GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Gine Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:26
Tarih:28.11.2023

HEDEP GRUBU ADINA GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ekranları başında bizleri izleyen değerli halklarımızı, cezaevindeki yoldaşlarımızı saygıyla sevgiyle selamlayarak başlamak istiyorum.

Öncelikle, bugün 28 Aralık ve Sevgili Tahir Elçi'nin ölümünün üzerinden sekiz yıl geçti. Bu vesileyle Tahir Elçi'yi bir kez daha saygıyla sevgiyle, minnetle andığımı ifade etmek istiyorum.

Tahir Elçi'yi, Hrant Dink'i, Musa Anter'i, gerçekten bu ülkenin en değerli insanlarını aramızdan alan karanlığın üzerini örten bir siyasi aklın bu ülkede hep olduğunu, aslında siyasi cinayetlerin öylesine, menfur, kendiliğinden işlenen cinayetler olmadığını, müesses nizamın devamı için birilerinin eliyle işletildiğini çok iyi biliyoruz. O anlamıyla, sadece "Tetiği çeken katildir." demek çok hafif kalıyor. O gün Tahir Elçi'yi hedef gösteren çukur medyası, onu hedef gösteren siyasi anlayışın kendisi ve bugün cinayetin ardından cinayeti aydınlatmayan, katliamı aydınlatmayan iktidarın kendisi de bu sürecin sorumlusudur ve bizzat bu cinayetin sorumluluğunu üstleniyordur.

Şunu ifade edelim değerli arkadaşlar: Bu siyasi cinayetlerin son bulmasını ve bu ülkede gerçekten bazı kesimlerin, özellikle de muhaliflerin güvercin tedirginliğinde yaşamasını istemiyorsak herkesin kendisini içinde eşit, özgür hissedeceği bir demokratik cumhuriyeti kurmak gibi bu Meclisin bir sorumluluğu var. Ben bir kez daha bu sorumluluğu bütün milletvekili arkadaşlarıma da hatırlatmak istiyorum. Bugün burada en fazla sorumluluğunu hissedeceğimiz olayın bu olduğunun altını çizmek istiyorum.

Tabii, Tahir Elçi cinayetinin hukuksuzluğundan bahsediyoruz, çokça ifade edildi geçen oturumda; ben bütün bu hukuksuzlukların aslında Türkiye'deki genel hukuksuzluğun yansımalarının parça parça görüngüleri olduğunu ifade etmek istiyorum. Örneğin, en büyük hukuksuzluklardan biri olan İmralı -Ada- Cezaevindeki tecride dair, geçenlerde de söyledik, çokça milletvekillerimiz, eş başkanlarımız, grup başkan vekillerimiz kürsüden defaatle dile getiriyorlar ama hâlâ bu Meclisten bir ses çıkmıyor, hâlâ duymazdan gelen, görmezden gelen, üzerini örtmeye çalışan, sırtını dönüp giden bir yaklaşım var. Ama bütün bunlar olurken bu ülkede otuz üç aydır bir ada cezaevinden, Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları içerisinde olan bir cezaevinden biz hiç haber alamıyoruz. Sayın Öcalan yaşıyor mu, Sayın Öcalan'ın sağlığı nasıl, güvenlik koşulları nasıl bunu bilmiyoruz. Ailesiyle görüştürülmüyor, avukatlarıyla görüştürülmüyor, hiçbir heyetle görüştürülmüyor, dışarıdan izole, telefon hakkını kullanamıyor, iletişim hakkını ama bütün bu Meclis buna sessiz kalıyor. Ben soruyorum: Nasıl olabiliyor, nasıl sessiz kalabiliyoruz bütün bu hukuksuzluklara? Bunlar bu ülkede yaşanıyor, Guantanamo'da yaşanmıyor, Ebu Gureyb Cezaevinde yaşanmıyor ya da bugün İsrail'de yaşanmıyor, Filistin'de yaşanmıyor. Hani çokça söz ediliyor ya İsrail'in Filistin'e yaptıklarından... Gelin, bunu konuşalım, buna dair söz söyleyin, cümle kurun; nasıl bir gerekçeniz var? Hiçbir gerekçeniz yok.

