GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Burkina Faso Hükümeti Arasında Havacılık Hizmetleri Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:27
Tarih:29.11.2023

HEDEP GRUBU ADINA ALİ BOZAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, değerli halkımız; size, bugün AKP iktidarının tecritte ve savaşta ısrar politikalarının bu ülkeye faturasını anlatacağım. Milletvekillerinden bir ricam var, lütfen konuşmamı bitirinceye kadar sessizce dinleyin ve söyleyeceğiniz bir söz varsa daha sonrasında buradan dile getirin.

Değerli milletvekilleri, on yıl kadar önceydi, hatırlayalım, bu ülkede sürekli kazanmasa da bir bahar havası esmeye başlamıştı. Bu bahar havası nasıl esmeye başlamıştı? PKK ve devlet arasında çatışmasızlık hâli ilan edilmişti ve o süreçte bu ülkede hiçbir eve ateş düşmüyordu, her şeye rağmen ortada atılmış güzel adımlar vardı. Bugün eğer ülkenin dört yanında sokağa çıkıp halkımız arasında gezecek olursak o dönemden şikâyetçi tek bir vicdanlı yürek bulamazsınız çünkü vicdanlı her yürek huzurdan yanadır, barıştan yanadır, kardeşlikten yanadır çünkü vicdanın rantı yoktur çünkü vicdanın kendisi zenginliktir. Ben, bu soruyu bugün Meclisteki vicdanlara da soracağım.

Değerli milletvekilleri, ne yazık ki güzel havayla başlayan o süreç çok kısa sürdü, atılan tüm adımlar hiç atılmamış gibi derin dondurucuya kaldırıldı. Dolmabahçe'deki mutabakat masasının ayağı kırıldı, masa dağıtıldı ve iktidarın hesaplarına uymayan o barış günlerinin yerini, yine silahların konuştuğu günler aldı. Düğmelere basılmıştı, ülkede yine ağıtlar yükseldi. Barış sürecinde anaların gözlerinde yeşeren umutlar yerini, maalesef, kuru otlara bıraktı.

Barış sürecinde AKP'li siyasetçiler Sayın Abdullah Öcalan'ın duruş ve fikirlerinin önemli olduğunu söylüyorlardı. Sayın Abdullah Öcalan'a methiyeler düzen bakanlar ve AKP'li siyasetçiler birdenbire U dönüşü yapmaya başladı; söylemlerini barıştan yana değil çatışmadan, savaştan yana değiştirdiler. Hatta Bülent Arınç o dönem "Sayın Abdullah Öcalan'a ev hapsi konuşulabilir." demişti.

Sayın Başkan, o dönemde siz Başbakan Yardımcısıydınız, Yozgat'ta yaptığınız bir açıklama var, diyorsunuz ki: "Hükûmet barışı sağlamak için tarihî kararlar aldı. Güvenlikçi politikalarla netice alan ülke yoktur." Ne iyi demişsiniz, çok iyi yapmışsınız bence. Size daha sonra bir soru soruluyor, deniliyor ki: "Yasal düzenleme konusunda ısrar edilmesi süreci sekteye uğratır mı?" Siz cevap veriyorsunuz: "Ben sürecin sekteye uğrayacağı kanaatinde değilim çünkü Türk toplumu çözüm sürecine desteğini ortaya koymuştur, o yüzden süreç işleyecektir." Ne iyi demişsiniz, çok doğru demişsiniz.

Bunları şunun için söylemiyorum: O tarihte bunları söylediniz, bunlardan çark ettiniz demiyorum; o tarihte çözüm süreciyle ilgili, çözüm sürecinin başarıya ulaşmasıyla ilgili yapılan bütün açıklamalar kıymetlidir, bütün açıklamalar yerindedir; asla şu şekilde anlaşılmasın: O gün bunu söylediniz, bugün çark ettiniz demek istemiyorum.

Oysa o dönemde her şey daha iyi olabilirdi ama iktidar, siyasi rant uğruna onca güzelliği ateşe verdi çünkü o dönem Sayın Abdullah Öcalan'la görüşüyorlardı. Sayın Abdullah Öcalan'la yapılan görüşmeler neticesinde bu ülkede kalıcı, onurlu bir barışın sağlanacağını iyi biliyorlardı çünkü Abdullah Öcalan'la sık sık görüşen, o dönem düşüncelerini, fikirlerini en iyi bilen kendileriydi. Sayın Abdullah Öcalan'la görüşmeleri kesen iktidar tüm bu çözümlerin ana kaynağını kapattı. Hâlbuki talepler çok basitti; talepler Kürtlerin dilinin, kültürünün, kimliğinin anayasal güvence altına alınmasıydı. Bu insani talepleri reddeden iktidar, ülkeyi karanlık bir havaya âdeta hazır hâle getiren ağır tecritin ilk adımlarını attı.

