GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönündeki 2695 (2023) sayılı Kararı uyarınca; hudut, şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 (2006) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla tespit edilen ilkeler kapsamında; 31/10/2023 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL'e iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanınca yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/763) münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:6
Tarih:11.10.2023

MHP GRUBU ADINA ZUHAL KARAKOÇ DORA (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü'nün görev süresinin uzatılması yönündeki kararı uyarınca Lübnan'da Bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görev Süresinin Bir Yıl Daha Uzatılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi'ne ilişkin olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Gazi Meclisi ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyor, sizlerin huzurunda Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanında şehit düşmüş Türk askerinin aziz hatırasına saygımı, Türkiye Cumhuriyeti'ni farklı coğrafyalarda temsil eden Türk askerine ve gazilere minnetimi sunuyor ve 6 Şubatta merkez üssü Kahramanmaraş olan depremlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımızı rahmetle anıyorum.

Cumhuriyetin ilanından itibaren Atatürk döneminde Türkiye'nin genel dış politikası, barış odaklı ancak güvenlik eksenli bir çizgide ve başta komşularımız olmak üzere, başka ülkelerin iç işlerine karışmama prensibinde seyretmiştir. Tarihin o günden bugüne uzanan çerçevesi içinde gerektiğinde oyun kurucu gerektiğinde ise oyun bozucu rolleriyle Türkiye akıllı güç stratejisini başarıyla kullanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bugün dünya siyasetindeki malum başat güç unsurlarının dış politik meseleler karşısında iddia ettiklerinin aksine küresel refah ve istikrar politikalarının tesisi yerine yarı sömürü düzeninin tesis edilmesi ve bağımsız, eşit devletlerin hak gasplarına yönelik hamlelere sıklıkla tevessül ettiklerini üzülerek görmekteyiz. Uluslararası düzen içinde düzensizliğin bekçileri hâline gelmiş olan eskinin sömürgeci, bugünün tahakkümcü, sözde süper güçleri dünyamızı her geçen gün daha da yaşanılmaz hâle getirmekteler. Pamuk ipliğine bağlı tedarik ve gümrük anlaşmalarıyla güvenlik ittifaklarının içinden çıkamadığı güvensizlik problemleri ise devletlerin bulundukları coğrafyalarda daha fazla inisiyatif alıp başta sınır güvenlikleri olmak üzere milletlerinin refahını garanti edecek hamleleri öncelemeyi gerektirmektedir. Bu minvalde, uluslararası örgütlerin ve çoklu ittifakların daha kırılgan bir yapıya evrilmekte olduğuna şahit olmaktayız. Basit çıkar çatışmalarından da öte dünyanın kadim coğrafyalarında on yıllardır kan ve gözyaşının da durmadığını söylememiz yanlış olmayacaktır.

Bölgesel ve küresel krizlerin sönümlenmesi, barışın ve istikrarın tesisi, bu krizleri büyüterek yahut yangına ateşle giderek değil, uluslararası hukukun nizamı ve teamüllerinden doğan doğrular etrafında kenetlenerek mümkün olabilir. Tam da bu noktada, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türk milletinin tarihsel sorumluluklarından doğan görevlerinin ve barışın tesisinde muktedir olacağı fırsatların millet iradesi doğrultusunda sonuna kadar kullanılması taraftarıyız. Son yıllarda en belirgin örneklerden olan Ukrayna krizinde üstlenmiş olduğumuz rol bir kez daha ortaya koymuştur ki Türkiye hem bölgesel hem de küresel manada barışın tesisinde kilit öneme sahip bir ülkedir. Hem bu makul ara buluculuk rolü hem de millî çıkarlarından taviz vermemek, pek çok çıkar çatışması yaşayan ülkenin Türkiye'yle diplomasi masasında konuşulabilir bir aktör olarak tanımlanmasına vesile olmuştur. Hâl böyleyken Ukrayna-Rusya arasında hâlihazırda devam eden savaşa yönelik Türkiye'nin tavrı, sadece ABD, Avrupa Birliği ve Ukrayna tarafından değil, aynı zamanda Rusya özelinde de müspet karşılık bularak Türkiye'nin küresel anlamda etkisine vurgu yapılarak çözüm merkezlerinden birisi olduğunu tescillemiştir.

