| Konu: | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 05.12.2023 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA BÜLENT KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerine Saadet ve Gelecek Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Bu iktidar iddialı bir dille 2014 yılında Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildikten sonra... Anayasa'nın "Cumhurbaşkanlarının seçilmesiyle birlikte partisiyle olan ilişkileri kesilir." hükmüne rağmen ve Anayasa'ya göre Cumhurbaşkanı yemininde tarafsız bir Cumhurbaşkanı olacağına dair yemin içerek göreve başlayan Sayın Erdoğan, 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçildikten sonra fiilî olarak Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanlığını ve yine fiilî olarak Adalet ve Kalkınma Partisinin oluşturmuş olduğu Hükûmetin başbakanı olarak hareket etmeye başladı; öyle ki il ve ilçe kongrelerine müdahale eder hâle geldi, Hükûmetin icraatlarına müdahale eder hâle geldi ve gelen kanun tekliflerine müdahale eder hâle geldi. İş öyle bir noktaya gitti ki artık Sayın Erdoğan âdeta Anayasa'yı tanımıyarak, bir anayasa suçu işleyerek fiilen bir başkanlık sistemine doğru geçti. Bu sistemin elbette sorunları vardı çünkü anayasayı yok sayarak ülkeyi yönetmek isteyen bir Cumhurbaşkanı vardı. Ardından, hepimizin malumu olduğu üzere 15 Temmuz hain darbe kalkışması meydana geldi. Milliyetçi Hareket Partisindeki arkadaşlarımızın devlet hassasiyeti ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurum kültürüne olan inançları ve Anayasa'ya bağlılıkla ilgili hassasiyetleri sebebiyle bu durumun sürdürülemez olduğunu kendileri de fark etmiş olacak ki Sayın Cumhurbaşkanına Sayın Devlet Bahçeli bir çağrıda bulundu, dedi ki: "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre parlamenter sistemle idare edilen bir hükûmet modelimiz var. Dolayısıyla siz de Cumhurbaşkanı seçildiniz, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olarak Anayasa üzerine yemin içtiniz ve tarafsız bir Cumhurbaşkanı olarak partiyi ve hükûmeti kendi haline bırakmanız lazım. Ama görülüyor ki siz hâlâ Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanı olarak hareket ediyorsunuz, dolayısıyla bu durum fiilî bir Anayasa ihlalidir. Sayın Erdoğan'a çağrımız odur ki kendi anayasal sınırlarına çekilsin." çağrısında bulundu Sayın Bahçeli ve "Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz parlamenter sistemden yanayız ve Türkiye'nin yaklaşık yüz yıla varan parlamenter sistem tecrübelerinin doğurmuş olduğu eksiklikleri ortadan kaldırarak parlamenter sistemle yol yürünmesi gerektiğini ifade ediyoruz ama Sayın Cumhurbaşkanı bu fiilî Anayasa suçunu işlemeye devam ettiği takdirde Türkiye Cumhuriyeti açısından Anayasa'yı ihlal etmiş bir Cumhurbaşkanı tarafından yönetiliyor olmasının da sonuçları ağır olur. Dolayısıyla ya anayasal sınırlarına çekil ya da sürekli gündeme getirmiş olduğun başkanlık sistemini müzakere etmeye, konuşmaya hazırız." önerisiyle Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi tartışmaları gündeme geldi.
