GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: On İkinci Kalkınma Planının (2024-2028) Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:14
Tarih:30.10.2023

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2'nci yüzyılın ilk Genel Kurulunda Gazi Meclisimizin kürsüsünden sizleri ve ekranları başında bizi izleyen sevgili vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyet Bayramı'mız kutlu olsun. Bu vesileyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızı, şehitlerimizi, gazilerimizi rahmetle minnetle anıyorum.

Tabii, bu, plan olduğu için uzun dönemli bir şeydir, uzun vadeli strateji de ayrıca var. Ben de bugünkü konuşmamda AK PARTİ'nin, yirmi bir yıllık AK PARTİ hükûmetlerinin makroekonomik açıdan bir değerlendirmesini yapmaya çalışacağım. Bunun birkaç nedeni var: Dediğim gibi, bir tanesi, bir defa, uzun vadeli strateji takdim ediliyor bu planda yani 2053 yılına ilişkin Türkiye'nin hedefleri var. Bundan önce de 2023 yılı stratejisi vardı. Dolayısıyla 2023 yılı stratejisinin dönemi bitti, bu yıl bitiyor, şimdi yeni bir dönem başlıyor. O zaman, bir bakmamız lazım, 2023 için neler denilmişti, neler yapıldı, ne kadar başarı sağlandı; bunu görmemiz lazım.

Önce şunu söyleyeyim: Aslında 2023 yılı stratejisi ilk kez Sekizinci Kalkınma Planı'nda, 2000 yılında konulmuştu. Fakat tabii, Türkiye'de hiçbir hükûmet AK PARTİ hükûmetleri kadar reklam yapmayı beceremediği için belki de şu anda birçoğumuz 2023 hedeflerinin 2000 yılında konulduğunu bilmiyor. AK PARTİ 2011 yılında üç seçim dönemi için 2023'ü hedefleyerek bu 2023 stratejisini, 2023 hedeflerini revize etti ve toplumla buluşturdu, topluma takdim etti ve bu şekilde 11 tane seçime girdi ve 11 tane seçimde de başarılı oldu "2023'te şunları şunları yapacağız." diyerek. Dolayısıyla 2023'e de geldi çattı kapı, şimdi 2053 var. Bir bakmamız lazım, hakikaten bu 2023 stratejisi, 2023 hedefleri ne kadar gerçekleşti; böyle bir değerlendirme yapmamın birinci nedeni bu.

İkinci nedeni, Cumhurbaşkanı Yardımcısı bugünkü konuşmasında onu pek yapmadı ancak hem orta vadeli programı hem de kalkınma planını takdim konuşmalarında, Komisyonda veya basın toplantılarında hep 2002'ye atıf yaptı bazı şeylerde. Hatta nominal rakamlar üzerinden, işte "Millî Eğitim Bakanlığına 2002 yılında şu kadar para veriyorduk, şimdi bu kadar veriyoruz." şeklinde 2002'ye ilişkin bir değerlendirme yaptı. Madem 2002'ye gidiyoruz, o zaman bir de biz gidelim dedik; ikinci gerekçesi bu.

Üçüncüsü, AK PARTİ, 100'üncü yılı tabii mümkün olduğu kadar böyle hafif geçiştirmeye çalıştı. "100'üncü yıl" dediği zaman da aslında cumhuriyetin yetmiş dokuz yılını kendi yirmi bir yılından ayrıştırarak bir analiz yapıyor. Yani "Yetmiş dokuz yılda çok fazla bir şey yapılmadı ama Allah'tan biz geldik de yirmi bir yılda cumhuriyeti şaha kaldırdık." şeklinde bir açıklaması var. Dolayısıyla buna da bir bakmamız lazım, bu da diğer bir gerekçe.

Son olarak da tabii, plana ilişkin... Tabii, bir plan bitiyor, öbür plan başlıyor. Yani plana ilişkin, bugün mesela, herhangi bir değerlendirmesi olmadı; On Birinci Kalkınma Planı'nda hangi hedeflere ne kadar ulaşıldı? Bunlara ilişkin bugün de olmadı, geçmişte de çok fazla bir değerlendirme yapılmadı, objektif değerlendirme yapılmadı; dolayısıyla bütün bunların bir ortaya konulmasında fayda var diye düşünüyorum. Çünkü izleme-değerlendirme yapılması planlarda hep söylenmiştir ancak bugüne kadar izleme-değerlendirmenin yapılmadığını da biliyoruz çünkü hatayı kabul etmeme gibi bir alışkanlığı var AK PARTİ hükûmetlerinin; başarısızlıkla yüzleşmek istemiyorlar. Dolayısıyla planda izleme-değerlendirme için bir mekanizma oluşturuyorlar ancak izleme-değerlendirme işini maalesef hiç yapmıyorlar.

Tabii, ben bir de şunu söyleyeyim: Plan önümüze geldi, ben planda emeği geçen başta Strateji ve Bütçe Başkanlığı olmak bütün bürokratlara, kamu görevlilerine, akademisyenlere, sivil toplum kuruluşlarına, hepsine emekleri için teşekkür ediyorum. Hakikaten zor bir iştir, Türkiye'nin Altıncı Planı'ndan başlayarak Onuncu Planı'na kadar 5 tane planında çok aktif görev almış bir eski bürokrat olarak bu işin zorluğunu söylemek istiyorum. Ancak daha zoru tabii bunun uygulanmasıdır. Bu uygulamanın da ne kadar olup olmadığını şimdi görmeye çalışacağız.

Şimdi, 2023 için AK PARTİ'nin bize takdim ettiği en iddialı hedeflerden bir tanesi, 2023 yılında Türkiye'yi ilk 10 ekonomi arasına sokmaktı değerli arkadaşlar. Şimdi, şu grafiğe bir bakmanızı istirham ediyorum -bilmiyorum, ekranda gözüyor mu, gözüküyor- 2023'te ilk 10 ekonomide olacaktık, bugün -Türkiye rakamlarını kullanırsak- 2023'te Türkiye 19'uncu ekonomi olacak değerli arkadaşlar. Şimdi, bunlar beşer yıl arayla geriye doğru verildi, tamamen böyle yani bir kural bazlı gidildi. Bakarsanız, 1993 yılında Türkiye 18'inci ekonomi olmuş zaten yani anlatabiliyor muyum? Şimdi ne oldu bu 10'uncu ekonomi olma hedefi? 2023 için konulup sürekli tekrarlanan, bu hedef, önümüze gelen bu dokümanda 2053'e erteleniyor değerli arkadaşlar; Türkiye otuz yıl hedeflerini geriye atıyor. Bunun açık bir delili olarak bu stratejiyi bu şekilde görmemiz lazım. 2023'te olunacak 10'uncu büyük ekonomi hedefi için şimdi deniyor ki: "Ya, pardon, bu iş olmadı." "Pardon" bile denmiyor. Yani işte zaten insanı sıkıntıya sokan yer orası. "Şöyle oldu, böyle oldu." gibi birtakım şeyler söyleyebilirsiniz, makul gerekçeler söyleyebilirsiniz, bunların hiçbiri söylenmeden sanki 2023 için bu ilk 10 ekonomi hedefi hiç konuşulmamış gibi bugün "2053 yılında 10'uncu büyük ekonomi olacağız." şeklinde bir açıklama var. Hâlbuki Türkiye bugünkü seviyeden çok daha iyi seviyeleri geçmiş, otuz yıl içerisinde gördü.

Şimdi, peki, Türkiye'nin performansına bakıyoruz değil mi, bu yirmi bir yılın performansına bakıyoruz. Neyle bakarız, performansımızı neyle ölçeriz? Kendi sınıfımızdaki ülkelerle. Yani biz gelişmekte olan bir ülkeyiz dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerle olan performansımıza bakmamız lazım yani onlara göre büyümemiz nasıl olmuş, gelişmemiz nasıl olmuş o şekilde değerlendirmemiz lazım ki gerçek performansı görelim. Türkiye'nin millî gelirinin gelişmekte olan ülkelerin millî gelirleri -yani gelişmekte olan ülkelere bir toplam derseniz- içerisindeki payını gösteriyor bu grafik. Evet, şimdi burada 1990 yılından başlıyor, 2022 yılına kadar. Şu kırmızı trend çizgisi arkadaşlar, görüyor musunuz? Yani 1990'dan beri başlayan, Türkiye'yi gelişmekte olan ülkelere göre mukayese ettiğimizde düşen bir trendi var, maalesef. Şimdi bu trend yirmi bir yıllık AK PARTİ hükûmetleri döneminde değiştirilebilmiş mi? Maalesef, değiştirilememiş; hatta bu trendin eğimi yani bir şekilde artarak bir noktaya gelmiş. Rakamlara çok boğulmak istemiyorum ama 1990'lı yıllarda gelişmekte olan ülkelerin millî geliri içerisinde yüzde 5 payımız varken, şu anda, en son geldiğimiz noktada bu yüzde 2,1'e düşmüş değerli arkadaşlar.

Şimdi, buna, kişi başı gelir açısından baktığımızda da aynı şeyi görüyoruz yani gelişmekte olan ülkelerin kişi başı geliri ile bizim kişi başı gelirimiz arasında... Yine, kırmızı trend çizgisine bakıyor musunuz? Aşağı doğru gidiyor trendimiz değerli arkadaşlar. Şimdi, hani, iki yıllık, üç yıllık hükûmet olsa bu trendi değiştiremezsiniz; yirmi bir yıl, cumhuriyetin beşte 1'i AK PARTİ hükûmetleriyle geçti fakat aşağı gidiş trendinde maalesef bir değişiklik yok. Daha önce, gelişmekte olan ülkeler arasında bizde kişi başı gelir onların 3,5-4 katıyken şimdi bakıyorsunuz 1,7 katına düşmüş; eğer trend bu şekilde devam ederse yakında belki onların altına düşeceğiz.

Şimdi, ben bunu Komisyonda da söyledim, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı orada "Efendim, Çin hariç bakmak lazım buna." dedi. Şimdi, bunu bir akademisyen söylese anlarım, analiz olarak, Çin yüksek büyüyor, Çin hariç bakalım ama bir ülkenin Cumhurbaşkanı Yardımcısının "Çin'i dışarı alarak bakalım." demesini ben kabul edemem. Bunun anlamı şudur: "Ya, biz kötü yönetiyoruz, Çin çok iyi yönetiyor. O zaman Çin hariç bakarsak belki durumumuz iyidir." Ama yine buna rağmen, bunu kabul etmemekle birlikte Çin hariç de baktık arkadaşlar; trend yine değişmiyor, kırmızı çizgiyi görüyor musunuz? Çin'i tamamen dışarı atıyorum, 90'dan itibaren baktığımızda 2022'ye geldiğimizde Çin'i hariç tuttuğumuzda da maalesef Türkiye'nin aşağı gidiş trendi devam ediyor; bunu net bir şekilde görmemiz lazım. O "Çin hariç." dedi ama ben dedim ki belki durumumuzun iyi olduğu başka ülke grupları olabilir, gelişmekte olan ülkelere parça parça baktım. Avrupa'daki gelişmekte olan ülkeler için bakıyorum bu grafiğe, trend değişmiyor arkadaşlar. Yani hani, bir grubu alalım, Avrupa'da gelişmekte olan ülkelere göre belki daha iyi durumdayızdır diye, yine trend değişmiyor, aşağı doğru gidiyor ve bunun 1990-2022 yılları, dediğim gibi otuz iki yıllık bir seriden yirmi bir yılı AK PARTİ hükûmetleri döneminde. Ya, şimdi, hadi Avrupa yüksek büyüyor, başka neye bakabiliriz dedim, "ASEAN-5" dedikleri Asya'nın kurucu, işte o Güneydoğu Asya ülkelerine bakıyorum, trend değişmiyor arkadaşlar. Bakın, orayla da mukayese etseniz, nereyle mukayese ederseniz edin Türkiye aşağı doğru gidiyor ve bunu net bir şekilde görmemiz lazım. Ya, dedim ki hadi bunların hiçbirisi olmadı, bunlar bizden iyi büyüyorlar; ya, en kötü -çocuklara söyledim- 7 tane ülkeyi bulun, bunların grafiğini bize bir gösterin dedim, ona baktık. Bunlar ne, biliyor musunuz: Son yirmi yılda savaş, iç savaşla boğuşan 7 tane ülke arkadaşlar; Afganistan, Orta Afrika, Haiti, Libya, Pakistan, Sudan, Ukrayna; bu ülkelerle mukayese ediyorum. Şimdi, bizim 2003 yılında bunların yaklaşık 1,5 katı kadar millî gelirimiz varmış, şu anda bu 1,2 katına düşmüş, yine aşağı gidiş maalesef devam ediyor; dünyanın en kötü performans gösteren, iç savaş ve bölünme eşiğinde olan ülkeleriyle bile mukayese edildiğinde AK PARTİ hükûmetleri döneminde aşağı doğru giden bir trend var, bunu net olarak görmemiz lazım.

