| Konu: | Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geldiğinde demokratikleşme ve özgürleşme alanında gerçekleştirdiği sessiz devrimlere ve bugün sessizce rücu ettiği bu sessiz devrimlerden bazılarına, 600 milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisinin hukukuna ve kuvvetler ayrılığına hep beraber sahip çıkması gerektiğine ilişkin açıklaması |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 18 |
| Tarih: | 08.11.2023 |
BÜLENT KAYA (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi, Kasım 2002'de Türkiye Büyük Millet Meclisinde büyük bir çoğunlukla yer alıp tek başına da iktidar olduğu günden bu yana yaptığı bir kısım icraatlar vardı ve özellikle 2002 ile 2012 tarihleri arasındaki demokratikleşme hamleleri ve özgürleşmeyle ilgili attığı adımları da "Sessiz Devrim" adlı bir kitapla kitapçık hâline getirmişti ve 2002'den 2012'ye kadar olan o süreçlerde hukuk, demokrasi ve özgürlükle ilgili atmış olduğu adımları Sessiz Devrim kitabıyla kitaplaştırmıştı ama 2015'ten itibaren de bu sessiz devrimlerden sessizce rücu ettiğine dair bir süreci hep beraber yaşamaktayız; uygulamalar maalesef bunu gösteriyor. Elbette zaman zaman, o dönemde attıkları adımları bir nostalji olarak hatırlıyorlar ama bugün, kendilerinin getirmiş olduğu o dönemdeki uygulamaları ise hatırlamamaya, o özgürlükçü adımların ihlal edilmesine ise sessiz kalmalarına şahit oluyoruz. Bugün hatırlamak istemedikleri ama attıkları adımlardan bir tanesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin insan hakları ihlalleriyle ilgili vermiş oldukları kararların iç hukukta bir yeniden yargılama olarak düşünülmesiydi. Maalesef, bugün kendi getirmiş oldukları o sessiz devrimden sessizce rücu eden bir tavır içerisine girmişler.
İkincisi, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkıydı. Yine, Adalet ve Kalkınma Partisinin bu sessiz devrimlerinden, rücu ettiği devrimlerden bir tanesi de Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu bireysel başvuru kararlarının uygulanmasıydı, bununla ilgili bir soruna bugün yeniden temas etmek durumunda kalıyoruz. Onlar için nostalji olabilir ama demokrasi arayanlar için, özgürlük arayanlar için, hukuk arayanlar için bu bir nostalji değil, sürekli dile getirilmesi gereken evrensel bir hukuktur.
Hatırlanacağı üzere bu Parlamentonun bir üyesi olan Can Atalay'la ilgili 25 Ekimde Anayasa Mahkemesi bir karar verdi ve bu kararda... Yani bir istisna için söylemiyorum ama âdeta, ilkokul öğrencisine dahi bu mahkemenin gerekçeli kararını okuttuğunuz zaman... Nasıl davranılması gerektiğine dair Anayasa Mahkemesinin verdiği net bir hüküm vardı, hüküm fıkrasında şöyle diyordu: "Can Atalay'ın yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine getirilmesi..." Yani bunu bir ilkokul çocuğuna dahi okutsanız -hukukçu olmasına gerek yok- Anayasa Mahkemesinin bu hükmün ne şekilde uygulanacağına dair kararıyla ilgili size yapılması gerekeni söyler ama maalesef koca koca hukukçuların sadece bir nostalji olarak hatırladığı süreçlerdeki özgürlükçü tavrına sahip çıkmadığını görmüş oluyoruz. On dört gün oldu, bu ülkede hâlâ yargısal bir darbe yapılıyor ve biz bunu görmezlikten gelemiyoruz.