Toplam 14 Anayasa maddesiyle, 14 metrekarelik bir kumaşla 85 milyona elbise dikilmeye çalışıldı. Elbette birçok sorunu beraberinde getirdi ve dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde referanduma gidilirken bu iktidarın ve bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini destekleyenlerin bir sloganı vardı: "Güçlü yürütme, güçlü yasama." Hükûmet kendi işini yapacak, Meclis kendi işini yapacak. Artık Meclisin içerisinden bir hükûmet çıkmadığı için kanunlar milletvekilleri tarafından yapılacak. 2017 yılında referandumda kabul edilen sisteme Haziran 2018'de geçtik ama 2018'den bu yana maalesef, kanunların büyük bir kısmı sarayda hazırlanıyor, sadece sarayın buraya gönderdiği kanunlar iktidar partisinin milletvekilleri eliyle burada yasalaşıyor yani burada iktidar partisine mensup milletvekili arkadaşlarımızın hazırladığı kanunlar yok, sarayın bürokratları tarafından hazırlanan kanun teklifleri var, imzaya geliyor, milletvekilleri tarafından imzalanıyor, Plan ve Bütçe ve diğer komisyonlardan geçiyor, çoğu zaman noktasına virgülüne dokunulmadan bu Genel Kuruldan geçiyor. Daha sonra Sayın Cumhurbaşkanımız lütfediyor, bir eksikliği tespit ediyor, tekrar, daha önce kendisinin eksik getirdiği işi kendisi düzelterek yepyeni bir düzenlemeyi yeniden bu Meclise sunarak Meclisi gereksiz yere, 2'nci bir kez meşgul eder hâle getiriyor. Dolayısıyla bu "güçlü yürütme, güçlü yasama" dediğiniz sistem tam tersine güçlü yürütme, güçlü yürütmenin götürdüğü güçsüz yasama ve güçlü yürütmenin etkisinde olan bir yargıyla sonuçlandı. Bugün yargı bağımsızlığı eğer her zamankinden daha fazla tartışma konusuysa bu tamamen yürütme organının hem yasamayı hem de yargıyı baskılamasından kaynaklanıyor.
Evet, görünüşte Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle ilgili bir sorun olmadığını zannedebilirsiniz ama bu sistem 2 güçlü Genel Başkanın kendi partilerine hâkim olduğu müddetçe ve kendilerinin belirlediği devlet hassasiyetlerine riayet ettikleri ölçüde yürüyen bir sistemdir. Bugün Sayın Cumhurbaşkanının partisi Mecliste azınlık durumunda, 263, İYİ Partiden aldıkları 1 milletvekiliyle beraber 264 oldu yani Sayın Cumhurbaşkanına bugün ortakları tarafından "Artık biz seninle birlikte yol yürüyemeyiz." denildiği an topal ördek durumuna düşen bir Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle karşı karşıya kalırız. Yani sizin övdüğünüz Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin biz henüz eksilerini test etme imkânına sahip olmadık, henüz Cumhurbaşkanının başka bir partide, Meclis çoğunluğunun başka bir ittifakta olduğu bir süreci test etmedik. Test ettiğimiz zaman ortaya çıkacak sorunların ne kadar büyük sorunlar olduğunu o zaman görme imkânına sahip olacağız. Onun için asla ve asla Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi artık kurumsallaştı ve yol yürüyor diye düşünmeyin çünkü bu hükûmet sistemi dediğimiz şey, olağanüstü şartların getirdiği, 2 Sayın Genel Başkanın kontrolünde ve iteklemesiyle giden bir süreçtir, kurumsal yürüyen bir süreç değildir. Ya Sayın Devlet Bahçeli'nin evinde ya da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde 2 liderin bir araya gelerek sorunları konuştuğu ve 2 liderde saklı kalan bilgilerle yürüyen bir süreç var. Dolayısıyla kurumsal olarak bir hükûmet aklı, kurumsal olarak bir devlet aklı yok.
