Konu: | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 38 |
Tarih: | 17.12.2023 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA ADALET KAYA (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, ekranları başında bizi izleyen değerli yurttaşlarımız ve cezaevlerinden bizi izleyen değerli yoldaşlarımızı saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesi hakkında konuşmak istiyorum. Sosyal politikaların temel amacı, yurttaşlar arasındaki eşitsizliği gidermektir. Yirmi bir yıldır iktidarda olan AKP, eşitsizliği gidermek şöyle dursun, her geçen gün zengin ile yoksul arasındaki uçurumu derinleştirdi. TÜİK dahi bu uçurumu gizleyemiyor; TÜİK'in 2022 gelir dağılımı istatistiklerine göre, Türkiye'de en yüksek gelire sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 1,3 puan artarak yüzde 48'e yükselmiş; en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay ise 0,1 puan azalarak yüzde 6'ya gerilemiş. 2015'ten bu yana sürekli artan Gini katsayısı 2022'de 0,415'e yükselmiş; bu oran da yine gelir dağılımındaki adaletsizliğin en önemli göstergelerinden biri olarak bize bu uçurumun, bu çıtanın açıldığını gösteriyor.
Sayılar, oranlar fazla soyut kaldıysa gündelik yaşamdan örnekleyelim. Bir tarafta vergi kaçıran, adrese teslim ihaleler alan, kara para aklayan, kısa sürede nasıl zenginleştiği meçhul bir azınlık jetlerle gezip lüks araç koleksiyonu yaparken diğer yanda toplumun geniş kesimlerinde çocuklar okula aç gidiyor, asgari ücretle büyük kentlerde kira dahi ödenemiyor, geçim sıkıntısı yurttaşları, özellikle de gençleri yaşamlarından koparacak, vazgeçecek noktaya taşıyor. Bu genel tablonun değişmesi için elbette bir Bakanlık bütçesinin değişmesi yetmez, bütçe tercihlerinin ve siyasi iktidarın eğilimlerinin değişmesi gerekir. Aile Bakanlığıyla ilgili olarak, ihtiyaçları ve çözüm yollarını gerçekçi bir bakış açısıyla belirlemesi gerektiğini söylemek istiyorum ancak sorunları kabul etmekten ve çözüm önerilerini dinlemekten imtina eden bir yönetim anlayışı var. Bir örnekle açıklamak isterim: Hane halkı geliri asgari ücretin üçte 1'inden az olan engelli yurttaşlara aylık bağlanıyor ve bu aylık pek çok gerekçelerle sürekli kesiliyor; siyasi sebeplerle ya da işte, ÖTV'yle alınan araçların kasko değerinin hane halkının gelirine yansıması sonucunda veya farklı sebeplerle kesiliyor ve buna dair bir çözüm önerileri yok. Zaten teklifte, Aile Bakanlığının bütçesinde ihtiyaçlar sadece karşılanıyormuş gibi yapılmış. Mesela, açık iş gücüne katılmakta zorlanan zihinsel ve ruhsal engelli bireylerin korumalı iş yerlerinde istihdam edilmesini amaçlayan projenin önümüzdeki üç yıllık hedefleri şöyle: Mevcutta 15 olan korumalı iş yeri sayısını 2024'te 16'ya, 2025'te 17'ye ve 2026'da 18'e çıkarmayı planlamakta. Yani engelli birey sayısındaki istihdam artışını 2024 yılı için 137'ye, 2025'te 142'ye, 2026'da da 147'ye çıkarmayı hedefliyorsunuz. 85 milyonluk bir ülkede, 10 milyonun üzerinde engelli yurttaşın yaşadığı bu toplumda bu rakamlar sizce yeterli mi Sayın Bakan?
Bakanlık, temel görevlerinden birini yerine getiremiyor; kadınların sosyal haklar bakımından güçlenmesini sağlayamıyor, kadınların nafaka hakkına bile göz dikiyor. Özellikle bu konuyla ilgili kadınları güçlendiremediğimiz sürece de erkek şiddeti sorununu çözemiyoruz, kadınlar erkekler tarafından katledilmeye ya da şüpheli biçimde yaşamlarını kaybetmeye devam ediyorlar. Hâl böyleyken Erdoğan çıkıp İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin kadına yönelik şiddeti artırmadığını iddia ediyor. Şiddeti önlemek, kadınları korumak, şiddet faillerini kovuşturmak, yargılamak ve caydırıcı cezalar vermekle ilgili titizlikle hazırlanmış bir yol haritası olan İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararıyla birlikte kollukta ve yargıda da bir etki yaratarak 6284'ün uygulanmasını sakatlamış durumdadır.