Aynı zamanda, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun, yine AK PARTİ'nin sessiz devrimlerinden bir tanesiydi. 50'nci maddesi de: "Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir." diyerek Anayasa Mahkemesine bir yetki tanımaktadır. Yani Anayasa Mahkemesine bu yetkiyi siz tanıyacaksınız, Anayasa Mahkemesi de o yetkiye dayanarak neler yapılması gerektiğini net bir şekilde hüküm fıkrasında ortaya koyacak ama siz hâlâ hukuku bir pinpon topu hâline getirerek 13. Ağır Cezaya, oradan Yargıtaya, oradan Yargıtay cumhuriyet savcısına, oradan Adalet Bakanına çeşitli açıklamalarla... Bir ilkokul öğrencisinin dahi bu kararın ihlallerinin nasıl ortadan kaldırılması gerektiğine dair rahatlıkla söyleyebileceği lafları kullanmaktan imtina etmiş olacaksınız. Ve yine 50'nci maddenin devamında: "Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye geri gönderilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir." Yani bunun bir an önce yerine getirilmesini emretmesine rağmen hâlâ ilgili mahkemenin bunu yerine getirmediğini üzülerek görüyoruz.
Yine, bu konuda mütalaa sunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı âdeta başka bir hukuk garabetiyle "yerindelik kavramı" diye bir şeyden bahsediyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT KAYA (İstanbul) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Kaya.
BÜLENT KAYA (İstanbul) - Evet "yerindelik" kavramı idare hukukuna ait bir kavramdır, anayasa yargılamasında da kullanılan bir kavram olmakla birlikte "yerindelik" kavramı siyaset kurumunun takdir hakkını kullandığı durumlar için söz konusu olur. Peki, bu karar siyasi bir karar mı, hukuki bir karar mı? Eğer siyasi bir kararsa, doğru, Anayasa Mahkemesinin bir yerindelik denetimi yapmaması lazım; yok, şayet bu karar hukuki bir denetimse Anayasa Mahkemesinin bir yerindelik denetimi değil, olsa olsa bir hak ihlali kararı olup olmadığını denetlemesi gerekir. Dolayısıyla bu yönüyle de Yargıtay cumhuriyet başsavcısının bir yargı darbesi olarak ortaya koymuş olduğu bu mütalaaya katılmanın mümkün olmadığını tekraren vurgulama ihtiyacı hissediyorum.
Yine, sayın savcının sığındığı bir diğer husus da "yargısal aktivizm"dir. Her ne kadar bu kavramı da kes kopyala şeklinde yapmışsa da bu kavramın içeriğinden bihaber olduğu yaptığı yorumlardan da anlaşılıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT KAYA (İstanbul) - Toparlıyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Kaya.
BÜLENT KAYA (İstanbul) - Çünkü yargısal aktivizm, yasama organının politik tercihlerine karşı yargının bir aktivite içerisine girmemesini tanımlıyor. Burada da zaten özellikle Yargıtay, mahkemelerin bunu keyfî uygulamaması, geniş yorumlamaması için Anayasa'nın 14'üncü maddesindeki suçların yasama organı tarafından net bir şekilde ortaya konulmasını, bunun mahkemeden mahkemeye değişiklik göstermemesini ortaya koyuyor. Dolayısıyla Meclis Başkanımız da bu gerekçeli karar Genel Kurula intikal etmiş olmasına rağmen, daha doğrusu Meclis Başkanlığına intikal etmiş olmasına rağmen, bir önceki selefi Sayın Mustafa Şentop'tan ayrılarak bunu Genel Kurulda okutmadı. Şayet bu kararı Genel Kurulda okutmuş olsa bugün Can Atalay'ın milletvekilliği sona ermiş olacaktı. Sayın Meclis Başkanının da bu tutumu, Anayasa Mahkemesi kararının uygulanması gerektiğine dair örtülü bir destek. Ama bizim, buradan, 600 milletvekili olarak bu milletvekilinin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT KAYA (İstanbul) - Toparlıyorum, son bir nokta Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Kaya.
BÜLENT KAYA (İstanbul) - 600 milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin hukukuna ve yasama, yürütme, yargının kuvvetler ayrılığına hep beraber sahip çıkmamız gereken bir süreçten geçiyoruz. Her sessiz kaldığımız dakika yarın öbür gün bizim de ihtiyaç duyduğumuz bir hukuki süreçte karşımıza olumsuz bir örnek olarak çıkabilir diyorum. Bir an önce Türkiye Büyük Millet Meclisini göreve davet ederek, kendi mensubuna uygulanmış olan bu yargı darbesine karşı sesini yükseltmesini dileyerek Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)