladığınız bu vergiler haramdır, zulümdür. Bugün 13.414 TL brüt maaşı olan bir asgari ücretlinin eline geçen para 11.402 TL değil, sadece 8 bin TL yani ücretliler her ay on iki gün devlete çalışıyor, kalan on sekiz günün on beş günü patrona, kala kala üç günün emeği ücretliye kalıyor; ekmeğe mi versin, kira mı ödesin, ulaşıma mı harcasın?
Değerli arkadaşlar, iktidar yatıp kalkıyor ve diyor ki: "Enflasyonu frenledik, yakında enflasyon düşecek." Milyonlarca emekliye, memura, ücretliye az zam vermek için TÜİK'e talimat yağdırıp enflasyonu düşük gösteriyorlar; oysa söz konusu kendi alacağı olunca, vergi enflasyonu olunca nedense sarayın mutfağından çıkıp halkın mutfağına gelebiliyorlar. Enflasyonu düşük gösteren iktidarın vergi artışlarına bakınca büyük soygun ortaya çıkıyor; 2024 yılı vergilerindeki artış, 2023 yılına göre yüzde 72,8 daha fazla oldu, 2024 yılında ödeyeceğimiz vergi 2019 yılında ödediğimiz verginin 10 katından daha fazladır, dört yılda toplanan vergi 10 kat arttı. Peki, maaşlar kaç kat arttı? 2019 yılında asgari ücret net 2.020 TL'ydi, şimdi asgari ücret ne kadar? 11.402 TL. Reel değerini ölçtüğümüzde zaten eksideyiz ama sırf miktar üzerinden baktığımızda Hükûmet vergide 10 katını almış, maşallah, maaşta ise sadece 5 katını vermiş. Kendinize 1 gram pudra şekeri, halka ise katran katran dert bırakıyorsunuz. Siz vergi alırken ampulleri yakıyorsunuz, maaş zammı verirken mum ışığıyla hesap yapıyorsunuz. KDV'yi yüzde 18'den yüzde 20'ye çıkardınız, çoklu maaşlarınıza kaynak yarattınız. Yüzde 8 olan mal ve hizmet KDV'sini yüzde 10'a çıkardınız, günlük 15 milyon harcama yapan saraylılara kıyak geçtiniz. Pandeminin etkilerinin hâlâ devam ettiği ve milyonlarca insanın etkilendiği deprem sonrası hijyen ürünlerine bile zam yaptınız, karşılığında koruma ordularını finanse ettiniz. Üreticiyi üretemez, tüketiciyi tüketemez hâle getirdiniz. Asgari ücrete getireceğiniz zam miktarının erimek için üç günlük ömrü var. Ücret asgari ama soygun büyük. Bir ülkenin vergi politikası iktidarın kimden yana politika ürettiğinin kanıtıdır. Sizin vergi politikanız yoksulun sırtından doyan doyana anlayışıdır. Sizin vergi politikanız yoksula sefalet, gençlere kan ve barut kokusudur. Adaletsizlik sizin vergi politikalarınızın pusulasıdır çünkü siz, emekçinin alın terinden, yoksulun ekmeğinden, emeklinin huzurundan, ücretli çalışanın hayatından çalan bir vergi politikasına sahipsiniz. 85 milyon, iktidarınızı, yandaşlarınızı, trol ordunuzu, ihalecilerinizi, mafyanızı, çifter maaşlı bürokratlarımızı besliyor, 85 milyon size bakıyor ama siz, emekliye, asgari ücretliye maaş zammı söz konusu olduğunda bulutsuz havada bulut sayıyorsunuz, yokuşa yokuş ekliyorsunuz. Bakın, Aziz Augustinus der ki: "Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki?" Allah aşkına, bu adaletsiz vergi düzeni bir çete görüntüsü değil de nedir? Bu korkunç adaletsizliğe, "vergi" adı altında örgütlenmiş çeteci gasp anlayışına son vermek bizim boynumuzun borcudur.