Cumhurbaşkanı, 25 Kasımda, yine İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararında olduğu gibi bir gece yarısı genelgesiyle, kadın hareketinin mücadelesiyle Avrupa Birliği uyum sürecinde hazırlanan 2006/17 no.lu Başbakanlık Genelgesi'ni yürürlükten kaldırdı. Bu genelge, Mecliste kadın vekillerin oluşturduğu kadın çalışma grubu sayesinde kurulan araştırma komisyonu raporuna dayanıyordu ve bu genelgeyle Şiddet İzleme Komitesi kurulmuştu. Dönemin kadın bakanlığı başkanlığında ilgili kamu kurumları ile kadına yönelik şiddetle mücadele alanında çalışan kadın sivil toplum örgütlerinin doğal bileşeni olduğu bu komite hem uygulamayı izler hem de eksikleri gidererek politika önerileri geliştirirdi. Yeni genelgede komitenin ismi değişti, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Koordinasyon Kurulu hâlini aldı; kurulda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Başkanlığında Diyanet, Bakanlıkların Bakan Yardımcıları, Strateji ve Bütçe Başkanlığı, İletişim Başkanlığı yer alıyor yani tamamen kamu görevlilerinden oluşturulmuş bir komiteye çevrilmiş durumda. Kurulda sivil toplum yok, kadın örgütleri yok ve eğitim kurumları yok. Uluslararası standartlarda şiddetle mücadele için gerekli olan şiddet verilerinin periyodik olarak kamuoyuyla paylaşılması, yayınlanması, her an erişilebilir şekilde kamuya açık tutulması gerekirken genelgede "kanıta dayalı bir politika izlenmesi" yönünde bir ibare var ancak verilerin açıklanmasına dair en ufak bir ima bile yok. Bu hâliyle "kadına yönelik şiddetle mücadele" adı altında yayınlanan bu genelge kadın düşmanı siyasi partilerin oyu için kadın kazanımlarını budamaya kalkan iktidarın göz boyama çalışmasından öteye gitmiyor. Ancak gerçeklerin farkında olan kadınlar hayatlarına, haklarına, kazanımlarına sahip çıkmaya devam edecek, İstanbul Sözleşmesi'ni geri almak ve var olan yasaları koruyup uygulatmak için mücadeleden asla vazgeçmeyecekler.
İstanbul Sözleşmesi'yle ilgili 5'inci maddeye dair küçük bir yeri okumak istiyorum size: "Kadına karşı şiddetin ve ayrımcılığın insan hakları ihlali olduğunu, suç olduğunu, yüzyıllardır süregelen eşitsiz güç ilişkilerinden kaynaklandığını ve bunun sistematik bir devlet politikası olarak üretildiğini devletin öncelikle kabul etmesi gerekiyor." diyordu İstanbul Sözleşmesi ama İstanbul Sözleşmesi hayattayken de uygulanmıyorken de çekildikten sonra da yapılan bütün çalışmalar sadece göz boyamaya dönüktür...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADALET KAYA (Devamla) - Toparlıyorum.
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Kaya.
ADALET KAYA (Devamla) - ... ve kadın kırımını gittikçe derinleştiren ve bu konuda tek bir çözüm üretmeyen bir politika izlemektedir iktidar.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı, İpek Er'e cinsel saldırıda bulunan Musa Orhan salınmayacak, İpek Er adalet arayışında bir savcılıktan diğerine gönderilmeyecek ve intihara yönlendirilmeyecekti. Biliyorsunuz ki Türk Ceza Kanunu'nda intihara yönlendirme suç olarak tanımlanmıştır. İpek Er sadece tecavüze uğradığı için intihar etmedi; savcıdan savcıya yönlendirilirken kendini ifade edememe durumunda kaldığından kaynaklı olarak... Musa Orhan, savcılar ve kolluk görevlilerinin tamamı soruşturularak etkin bir şekilde yargılanmalıydılar. Bu, sadece bir kadın dosyası değildi, bunu böyle bitireyim.
Saygılar sunuyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)