GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: GÜMRÜK KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN (S.S.:437)
Yasama Yılı:3
Birleşim:84
Tarih:28.03.2013

BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 437 sıra sayılı Gümrük Kanununda ve Diğer Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın üçüncü bölümü üzerine söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisinin, iktidara geldiği günden bu yana her türlü görüş, öneri ve eleştiriye rağmen ısrarla uygulamaya devam ettiği bir durumla yine karşı karşıyayız. Yine komisyonlardan alelacele geçirilen bir torba kanunla karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz.

Tasarıda yer alan değişikliklere değinmeden önce torba kanunla ilgili düşüncelerimizi ifade etmek istiyorum. Ülkemize has bir kanun yapma tekniği hâline gelen torba yasa yapma tekniği gerçek anlamından çok uzak değildir. İlgili ilgisiz her şeyin tek bir torbaya atılması gibi, Hükûmet de birbirinden ayrı konularla ilgili düzenlemeleri tek bir torbaya atmakta ve tüm uyarılarımıza rağmen önümüze koymaktadır. Ülkemize has gibi görünen bu yöntem aslında oldukça eskidir. Roma hukukunda bir dönem birbiriyle ilgisiz, değişik madde ve kanunların tek bir kanun gibi yürürlüğe konulması sıkça rastlanan bir uygulamaydı. "Leges Saturae" adı verilen bu karma kanunlar siyasal etiğe aykırı ve yasama yetkisinin dürüst kullanılmaması olarak değerlendirildiği için bu yöntem milattan önce 98 yılında Roma konsülleri tarafından yasaklanmıştır.

Torba kanun uygulaması her şeyden önemlisi geleneksel komisyon sistemini devre dışı bırakmaktadır. Hemen her torba kanun teklifi, mali nitelikli hükümler içerdiği gerekçesiyle esas yönünden Bütçe Komisyonuna havale edilmektedir. Ayrıca, kanun teklifleri hâlinde sunulmuş olsa başka ihtisas komisyonlarının görev alanına girecek olan işler, zorunlu olarak tek komisyona gönderildiği için, devre dışı bırakılmış komisyonların uzmanlığından yararlanmadan ve katkıları alınamadan yasalaşmış olmaktadır.

Kanun yapım sürecinde sivil toplumun etkili bir şekilde katılması ve görüşlerini ifade etmesi torba kanun yönteminde sekteye uğrayabilmektedir. Öte yandan, çok sayıda kanun çok sayıda bakanlığı ve kuruluşu ilgilendirdiğinden, yasa yapım sürecinin teknik ilgilileri arasında gereken diyalog ve bilgi alışverişi imkânı çoğu zaman ortadan kalkabilmektedir. Birkaç gün içinde komisyondan alelacele çıkarılan bir torba yasadan hangi sivil toplumun, hangi demokratik kitle örgütünün haberi olabilir? Âdeta yangından mal kaçırırcasına Genel Kurul gündemine getirilen bir yasa tasarısı ya da değişikliğiyle ilgili ne muhalefetin ne de sivil toplum örgütlerinin görüş ve önerileri dikkate alınmamaktadır. Bu durum doğal olarak yasama hatalarının artmasına neden olmaktadır.

Yasama sürecini hızlandırmak için torba kanun çıkarma yoluna başvurulması çok ciddi sakıncaları beraberinde getirmektedir. Torba kanun sadece yasama süreci açısından değil, tasarı ya da teklif yasalaştıktan sonra uygulama sürecinde de sorunlar doğurmaktadır.

Torba kanun çıkarma yolu, muhalefetin ve sivil toplum kuruluşlarının yasama yapım süreçlerine etkili biçimde katılamaması demektir. Kaldı ki her telden konuları kapsayabilen torba kanunların yürürlükteki mevzuata olan etkileri hakkında milletvekilleri bile içeriği anlama bakımından sıkıntıya düşmektedirler. Böyle olunca, MHP Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır'ın ifade ettiği gibi "Torba yasa çorba yasaya dönüşmekte, ne millet ne de milletin vekilleri, çıkarılan yasaya hâkim olabilmektedirler."