Hem millî çıkarlarımızı önceleyen hem de insanlığın huzurunu ve güvenli geleceğini gözeten, sayıları kolayca artırılabilecek bu örnekler Cumhur İttifakı'nın Türk ve Türkiye Yüzyılı'nın inşası için atılacak adımlarda, Türk diplomasisinin istikameti tayin etmesi adına oldukça önemlidir. Bu noktada belirtmek isteriz ki Türkiye Cumhuriyeti devleti küresel yönetişimin olmazsa olmazı olan diplomatik aparatları çok yönlü ve esnek bir biçimde kullanabilmekle birlikte, millî mevcudiyetine yönelik olan her türlü yıkıcı ve bölücü faaliyeti gerek sınırları içerisinde gerekse sınır ötesinde önlemeye muktedirdir. Nitekim, Batı yahut Doğu Bloku fark etmeksizin sözde müttefiklerimiz veya stratejik ortağımız olarak görünen küresel aktörlerin desteğiyle şımarmış terör unsurlarına, meşruiyeti kendi halkının kanının ellerinde oluşuyla ortadan kalkmış diktatörlere ve bölgesel çıkarlarımızı her fırsatta vekâlet unsurlarının arkasına gizlenerek baltalamaya çalışan güçlere karşı Türkiye'nin ve şerefli Türk ordusunun sahadaki mücadelesi en üst perdeden devam edecektir.

"Fırat ve Bahar Kalkanı" "Barış Pınarı" ve "Zeytin Dalı" adlı terörle mücadele operasyonları ve İdlib inisiyatifiyle bölgedeki milyonlarca masum sivili koruma altına alan Türkiye Cumhuriyeti son bir haftadır etkisi giderek artan hava operasyonlarıyla da Suriye'deki terörle mücadele politikalarına yeni bir boyut kazandırmıştır.

Tüm ikiyüzlü koruma ve kollamalara rağmen, PKK-YPG terör örgütüne gerek Millî İstihbarat Teşkilatımızın gerekse Türk ordusunun indirmiş olduğu demir yumruklar bizlere bir kez daha devletimizin iç ve dış güvenlik meselelerindeki tarihî deneyiminden gelen başarısını göstermiştir.

Başta Suriye ve Kuzey Irak olmak üzere, hangi mevziden gelirse gelsin ve ne şiddette olursa olsun teröre karşı milletçe tek yürek olmamız da devletimizin dirayeti ve millî güvenliğimizin tesisi için elzemdir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak milletimiz için güvenli yarınların inşasında sınır güvenliğimize ve memleketimizin huzurunu tehdit edecek her türlü tehlikeye, özellikle de terör belasına karşı devletimizin ilgili kurumlarına her türlü desteği vereceğimizi de belirtmek isterim.

Sayın milletvekilleri, 7 Ekim Cumartesi günü başlayan ve bir insani dram girdabına dönüşen Filistin-İsrail arasındaki çatışmalar bugün acımasız ve kuralsız bir savaş boyutuna ulaşmıştır. Şam vilayeti ve Kudüs sancağındaki Osmanlı idaresinin son bulduğu dönemden itibaren Arap-İsrail çatışması ne yazık ki hiçbir gün barış ortamına kavuşamamıştır; dahası semavi dinlerin buluşma noktası, ilk kıblemiz ve İslam dünyasının göz bebeği Kudüs ise mahzun bir şekilde mazisindeki parlak günlerini aramaktadır. Özellikle uzun yıllardır uluslararası hukuka aykırı yerleşim faaliyetleri merkezli olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını tanımayan İsrail yönetimlerinin zemin hazırlamış olduğu bu zincirleme krizler karşılıklı sivil ölümlerin ve masum insanların hayattan koparılmasına varan bir dehşet senaryosuna dönüşmüştür. Kimden gelirse gelsin, maksadı ne olursa olsun, kadın, çocuk ve yaşlı demeden savunmasız insanların hedef alınması asla kabul edilemez. Bu noktada, tarafların insanlığa karşı suç işlemelerinin önüne geçilmesi adına bölgede 1967 sınırlarına riayet eden iki devletli çözüm etrafında birleşmeleri elzemdir. Unutulmamalıdır ki işgal altındaki toprakların terk edilmesi ve açık hava hapishanesi hâlini alan Gazze ve Batı Şeria'nın İsrail sultasından kurtulması çözüm için öncelikli şarttır. Tarih boyu İslam dünyasının iftiharı olan Türk milleti olarak Filistin ve Kudüs davasının her türlü felaketten ve yaftadan uzakta, adil bir çözüme ulaşmasının sorumluluğu üzerimizdedir. Dünyanın pek çok kriz noktasında olduğu gibi meşru ve etkin tüm diplomatik unsurların diplomasi icracısı tüm mekanizmalarımızca bir an evvel devreye sokulması gerekmektedir. Bilhassa 7 Ekim Cumartesi gününden itibaren Türkiye'nin diplomatik kanallar vasıtasıyla taraflara adil ve barışçıl bir düzenin tesis edilmesi konusunda yapmış olduğu çağrılar hem bölge ülkeleri hem de dünya kamuoyu tarafından yegâne umut olarak görülmektedir. Bu teşebbüslerin devamı Türk milletinin müşterek vicdanının sesi olacaktır.