Şimdi, yine bunun benzeri başka bir grafiği size göstermek istiyorum değerli arkadaşlar: Bu grafikte, gelişmekte olan ülkeler ve yine Türkiye'yi mukayese ediyoruz. Şimdi, burada maviler, daha doğrusu 1'inci grup -tamam mı yani şurası, şurası- 1982-2002 ortalaması yani AK PARTİ'den önceki yirmi bir yıl, burası da AK PARTİ'li yirmi bir yıl yani tam yirmi bir yıl; yirmi bir yıl aldık. Neyi mukayese ediyorum? Gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyümesi ile Türkiye'nin ortalama büyümesini. Hani tek bir yıl yanıltıcı olabilir, ortalamadan bir bakalım dedik. Şimdi, 1982-2002 döneminde, gelişmekte olan ülkeler, yıllık ortalama yüzde 3,68 büyümüşler, 3,7 büyümüş değerli arkadaşlar; Türkiye yüzde 4,02 büyümüş yani onlardan 0,3 puan daha yüksek bir büyüme göstermiş. Şimdi, 2000'den sonra biliyorsunuz, gelişmekte olan ülkelerin sermaye akışları çok fazlalaştı ve gelişmekte olan ülkelerde bir büyüme performansı ortaya çıktı. Şimdi, ikinci tarafa baktığımızda yine bu -efendim- mavi, gelişmekte olan ülkeler. Gelişmekte olan ülkeler, AK PARTİ'nin iktidarda olduğu yirmi bir yıllık dönemde büyümesini, ortalama büyümesini yüzde 5,25'e çıkarmış; Türkiye de yüzde 5,36'ya çıkarmış. Evet, önceki yirmi bir yıla göre artırmış mı? Artırmış ancak mukayeseyi nasıl yapacağız? Daha önce, gelişmekte olan ülkelere yıllık ortalamada 0,3 fark atarken şimdi bu fark 0,1'e düşmüş değerli arkadaşlar. Dolayısıyla, büyüme açısından performansımızın kötü olduğunu buradan da görmemiz mümkün.

Şimdi, biliyorsunuz, büyüme ile cari açık arasında bir ilişki vardır. "Cari açık" dediğimiz nedir? Cari açık, diğer tanımıyla "dış tasarruf"tur. Dolayısıyla, kendi tasarruflarınız yetmiyorsa büyümenizi finanse etmeniz için dışarıdan kaynak kullanırsınız. Şimdi, bu grafiğe biraz dikkatli bakmanızı istiyorum. Yine, burada ilk grup, şu yeşiller cari açıkları veriyor; yine 1982-2002 ortalaması yani AK PARTİ'li yirmi bir yıl ile AK PARTİ'den önceki yirmi bir yılın mukayesesi değerli arkadaşlar. Yeşil olanlar cari açıklar, gri olanlar da büyüme oranları. Şimdi, bakın, Türkiye, AK PARTİ'den önceki yirmi bir yılda yıllık ortalama 0,6 cari açık vererek yani dış kaynak kullanarak -az önce ifade ettim, önceki grafikteki- yüzde 4,02 büyümeyi kaydetmiş ama AK PARTİ'li dönemde cari açığımız ne olmuş? Yıllık ortalama cari açığımız yüzde 0,6'dan yüzde 4'e çıkmış değerli arkadaşlar; sağladığımız büyüme yüzde 5,36. Anlatabiliyor muyum? Yani daha önceki yirmi bir yılda kendi kaynaklarıyla büyüyen bir Türkiye ama sonraki yirmi bir yılda dışarıdan kaynak alarak... Dışarıdan kaynağı neyle alırsınız? Ya borucunuz artar ya fabrikalarınızı özelleştirirsiniz, bankalarınızı satarsanız, arsalarınızı, arazilerinizi satarsınız. Elde ettiğiniz kaynakla yaptığınız büyüme sadece bu kadar değerli arkadaşlar. Bu kadar kaynak kullanınca Türkiye'nin en az yüzde 8-10 büyümesi gerekirdi. Bunu millî gelire oran olarak verdim, şimdi cari açık miktarı olarak verirsek: AK PARTİ'den önceki yirmi bir yılda toplam cari açık 25,3 milyar dolar arkadaşlar, yirmi bir yılda verilen cari açık 25 milyar dolar; AK PARTİ'li yirmi bir yıldaki toplam cari açık 654,2 milyar dolar, bunun üzerinde lütfen düşünün, 26 katı. Evet, 26 kat siz cari açığı artırıyorsunuz, dış tasarruf kullanıyorsunuz ama bununla maalesef hiçbir şey yapmıyorsunuz. Şimdi, zaten bu rakamı işsizlik oranlarında da görmemiz mümkün değerli arkadaşlar. Bakın, bu grafik 1980'den 2022'ye kadar -burası sadece Türkiye'yi gösteriyor- Türkiye'nin işsizlik oranları. Burada kırmızı yine trend çizgisi, maalesef burada işsizlik oranlarının arttığını görüyoruz, yukarıya doğru artan bir trend var. Yani Türkiye'nin 80'li yıllarda yüzde 7 civarında bir işsizliği varmış, AK PARTİ Hükûmeti geldiğinde yüzde 9,8 işsizliği varmış, AK PARTİ'nin Türkiye'yi iyi yönettiği dönemlerde bu işsizlik oranı düşmüş ama şu anda geldiğimiz noktada yüzde 10,3'lük bir işsizlik oranı var, hem aldığı dönemden hem de önceki dönemlerden çok daha yüksek bir işsizlik oranı var ve işsizlik trendi de yukarı doğru gidiyor, bunların aşağı doğru çevrilmesi gerekiyor. Şimdi, gelişmekte olan ülkelerle mukayese ettiğimizde...