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de gümrükler ve gümrük politikası sağlıklı yasalar çıkarılamadığı için sorunlu bir alan olmaya devam etmektedir. Yapılmaya çalışılan düzenlemeler yüzeysel değişikler ile sınırlı kalmakta, sorunlar köklü bir şekilde çözülememektedir. Özellikle kaçakçılık ve haksız rekabet ile gündeme gelen gümrükler konusu, acilen köklü çözümlere muhtaç durumda olan alanların başında gelmektedir.

Tasarıda getirilen değişikle, yakalanan kaçak eşyalarla ilgili bir düzenlemeye gidilmiştir. Gümrük idarelerinin bağlı olmasından kaynaklı olarak bakanlığın en önemli görevlerinden birisi, kuşkusuz, kaçakçılıkla mücadeledir. Kaçakçılık, toplum güvenliği ve sağlığının yanı sıra rekabetçi piyasa için de büyük tehdit oluşturmaktadır. Çok yönlü olan bu tehdidin önlenmesinde ekonomik tedbirler, mali tedbirler ve siyasal kararlılıkla birlikte gümrük sahaları ve sınır kontrolleri de önemli yer tutmaktadır. Ancak ne var ki Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin uyguladığı politikalar neticesinde kaçak işçiden cep telefonuna, sigaradan içkiye, çaydan şekere, akaryakıttan büyükbaş ve küçükbaş hayvana kadar tam bir kaçak cennetine dönüştürülmüştür.

Kaçak işçi sayısına ilişkin resmî veriler bulunmamakla birlikte, kimi kaynaklarda Türkiye'de çalışan işçi sayısının 500 bini bulduğu iddia edilmektedir. Emniyet Genel Müdürlüğünün kaçakçılık raporunda yer alan verilere baktığımızda, yakalan kaçak mallardaki artışın yıllar itibarıyla giderek yükselmekte olduğu gözlenmektedir.

Vahametin ulaştığı noktaya dikkat çekmek adına, rapora konu edilen kaçak mallardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Yakalanan kaçak sigara 2009 yılında 10 milyon paket iken, bu sayı her yıl giderek yükselmiş ve 2012 yılının ilk sekiz ayında 159 milyonu aşmıştır. Yakalanan kaçak cep telefonu 2010'da 39.809 iken, bu sayı 2011'de 119.918'e çıkmıştır. Yakalanan kaçak et 2009'da 4.585 kilogram iken, bu rakam 2010'da 74.947 kilograma, 2011'de ise 82.503 kilograma çıkmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin âdeta kaçakçılık cenneti hâline geldiğini, şimdi zikrettiğim rakamlar açık bir şekilde göstermektedir. Kaçakçılık cenneti Türkiye'de kaçakçılık yapan baronlar keyif sürerken, günlük geçimlerini sağlamak için kaçakçılık yapmaktan başka hiçbir alternatifi olmayan Roboski köylülerinin payına ise bombalanarak öldürülmek düşmekte, yaşanan trajediyi araştırmak ve gerçekleri ortaya çıkarmakla yükümlü olan Uludere alt komisyonu bir demokrasi ve insan hakları ayıbı işlemiş bulunmaktadır. Alt komisyon raporunun İnsan Hakları Komisyonunda kabul edilmesi ise bu ayıbın sürdürülmesinden başka bir şey değildir. Olayda hayatını kaybedenlerin yakınları adalet aramaya devam etmekte, tazminat teklif eden Hükûmetten tazminat değil, özür ve suçluların ortaya çıkarılmasını beklemektedirler yani sadece ve sadece adalet istemektedirler. Köylüler böyle bir beklenti içindeyken, 34 kişinin hayatını kaybettiği bir olayın on beş ay sonra nihayet açıklanan komisyon raporunda "Olayın kasten yapıldığına yönelik olarak herhangi bir delil elde edilemediği görüş ve kanaatine varılmıştır." ibaresi köylülerde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Roboski katliamı vicdanı olan hiç kimsenin kabul edebileceği bir olay değildir. Roboski katliamının gerçek anlamda aydınlatılması, içinde bulunduğumuz çözüm sürecinde toplumsal barışın sağlanabilmesi için turnusol kâğıdı işlevi görecektir. Halkın devlete ve adalete olan güvenini sarsmaya kimsenin hakkı yoktur. Bizler bu olayın takipçisi olmaya devam edeceğiz. Failler bulunana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.

Bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum.