| Konu: | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 45 |
| Tarih: | 24.12.2023 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ekranları başında bizi izleyen değerli halklarımız, ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, 2024 bütçesini konuşuyoruz. Tabii, 2024 bütçesi bir AKP klasiği; daha önceki bütçeler gibi, aslında, içinde kadınların, halkların, emekçilerin, yoksulların olmadığı bir bütçe olarak yeniden önümüze geldi. Oysa ki belki de tarihin en temel haklarından biri, insanlığın büyük mücadelelerle kazandığı, yurttaşların büyük mücadelelerle kazandığı bir bütçe hakkı meselesi var; 1215 Magna Carta'dan beri bu hakkı da toplum ya direkt kendisi ya da kendi temsilcileri aracılığıyla aslında kullanıyor. Bu anlamıyla Türkiye'deki modern bütçe yasası da ilk olarak 1924 yılında, biliyorsunuz, Anayasa'ya girdi ve 2018 yılına kadar da parlamenter sistem içerisinde Meclis, çok daha etkin, çok daha verimli bir şekilde bütçe hakkını toplum adına, Türkiye halkları adına kullanabiliyordu ama ne yazık ki 2018'den sonra başkanlık sistemiyle beraber aslında tamamen halktan, toplumdan kaçırılan bir bütçe sürecine de tanıklık ettik. Bütçenin hazırlık aşamasında toplumun hiçbir kesiminin, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, kadınların, siyasi partilerin görüşüne başvurulmadan ve bildik ezberlerle "Ben yaptım, olur." anlayışıyla yeniden Plan ve Bütçe Komisyonuna sevk edildiğini her yıl tekraren görüyoruz ki bu yıl 7'ncisi yapılıyor bu bütçenin. E, peki, Plan ve Bütçe Komisyonuna geldiğinde tek bir cümlesi değişiyor mu; muhalefet partilerinin toplum lehine, kadınlar lehine, çocuklar lehine verdiği önergeler kabul ediliyor mu? Hayır, edilmiyor; orada da "El kaldır, el indir." mantığıyla ne yazık ki mevcut teklif geçirilerek Genel Kurula geliyor ve Genel Kurulda da ne yazık ki bir seremoni olarak sürecin işletildiğini hep beraber görüyoruz. Biz "bütçe hakkı" derken tabii ki bir matematiksel haktan bahsetmiyoruz; aslında, bütçenin adil olarak hazırlanması, dezavantajı grupların bütçe hazırlık sürecinde mutlaka ama mutlaka gözetilmesi, gerçekten eşit, erişilebilir bir bütçenin, toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçenin hazırlanması gibi çok temel bir kavramdan bahsediyoruz çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki bütçeler sadece rakamlardan ibaret değildir, o rakamların ucunda milyonlarca insanın, milyonlarca emekçinin hakkı vardır, hukuku vardır ama ne yazık ki bunu gözeten bir anlayış olmadığını görüyoruz.
Bütçede en fazla dışlanan, hiçbir şekilde gözetilmeyen kesimlerin başında tabii ki kadınlar geliyor değerli arkadaşlar. Türkiye'de 43 milyon kadın var, nüfusun yarısını oluşturuyor, sadece 7 milyonu kayıtlı olarak çalışıyor ve bu 7 milyon kadının da yüzde 61,4'ü asgari ücretle çalışıyor değerli arkadaşlar, geri kalanı asgari ücretin çok çok altında ücretlerle çalışmak zorunda kalıyor; bunu ifade etmek gerekiyor. Peki "Asgari ücretle çalışan yani kayıtlı olarak istihdamın içerisinde yer alan kadınların gerçekten çalışma yaşamı nasıl?" diye baktığımız zaman iş yerinde tacize, mobbinge maruz kaldıklarını, ekonomik krizlerde ilk işten çıkarılanlar olduğunu görüyoruz. Bununla beraber, özellikle bürokraside ve bazı iş kollarında kariyer basamaklarını cam tavan nedeniyle ilerletemedikleri de çok acı bir gerçek. Bugün Türkiye'deki istatistiklere bakalım. "Bu ülkede kaç tane kadın vali var, kaç tane rektör var, kaç tane kadın dekan var ya da kaç tane kaymakam var?" gibi gibi sıralayabileceğimiz bütün bu meseleler, aslında, Türkiye'de kadın düşmanı, kadını dışlayan bir anlayışın, zihniyetin her yere sirayet ettiğini çok açık ve net bir şekilde bizlere gösteriyor değerli arkadaşlar.