Ha, şimdi gelelim enflasyona. Çok büyük problemlerimizden bir tanesi enflasyon, değil mi? Enflasyonla ilgili, tabii, bu hükûmetlerin en fazla yaptığı şey mazeret üretmek, bahane üretmek. Efendim, Rusya-Ukrayna savaşı var; efendim, pandemi var, sanki bu pandemi... Ya, pandemi, adı üzerinde pandemi; bütün dünyayı kapsayan bir şey, sanki sadece Türkiye'yi vurdu, Rusya-Ukrayna savaşı sadece Türkiye'yi etkiledi, başka hiçbir ülkeyi etkilememiş gibi bir mazeret üretiliyor. Oysaki pandemi -şimdi burada vaktim yok- bize çok ciddi avantajlar da sundu; lojistik avantajımız var, pazara yakınlık avantajımız var, bunların hiçbiri kullanılamadı; enerji fiyatları çok ciddi bir şekilde düştü, enerji bağımlısı bir ülkeyiz madem, bunlar kullanılamadı; şimdi enflasyonu getiriyorlar, bunlara bağlıyorlar. Bakalım öyle mi değerli arkadaşlar? Yine gelişmekte olan ülkeler... Bakın, gelişmiş ülkelerin enflasyonları daha düşük. Kendi mukayese alanımız kim? Gelişmekte olan ülkeler. Burada -rakamları çok görmenize şey yok zaten; buradan, grafikten anlaşılıyor- kırmızılar Türkiye enflasyonunu gösteriyor, yeşiller de gelişmekte olan ülkeler enflasyonunu gösteriyor. Grafik ne zaman başlıyor? 2002'de başlıyor. 2002'de, dikkat ederseniz, bizim enflasyonumuz yüzde 29,7'ymiş, gelişmekte olan ülkelerin enflasyonu da yüzde 6,7'ymiş. İşte onların enflasyonunda da bir miktar düşme, çıkma olmuş, en son... Yeşillere dikkat ediyorsunuz, değil mi arkadaşlar? Yani bu Hükûmet geldiğinde bizim enflasyonumuz, evet, gelişmekte olan ülkelerin enflasyonunun bir miktar üzerindeymiş ama şimdi, geldiğimiz noktada -bunların nedenlerini birazdan detaylı şekilde arz etmeye çalışacağım- özellikle 2018 sonrasında gelişmekte olan ülkelerden kopuk bir şekilde enflasyonumuzda hızlı bir yükselme var değerli arkadaşlar. Şimdi "Efendim, dünya koşulları iyi değildi, şöyle oldu, böyle oldu." filan diye diyebilir misiniz? Ya, bu ülkelere niye olmuyor? Bu ülkelere niye olmuyor? Bunların enflasyonları niye bizim gibi yüzde 65'lere, 85'lere çıkmıyor? En son gelinen noktada gelişmekte olan ülkelerin enflasyonu yüzde 8,6 olarak tahmin ediliyor, bizimki niye 65 değerli arkadaşlar? Ya, bu, Türkiye'nin yanlışlarından kaynaklanıyor, dünyayla bunların hiçbir alakası yok. Şimdi, zaten burada da bunu biraz daha yakından göreceksiniz. Sadece Türkiye -2002'den 2023'e kadar çanak şeklinde bir şey yani enflasyonu biraz yüksek almış- 29'lardan 30'a yakın bir enflasyonu almış; enflasyonu yüzde 5, yüzde 6'ya kadar düşürmüş. O dönemin bürokratıyım ben, çok emeğimiz var, siyasi neması da elbette ki AK PARTİ'nindir ancak bugün geldiğimiz noktada enflasyon öyle bir bozuldu ki işte bu şekilde bir hâle geldi, yüzde 65'ler... Buna da inanırsanız... TÜİK rakamı...

Şimdi, hani mazeretler söyleniliyor; "Efendim, işte dünya şöyleydi, böyleydi..." filan dedik ya... Dedim ki: Bir de kurlara bakalım çünkü bizim enflasyon hikâyemizde enflasyon ve kur arasında ciddi bir ilişki var. Dolayısıyla kurun arttığı dönemlerde bizim enflasyonumuz artıyor, geçişkenlik çok yüksek çünkü ciddi bir ithalatçıyız. Şimdi, gelişmekte olan ülkelerle... Bazılarını aldım burada, bunlardan istediğinizi alın, hangisini alırsanız alın hiç fark etmiyor, bu grafik fark etmeyecek değerli arkadaşlar. Şimdi, hangi ülkeleri almışız? En baştaki Arjantin. Eğer Türkiye'yi Arjantin'le mukayese etmeyi kendimize yakıştırırsak çok şükür, Arjantin'e göre iyiyiz çünkü Arjantin "default" oldu, borçlarını ödeyemiyor, biz henüz "default" olmadık.