Evet, hak veriyorum, Türkiye olağanüstü şartlardan geçti, dolayısıyla geçici olarak belki bu sistemin bu şekilde gitmesi normal karşılanabilir ama emin olun, Türkiye Cumhuriyeti, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle yol yürüyemez. Adalet ve Kalkınma Partisindeki arkadaşlarımız da çok iyi biliyor ki bu elbise Sayın Cumhurbaşkanına göre dikildi yani Sayın Erdoğan'a göre dikildi. Sayın Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmadığı ve Sayın Erdoğan'a Meclis içerisinde 301 destek olmadığı müddetçe yürümeyecek bir sistemdir bu sistem. Onun için önümüzdeki günlerde daha sağlıklı, daha sıhhatli ortamlarda biz bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle niçin yol yürünmeyeceğini ittifaklarımızdan bağımsız olarak, siyasi tarafgirliklerimizden bağımsız olarak daha akademik düzeyde ve Türkiye Büyük Millet Meclisindeki milletvekili arkadaşlarımızla daha sağlıklı ortamlarda oturup konuşacağız çünkü ben inanıyorum ki buradaki 600 milletvekilinin tamamı Türkiye Cumhuriyeti'nin sağlıklı bir şekilde yol yürümesiyle ilgili hassasiyet sahibidir. Onun için bugün Genel Başkanlara karşı sesimizi yükseltemiyor olabiliriz ya da Genel Başkanlarımızın güçlü olması sebebiyle bu sistem yürüyor olduğu için eksikliklerin farkına varamıyor olabiliriz ama yol yakınken gelin, henüz bu sorunlar ortaya çıkmadan bir risk analizi yapalım, bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle ilgili farklı modeller, farklı simülasyonlar olduğu zaman bu ülkenin neler çekeceğini, ne tür sorunlar yaşayacağını hep beraber görelim. Dolayısıyla yasaması, yasama organı güçlü olan bir Meclisin güçlü bir Meclis Başkanına sahip olması lazım.
Bu Meclisin bir milletvekili, bir mensubu Sayın Can Atalay Hatay'dan milletvekili seçildi, bütün milletvekillerinin iradesiyle İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak seçildi ve özlük hakları kendisine tanındı. Kesinleşmiş gerekçeli karar Meclise intikal ettiği zaman, Anayasa Mahkemesine müracaat edilmişti, bir hak ihlali kararı Sayın Can Atalay'ın. Sayın Meclis Başkanımız Anayasa'ya duyduğu saygı gereği bunu Genel Kurulda okutmadı ve Anayasa Mahkemesinden çıkacak sonucu bekledi. Anayasa Mahkemesi, daha önceki örneklerinde olduğu gibi, yine aynı içtihat doğrultusunda, 83'üncü maddedeki yasama dokunulmazlığının ihlal edildiğini, dolayısıyla yargılamanın durması gerekmesine rağmen dokunulmazlık yokmuş gibi yargılamanın devam edilmesinin bir hak ihlali olduğuna hükmetti ve kişinin tahliye edilmesini, yargılamanın yeniden başlamasını ve yeni yargılamaya dair dosya numarasının da kendilerine iletilmesini istedi. Âdeta hukuk okumayan, lise mezununu bir tarafa bırakın, ilkokul öğrencisinin anlayacağı açıklıkta bu sorunun nasıl çözüleceğini ortaya koydu. Ardından 13. Ağır Ceza Mahkemesi yine usule aykırı bir şekilde 3 kişilik heyet olarak bir karar vermesi gerekirken Mahkeme Başkanı tek imzayla "Bu, Yargıtayın vereceği bir karardır." diye dosyayı Yargıtaya gönderdi. Oysa Ceza Muhakemesi Kanunu'muz gereğince yargılamanın yenilenmesi talepleri hükmün kesinleşmesinden sonra talep edilir ve bu kararı veren ilk derece mahkemesi tarafından yargılamanın yenilenmesi talepleri karara bağlanır Yani bu hüküm Yargıtayın onayından geçmiş olsa dahi yargılamanın yenilenmesiyle ilgili bir talebi ilk derece mahkemesi Yargıtaya göndermez, kendisi bununla ilgili olumlu ya da olumsuz bir karar verir ama bu açık hükme rağmen dosya Yargıtaya gönderildi. Yargıtay, Anayasa Mahkemesinin Anayasa'dan kaynaklanan bu yetkilerini yok sayarak Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Hadi, o kısmı diyelim ki Meclis Başkanımızın işi değil. Yine, maksadını aşarak Türkiye Büyük Millet Meclisine âdeta görevini hatırlatacak şekilde parmak salladı "Bu kesinleşmiş hükmü bir an önce Genel Kurulda okuyun." dedi. Sayın Meclis Başkanımız Numan Kurtulmuş'a bu konu sorulduğu zaman "Ben tartışmaların tarafı olmak istemiyorum, onun için bu konulara girmiyorum." dedi.
