| Konu: | Saadet Partisi Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 12 |
| Tarih: | 25.10.2023 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA BÜLENT KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü hâl uygulamaları ve kanun hükmünde kararnamelerin siyaset, yargı, toplum, medya ve ekonomide açtığı yaralar üzerine bugüne kadar elbette çok şey yazıldı, çizildi ve konuşuldu. OHAL ve kanun hükmünde kararname uygulamaları başta insani olmak üzere, her alanda maliyeti çok yüksek olan ve sonuçlarını önümüzdeki on yıllar içerisinde daha belirgin hissedeceğimiz travmatik bir sürece doğru gidiyor. Bir dönemi âdeta derin bir sessizlik içinde geçiştirdik. Zira o dönemler hikmetidevlet, hikmetihükûmet lehine olabildiğince seslerin yükseldiği bir dönemdi aynı zamanda. Toplumdaki vicdanlı kesimler ise dertlerini, meramlarını anlatabilmek için sadece hukuka değil, özlü sözlere ve atasözlerine de başvurmak mecburiyetinde kaldılar. At izinin it izine karıştığını haykırdılar, kurunun yanında yanan yaşlardan bahsettiler, bindiğimiz dalı kestiğimizden dem vurdular. "Dönülür, Türkiye bir hukuk devletidir." derken sosyopolitik maliyeti yanlışlıklardan mı yoksa bile isteye, hesaba kitaba vurulan bir aklın ürünü olarak mı gerçekleşti, tartışılan bir süreç hâlâ devam etmekte. Mağduriyetler, logaritmik tarzda artmış olan sorumlu siyasi kriterlerin kanunilik zırhı içinde hâlen korunmaya çalışılmış olması da işin bir başka boyutu. Hukuki boyutlarına değinmeye çalışacağımız yanlışlar silsilesinin ise Bağdat'tan değil Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden dönmüş olması ise bu sürecin bir başka üzüntü veren tarafı.
Aslında görünen köyün kılavuz istemeyeceği daha baştan belliydi lakin sorunlar yumağının âdeta geri dönülemez bir şekilde bu kadar uzayabileceğini herhâlde süreci yönetenler de tahmin etmiyorlardı. Hukuk yollarının tıkalı olması, bilahare OHAL Komisyonu ve Avrupa Birliğine bir iç hukuk yolu görüntüsü verilmesi, yargı reformuna ilişkin beklentilerin devlete karşı işlenen suçlar boyutunun kapsam dışı bırakılmasıyla boşa çıkması hep hayalleri bir başka bahara bıraktı. Gerek beraat etmiş gerekse hakkında soruşturma olmayan ya da soruşturma olmasına rağmen hakkında takipsizlik verilenlerle ilgili sınırlı olmak üzere bir konuyu bugün burada tartışıyoruz. Elbette OHAL süreçlerini ve kanun hükmünde kararnameleri birçok boyutuyla burada konuştuk ve bundan sonra da konuşacağız ama bugün, burada bizim spesifik olarak üzerinde durmak istediğimiz 3 konu var. Beraat etmiş, hakkında herhangi bir mahkeme kararı ya da soruşturma olmayan ya da soruşturmalardan takipsizlik kararı almış olan insanların mağduriyetlerinin hâlâ devam ediyor olmasını neyle izah edeceğiz? Hele hele bunların yanında FETÖ borsası ve intikam hissiyle hareket edildiğine dair dedikoduların eklenmesi, hukuksuzlukta dahi eşitsizlik hissiyle donanan mağdurlar açısından daha fazla yıkımları beraberinde getirmiştir. Üst düzey görev alan kimi yönetici ve siyasetçilerin çok yakın akrabalarının aynı kriterlere uymasına rağmen onlarla ilgili farklı muamelelerin yapılmış olması kamuoyundaki vicdanı sızlatmakta ve bu eşitsizliği daha net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Masumiyet karinesi, savunma hakkı gibi temel hakların çiğnenmesi yanında suçun şahsiliği ilkesini de ortadan kaldıran, birinci ve ikinci derecede akrabaların zarar görmesi ya da birinci ve ikinci derece akrabalar yüzünden suç ve sosyal maliyet yükleyen zihniyet ve uygulamalar da hâlen devam etmektedir.
OHAL kanun hükmünde kararnameleriyle meslekten çıkarılanların neredeyse tamamına yakını yani yüzde 97'si 15 Temmuz sonrasında adli ve cezai soruşturmalara muhatap olmuşlardır. Yani her 100 kişiden 97 kişiyle ilgili 15 Temmuz öncesinde herhangi bir idari ve cezai soruşturma yürütülmemişken 15 Temmuz sonrası binlerce insanın soruşturulduğu bir süreci hep beraber yaşadık. Bu sürecin tüm hukuksuzluklarıyla gözler önünde olduğunu hep beraber görmemiz lazım. Süreç maalesef tüm hukuksuzluklarıyla ve toplumun korkularıyla maskelendi. 12 Eylül döneminde bile dört yıl içerisinde insanların çoğu işlerine iade edilmişken üzerinden geçen yedi yıla rağmen hâlâ insanlar bir nöbet beklemektedirler. Dolayısıyla kanun hükmünde kararname mağdurları, yıllardır kanaatle ihraç olanların hukukla neden iade edilemediğini soragelmektedirler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT KAYA (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun.
BÜLENT KAYA (Devamla) - 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, idare mahkemeleri, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay olduğu hâlde, süreç yıllarca bütün kurumları baypas eder, yetkisiz kılar şekilde ilerledi. Her şey "OHAL Komisyonu" denilen, ağır aksak işleyen "Komisyon kararları, mahkeme kararlarının üstündedir." anlayışıyla merkeze alınan bir akılla yönetildi. Dolayısıyla bugün geldiğimiz noktada eğer Türkiye bir hukuk devletiyse, eğer yöneticilerimiz hukuka saygı duyuyorsa hakkında beraat kararı olanı, takipsizlik kararı almış olanları ya da soruşturma geçirmemiş olan bir kişiyi işe iade etmemek onların ve çocuklarının vebaline girmek manasına gelir. Devlet hukukun verdiği kararlara uygun olarak hareket etmeli, asla ve asla idari kanaatler hukukun önüne geçirilerek bu süreç zehirlenmemelidir diyorum. Genel Kurulu bu konuda bir Meclis araştırması komisyonu kurmak üzere göreve davet ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)