Savaşın, rantın, talanın, sömürünün bütçesi bir kadın bütçesi olamaz. Bütçede, kadınların yaşadığı şiddet, ayrımcılık ve ötekileştirmeyle mücadele için ayrılmış özgün bir kalem yok. Toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen, toplumsal cinsiyete duyarlı, kadın yoksulluğunu gören, bununla mücadele etmeyi, genç kadınlara istihdam yaratmayı, kadınların siyasete katılmasının engellerini kaldırmayı, yaşamın her alanında özgürce, korkusuzca "Bugün başıma ne gelebilir?" demeyeceği bir yaşamı hedefleyen bir bütçe yok karşımızda. Aksine, AKP'li yılların diğer tüm bütçeleri gibi, kadınların sorunlarını derinleştiren, yeni sorunlar yaratan bir bütçe var. Bu bütçede kadın özne değildir, aile içerisinde konumlandırılmıştır. Kadın yoksulluğu salt sosyal yardımlar bağlamında ele alınmıştır. Bakın, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanını dinledik, otuz dakika konuştu, 59 defa "aile" dedi; "cinsiyet eşitliği, kadın yoksulluğu, kadın işsizliği" demedi. Özcesi, bu bütçe AKP'nin kadın düşmanı politikasının net göstergesidir. Kadın düşmanlığını siyasetin bir normu hâline getiren iktidar, toplumun yarısı olan kadınları bir kez daha sorunların kıskacında bırakmıştır.
Kadınları gören, toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe nasıl olurdu anlatalım. Bütçe hakkı kapsamında kadınların katılımı esas alınırdı. Kadın yoksulluğu ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele odak noktası olurdu. Sosyal güvence ve eşit işe eşit ücret politikası benimsenirdi. Kadın işsizliği önlenerek kadınların çalışma hakkı esas alınırdı. Ev içi emek görünür olurdu. Kadınları şiddetten koruyacak politikalar benimsenirdi, İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere tüm sözleşmelerin etkin biçimde uygulanması odak olurdu, yeterli sayıda sığınak hedeflenirdi ve "kadın bakanlığı"nın kurulması kabul edilirdi; bunların hiçbiri yapılmadı, kaynak ayrılmadı. Bu iktidar var olduğu sürece yapılmayacağını biliyoruz ama biz yapacağız. Ki sizin -Kürt düşmanı, kadın düşmanı politikalarınızın- irade gaspçısı kayyumlarınız atanmadan en etkili kadın özgürlükçü politikaları yürüttük, kurumlar inşa ettik ve kaldığımız yerden devam edeceğiz, irade gaspçısı kayyumlarınızı geldikleri yere göndereceğiz. Kadın odaklı demokratik yerel yönetimlerimiz, kadın özgürlükçü perspektifimiz tüm dünyada örnek olmaya devam edecek.
Değerli arkadaşlar, engellilere önerdiğiniz en dahi çözümünüz eve kapatılma. Eleştirdiğiniz erişilebilirlik yasasıyla, yerleşim mekânlarının erişime imkânsızlığıyla, doldurmadığınız istihdam kotalarıyla, okul idarecilerinin ve öğretmenlerin okullardan engellileri kovan pratikleriyle, yoksulluk sınırının yarısına dahi yetmeyen ödemelerle engellilere vadettiğiniz tek gelecek dört duvar arasına sıkıştırılmış esarettir, geleceksizliktir. Engellilik konusunu da yaşamın her alanındaki bakış açınızda olduğu gibi kârlı bir işletme anlayışına çevirdiniz. 5.200 TL'lik evde bakım ücretiyle, engellilerin özgürlüğünü gasbeden, bağımlılaştıran sosyal politikalarınızla hem engellileri hem de anneleri sosyal güvencesiz olarak eve kapattınız.
Bir diğer dâhiyane uygulamanız da yüzde 90 engellilik durumunun iki yıl sonunda yüzde 60'a inivermesi. Engellilik oranlarını düşürerek kazanılmış hakları gasbediyorsunuz. Uygulamalarınız tıp dünyasında çığır açıyor gerçekten.