Sayın Meclis Başkanı, sizin bir mensubunuz yargıdaki bir karar tanımamazlık sebebiyle hak kaybına uğruyor; siz burada taraf olmayacaksınız da hangi konuda taraf olacaksınız, çiçek böceklerle ilgili mi taraf olacaksınız, Meclis bahçesindeki çimlerin ekilmesiyle ilgili hususlarda mı taraf olacaksınız yoksa Meclis lokantalarında kola, nescafe yasaklansın mı yasaklanmasın mı konusunda taraf olacaksınız? Bir Meclis Başkanının üstüne düşen ilk görev kendi Parlamento üyesine sahip çıkmaktır. Siz Anayasa'nın Meclise tanıdığı, milletvekiline tanıdığı hakkı tanımayan bir yargı zorbalığına karşı ses çıkarmayacaksınız da hangi dönemde ses çıkaracaksınız? İşte, böyle bir Meclis Başkanınız olursa elbette yasama da güçsüz olur, yürütme de 86 maddeyi bir torbanın içerisine koyar ve Türkiye Büyük Millet Meclisine "Bir an önce el kaldırın indirin de bu 86 maddeyi çıkarın." der; Adalet ve Kalkınma Partisindeki grup yöneticisi arkadaşlarımız da muhalefete gelir "Zaman sıkıştı, hadi, bu 86 maddeyi bir an önce çıkaralım." gibi bir talepte bulunmak mecburiyetinde kalır. Onun için, güçlü bir Meclisin yolu, Meclisin hukukuna sahip çıkan bir Meclis Başkanından geçiyor.
Genel Kuruldaki yer sıralarımız, bizim grubumuza tahsis edilmiş olan odalar sadece Saadet Partisi Grubunun hakkı değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinin hukukudur. Dolayısıyla, Sayın Meclis Başkanı kendi göreve almak istediği 7 kişiye o boş odaları tahsis edip Saadet Partisi Grubuna odaları vermediği zaman aslında "Ya, bu Meclis zaten formalite. Benim 7 kişilik yazım ekibim kadar bu Meclisteki bir siyasi partinin değeri yok." diyerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını ayaklar altına alıyor. Buna itiraz etmeyeceğiz de buna sesimizi yükseltmeyeceğiz de ne yapacağız? Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin güçlü olması, Meclis Başkanının ortaya irade koymasıyla başlayacak bir süreçtir.
Torba kanunla ilgili... Maalesef, artık Adalet ve Kalkınma Partisi, özellikle saraydan gelen taleplerle, torba kanunu bir istisna olmaktan çıkardı, neredeyse bir gelenek hâline getirdi. Sadece 28'inci Dönemdeki bu kısa sürede bile bu herhâlde görüştüğümüz 3'üncü torba yasa. Dolayısıyla, torba yasaların kanun yapma tekniğine aykırı olduğunu buraya çıkan muhalefete mensup her milletvekili dile getiriyor. Eminim ki bunu dile getirmese de iktidar partisine mensup milletvekilleri de bunun böyle olduğunu çok iyi biliyorlar ama maalesef milletvekilleri "Hayır, bu torba yasa kanun yapma tekniğine aykırıdır." diyemedikleri için biz önümüzdeki süreçlerde de bu torba yasalarla yüz yüze kalmaya devam edeceğiz.
