GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Senegal Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ve Eki Protokolün Anlaşmada Değişiklik Yapılmasına Dair Notalarla Birlikte Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:13
Tarih:26.10.2023

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA BÜLENT KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçen hafta Irak ve Suriye'de cereyan eden hadiseler sebebiyle bir tezkere yüce Meclisimiz tarafından kabul edilerek Cumhurbaşkanlığımıza iki yıllık süreç içerisinde tekrar bir yetki tanınmış oldu. Elbette Irak ve Suriye'de yıllardır devam eden siyasi ve askerî istikrarsızlık bölge ülkeleri kadar bölgede yaşayan halklar için de ciddi tehditler barındırmaktadır. Bu tehlikeler ülkemiz açısından da zaman zaman güvenliğin, zaman zaman insani ihtiyaçların, zaman zaman da sınır ötesi askerî operasyonların sebebi olarak ortaya çıkmıştır. Irak ve Suriye'deki süreçler sadece ülkemizin sınır güvenliğini tehdit etmemekte aynı zamanda Irak ve Suriye'de yaşayan halklar ile Türkiye'de yaşayan ve tüm zenginlikleriyle vatandaşlarımızın güvenliğini ve huzurunu da tehdit etmektedir. Ayrıca, özellikle son yıllarda Suriye meselesi daha da çetrefil durumların uzantısı hâline gelmiştir. Tarihin hiçbir döneminde görülmediği şekilde dünyanın 2 büyük gücü olan Amerika Birleşik Devleti ve Rusya'nın Suriye'de askerî mevcudiyetinin varlığı ortadadır. Bu her 2 gücün de farklı bağlam ve düzeylerde bölgeye istikrar yerine kaos ve kendi ulusal çıkarlarını öncelediği de bir vakıa olarak ortadadır. Bunlara ek olarak İran ve Avrupa'nın da bu Suriye'de yıllardır asker bulundurduğu bir başka vakıadır. Ayrıca, birçok ülkenin paramiliter güçlerinin de sahada olduğunun farkındayız. Gerek Irak'ta gerekse Suriye'de yaşayan halkların rızaya dayanan bir demokratik birliktelikle bir arada yaşama iradesini ortaya koyamamış olması sebebiyle bölgede yaşayan halkların huzur ve güvenliğinin de kalmadığı bir başka vakıadır. Bütün bu gerçeklerin siyasi ve diplomatik temasların yanında 950 kilometre sınırımızın olduğu Suriye sahasında zaman zaman askerî operasyonları da beraberinde getirdiği de bir başka vakıadır. Elbette Suriye'deki bütün halkların barış içinde yaşadığı ve rızaya dayalı bir bütünlükle Suriye'de bir an evvel kalıcı istikrarın sağlanması hepimizin ortak dileğidir. Dünyada hiçbir devlet ve milletin komşu ülkesinde, hele hele de Türkiye gibi 950 kilometre sınırı olan ve kendi ülkesinde yaşayan vatandaşlarının akrabalarının, soydaşlarının yaşadığı bir başka ülkede bugün yaşanan kaos ve istikrarsızlığı istemeyeceği açıktır. Hiçbir millet ve ülke bunu kendi menfaatine görmez, görmemelidir. Ancak Suriye, maalesef bir rejimin ve destekçilerinin zulmü, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya gibi jeopolitik hesapları olan ve bu jeopolitik hesaplarını her türlü insan hakları ve