GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Birleşmiş Milletlerin Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyon kapsamında yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 26/10/2022 tarihli ve 1346 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2023 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/764) münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:6
Tarih:11.10.2023

YEŞİL SOL PARTİ GRUBU ADINA GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Kars) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın vekiller ve ekranları başında bizleri izleyen değerli halklarımız; ben de hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Şimdi, BM bünyesinde yine Orta Afrika Cumhuriyeti'nde asker bulundurmayla ilgili bir Cumhurbaşkanlığı tezkeresini konuşuyoruz. Artık yıllık rutine binmiş bu tezkere meseleleri ama tezkerenin en önemli ayırt edici noktası, aslında bu tezkerenin Mecliste onaylanması dışında bütün yetkilerinin Cumhurbaşkanlığı tarafından yürütülmesi ve bu anlamıyla da aslında Meclisin kısmi anlamda bir onay mercisi olduğu gerçeğini değiştirmiyor; bunu ifade etmiş olalım.

Şimdi, Afrika Kıtası'na genel olarak bir baktığımız zaman, aslında Türkiye'nin Afrika Kıtası'yla ilişkisi, daha doğrusu ilgisinin 1998 yılında başladığını ve Afrika Eylem Planı'yla da buna yönelik bir girişimi olduğunu biliyoruz. Ama aslında, daha sonra, 2003 yılında Afrika Ülkeleriyle Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesi Stratejisi ve 2005 yılının "Afrika Yılı" ilan edilmesiyle de yeni bir sürece girildiğini biliyoruz.

Yine, 2008 yılında Afrika Birliği Türkiye'yi kıtanın stratejik ortağı olarak ilan etti ve o günden bugüne de sistematik olarak gelişen bir ticari, ekonomik ve diplomatik ilişkiler olduğunu biliyoruz ki Türkiye'nin aslında kıtanın birçok yerinde açtığı elçilikler, elçilik sayısını 12'den 45'lere kadar yükseltmiş olması da bunun göstergeleri arasında. Fakat şunu söylememiz gerekiyor: Kıtanın geneline baktığımız zaman, aslında, eski sömürgeci rejimlerden 1960 yılında her ne kadar kurtulmuş ve bağımsızlığını ilan etmiş olsa da yeni bir sömürgecilik anlayışıyla kıtanın sömürülmeye devam edildiğini ve kıta halklarının bütün haklarının aslında yok edildiğini de çok iyi biliyoruz. Örneğin, 1960'tan sonra kıtanın genelinde yaklaşık 200'den fazla darbe girişiminin olduğunu ve bunların yarısından fazlasının da başarılı olduğunu gözlemliyoruz değerli arkadaşlar. Peki, bu darbelerden sonra gelen hükûmetler halkçılar mıydı; gerçekten kıtadaki halkların iyiliğini, refahını, ekonomik olarak yeni bir refah içinde yaşamasını mı sağladılar? Hayır. Bütün bu darbelerin aslında o kıtada bulunan ve çoğu emperyalist güçlerin, sömürgeci güçlerin destekçisi olan güçler arasındaki bir elitler savaşı olduğunu ve bir hükûmetin diğer hükûmeti devirerek aslında sürece müdahil olduğunu görüyoruz. Fakat bununla beraber, artık Afrika'da ilişkilerin ve işlerin de değiştiğini ifade etmemiz gerekiyor. Özellikle Çin'in ve Rusya'nın kıtaya ilgisinin artması, Çin'in orada birçok projeye ev sahipliği yapması, kıtanın genel olarak birçok ülkesini borçlandırarak yollar, köprüler, viyadükler inşa etmesinin kendisi aslında eski sömürgeci güçleri de, birçok ülkeyi de rahatsız ediyor. Bununla beraber, yine Rusya'nın bölgedeki etkinliğini artırması ve özellikle paralı askerler olan Wagner üzerinden orada askerî etkinliği, birçok maden sahasının güvenliğini sağlaması ve birçok silahlı grubun içerisinde yer alması da yine kıta genelinde aslında ilişkilerin düzlemini değiştiren bir yere oturuyor.

Afrika'ya dair çok şey söylenebilir ama şunu söyleyelim: Türkiye aslında nereden bu Afrika ilişkilerini devşiriyor? En nihayetinde, Gülen cemaatinin çok uzun bir süre Afrika'daki etkinliklerinden, açtığı okullardan, Türkçe Olimpiyatları'na getirdiği işte, o Afrikalı, esmer tenli, siyahi çocuklara söylettiği Türkçe ezgilerden çok iyi biliyoruz. O anlamıyla aslında AKP Hükûmetinin de bütün o Gülen cemaatinin okullarını ve ilişkilerini devralarak Afrika Kıtası'nda bir etkinlik oluşturmaya çalıştığı açık ve net. O anlamıyla aslında bu ilişkilerin ve bu yaklaşımın yeni bir Neoosmanlıca yaklaşım olduğunu ve aslında Türkiye'nin de bir şekilde oradaki genç nüfusun yer altı ve yer üstü kaynaklarından bir pay kapmaya çalıştığı gerçeğini değiştirmiyor arkadaşlar. Bu anlamıyla bugün Birleşmiş Milletler kapsamında da olsa biz ilkesel olarak hiçbir askerî içerikte olan tezkereye onay vermiyoruz ve bu tezkereye de "hayır" oyu kullanacağımızı ifade etmek istiyorum.