Birçok farklı kurumu, 30'dan fazla kanunu ilgilendiren 86 maddelik bir konuyu biz bugün tek bir kanun metni hâlinde oturup konuşup tartışıyoruz. Ne esas, ana komisyonlarda bu konular uzmanları tarafından yeterince tartışılabiliyor ne de üzerimizde oluşturulan süre baskısı sebebiyle burada biz yeterince bunları konuşabiliyoruz. Hoş, konuşsak ne olur çünkü Hükûmetin başında olan Sayın Cumhurbaşkanımız icazet vermediği zaman buradaki haklı itirazlarımız bile karşılık bulamıyor. Örnek mi istiyorsunuz? Daha geçen haftalarda getirmiş olduğunuz bir torba yasaya emeklilerimizle ilgili 5 bin TL miktarlı bir kereye mahsus ikramiye koydunuz. Buralarda bizler, bütün muhalefet partisi milletvekilleri olarak defalarca itiraz ettik "Bu 5 bin TL'nin bir kez verilmesi eksik bir uygulamadır. 5 bin TL olarak verilmesi de eksik bir uygulamadır. Hadi vicdanınızdan o kadar koptu, hiç olmazsa bunu bütün emeklilere verin." dedik ama o gün bunun çalışan emeklilere niçin verilmemesi gerektiğinin faziletlerini iktidar partisinin milletvekilleri burada anlattılar, iktidar partisi milletvekilleri de o fazileti anlatanları ayakta alkışladılar. Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bizim söylediğimizi ama sizin yapmadığınızı Sayın Cumhurbaşkanı bir talimatla tekrar bu torba yasaya koydu. Şimdi de bu kürsüye çıkıp 5 bin TL'nin bütün emeklilere verilmesi gerektiğini, dolayısıyla bir eşitsizliği, bir adaletsizliği gidermek için bunun şart olduğunu söyleyeceksiniz; e, yine sizler alkışlamış olacaksınız. Dolayısıyla ben burada, aslında milletvekili olarak, iktidar partisi milletvekillerinin yürütmeyle aralarına biraz mesafe koyarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını hep beraber yükseltmeyle ilgili bize destek vermelerini salık veriyorum.
Yine, aynı şekilde, 2018 yılında, Haziran ayındaki seçimlerden hemen önce, 30 Nisanda apar topar bütün emeklilere 1.000 TL bir ikramiye getirdiniz yılda 2 kez Kurban ve Ramazan Bayramlarında. Herhâlde işinize gelmemiş olacak "Nasıl olsa bu seçimi alalım da sonrası önemli değil." diyerek bu 1.000 TL'nin ne şekilde artırılacağına dair bir hüküm koymadınız. 2021 yılında lütfen, belki de pandemi koşullarının etkisiyle, 1.100 TL'ye çıkardınız. Yine, sandık kapıya dayandı, 2023 seçimlerinden önce de 2.000 TL'ye yükselttiniz. İnsaf edin, 1.000 TL verdiğiniz zaman asgari ücret 980 TL'ydi, şimdi 2.000 TL veriyorsunuz, asgari ücret 11.500 TL, belki önümüzdeki günlerde 15, 16, 18.000 TL'lere çıkacak, sizin hâlâ verdiğiniz ikramiye 2.000 TL. Çünkü sizin tek bir endişeniz var, oy almak, seçimleri kazandırmak; yoksa milletin dertleri, milletin çektiği sıkıntılar emin olun umurunuzda değil. Eğer umurunuzda olsaydı... İlk 2018'de o 1.000 TL'yle çok rahat bir kurban kesebilecek durumdaydı emeklilerimiz, bugün verdiğiniz 2.000 TL'yle herhâlde bir tavuk bile kesebilecek durumda olmayan emeklilerimiz var. Bunları görüp akıl edip düşünmemiz lazım, bunları eğer akıl edip düşünmezsek ülke olarak vatandaşlarımızı bu sıkıntılarla yüz yüze bırakmaya devam edeceğiz.