bölgesel istikrarın önünden gören anlayışı sebebiyle bölgeyi kontrollü bir kaos içerisinde bırakan bir sürecin bölgede hâkim olmasını sağlamışlardır. Suriye halkı zaten rejim tarafından zulme uğrarken bir de bu süreçler sebebiyle hem içeride hem de dışarıda mülteci pozisyonuna düşmüştür. Suriye'de yaşanan her zulüm Türkiye'ye hem jeopolitik hem beka ve güvenlik maliyeti oluşturmuştur hem de kendi ülkesinde yaşayan vatandaşlarının, akraba ve soydaşlarının insani dramlarını ve göç sorununu devasa bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Bunlara örnek olarak Halep'in düşüşünün ardından milyonlarca insanın hem İdlib gibi bölgelere göç etmelerini hem de sınırlarımıza dayanıp Türkiye'de ciddi bir sığınmacı nüfusu oluşturmalarını gösterebilirsiniz. Hakeza IŞİD tehdidiyle Suriye'deki Kürt nüfusunun Rojava'da yaşadığı trajedi de yakın geçmişte yaşadığımız insani travmalardan bir tanesidir. Türkiye bu tehditler altındayken Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Kalkanı gibi askerî operasyonlar gerçekleştirdi. İdlib sığınmacı akınlarına çare olan bir il hâline geldi. Suriye'nin kuzeybatısında yaşam alanları oluşturmakla birlikte 5 milyon civarı bir nüfus İdlib'te bir güvenlik kuşağı olarak görüldü. Bütün bu tablo Türkiye'nin yaşadığı zorlukları göstermekle birlikte Türkiye'nin bu sahada bugüne dek izlediği siyasetlerin hatasız olduğu anlamına gelmemektedir ve işte, bizleri endişeye sevk eden de bu noktadaki hassasiyetlerimizdir. Sınırlarımızda bu derece ciddi tehditler varken elbette askerî ihtiyaçlar da olacaktır ancak Türkiye'nin dış politikası ve özellikle Orta Doğu politikasının başarısı, tüm komşularla siyasi, kültürel, ticari ve hatta sonuç olarak askerî planda bir entegrasyon siyaseti üretebilmesindedir. Meselelere sadece askerî bakış açısıyla bakılmamalı, askerî ihtiyaçlara gerek kalmayacak imkânlar sonuna kadar kullanılabilmelidir. Müslüman'ı, Hristiyan'ı, Ezidi'si, Kürt'ü, Arap'ı, Türkmen'i, Şii'si ve Sünni'siyle ulus devletlerin sınırlarını ve ulus devlet zihniyetini aşar tarzda halkların entegrasyonunu sağlamak gibi bir mecburiyetimiz var. Siyasal mühendisliklerle demografik yapıların dönüşümünü engellemek, etnik, dinî ve mezhebî sebeplerle süregelen çatışmaları sonlandırmak, birbirine komşu coğrafyaların toplumlarını birbirine kaynaştırıp bu coğrafyanın despotik yönetimlerinden ari, özgür ve demokratik toplumlar hâline gelmelerini sağlamayı hedefleyecek bir siyaseti bütün bölge ülkeleri ve halkları olarak hep beraber sağlamak durumundayız. O hâlde meselemiz, sadece bu coğrafyalarda askerî operasyonlarla yetinmek değil bahsettiğimiz bu geniş coğrafyayı ve çerçeveyi, onların ortak hedefleri, ortak idealleri, ortak zihniyetleri ve yaşam alanları hâline getirebilmektir. Nitekim, Türkiye için var olan tehditler ve güvenlik risklerini bire bir bölgedeki bütün ülkeler ve halklar da yaşamaktadır.