Şimdi, deminden beri konuştuğumuz Lübnan tezkeresi meselesiyle de gündeme gelen Filistin meselesine dair bir iki şey söylemek istiyorum. Çokça ifade edildi; işte, Hamas'ın başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu'ndan sonra yeniden İsrail ve Filistin sorunu dünya gündemine oturdu ve Türkiye'de de Mecliste de aslında bu mesele birinci önceliğini koruyor fakat bir hakikat var: Filistin ve İsrail sorunu bugünün sorunu değil, aslında çok geçmişi, arka planı olan bir sorun ve en nihayetinde, evet, biz de bu sorunun barışçıl ve demokratik yollardan çözülmesini ve işgal altındaki Filistin topraklarının kurtarılmasını ve BM kararlarının gözetilmesini tabii ki istiyoruz ve destekliyoruz. Fakat burada genel olarak gözlemlediğimiz bir ikiyüzlü politikayı ifade etmek gerekiyor. Şimdi, Filistin için gözyaşları dökülüyor, Filistin için açıklamalar yapılıyor, Filistin'de ölen sivillere dair, Filistinli olan sivillere dair çok şey söyleniyor; her birine katılıyoruz fakat şunu görmenizi istiyoruz: Şimdi, Filistinliler ölürken gözyaşı dökenler Kürt çocukları öldüğünde, Kürt bölgelerinde savaş ilan edildiğinde, Afrin, Gire Spi, Serekaniye işgal edildiğinde, oraların demografyası değiştirildiğinde -hatta ve hatta bugün BM kapsamında bir Cumhurbaşkanlığı tezkeresi konuşuyoruz ya- BM'nin insan hakları örgütlerinin raporlarına giren insanlık suçları, savaş suçları AKP'nin himayesinde olan ÖSO çeteleri tarafından işlendiğinde niye sesiniz çıkmıyor arkadaşlar? Niye "Afrinli kadınlara tecavüz ediliyor, Afrinli kadınlar kaçırılıyor; Afrin'de zeytinlikler kesiliyor; Afrin'de yaşayan Kürtler ve oranın halkları topraklarından, yaşam yerlerinden sökülüp gönderiliyor; oraya ÖSO'cuların aileleri, IŞİD'in, El Kaide'nin artıkları yerleştiriliyor." demiyorsunuz? Bütün bunlar da savaş suçu değil midir? Bütün bunlar da insanlığa karşı suç değil midir? "Rapor" mu diyorsunuz? Deminden beri BM'nin kararlarına atıflar yapıyor, BM raporlarına girmiş şeylerden bahsediyoruz; afaki bir meseleden değil.

Diğer bir mesele, şimdi biz Suriye'yle savaşta mıyız? Ben bu Meclisten bir savaş tezkeresinin geçtiğini, "Biz Suriye'ye savaş ilan ettik." diye bu Meclisin bir karar aldığını hatırlamıyorum. Peki, o zaman nasıl oluyor da buradan kalkan F-16'lar, SİHA'lar gidip orada Kürtlerin coğrafyasını bombalıyor? Nasıl oluyor da benim vergilerimle siz gidip benim kardeşlerimi, benim soydaşlarımı, benim çocuklarımı, benim annelerimi öldürüyorsunuz? Hani ak sütün içindeki ak kılı ayıklıyordunuz? 47 sivil ölmüş sizin başlattırdığınız bu son operasyondan sonra, 47; içinde çocuklar da var. Siz savaş suçu kapsamında olan bütün altyapı ve üstyapı tesislerini, barajları, elektrik tesislerini, hastaneleri, okulları, buğday ambarlarını vuruyorsunuz; burada muhalefet dâhil hiç kimsenin sesi çıkmıyor, demiyor "Bu bir savaş suçudur." diye, demiyorsunuz. Kürt'ün kanı bu kadar ucuz mu? Siz, bu Meclis, dünyanın neresinde olursa olsun, bir soydaşına bir şey olduğunda karar alıyor, bizim de altında imzamız var. Peki, benim soydaşım, sınırın öbür yanında, Kobani'nin bitişiği olan Suruç'un öbür tarafında, bombalar atıldığında, benim kardeşlerim orada katledildiğinde, biz bunu kınadığımızda, buna karşı çıktığımızda niye bu Meclisten bir vicdan sesi yükselmiyor, niye biriniz çıkıp demiyorsunuz ki "Filistinli çocuk kadar Kürt çocuğunu da koruyalım." diye? Filistin'e barış reva da Kürt'e barış niye reva değil? Kürt'ün barış hakkını niye kanla susturuyorsunuz, niye gözyaşıyla kapatıyorsunuz, niye bombalarla üstünü örtmeye çalışıyorsunuz? Berivan da çocuk değil mi? Rojda da çocuk değil mi? Oradaki annelerimiz, oradaki yaşam alanlarını koruyan insanlar öldürülünce bu ülkede başınız göğe mi eriyor sizin ya da -kim yapıyorsa- AKP Hükûmetinin? Bu mudur barıştan taraf olmak? Hani, şimdi, Ömer Çelik açıklama yapmış, demiş "Prensip olarak biz sivillerin katledilmesine karşıyız." O zaman yazın prensibinizin yanına, "Kürtler hariç." deyin, "Kürtler hariç biz sivillerin katledilmesine karşıyız." deyin; bunu söyleyin. Bütün dünya bunu bilsin o zaman, biz biliyoruz çünkü.