Eskiden şunu dönüp söylüyordunuz: "Koster bozuk, hava muhalefeti var." gibi sözde gerekçeler uyduruyordunuz, bugün ne yapıyorsunuz? Sistematik disiplin cezaları veriyorsunuz, üç ayda bir, dört ayda bir periyotlarla disiplin cezası uygulanıyor ve avukatlar o disiplin cezalarının gerekçelerine bile ulaşamıyorlar yani sizin yargınız, o talimatlı yargınız, emir verdiğiniz yargınız lütfedip disiplin cezasının gerekçesini bile açıklamıyor.

Peki, ne oluyor değerli arkadaşlar, bunun sonucunda ne oluyor? Türkiye bütün endekslerde en gerilerde. Ekonomik krizden tutun, dünya kadar çoklu kriz var, savaş derinleşmiş, almış başını gidiyor; siz kendinizi kaptırmışsınız bir milliyetçi hezeyana. Milliyetçi bir gemiye binmişsiniz, bir yerlere gitmeye çalışıyorsunuz ama söyleyelim varacağınız bir liman yok. Bu hukuksuzluklarla, torbanıza koyduğunuz bütün bu gayrimeşru yöntemlerle varacağınız bir liman yok. Yönteminiz yanlış, buradan çıksa çıksa faşizm çıkar ve siz bunu yapıyorsunuz.

Bakın, 1980'lerdeki askerî cezaevlerinde bile bu koşullar yoktu; insanlar sevdiklerinden, ailelerinden, müvekkillerinden haber alabiliyorlardı. Bugün, siz 1980 askerî darbe koşullarının gerisinde bir yönetim sergiliyorsunuz bu ülkede. 1980'deki süreci aratacak bir yöntem, bir baskı, bir zor uyguluyorsunuz. Zulmünüz arşa vardı, arşa; yeter artık! "..."(*)

Bakın, cezaevlerinde siyasi mahpuslar dünden itibaren açlık grevine başladılar, talepleri ne biliyor musunuz? Kürt sorununa demokratik çözüm, Sayın Öcalan'a özgürlük. "Kürt sorununa demokratik çözüm" demek için bu ülkede insanlar bedenini açlığa yatırıyor, size dert değil mi ya, size hiç dokunmuyor mu? Siz niye seçildiniz? Niye seçildiniz ya? Cezaevindeki insanlar Kürt sorunu çözülsün diye, sizin uyguladığınız o tecrit rejimi ortadan kalksın diye bedenini açlığa yatırıyor, ölümü göze alıyor, bunun sonucunda hasta oluyor, sakat kalıyor ama ona rağmen bu ülkenin demokrasisi için elini taşın altına koyuyor, bedenini ortaya koyuyor, bizler burada oturmuşuz, bu ceylan derisi koltuklarda kılınız kıpırdamıyor. Niye? Niye kıpırdatmıyorsunuz? Bu sizin sorununuz değil mi? Bu ülkede yaşayan milyonlarca Kürt'ün yaşadığı haksızlıkların müsebbibi bugün sizin iktidarınızdır. Bakın, insanlar -bu böyle çocuk oyuncağı değil- iktidarınızın var olduğu günden bugüne cezaevlerinde bu hak ihlallerine karşı neredeyse her yıl açlık grevi yapmak zorunda kalıyor. Bir ülkedeki demokrasinin skalasını ne belirler? Cezaevleri. 300 binden fazla tutsağı olan, 300-350 bini aşan mahpusu olan bir ülkeden bahsediyoruz. Sizin sisteminiz suçlu üretiyor, suçlu. Sürekli insanları suçlayarak, yaftalayarak cezaevlerine dolduruyorsunuz ve bunun üzerinden iktidarda kalmaya çalışıyorsunuz. Toplumu bastıra bastıra, eze eze, temel haklarını yok ede ede ve bütün ülkenin gözünün içine bakarak yapıyorsunuz bunu. Soruyorum: Sayın Öcalan bir siyasi mahpus mu? Mahpus. Niye ailesiyle görüştürmüyorsunuz? Niye avukatlarıyla görüştürmüyorsunuz? Niye telefonla iletişim hakkı tanımıyorsunuz? Cevabınız var mı? Yok. Çünkü siz buradan besleniyorsunuz, çözümsüzlük aklından besleniyorsunuz ama bunun sonucunda o dört duvar arasında tutulan ve gerçekten bütün temel hakları bugün yok sayılan insanlar bu çıplak zora karşı, bu hukuksuzluğa karşı bakın yeniden bu ülke için elini taşın altına koyuyor. Bu, bu ülkedeki en başta iktidarın ama bu Meclisin utanç vesikasıdır, utanç vesikası. Sorun kendinize ya, sizin yönettiğiniz ülkede cezaevlerinde insanlar açlık grevinden öldüler, insanlar Sayın Öcalan'ın tecridi ortadan kalksın diye yaşamlarına son verdiler; sizin hiç mi umurunuzda değil? Değil, değil yani biliyoruz ama olsun istiyoruz, olsun, bir çözüm aklınız olsun. Bindiğiniz bu yanlış gemiden inin, bunun kimseye bir faydası yok, bunun bu ülkedeki yurttaşa bir faydası yok, yoksula bir faydası yok, Kürt'e bir faydası yok, Türk'e bir faydası yok, kadına bir faydası yok, hiç kimseye bir faydası yok; bunu anlatmaya çalışıyoruz. O nedenle, buradan yeniden ifade etmek istiyoruz, siyasi mahpusların talepleri taleplerimizdir ama onları bu talep için açlık grevine sürükleyen, açlık grevi kararı, eylem kararı aldırmak zorunda bırakan bu ceberut anlayışa karşı da tabii ki mücadele edeceğiz, tabii ki mücadele edeceğiz. Siz hukuku rafa kaldırmış olabilirsiniz, siz Anayasa'yı artık takmıyor olabilirsiniz, siz iki büyük yargı arasındaki krizi görüş ayrılığı diye topluma anlatıyor olabilirsiniz, biz tarif edelim; sisteminiz çürüdü, dört bir tarafından -ne derler- irin akıyor, dikiş tutmuyor. Siz palyatif önlemlerle bu süreci götüremezsiniz, ya bu ülkeyi demokratikleştireceksiniz ve o demokrasinin içine Kürt'ün hakkını, Alevi'nin hakkını, kadının hakkını, yoksulun ve emekçinin hakkını koyacaksınız ve bunun içerisinde tabii ki Sayın Öcalan'ın haklarını da tanıyacaksınız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kılıç Koçyiğit buyurun.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Teşekkür ederim.