O hâlde Irak ve Suriye tezkeresi Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilip Hükûmete bu noktada bir yetki verilmişken Hükûmetin bu iki yıllık süreç içerisinde dikkat etmesi gereken noktalara işaret etmek istiyorum: Bu askerî tezkere hiçbir zaman sivillere yönelik tehditleri, onların Türkiye'ye olan bakış açılarını zedeleyici ve kalplerinde yıllarca açılabilecek onulmaz yaralara vesile olucu gelişmeleri asla beraberinde getirmemelidir. Bu tezkere asla Kürt halkıyla yıllara mebni kurduğumuz doğru ilişkilerin düzlemini değiştirmemelidir.

Neden bu endişelerden söz ettiğimi müsaadenizle birkaç örnekle açıklayayım. Meselenin neden sadece askerî güvenlik sorunu olmadığını bu iktidarın izlediği siyasetler üzerinden izaha çalışayım. Az evvel de belirttiğim üzere güney sınırındaki sorunlarla mücadele etmek ve kendini güvene almak için bir dizi sınır ötesi operasyon geliştiren Türkiye'nin stratejisinde ciddi bir başarı elde ettiği ortada ancak mesela bu zincirin son halkası olan Barış Pınarı Harekâtı, aslında daha önce Kürt meselesi üzerinden bölgede etkisini artıran Türkiye'nin geldiği noktayı göstermesi açısından önemli bir vakadır. Türkiye, maalesef, bu coğrafyada zemin kaybına uğradı, söylem oluşturma gücünü başkalarına kaptırdı, meşru gerekçeleri bölgede insanlarımızın bir kısmında şüphe uyandırdı. Mesela, Suriye'nin yerel yönetim sorunları, demografik dengeyi tam olarak gözetememe sorunu, mesela Kürtçenin kamusal alandaki kullanımıyla ilgili vizyoner bir bakış açısını geliştirememe sorunu, içeride kullanılan siyasi dilin o bölgeleri de olumsuz etkilediğinin görülememe sorunu, kayyum politikalarının dış bölgelerde yapacağı olumsuz etkilerin doğuracağı sorunları, doktorlara, öğrencilere "Giderlerse gitsinler." diyen retoriğin, maalesef Kürt halkına dönük aşağılayıcı tarzın, bir yerel seçimde seçimi kazanma pahasına "Yallah, yallah kürdistan!" gibi dışlayıcı ve aşağılayıcı bir tarzdan kurtulamama sorunu, ülke içindeki otoriter dilin bölge halkları üzerinde de umut kırıcı olduğu sorunu... Bu sorunları görmeden buraya bir siyaseti hâkim kılmak zannımca son derece zordur. Ayrıca, Barış Pınarı Harekâtı iktidar için ciddi bir siyasi yenilgi olan yerel seçimlerin hemen ardından ve bir yıl öncesine göre operasyonu kaçınılmaz kılan yeni bir güvenlik riski yokken gerçekleştirilmişti. O dönemde, yıllarca iktidar içeride siyaset üretememesinin açığını kapatmak ve tabanını konsolide hedefiyle kullandığı beka söylemini ve otoriter milliyetçi dili her alana yayarken hangi coğrafyada nasıl etkiler meydana getireceğini öngörmeden, bunların Türkiye'nin tezlerinin altını nasıl boşaltacağına dikkat etmeden bir süreç yönetti. Nitekim harekâtın sahadaki askerî cephesi sadece on gün sürdü ve iddia edilen hedeflere de açıklanan haritalara da ulaşılamadı, Sünni Arapların yaşadığı belli sınırlı bölgelerin kontrolüyle nihayetlendi. Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya'yla yapılan ateşkes görüşmelerinde de daha önce ilan edilen hedeflerin gerisinde kalındı. Bu da aslında iktidarın planlı ve önceden ciddi manada belirlenmiş hedeflerle yola çıkmadığını bir kez daha ortaya koymuş olmaktadır.

Sürem sınırlı olduğu için bu iki yıllık tezkere sebebiyle birkaç soruyu sormak istiyorum. Kabul edilen tezkereyle Hükûmetin net bir harekât planı var mıdır ve bunu partilerüstü bir mesele olarak görüp muhalefet partileriyle ve tabii ki kendi partisiyle paylaşmayı düşünmekte midir? Suriye'nin kuzeyinde yapılan operasyonlarda zaman zaman sivil ölümlerine dair haberler var, bu konuda kamuoyu yeterince bilgilendirilecek midir?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

BÜLENT KAYA (Devamla) - Tezkere, sınır güvenliği için alınan bir olağanüstü önlem, evet; peki bu tezkereyle Hükûmet nihai olarak neyi hedeflemektedir? Sürenin sonunda neyi başardığınızın, neyi niçin başaramadığınızın hesabını verecek misiniz? Operasyon düşünülen bölgeler Türkiye için riskli bölgeler ise bu riskin azaltılması amacıyla askerî önlemler haricinde farklı yol ve yöntemler Hükûmet tarafından denenecek midir? Yapılan operasyonlarda burada yaşayan halkların zarar görmemesi için gerekli iş birliği ve koordinasyon sağlanmakta mıdır ve buna dair Meclis bilgilendirilecek midir? Türkiye'nin kontrolü altındaki bölgelerle ilgili nihai bir çözüm hedefiniz ve nihai bir çıkış stratejiniz var mıdır? Kur korumalı mevduattan bile çıkamadığınız bir zamanda bu tarz önemli bir meseleden nasıl çıkacağınız da ayrı bir soru işareti. Ve son olarak Rojava'daki yapılanmayla ilgili askerî tedbirler dışında başkaca bir planınız var mıdır? İki yıl sonra da otomata bağlanmış bir tezkereyle mi bu Meclisin huzuruna çıkacaksınız diye soruyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)