Şimdi, bu grafik 1 Ocak 2019'dan -yani plana geldim şimdi- On Birinci Plan'ın ilk gününden bugüne kadar olan, hatta cuma gününe... Bugün olsa Türkiye'nin kuru daha da arttı yani bu rakam biraz daha değişecek ama cuma gününü alıyorum, en son iş günü olarak aldım. Yani yaklaşık beş yıllık dönemde kur değişimi nasıl olmuş değerli arkadaşlar: Şimdi, Arjantin'de yüzde 833 -Arjantin parası yani dolar karşısındaki kur artışı- bakın, Brezilya yüzde 29, Çin yüzde 7, Hindistan yüzde 20, Endonezya yüzde 11, Malezya 16, Meksika eksi 8 -Meksika'da kur düşmüş beş yılda değerli arkadaşlar- Filipinler yüzde 9, Güney Afrika yüzde 30, Gürcistan -bak, orada çizgisi yok Gürcistan'ın, zannetmeyin ki rakamı koymayı unuttuk- şuradaki, kıyımızdaki Gürcistan, beğenmediğiniz Gürcistan'da son beş yılda kur artışı sadece yüzde 1, tabloya bile girmiyor değerli arkadaşlar. Ondan sonra geliyorsunuz Rusya'ya, savaşta, son beş yıldaki kur artışı yüzde 35; Ukrayna savaşta, yüzde 31; Türkiye yüzde 432 değerli arkadaşlar. Bize hiç kimse hikâye okumasın.

Şimdi, On Birinci Kalkınma Planı'nın hedeflerine biraz daha yakından bakalım. 2023 meselesinde anlaştık, değil mi? 2023'te Türkiye'nin en iddialı hedefi -diğerlerine girmiyorum- kişi başı gelir 25 bin dolardı. Millî gelir revizyonundan sonra bunun 29 bin dolar olması lazım çünkü TÜİK artırdı rakamı. TÜİK'in rakam artıracağını hiç kimse öngörmüyordu. 29 bin dolar karşısında 12 bin dolar, 2,3 trilyon millî gelir karşısında 1,1 trilyon; bunları filan söylemiyorum, ilk 10 ekonomi açısından söyledik. 2023'te 10'uncu ekonomi olacaktık, 19 olduk, geriye gittik; şimdi bunu 2053'e ertelediler. Dolayısıyla 2023 hedeflerinde ciddi bir başarısızlık var.

On Birinci Kalkınma Planı, biliyorsunuz, 2019-2023 dönemini kapsayan beş yıllık dönem. Şimdi, takdire şayan bir tane mesele var -bu ilk satıra bakalım arkadaşlar, yeşilli olan şey- plan döneminin yıllık ortalama büyümesi yüzde 4,3'müş -planda öngörülen- yüzde 4,7 gerçekleştirilmiş; On Birinci Kalkınma Planı'nda hedeflerin üzerinde bir büyüme gerçekleştirilmiş. Büyümeyi önemseyen bir iktisatçıyım, onu söyleyeyim ama büyümenin dengeli olması lazım, eğer sizin büyümeniz yani böyle filin züccaciye dükkânına girmesi gibi her yeri darmadağın ediyorsa "Olmaz olsun öyle büyüme." dersiniz. Bakın, şimdi, bütün dengeleri bozan bir büyüme var. On Birinci Kalkınma Planı'na ilişkin burada söylenen sadece tek şey var: "Büyümede hedefi tutturduk, hedefin üzerine çıktık." Diğerleri ne oldu değerli arkadaşlar?

Şimdi, cari işlemler dengesi: 2018 yılı burada. Baz yıl 2018 olduğu için şu sütunda 2018'i veriyoruz, plandan önceki son yıl. 2018'de Türkiye'nin cari işlemler açığının millî gelire oranı yüzde 2,5'muş. Planda, bugün dedikleri gibi -bugün de "Sıfıra düşüreceğiz, 0,1'e düşüreceğiz." diyorlar- "0,9 yapacağız, yüzde 1'in biraz altına düşüreceğiz cari açığı." demişler. Kaç olmuş arkadaşlar? 2022'de cari açığımız yüzde 5,4 oldu, 2023'te de yüzde 4,4 olacağını söylüyorlar. "Hedef yüzde 0,9." demişler. Yani 2,5'tan 4'e çıkarmışlar. Maşallah ya, "Maşallah." dediğiniz kırk gün yaşamıyor yani neyi hedeflediyseniz hepsinde geri gitmişsiniz, şimdi bakacağız.

Enflasyon yüzde 20'ymiş 2018'de -ki çok yüksekti yani yüzde 5'leri, yüzde 6'ları görmüştü Türkiye- "Bunu yüzde 5 yapacağız." demişler, bugün Hükûmet "yüzde 65" diyor, piyasa yüzde 70'in üzerinde bekliyor.

Ondan sonra diğeri ne? Gini katsayısı. Gini katsayısı neyi gösteriyor? Gelir dağılımını gösteriyor. İşte o yüzden diyorum olmaz olsun böyle büyüme. Bir büyüme yapmışsınız -bunun birazdan detaylarını vereceğim, biraz daha detayına gireceğim- ama gelir adaletsizliğini şaha kaldırmışsınız. 2018 yılında Gini katsayısı 0,408'miş, plan "Bunu 0,38'e düşüreceğim." demiş, şu anda geldiği nokta 0,415 değerli arkadaşlar. Gini katsayısı bozulmuş yani gelir adaletsizliği Türkiye'de artmış.