Türkiye hem Filistin davasının uluslararası arenada destekçisi olmakta hem de İsrailli ve Filistinli devlet adamlarıyla son yıllarda geliştirmiş olduğumuz karşılıklı diplomatik temaslarımız sayesinde sağlıklı bir ara buluculuk ortamını tesis etmeye muktedirdir. Türkiye'nin bu çatışmanın nihayete erdirilmesine yönelik dünyanın bir başka devletinde daha olmayan bir tecrübe ve müzakere yetkinliği mevcuttur. Hâl böyleyken Türkiye'nin son dönemlerdeki Libya, Karabağ ve Ukrayna gibi krizlerdeki müspet katkılarının Filistin-İsrail savaşının sona erdirilmesi adına da tekerrür edeceği muhakkaktır.

Sayın milletvekilleri, gerek devam eden küresel krizler gerekse Filistin meselesi üzerinde olduğu üzere Türkiye'nin etkin uluslararası rolünü tahkim eden etkinlik sahalarından biri de Doğu Akdeniz'in incisi, kadim medeniyetlerin beşiği Lübnan'dır. Çok da uzak olmayan bir geçmişte, şanlı ecdadın yönetimi altında bulunan Lübnan toprakları Türk-İslam medeniyetinin bin yılı aşkın süredir hüküm sürdüğü, iz ve bakiye bıraktığı nadide bir beldedir. Bugün ise ne yazık ki başına gelen pek çok sıralı felaket sebebiyle tarihte hiç olmadığı kadar mahzun kalmış bir coğrafyadır. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Türk hâkimiyetinden koparılan Lübnan toprakları maalesef ki yüz yılı aşkın süredir pek çok çatışmanın, ihtilafın ve de sıklıkla istikrarsızlığın gölgelediği bir sarmalın pençesinde kalmıştır. Türkiye ise bu olumsuz siyasal ortamdan yararlanmaya çalışan ve Lübnan'da tutunmak için çaba gösteren çeşitli terör örgütlerinin de hedefi olmuştur. Bu zor coğrafyada barışı ve refah içinde yaşamayı hak eden Lübnan halkı bu imajdan rahatsızdır. Ne var ki uzun yıllar boyunca sözde küresel oyun kurucular tarafından yapay bir sosyal laboratuvar ürünü olarak Türk milletinin ve İslam dünyasının başına bela edilen terör örgütleri, Lübnan gibi mümbit bir coğrafyayı da kirletmekten çekinmemişlerdir.