Tabii, bununla beraber, artan enflasyon, düşen alım gücüyle beraber, aslında, kadınlar çifte sömürüye maruz kalıyorlar. Hem işçinin kendisini yeniden üretmesi için gerekli olan ev içi emeği üretiyorlar yani ütü yapıyorlar, temizlik yapıyorlar, çocuk bakımı yapıyorlar, hasta ve yaşlı bakımı yapıyorlar ama bunun dışında, ayrıca, geçinemedikleri için, tek asgari ücretle geçinemedikleri için bu insanlar, bu kadınlar bütçeye katkı koymak için daha ziyade parça başı işlerde ya da gündelik işlerde çoğu zaman 2.500 TL'nin altında ücretlerle çalışmak zorunda kalıyorlar yani çifte sömürüye maruz kalıyorlar.
Bu arada, Sayın Vedat Işıkhan kendi konuşmasında kadınlara ilişkin de istihdamda bir artış yapacaklarını ifade etti. Yirmi bir yıllık iktidardan sonra hâlâ yapacaklarını vadeden bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu ifade etmemiz gerekiyor değerli arkadaşlar.
Diğer bir mesele, bütçenin büyük kalemlerinin aslında faize ayrılması ve bütçeden emekçilerin aslında çok az bir şekilde pay alması meselesi var. Bakın, yine Çalışma Bakanı Vedat Bey konuşmasında şöyle bir itirafta bulundu, dedi ki: "Evet, bu ülkede vergi adaletsizliği var." Ben buradan söylüyorum Sayın Bakana: Sayın Bakan, günaydın, yirmi bir yıl sonra, yirmi iki yıl sonra gerçekten bu ülkede bir vergi adaletsizliği olduğunu tespit etmeniz büyük bir olay Türkiye açısından. Neden bunu söylüyor Sayın Bakan? Çünkü artık bu, üstü kapatılamaz bir hakikat. Bu ülkede dolaylı vergiler KDV, ÖTV'nin yükü işçinin, emekçinin sırtında ama servetine servet katanlar, yıllık ciroları yüzde 400'leri bulanlar, bankalar, işverenler, işte büyük o 5'li çete denilen MAKYOL'u, Limak'ı ve benzeri diğer bütün firmalar ne yazık ki gerçek anlamda vergi vermiyorlar. Hâlihazırda bu ülkede servet vergilendirilmiyor ama gündelik hayatın içerisinde işçiler ve emekçiler vergi yükü altında ezilmeye devam ediyorlar, bunu söylememiz gerekiyor.
Yine, Sayın Bakan bir açıklama yaptı -SSGSS 2002'de zaten yoktu, hayata geçirdiler- dedi ki: "2023 yılında SSGSS'sini ödeyemeyen yani sağlık sigorta primini ödeyemeyen 6,6 milyon insanın primini biz ödedik." Ben de merak ettim, baktım, ya bu oran hani ne kadar büyük bir miktar ki bu kadar insan ödeyemiyor? Ne kadar değerli arkadaşlar, biliyor musunuz? Brüt asgari ücretin yüzde 3'ü yani 402,44 TL. Bu ülkede 6,6 milyon insan 402 TL'yi ödeyemiyor. Bu gurur duyulacak bir şey midir diye ben buradan Sayın Bakana sormak istiyorum. 402 lirayı ödeyemeyen 6,6 milyon insanın olduğu bir ülkede insan Çalışma Bakanı olsa herhâlde istifa eder ama Sayın Bakan bunu bir gurur tablosu olarak ne yazık ki bize söylüyor.
