| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Angola Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında Karşılıklı İdari Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 19 |
| Tarih: | 09.11.2023 |
HEDEP GRUBU ADINA GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın vekiller, ben de Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, aslında, dün öğleden sonra, akşama doğru gündeme düşen çok önemli bir olayı bütün Türkiye konuşuyor. Can Atalay'ın Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvuru sonrasında, Anayasa Mahkemesinin verdiği hak ihlali kararı ve bu hak ihlali kararının hemen arkasından, kararı, kendi aldığı ihlal kararını İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine göndermişti. Normal koşullarda 13. Ağır Ceza Mahkemesinin hemen toplanması, Can Atalay'ı tahliye etmesi, yargılamanın yeniden başlaması için karar alması ve ardından da Can Atalay milletvekili olduğu için de milletvekili dokunulmazlığı kazandığı için de yargılamanın durdurulması kararı vermesi gerekiyordu ama İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi bunu yapmamak için hızlıca, danışıklı bir dövüş sonucunda topu Yargıtaya attı. Yargıtay 3. Ceza Kurulu da gerçekten Türkiye tarihine bir yargı darbesi olarak geçebilecek -çok tartışmalı diyemeyeceğiz, darbe- yargısal bir darbenin önünü açan bir karara imza attı.
Şimdi, Yargıtay 3. Ceza Dairesi burada ne diyor? Birincisi "Anayasa beni bağlamaz, Anayasa Mahkemesinin kararları da beni bağlamaz, benim hukuk yorumum Anayasa Mahkemesinin çok dışında." diyor. Bir sürü eleştirisi var, işte, örneğin, hukuksal aktivizm, yargısal aktivizm yapmakla suçluyor. Oysaki Anayasa Mahkemesinin kendisi aslında hukuki bir denetim yapıyor. Yani Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararlarını ve bireysel başvuru hakkı tanındıktan sonra da bireysel başvuru yapanların dosyalarını aslında bu temelde inceliyor.
O anlamıyla, biz, hak ihlali kararının kendisinde, kararın hiçbir yerinde bir aktivizm, bir hukuksal aktivizm göremiyoruz ama Yargıtay 3. Ceza Dairesi tam da bir aktivizm yapıyor. Ne yapıyor? Hem yargısal bir aktivizm yapıyor hem de siyasi bir aktivizm yapıyor ve siyasi bir karar alıyor. Nereye parmak sallıyor? Anayasa Mahkemesine parmak sallıyor. Nereye parmak sallıyor? Bu Meclise parmak sallıyor. Nereye parmak sallıyor? Halkın iradesine parmak sallıyor. Nereye parmak sallıyor? Bu Meclise gelen Can Atalay kararını okutmayan Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş'a, Meclis Başkanlık Divanına parmak sallıyor. Çok açık ve net, adını koyalım.
Şimdi, bu parmak sallamalara bu Meclis seyirci mi kalacak, gerçekten bu süreci izleyecek mi yoksa Yargıtay 3. Ceza Dairesi hakkında gereğini yapacak bir siyasi iradeyi ortaya koyacak mı? Biz, bugün, en azından bu Mecliste böyle bir tutum alınmasını bekliyorduk ama örneğin, az önce öğrendik, saat 17.00'de olması gereken Danışma Kurulu iptal edildi. Neden iptal edildiğini bilmiyoruz. Oysaki beklentimiz, bu Mecliste grubu bulunan, bulunmayan bütün milletvekillerinin bu darbenin karşısında yekvücut olmalarıydı, Anayasa'yı -ki biz demokratik bulmuyoruz, gerçek anlamda çoğulcu bulmuyoruz- var olan anayasal devlet düzenini savunmaları gerekiyordu ama savunmadılar.
Hayretle izlediğimiz ikinci bir mesele, bu mahkemenin kararını -AKP tarafından, iktidar tarafından yapılan yorum- iki yüksek mahkemenin Anayasa'yı farklı yorumlamasından kaynaklanan bir sorun olarak ele aldılar. Şimdi, ben size ifade etmek istiyorum değerli arkadaşlar, Anayasa madde 153 çok açık ve net şunu diyor: "Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme, yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar."
Şimdi, bu kadar açık bir Anayasa hükmü varken iki yüksek yargı organı burada Anayasa'yı nasıl farklı yorumlamış oluyorlar; biz bunu iktidara sormak istiyoruz. Sizin bu yargısal darbeye yapacağınız yorum "İki mahkemenin farklı yorumu." mudur? Böyle bir yorum farkı görünüyor mu ortada? Hayır, çok açık ve net bir şekilde halkın iradesine ve anayasal devlet düzenine kastedilmiştir.
Ama buralara nereden geldik değerli arkadaşlar? Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. Biz bu hafta boyunca 4 Kasım 2016 yılındaki siyasi darbeyi anlattık. Milletvekillerimizin dokunulmazlıklarının kaldırılıp cezaevine gönderildikleri süreçleri anlattık ve şu eleştiriyi yaptık o zaman için de, dedik ki: "O dönemde de bu Meclis irade gösteremedi. O dönemde de bu Meclis halkın yanında, seçilmişinin yanında, milletvekilinin yanında durmadı; Anayasa'ya aykırı bir şekilde dokunulmazlıkları kaldırdı ve en nihayetinde 4 Kasım siyasi darbesinin yolu açılmış oldu." İşte, bunlardan biri bu.