Bütçe görüşmeleri boyunca gençlerin beslenme, barınma sorunlarından demokratik, bilimsel eğitim taleplerinden, ana dilinde eğitimden, geleceksizleştirilmelerinden, sosyal medya yasaklarından ve uyuşturucu sorunundan söz ettik ancak şimdi size genç işçileri ya da işsiz gençleri biraz anlatmak istiyorum. Onlar kentlerin yoksul mahallelerinde oturan ve buldukları geçici işlerde sürekli işsizlik kaygısıyla çoğu zaman sendikasız, sigortasız ve düşük ücretlerle çalışan genç arkadaşlarımız. Sizler yemek yerken size servis yapan garsonlar, sabahtan akşama kadar marketlerde, AVM'lerde ayakta duran kasiyerler, temizlik görevlileri, kapımıza kadar gelen kuryeler, kargo çalışanları, tekstil atölyelerinde ter döken genç kadınlar, pazarlarda, hallerde, sokaklarda kendinden büyük yüklerin altına giren taşımacılar, sanayide, merdiven altı imalat atölyelerinde yağ içinde, daha şimdiden nasırlaşmış elleriyle gece gündüz ter döken bazıları çocuk, genç işçiler, sabah akşam müşteri hizmetlerinde, "call center"larda insanlık dışı çalışma koşullarında çalışanlar ve adlarını, mesleklerini burada sayamadığımız binlerce, kimi zaman beyaz, kimi zaman mavi yakalı, çoğu zaman işsiz gençler; bu saydığımız birbirinden farklı iş kollarında çalışan genç arkadaşlarımızın en önemli özelliği ucuz iş gücü olmaları. İşsizlik ile beş parasızlıkla on paraya çalışma arasında seçim yapmak zorunda kaldıklarında on paraya çalışmaya mecbur bırakılmaları. Gelecek kaygısı, iş bulamama, alacağı maaşın asla yetmeyeceğini bilme, öğrenciler için mezun olduğu bölümde iş bulamama, iş cinayetleriyle karşı karşıya kalma, kayıt dışı, güvencesiz ve esnek çalışma, aileye bağımlı olma gibi sorunlarla boğuşan bu gençlerin en büyük hayali ne biliyor musunuz? Bir an önce, en kolay yoldan geriye bakmadan bu ülkeden kaçıp gitmek. Bu tercihte de hiçbir siyasi görüş birbirinden ayrılmıyor yani siz bu ülkeyi gençler için nasıl bir cehenneme çevirdiyseniz hiçbiri burada kalmak istemiyor. Bütün bu ağır yoksulluk koşullarında, işsizlik tehdidi altında bu kış soğuğunda evlerinden çıkarak alın teri döken genç arkadaşlarıma seslenmek istiyorum: Bizim umut etmek ve beraber mücadele etmekten başka çaremiz yok. Gençlere diyorum ki: Siz gitmeyin, gelin hep birlikte ülkeyi kötü yöneten bu zihniyeti iktidardan gönderelim. Kendi hayatımıza ve geleceğimize sahip çıkmanın tek yolu, kol kola ve omuz omuza vererek iktidarın karşısına dikilmektedir. Bu toplumun tüm ezilenleri, yoksulları, emekçileri, kadınları, gençleri bir araya geldiğinde onların karşısında hiçbir iktidar duramaz, zamanı gelmiş bir fikrin önünde hiçbir güç duramaz, zamanı gelmiş fikirleri yüksek sesle haykırmanın zamanıdır. Bu ülkeye; bizlere, gençlere, kadınlara, halklara bir gelecek sunmayan, barış, huzur, refah ve eşitlik getirmeyen bu zulüm bütçesi karşısında bizim ise direnme gücümüz var. Soygunun karşısında yoksulların, emekçilerin isyan gücü var, itiraz gücü var, bizden alınanları bir bir geri alma gücümüz var. Yoksulların gücü, eşitsizlerin isyanı; hırsızların, soyguncuların, haramilerin saltanatını bir gün sona erdirecektir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)