Diğer bir mesele, arkadaşlar, şimdi, Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplandı ayın 11'inde, periyodik toplantılarını yapıyor. Daha önce de burada ifade ettik, asgari ücret bu ülkede bir ortalama ücrete dönmüş durumda ama asgari ücret masasının kendisinin aynı zamanda bir erkek egemen masa olduğunu da ifade etmemiz gerekiyor. Hiçbir zaman o masada kadınlar lehine karar çıkmadı, işçiler lehine karar çıkmadı, bunu da yine ifade etmem gerekiyor.
Şimdi, sürem çok az kaldı ama yine Sayın Bakanın konuşmasına atfen ifade edeyim. Şimdi, Sayın Bakan okul ve sektör iş birliğinden bahsediyor yani ara eleman ihtiyacının aslında liselerden başlanarak karşılanacağını ifade ediyor. Biz söyleyelim: Şu anda MESEM'lerle Millî Eğitim Bakanlığı çocuk işçiliğini resmîleştirmiş durumda değerli arkadaşlar. Haftanın dört günü çocuklar atölyelere gidiyor, fabrikalara gidiyor, çalışıyorlar, haftanın bir günü okula gidiyorlar. Şimdi, Sayın Bakan da diyor: "Bu iş birliğini artıracağız." Ne yapacaklar biliyor musunuz? OSB'lerin içine okul yapacaklar, okulu okul olmaktan çıkaracaklar ve okul-fabrika dönemine geçiş yapacaklar ve bunu da övünerek bizlere anlatıyorlar çünkü Millî Eğitim Bakanı da aynı zamanda bu okulların nasıl büyük cirolar yaptığını, ekonomiye nasıl büyük katkılar yaptığını büyük bir övünçle anlatmıştı ama aynı Millî Eğitim Bakanı şundan hiç bahsetmiyor: Bu ülkede okula aç gidip gelen çocuklar olduğundan, okulda aç olduğu için bayılan çocuklar olduğundan hiç bahsetmiyor ya da işte geliyor burada, halkın kürsüsünde neyi savunuyor? Tamamen aslında 2071 tahayyülleri olan dindar ve kindar bir nesli yetiştirmenin yolunu anlatıyor. Ne diyor? "Tarikatlarla, cemaatlerle protokol yapmaya devam edeceğiz." diyor. Biz de buradan bir kez daha soruyoruz: Akşama kadar o protokol yaptığınız tarikatlar, cemaatler, o tarikat yurtlarında çocukları istismar ettiler. Siz istismara çanak tutuyorsunuz, siz mevcut eğitim sisteminin altına dinamit koyuyorsunuz ama bir şeyi daha yapıyorsunuz, AİHM ve AYM kararına rağmen hâlâ sistematik olarak Alevi çocuklarını asimile etmeye de devam ediyorsunuz.
Son olarak şunu da ifade edip bitireyim: Geçen günkü konuşmama atfen, burada AKP Grup Başkan Vekili de bizim Alevi-Bektaşi Cemevi Başkanlığına yönelik eleştirilerimize atfen şöyle demiş: "Biz Ali'siz Alevilere karşı ehlibeyit yolunda bu kurumu kurduk." Buradan ifade edelim. Aleviler, yetmiş iki millete bir nazarla bakan bir toplumdur, bir inançtır; hiç kimseyi tanımlamazlar, hiçbir inancı tanımlamazlar. Siz de Aleviliği tanımlamaktan vazgeçin. Aleviliği tanımlamak hiç kimsenin ne haddidir ne hakkıdır. Biz, nasıl her insana can olduğu için, insan olduğu için değer veriyor, bakıyorsak, her inanca saygı duyuyorsak, siz de bu ülkede Alevilere saygı duymayı öğreneksiniz diyor, Genel Kurulu selamlıyorum.