Evet, benden önceki vekil arkadaşım Sayın Tiryaki de söyledi, ben sınıra gittim, Kobani'ye IŞİD saldırdığında o sınırda nöbet tuttum ve o zaman savaşan YPG'lilerin ambulanslarla getirilip Suruç Devlet Hastanesinde tedavi edildiğini biliyorum -ben dikiş atanlardan biriyim, hemşireyim- oradan Türkiye'nin dört bir yanındaki, bölgedeki birçok hastaneye götürüldüğünün tanığıyım. Nasıl oldu YPG terörist oldu, nasıl oldu Rojavalıların hepsi bir güvenlik tehdidi oldu? Nasıl oldu biliyor musunuz çünkü Kürtler sizin yanınızda Esad'a karşı, Suriye rejimine karşı savaşmadılar; savaşsalardı bugün başınızın üstünde taşırdınız. Savaşı reddettikleri için, kendi coğrafyalarını, topraklarını, yaşam alanlarını korudukları ama o savaşta taraf olmadıkları için bugün bombaların altında yaşam mücadelesi veriyorlar. Ben hepinizin vicdanına sesleniyorum, hepinizin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Sayın Başkan, tamamlıyorum.

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Milletvekili.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Elinde sapanla buraya bir taş bile atmayan, sapanla bile bir çakıl taşı göndermeyen Rojava halklarının, kuzeydoğu Suriye halklarının hakkı için, yaşamı için, oradaki çocuklar için, kadınlar için ne zaman konuşacak bu Meclis, ne zaman söz söyleyeceksiniz? Biz bunu soruyoruz size. Ne zaman "Kürt için de barış." diyeceksiniz, ne zaman Kürt sorununun demokratik çözümünü savunacaksınız? Ne zaman gerçekten o etle tırnak olma meselesinde hep kesilen, atılan tırnak olan Kürt değil de eşit olacağız biz; ne zaman, söyleyin?

Bakın, barışı inşa ederseniz Türkiye ülkede de bölgede de barışın mimarı olacak, yükselen, parlayan yıldız olacak ama yapmıyorsunuz, neden? Çünkü Tayyip Erdoğan'ın bir sözü vardı, şunu diyordu: "Biz barış, barış diyoruz, HDP'nin oyları artıyor." İşte, hakikat bu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Sayın Başkan, bitireyim hemen.

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Ayakta kalmak için hakikati böyle karartamazsınız, sayın vekiller. Biz hâlâ "barış" diyoruz. Şimdi, kalkıp birileri milliyetçi hamaset için 2013-2015 yılları arasında yaşanan çözüm sürecini mahkûm ediyorlar ya, "Yanlıştı." diyorlar ya; hayır, doğruydu, doğru yaptınız, biz arkasındayız, Türkiye halkları bu barışın arkasında, Kürt halkı bu barışın arkasında, Rojava halkı bu barışın arkasında. Gelin, eğer 29 Ekim yüz yıllık cumhuriyetin kuruluşuysa gelin, bu ülkede de bölgede de akan kanı durduralım. Sadece Filistin için değil, Kürt çocukları için de birlikte gözyaşı döktüğümüz zaman bu ülkede barış olur. Kürt'ün bombalanan barajı için de "İnsanlık dışıdır." dediğimiz zaman bu ülkede barış olur, bu ülkede kardeşlik olur yoksa bu milliyetçi hamasetle gidilecek bir yer, varılacak bir liman yoktur.

Genel Kurulu selamlıyorum. (Yeşil Sol Parti sıralarından alkışlar)