İkincisi, hâlihazırda devam eden, Sincan Adliyesinde devam eden, Kobani kumpas davası. Tam bir hukuk garabeti, tam bir kumpas ama bu Mecliste bizim grubumuz dışında hiçbir grubun kalkıp Kobani kumpas davası için "Ya, böyle bir hukuksuzluk olmaz. Müşteki olarak orada oturması gereken insanları siz getirmişsiniz, sanık sandalyesine oturtmuşsunuz; bu, hukuki değil, ahlaki değil, vicdani değil." diye biz bir ses duyamadık ne yazık ki.
Diğer bir mesele, burada Leyla Güven'in, Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun ve Semra Güzel'in milletvekillikleri düşürüldüğünde bu Meclisten "Hayır, bunu yapamazsınız. Bunlar halkın seçilmiş vekilleridir. Eğer bir suçları varsa da eğer bir cezaları varsa da dönem sonuna kalmalıdır." diye halkın iradesini koruyan bir ses duymadık. AİHM kararları, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş kararları uygulanmadığında buradaki hiçbir milletvekili -iktidardaki milletvekilleri için de bunu söylüyorum- bu kararların dışında duramaz. Eğer halkın seçilmiş vekiliyseniz siz Anayasa'yla bağlısınız. Bugün, AİHM'in kararları, iç hukuk gereği, Anayasa gereği, madde 90 gereği iç hukuka içkin değil midir? Bizi bağlamıyor mu? Biz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne taraf olan, imza koyan bir ülke değil miyiz? Niye uygulamadınız? Ne dedi sizin Genel Başkanınız? "Hamlemizi yaparız, işimize bakarız." Hamlenizi yaptınız, işinize baktınız, bugün kendi yarattığınız çürümüş yargısal düzen size kafa tutuyor, sizin meşruiyetinizi sorguluyor, hiç kimseninkini değil. Bu darbenin bir ucu, evet, bütün topluma, bütün Meclise yönelik bir darbedir, anayasal devlet düzeninedir ama çok açık ve net söyleyelim asıl mesaj AKP'yedir, asıl hedef AKP'dir, asıl burada size mesaj veriliyor. Aslında sizin yarattığınız bu çürümüş yargı düzeni, uluslararası hukuka uymamanız, ulusal hukuka uymamanız, her yerde mütemadiyen, sürekli, sistematik olarak hukuku ihlal etmeniz bugün karşınıza bir kriz olarak çıktı. Ne krizi? Devlet krizi, rejim krizi.
Cumhuriyetin 2'nci yüzyılına büyük bir rejim kriziyle girdik ve bu rejim krizinin müsebbibi sizsiniz. Ne var bu rejim krizinin temelinde biliyor musunuz? Kürt sorunu var. Evet, Kürt sorunu var. Siz Kürt'e sürekli istisna hukuku uyguladığınız için, siz Kürt'e sürekli normal olmayan, olağanüstü olan hukuku kürdistanda Kürtlere karşı normalleştirdiğiniz için, siz sabah akşam Kürt'ün hakkını, hukukunu çiğnediğiniz için, milletvekilini tutukladığınız için, belediyesine kayyum atadığınız için bugün biz bu süreci yaşıyoruz. Eğer oralarda hukuksal bir tutum alsaydınız, vicdani, ahlaki, insani bir tutum almış olsaydınız bugün bu ülke bu durumda olmayacaktı ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi de ne böyle bir karar almaya cesaret edecekti ne de biz bugün bu kararı tartışıyor olacaktık. O nedenle değerli arkadaşlar, istisna hâlinin kendisini bu ülkede norm hâline getirdiniz.
Bakın, bunu sadece genel tutuklamalar ve yargılamalar üzerinden söylemiyoruz, binlerce defa söyledik, bir kez daha söyleyelim bu kürsüde: Bu ülkenin bir cezaevinde otuz iki aydır, geçti, otuz üç aydır siyasi mahpuslardan haber alınamıyor. Sesiniz çıkıyor mu? Çıkmıyor. E, tabii, buna sesiniz çıkmadığında Yargıtay 3. Ceza Dairesi orada size parmak sallar, bize parmak sallar, bize ayar verir ama siz bu ülkedeki her yurttaşın, her toplumsal kesimin hakkını savunsaydınız bugün bize bu parmak sallanmayacaktı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Lütfen tamamlayalım.
Buyurun.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Onun için bir kez daha çağrımızı yeniliyoruz: Gelin, hep beraber, birincisi bu darbeye karşı direnelim, bu Meclis üzerine düşen görevi yapsın, biz varız. İkincisi, gelin, Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesinin yolunu açalım, ülkeyi normalleştirelim. Ülkede herkesin uyacağı bir anayasal devlet düzenini var edelim.
Diğer bir mesele, gelin, buradan başlayalım, Sayın Öcalan'a yönelik tecridi kaldırın, cezaevinin kapısını açın, milyonların beklediği barış umudunu hep beraber canlandıralım. O zaman ülke de barışa kavuşur, darbe mekaniği de geride kalır ve darbelerle terbiye edilmeye çalışılan Türkiye gerçeğinden sıyrılmış oluruz.
Selamlar. (HEDEP sıralarından alkışlar)