Şimdi, bir de bütçeden bir rakam verelim. Kamu dengelerinden fiyat dengesi bozuldu, gelir dağılımı bozuldu, ödemeler dengesi bozuldu; bir büyüme yaptılar, bunların hepsini bozdular, bütçe dengesi de bozuldu. 2018 yılında bütçe açığı yüzde 2'ymiş millî gelire oran olarak, "Bunu yüzde 2'de tutacağız." demiş On Birinci Kalkınma Planı, şu anda önümüze getirdikleri orta vadeli programda "2023'te yüzde 6,4 olacak." diyorlar. İşin kötüsü ne, biliyor musunuz? "2024'te de yüzde 6,4 devam edecek." diyorlar değerli arkadaşlar yani söylediklerinin veya hedeflediklerinin 3 katından daha fazla millî gelire oran olarak -bakın, ben nominal rakamlarla konuşmuyorum- ciddi bir bozulma var.

Şimdi, büyümenin biraz daha detaylarına bakalım: Bu dönemde, değerli arkadaşlar, ciddi ekonomik hatalar yapıldı, 2018, temel, hatanın başlangıcı. "Sistem değişikliği" mi dersiniz, Berat Albayrak'ın Bakan olması mı dersiniz, neye bağlarsanız bağlayın, ben bunu ekonometrik olarak çok fazla çözebilmiş değilim. Büyük hatanın başlangıcı 2018. İkincisi, 2021 Martta Merkez Bankası Başkanının görevden alınması, 2021'in Eylülünde de ekonomik temellerden kopuk bir şekilde "Faiz sebep, enflasyon sonuç Nas var." deyip politika faizini düşürmeyle başlayan bir makropolitikalar yanlışlığı oldu. Bunların hepsine Mehmet Şimşek ne dedi? "İrrasyonel politikalar." dedi, akıl dışı ilan etti ama bunu akıl dışı ilan etmesi yetmiyor. Şu dokümanların bir tanesinde "Ya, milletimizden özür dileriz, biz böyle hatalar yaptık, tamam, bundan sonra bu hataları tekrarlamayacağız." diye bir tane söz işittiniz mi? Sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi... Bakın ama bunlar her tarafı tahrip etti, tahrip ettiği şeylerden bir tanesi, değerli arkadaşlar, millî gelirin dağılımı, gelir cinsinden dağılımı.

Bakın, burada, iş gücü ödemesi... Şu mavi olan, alttaki çizgi iş gücünün millî gelirden aldığı payı gösteriyor: Yüzde 33,5'muş baz yılı 2018'de, şu anda yüzde 26,3'e düşmüş; 7 puanın üzerinde, bir plan döneminde, millî gelirden iş gücünün aldığı payda bir düşüş var. Bunun 1 puan bile düşmesi ülkeler açısından çok kötüyken burada 7 puan düşüş var değerli arkadaşlar. Onun karşılığında, burada ben sadece kârları aldım, kârlarda ciddi bir artış var. Bunların detaylarını yarın Maliye Bakanıyla konuşacağız.

Şimdi, İSO 500 firmaları için -biraz da- oralarda "İşçilerin durumu nasıl?" diye bakıyorsunuz; bu, en son açıklanan şey. Bu grafik -Menekşe Yılmaz'ın Twitter hesabından aldım, kendi emeğim değil, kendisine teşekkür ediyorum- 2016-2022 iş gücünün yani ücret ödemelerinin katma değer içerisindeki payına bakıyor, ücret ödemelerinin faiz ve vergi öncesi kâr içindeki payına bakıyor, ücret ödemelerinin satışlar içerisindeki payına bakıyor değerli arkadaşlar. Hepsinde tepetaklak gidişi görüyorsunuz, değil mi? Daha fazla bir şey söylemeye zannederim gerek yok. Yani işçilerin üzerine binerek bir büyüme yapmışsınız, birilerini zengin etmişsiniz.

Şimdi, plan diyor ki: "Tarım bizim için öncelikli sektörlerden bir tanesidir." Güzel, sözü söylemek güzel; peki, icraat ne? Şimdi, önümüze bir de üç yıllık orta vadeli harcama programı getirildi yani bütçe üç yıllık olarak geliyor. Şimdi, bakıyorsunuz, öncelikli sektörler gelişecek sektörlerse buna bir kaynak ayırmak lazım. Bugün, çiftçi mağdur; buğday üreticisi buğdayını geçen yılın altında fiyatla sattı, ayçiçeği üreticisi öyle, arpa üreticisi öyle. Şimdi, her gün Samsun'un Bafra'sından, Terme'sinden telefon alıyorum, çeltik üreticisi mağdur. E, bunlara prim vermek lazım, destekleme vermek lazım.

Şimdi, bu, bütçeden yapılan tarımsal amaçlı transferlerin millî gelire oranı arkadaşlar. Bunun 2008'de çıkarılan kanuna göre yüzde 1 olması gerekirdi, yüzde 1'den vazgeçtik. Bu harcama sisteminde sistem değişikliğinden dolayı geriye gidilmediği için ancak 2006'ya kadar gidebiliyoruz, o zaman bütçeden tarımsal amaçlı yapılan transferlerin payının millî gelire oranı 0,6'ymış değerli arkadaşlar. Bugün, bu 0,25'e düşmüş. Daha kötüsü ne biliyor musunuz? "Önümüzdeki üç yıl içerisinde bu düşüşü devam ettireceğim." diyor ya! Bu kadar çok çiftçi mağdurken böyle bir bütçeyle Türk milletinin önüne nasıl çıkarsınız? "0,20'ye düşüreceğim." diyor. 2006'da 0,6 olanı veya kanuna göre 1 olması gerekeni "Beşte 1'de tutacağım." diyor, "Aşağı çekeceğim." diyor. İşte çiftçinin feryadı bundan. Çiftçinin sırtına binmişsiniz, işçinin sırtına binmişsiniz, ondan sonra büyüme yapmışsınız, birilerini zengin etmişsiniz.