Barış sürecinin sonlandırılmasıyla -bir hatırlayalım- bu ülkede neler yaşandı? Kürtler Hitler faşizmini aratmayan saldırılarla karşı karşıya kaldı. Ne mi yaşandı? Taybet ananın cenazesi yedi gün sokak ortasında bekletildi, Cizre'de defnedilemeyen Cemile'yi annesi derin dondurucuda saklamak zorunda kaldı, Cizre'nin vahşet bodrumlarında insanlar diri diri yakıldı. İktidar bunlarla yeterli kalmadı, vakit kaybetmeden siyasi operasyonlar başlattı, saldırılarını daha da sertleştirdi ve o dönem iktidarın komşu ülkelere açılma politikası neticesinde bu ülkede bombalar patlamaya başladı, patlayan bombalar neticesinde bu ülkenin güzelim gençleri ve güzelim insanları yaşamını yitirdi. Ortadoğu'da IŞİD çeteleri ortaya çıktı. İktidar ne mi yaptı? IŞİD'e "bir avuç öfkeli genç" diyerek IŞİD'den desteğini esirgemedi ama IŞİD, o dönem Kobani'de Kürt halkının destansı direnişine takıldı ve en büyük darbesini Kobani'de aldı. IŞİD'in bu kaybına karşılık iktidar, karanlık günleri sürdürme ısrarına devam etti, hiçbir şekilde yanlıştan dönmedi, yanlışta ısrar etti; Eş Genel Başkanlarımızın da aralarında bulunduğu birçok siyasetçiyi rehin aldı. Kobani kumpas davasında arkadaşlarımız hâlâ yargılanıyor, hâlen tutsak.

Bugün, Kobani kumpas davası için Sincan'daydım, bugün sevgili Nazmi Gür savunma yapıyordu. Kobani kumpas davası için ne diyordu biliyor musunuz, diyordu ki: "Bu dava çözüm sürecinin bir daha konuşulmaması için açılan bir davadır." Tam da yerinde bir tespit.

Gelinen süreçte, yirmi dört yıldır İmralı Cezaevinde tutsak bulunan Sayın Abdullah Öcalan'ın üzerindeki tecrit daha da ağırlaştı. Son otuz iki ayda ne mi oldu? Ailesi ve avukatlarıyla hiçbir şekilde görüştürülmedi. Sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan bu ağır tecrit, iktidarın rant uğruna uyguladığı tamamen politik bir tercihtir. İktidarın kendi çıkarları doğrultusunda sürdürdüğü bu tercih sebebiyle tüm ülke bugün en büyük güvensizlik ortamını yaşıyor. Bu ağırlaştırılmış tecrit bugün tüm ülkeye uygulanıyor, ülkedeki tüm yurttaşlara uygulanıyor. Bu ülkede çocuğundan emeklisine kadar mutlu kimse kalmadı, adalete zerre güven kalmadı.

Tam da böyle bir ortamda, böyle bir kara kışın yaşandığı bir süreçte cezaevindeki siyasi tutsaklar bir karar aldı: "Abdullah Öcalan'a özgürlük, Kürt sorununa çözüm" kampanyası başlattılar ve 27 Kasımda bir açlık grevi başlattılar. Onlar yaşadıkları onca kötü koşullara rağmen, mutlak barışa çare olmak için hepimize bir mesaj verdiler: "Bugün değilse ne zaman?" diyorlar. Evet, bugün, Türkiye cezaevlerinden yükselen ses bu: "Bugün değilse ne zaman?" Biz bu sesi aldık, bu sesi yayacağız çünkü barıştan başka çaremiz yok. Barışa daha da geç kalmamak için hepimiz bu sese ortak olabiliriz. Cezaevlerindeki ağır koşullarda yaşamak zorunda kalan siyasi tutsakların omuzlarına aldığı bu yükü, bir olarak, vicdanlarımızı birleştirip hep birlikte sırtlayabiliriz.

O yüzden, buradan iktidara ve muhalefete seslenmek istiyorum, burada yapılan bütün açıklamalarda iktidar ve muhalefet sözcüleri birbirlerini çözüm süreci ve Kürtler üzerinden vurmaya çalışıyor. Gelin, bu dili ve anlayışı terk edin; başarıya ulaşmasa da daha önce denendi, yeniden deneyebiliriz, bir kez daha deneyebiliriz. İş o ki bir gün bile vakit kaybetmeden geçmiş tecrübelerimizden alacağımız derslerle, muhalefeti ve iktidarıyla amasız fakatsız bu ülkenin 85 milyon yurttaşının geleceği için kalıcı, onurlu bir barış için adım atalım. Tüm bunlar için atılacak ilk adım ortada: İlk olarak Sayın Abdullah Öcalan'ın üzerindeki ağır tecridin kaldırılması gerek, ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmesi gerek; barış için geçmişte nasıl yapıldıysa bugün de fikirlerine kulak verilmesi gerek. Barış kapısının İmralı'dan açıldığı herkesin bildiği bir hakikat, bu hakikat kapısını cesur adımlarla açmak gerek.

Ben tekrar tüm ülkeye seslenmek istiyorum: Cezaevlerinden barış için başlatılan bu mücadele sesini her yere duyuralım. Bu, hepimiz için tarihî bir sorumluluktur; bu sorumluluk tüm vicdanların omzundadır. Bugün ağırlaştırılmış tecridi kaldırmamak ve tekrardan bir barış süreci başlatmamak için hiçbir sebep yok. Daha doğru bir yöntemle şeffaf bir şekilde bu Meclisten barışın sesi için kararlı adımlar atılabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bozan, lütfen tamamlayalım.

ALİ BOZAN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Soruyorum: Bu kadar kan ve gözyaşı yetmedi mi? Bugün değilse ne zaman? Gelin, barış için bir olalım çünkü hepimizin, 85 milyon yurttaşın bu ülkede kalıcı ve onurlu bir barışa ihtiyacı var.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HEDEP sıralarından alkışlar)