Dolayısıyla önerilen maddelerle ilgili çok farklı hususlar var, işte BDDK personelinin İstanbul'a taşınması. İstanbul'da hayat pahalılığı çok fazlaymış, onun için bunlara ek ödenek verilmesiyle ilgili bir önerge de bu torba yasada var. Gören de zannedecek ki Hükûmetimiz İstanbul'a değil de herhangi bir Afrika ülkesine BDDK üyelerini gönderiyor, orada da bir fakirlik sorunu var ve kendi yurt dışına göndermiş olduğu bu görevlilerle ilgili ekonomik tedbirler alıyor. Sizin İstanbul'da kirasını ödeyemeyen binlerce üst düzey bürokratınız var, hâkiminiz var, Emniyet müdürünüz var, millî eğitim müdürünüz var, bankacı personeliniz var; peki, bunların 20 bin TL, 30 bin TL kiralarla nasıl geçineceğini hayal edebiliyorsunuz? Profesörleriniz var, doçentleriniz var, bilim üretmeye çalışıyorlar, aynı zamanda bilimsel kaynaklara da kendi paralarıyla imkân ayırmaya çalışıyorlar. Bilimsel araştırmaya mı para ayırsınlar, kendi çoluk çocuklarının iaşesine mi para harcasınlar, kiraya mı harcasınlar; peki, bütün bunları niçin düşünmüyorsunuz? Dolayısıyla bu getirdiğiniz torba yasalar sadece ve sadece Hükûmetin yırtıklarını, söküklerini dikme yasalarıdır. Gelin, bu ülkenin gerçek sorunlarını burada kanunlaştıralım; yoksa altı aydır kurulan bir Hükûmetin erteleye erteleye, ihmal ede ede bugüne getirmiş olduğu tarihsel bazı sorunları tarih değişikliklerine giderek düzeltme gibi bir yola gitmeyelim.
Bir diğer husus, burada yine Sosyal Güvenlik Kurumuna imkân sağlayan bir düzenleme var, kamunun borçlarıyla ilgili kendi mülkiyetinde olan taşınmazları devretme imkânı. Aynı kısım, bir kısım mükellefler için de düzenleniyor. İlk başta, bu teklif, borcunu ödemekte zorlanan mükelleflerin haklarını korumak için atılan bir adım gibi anlaşılabiliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Kaya.
BÜLENT KAYA (Devamla) - Fakat ne yazık ki kanunu yapan AK PARTİ Hükûmeti olunca düşünmek "Acaba bunun altında ne var?" diye araştırmak gibi bir mecburiyetle karşı karşıyayız çünkü bu değer tespiti sürecini ne kadar objektif, ne kadar tarafsız bir şekilde yürüteceğinizi iddia ediyorsanız da büyük belirsizlikler var. Siz, bugüne kadar milyonlarca TL vergi borcu olan mükelleflerin vergi borçlarını sıfırlayan bir iktidarsınız. Dolayısıyla, hiçbir zaman garip gureba vatandaşımızın vergi borcunu silmek aklınıza gelmez, tam tersine, maaşlarına haciz koyar ve gerekli tahsilatları yaparsınız ama söz konusu olan size yakın bir iş adamı olduğu zaman 300 milyon, 400 milyon, 500 milyon TL vergi borcunu bir kalemde sıfırlama gibi bir mahareti gösteren bir iktidarsınız. Onun için biz, sizin getirdiğiniz her düzenlemenin altında bir bit yeniği arama gibi bir sorumlulukla karşı karşıyayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT KAYA (Devamla) - Bu duygu ve düşüncelerle, yasama organını güçlendirmenin milletvekillerinin elinden geçtiğini ve bunu sağlayacak kişinin de Meclis Başkanı olduğunu ama Sayın Meclis Başkanının henüz bir partiye oda tahsisini bile sağlayamamışken "yeni bir Anayasal", "İç Tüzük" gibi büyük büyük laflar etmesinin ne kadar boş bir uğraş olduğunu ifade ederek Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)