Yine, faizle mukayesesi tarımsal amaçlı ödemelerin... Az önceki millî gelir oranıydı; bu da faizle, faize oranına bakalım diye. Öyle ya, parayı bir yerle kullanıyorsunuz. Değerli arkadaşlar, bütçe yükseldiğine göre paranın gittiği yer faiz. Bakın, işte tarımsal amaçlı transferlerin faiz ödemelerine oranı 2006'da yüzde 10'lardaymış -güzel bir şey yapılmış- 2016'larda bu yüzde 23'lere kadar çıkarılmış, 22,9 -güzel bir şey, takdire şayan bir şey- ama bugün geldiğimiz noktada yüzde 7,3'e düşmüş arkadaşlar. Ve diyor ki: "2026 yılında ben 100 lira faiz ödeyeceğim; efendim, milyonlarca çiftçiye sadece 5,6 lira vereceğim." Yani milyonlarca çiftçiye vereceği para bir avuç faiz lobisine vereceği paranın sadece yüzde 5,6'sı kadar değerli arkadaşlar.

Evet, şimdi, bütçe ciddi bir faiz kıskacı altındadır -ben bu bütçeye "kıskaç bütçesi" diyorum o yüzden- ciddi bir faiz yükü altındadır. Bunların birazdan detaylarını söyleyeceğim. Şunu söyleyelim bakın, ben hep söylüyorum: AK PARTİ hükûmetleri bir programı devraldı, o programı işletti, çalıştırdı ve en başarılı olduğu alan bütçe açıklarını aşağı çekmekti. İşte, verginin ne kadarı faize gidiyordu, o rasyolar aşağıya çekildi, bütçe açıkları aşağı çekildi ama son dönemlerde o kadar hızlı bozulma var ki arkadaşlar yani geçmişten daha kötü bir noktaya doğru Türkiye gidiyor, bunu da şu grafikten görmenizi istiyorum. Merkezî yönetim bütçesinin faiz harcamaları, bunlar mutlak rakam olarak... Bakın, 2018 yılında bütçeden faiz ödemeleri için ayırdığımız kaynak 74 milyar liraymış değerli arkadaşlar. Şunu görüyorsunuz, değil mi? Bakın, şurada, küçücük bir şey, 74 milyar; şuna göre küçücük. Şimdi, 2021'de "Faiz sebep, enflasyon sonuç." demeye başladıktan sonra kuru, faizi, her şeyi patlattılar. 2018'den itibaren de altına, dövize ve TÜFE'ye dayalı bir borçlanma stratejisi izledi Berat Albayrak. Onun günahı çok bu memlekette, tamam mı... Hem sen iç borcunu bunlara endeksli hâle getireceksin hem de bunların hepsini patlatacak bir politika izleyeceksin, ondan sonra faizler, bakın, nasıl aldı başını gitti.

Arkadaşlar, aynı grafikte görmek bile mümkün değil. Faiz ödemeleri 74 milyar liradan beş yıl içerisinde bugün 1 trilyon 254 milyar liraya geldi arkadaşlar 2024 için ve bu, 2026'da 2 trilyon 295 milyar lira olacak. Tabii, faize bu kadar para ayırınca ne işçiye para verebilirsiniz ne emekliye para verebilirsiniz. Emekli bugün ağlıyor, nisandan beri 7.500 liralık maaşı artmayan milyonlarca emekli var bu ülkede. Ondan sonra, bir avuç... "Ben faize karşıyım." diyeceksiniz, "faiz lobisi" diye başkalarını suçlayacaksınız, faize bu parayı ödeyeceksiniz arkadaşlar. Bakın, bu rakamlar, zaten maviler gerçekleşme rakamı, Hükûmetin rakamları elbette, kurumların rakamı; kırmızılar da şu anda Plan ve Bütçe Komisyonunda görüştüğümüz bütçede "Ödeyeceğiz." dedikleri rakamlar arkadaşlar; biz bunları kendimiz falan hesap ediyor değiliz, Hükûmetin rakamları. Yani ne kadar oluyor? "74 milyar liradan faizi sekiz yıl içerisinde 2 trilyon 295 milyar liraya çıkaracağız." diyor. Bu da muhtemelen iyimser yani işler biraz daha kötü giderse bunun çok daha üzerine çıkacağını da hepimiz bilmemiz lazım.

Şimdi, bu, ödediğimiz ve hemen önümüzde, ödeyeceğiz dediğimiz faizler. Şimdi, 2021'de alınan kararların ne kadar bozucu olduğunu anlayabilmek için şu grafiği de izninizle size göstermek istiyorum: Şimdi, burası, ilk grup arkadaşlar, Eylül 2021; burası da Ekim 2023, bugün itibarıyla en son veri. Bu ne? Burada, maviler Eylül 2021 itibarıyla merkezî yönetim bütçesinin önümüzdeki dönem yani gelecek yıllarda ödeyeceği ana para ödemelerini gösteriyor. Kaç liraymış? 1 trilyon 169 milyar lira ana para ödeme yükümlülüğü varmış Eylül 2021 itibarıyla. Faiz yükümlülüğü ne kadarmış? 723 milyar liraymış Eylül 2021'de. Hani bu kuru patlattık ya, faizi aşağı çektik, kurlar 7,5-8 liradan 18'lere çıktı, şimdi 28'lere geldi; ondan sonra enflasyon arttı, altın fiyatları yükseldi. Bunların sonucunda şu anda ödeyeceğimiz, arkadaşlar, ana para 1.169'dan, bakın, iki yıl bir aylık bir dönemde 2 trilyon 860 milyar liraya çıkıyor, şurası. Faiz daha kötü; faiz 723 milyar liradan 3 trilyon 838 milyar liraya çıkıyor. Bu hazinenin web sayfasında, herkes görebilir bunu. Yani bu ne demek biliyor musunuz? Hazinenin iç borç faiz ödemeleri ana parasını geçmiş, hazine tefecilerin eline düşmüş değerli arkadaşlar. Bunun başka hiçbir izahı yok. Varsa başka bir şey, söyleyebilecekleri bir şey, gelsinler bize söylesinler. Hazineyi tefecilerin eline düşürdü. Bir sürü iş insanı var içimizde, ana paradan daha fazla faiz ödemesi olabilir mi bir ülkenin veya bir kurumun? Böyle bir kurumun, böyle bir ülkenin ayakta kalması mümkün müdür? Ama bu, işte, Hazine sayfasından aldığımız rakamlar. Dolayısıyla toplama baktığımızda, ana para ödemeleri ve faiz ödemeleri olarak baktığımızda 1,9 liradan 6,7 trilyon liraya çıkıyor.