...ya da böyle, dünyaya efeleneceksiniz ama geleceksiniz burada yoksul milyonların taleplerini bastırmak için her gün polis devleti olmaya daha fazla devam edeceksiniz.

Bakın, 25 Kasımı geride bıraktık -zamanım kalmadı- sadece oradaki tutumunuz bile nasıl bir anlayışa sahip olduğunuzu gösteriyor. Biz bir kez daha ifade ediyoruz: Hukuksuzluğun, haksızlığın, zulmün sonu yıkılıştır. Buradan bir yere gidilmez. Kürt'ün elini tutmayan Orta Doğu'da ayakta kalamaz. Ya Kürt'ün elini eşit, özgür, kardeşçe tutacaksınız ya da -çok açık ve net söyleyelim- bu sistem yıkılacak ve siz de bu sistemin altında kalacaksınız. Onun için, bakın, bütün Türkiye sizin samimiyetinizi sorguluyor. Neden sorguluyor? Çünkü şunu söylüyor: Bakın, Netanyahu gibi biri bile -"biri bile" diyorum çünkü her gün zulmediyor Filistin halkına- dönüp size ne diyor? "Sen kendi derdine bak. Kendi ülkendeki Kürt'e zulmediyorsun, bana laf söyleme." diyor. Şimdi siz buradan geri adım atmak istiyor musunuz? Bir yere bir şey söylediğinizde, insan hakkını hatırlattığınızda herkes şunu söylesin istiyor musunuz: "Ya, evet, Türkiye söylüyor, haklıdır." Eğer bunun denmesini istiyorsanız kendi evinizi düzelteceksiniz, Kürt sorununu çözeceksiniz, Kürt sorununu çözmek için de Sayın Öcalan'ı muhatap alacaksınız, bu tecridi kaldıracaksınız, artık cezaevlerinde insanlara daha fazla zulmetmekten vazgeçeceksiniz; o zaman "ey İsrail" dediğinizde biz de size alkış tutarız, "ey bilmem kim" dediğinizde biz de size alkış tutarız diyeyim.

Sanırım sürem bitti, Sayın Akbaşoğlu ha bire Divana işaret ediyor.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - On dakika doldu da o yüzden.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Peki.

Teşekkür ediyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HEDEP sıralarından alkışlar)