Şimdi, güzel laflar, sözler duyduk; Sayın Cevdet Yılmaz bunları söyledi. Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Sadece 2 tane göstergeye bakacağım dolayısıyla diğerlerinin çok kıymeti olmadığını göreceğiz. Türkiye'de teknoloji yoğunluğuna göre ihracat... Arkadaşlar, 2018 yılında, çok yüksek teknolojili ürünlerin ihracatımız içerisindeki payı yüzde 3,5'miş...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERHAN USTA (Devamla) - Başkanım, iki dakika müsaade eder misiniz?

BAŞKAN - Sayın Usta, lütfen toparlayalım.

ERHAN USTA (Devamla) - Teşekkür ederim.

...demişler ki: "Biz bunu planda 5,8'e çıkaracağız." Gerçekleşme yüzde 3,1 arkadaşlar yani dediklerinin altında kalmış. Bırakın çıkarmayı, düşürmüş. Hadi yüksek teknoloji yapamadık, böyle -ne bileyim- iPhone filan üretemiyoruz, orta yüksek teknoloji nasıl diye bakıyorsunuz, onun payı da düşmüş arkadaşlar; yüzde 36'ymış, şimdi yüzde 33,8'e düşürülmüş. Ha, planda kaç demişler? "44,2 yapacağız." demişler, şimdi yine "Artıracağız." diyorlar. Tabii, bunun hiçbir anlamı yok.

"İstanbul'a özel işler yapacağız." dedi. "İstanbul Finans Merkezi" diye Türkiye'nin bir projesi vardı; 2009 yılında başlattık, koordinatör yardımcılığını yaptım 2015'te siyasete girinceye kadar; çok emek verdik ama ne zaman ki İstanbul Finans Merkezi bir inşaat projesine dönüştü, o zaman iş tepetaklak gitti.

Bu grafiği az önce ilave ettirdim. Değerli arkadaşlar, finans merkezleri sıralamasında İstanbul'un durumunu gösteriyor. İlk endekse girdiğimizde İstanbul 72'nci sıradaydı -şehirler açısından yani finans merkezi sayılabilecek şehirlerde "1" en iyisi- Eylül 2015'te sıramızı 45'e kadar yükselttik arkadaşlar, 45'e kadar; güzel bir şey, 72'den 45'e kadar sıramızı kademe kademe yükselttik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERHAN USTA (Devamla) - Başkanım...

BAŞKAN - Sayın Usta, lütfen.

ERHAN USTA (Devamla) - Tamam.

Ondan sonra işte bu inşaat işleri başladı, daha doğrusu bunlar öne çıkmaya başladı, Türkiye'de işler kötüye gitti; bugün geldiğimiz noktada, İstanbul 121 şehir içerisinde finans merkezi sıralamasında 110'uncu sıraya düştü değerli arkadaşlar. Dolayısıyla, İstanbul için bir şey yapacaksanız önce bunlara bakmanız gerekiyor .

Daha söyleyeceğim şeyler vardı ama onlar için vaktim yok. Son söz olarak şunları söylemek istiyorum: Bu planda, bir defa, bir paragraf bile değiştiremeyeceğiz değerli arkadaşlar; yıllık program, plandan önce çıktı, yıllık programda planın paragraflarına atıf var, Hükûmet bile "Değiştireceğiz." dese... Ya, çıkmamış bir plan için programda atıf yapılmış yani 1 tane paragraf değiştirme imkânımız yok. Biz konuşuyoruz bunları ama nihayetinde bunların çok fazla bir amacı yok. Bizim amacımız, 2'nci yüzyılın milletimiz için aydınlık olmasıdır. Milletimiz için güzel şeylerin yapılmasını istiyoruz, birlik beraberlik içerisinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERHAN USTA (Devamla) - Bir dakika daha... Hemen bitiriyorum, selamlama yapayım.

BAŞKAN - Kuralları çok aştık. Lütfen...

ERHAN USTA (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum Değerli Başkanım.

Şimdi, dolayısıyla Türkiye'de istişareyi hâkim kılmamız lazım. Maalesef bu yönetim tarzıyla Türkiye ileriye gidemez. Bu gösterdiğimiz şeylerle yarın öbür gün bugünü dahi arayacak duruma gelebiliriz. Türkiye bu borçlarının sürdürülebilmesini istiyorsa, Türkiye bir şey yapmak istiyorsa istişareyi hâkim kılması lazım; ortak akılla işler yapmamız lazım. Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin yüz yıl önce bu ülkeyi kuranlar gibi idealist kadrolara ihtiyacı var. Türkiye, bugünden itibaren yüz yıl önce nasıl bir bağımsızlık mücadelesi verdiyse şimdi de ekonomi alanında bir bağımsızlık mücadelesi vermek için harekete geçmek durumundadır diyorum.

Beni izlediğiniz için, dinlediğiniz için hepinize çok teşekkür ediyorum. Her şeye rağmen planın da memleketimiz ve milletimiz için hayırlı olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Çok teşekkür ederim. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)