Bugün Genel Kurulda oylayacağımız Lübnan tezkeresi, Anayasa'mızın 92'nci maddesi uyarınca Türk Silahlı Kuvvetlerimizin ülke dışında görevlendirilmesini onaylamakla birlikte, milletçe tarihî rolümüzü icra etmemize de vesile olacaktır. Soğuk savaşın ardından dünyadaki değişen güç dengeleri arasında ayakta kalmak ve insanlığın huzurunu tesis etmek için aktif bir dış politika izleyen devletimiz, 1990'larda Bosna Hersek, Arnavutluk ve Kosova gibi kriz bölgelerinin, 2000'lerde Afganistan, Lübnan, Libya ve Somali gibi harekâtların yeri doldurulamaz bir unsuru olarak yer almıştır. Türkiye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletlere bağlı koalisyon güçleri tarafından oluşturulan bu barış gücü içerisinde icra etmiş olduğu bu müstesna görevlerle bir yandan uluslararası iş birliğinin, diğer yandan da çok yönlü bir dış politikanın tesisini sağlamaktadır. Ayrıca, yıllar içerisinde kurumsal bir strateji olarak benimsenen bölgesel ve küresel sorunlara karşı sorumlu, itidalli ve barış odaklı bir tavır, Türkiye'nin küresel yönetişimdeki pozisyonunu güçlendirmekte ve neredeyse her gün kaos ve krizle sarsılan dünyada bir güvenli liman olarak görülmesine vesile olmaktadır. Unutulmamalıdır ki reel politik bağlamında komşu coğrafyalarımızda pek çok felaket cereyan ederken kendi siyasi coğrafyamıza sıkışmak, bölgesel ve küresel krizleri görmezden gelmek bizleri hem özgür dünyanın bir parçası olmaktan uzaklaştıracak hem de meşru millî menfaatlerimiz çerçevesinde diplomatik esneklik alanlarımızı kısıtlayacaktır. Tam da bu noktada, Milliyetçi Hareket Partisi olarak millî menfaatlerin müdafaası ve Türk milletinin itibarının muhafazası adına dünyanın önde gelen askerî güçlerinden biri olan asil ordumuzun barışın tesisi için üstleneceği bu şerefli görevini daha önce de olduğu gibi destekliyoruz.

Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü, 1978 yılında, İsrail'in Filistin Kurtuluş Örgütü ve Lübnan'daki Filistinli mülteci kamplarında kendisine tehdit gördüğü unsurları bahane ederek güney Lübnan'ı yaklaşık yirmi sene boyunca işgal etmesi sırasında Lübnan'ın iç güvenliğini, hükûmet istikrarını ve Lübnan halkının geleceğe olan umudunu yeniden tesis etme amacıyla oluşturulmuş bir barış gücüdür. Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü yıllar içerisinde Sünni, Şii, Maruni, Dürzi, Türkmen ve Filistinli ve Suriyeli mültecilerin de içinde yer aldığı Lübnan'ın tüm unsurlarının bölgedeki bütün karmaşa ve kaosa karşı güvendiği bir gözlem ve yardım mekanizması olmuştur. Ne var ki 2006 yılında meydana gelen İsrail-Hizbullah savaşının ardından bölgedeki durum her geçen sene daha da kötüye gitmiştir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü'nün kapsamının arttırılması yönünde uluslararası kamuoyu Birleşmiş Milletler nezdinde bir mutabakata varmıştır. Bu kadar yakın bir coğrafyada mevcut olan istikrarsızlığın bir çözüme kavuşması adına 2006 yılından itibaren Lübnan halkına destek veren Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü'ndeki on yedi yıllık eşsiz katkıları, sadece Lübnan'ın huzur ve istikrarına yönelik değil, aynı zamanda da tabiri caizse bir kıvılcımla alev topuna dönüşebilecek olan Orta Doğu coğrafyasında Türkiye'nin insani ve politik anlamda sığınılacak son liman, bir istikrar ve güven abidesi olarak görünmesine de vesile olmuştur. Ayrıca, yıllardır bölgemizde yayılmacı ve mezhep temelli kutuplaşmaların düğümlendiği bir nokta olan Lübnan'da Birleşmiş Milletler gibi devletlerüstü bir mekanizmanın müşterek gözlemi mühim ve elzemdir. Elbette ki Türk Silahlı Kuvvetlerinin mevcudiyeti, huzuru ve barışı tesis etmedeki eşsiz emekleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve hükûmetlerinin Lübnan'da bulunan çeşitli fırkalara yönelik kalkınma diplomasisi ve yumuşak güç unsurlarını da etkin bir şekilde kullanabilmesine vesile olmuştur. Konuşmamın başında da belirttiğim üzere, Türkiye, sert gücün soğuk yüzünü kullanan bir ülke olmanın çok ötesinde akıllı güç stratejisini başarıyla icra eden, askerî operasyonları barışçıl amaçlarla yürüten ve yumuşak güce eklemleyen başarılı bir vizyonun yürütücüsü, kadim bir diplomasi ülkesidir. Nitekim, Türk Silahlı Kuvvetleri, barışı koruma hareketinin etkin icrasında önemli bir işlev üstlenmiş ve bölgedeki köy okullarının elektrik ihtiyacının karşılanmasından okullara oyun sahalarının yapılmasına, sağlık ocağı, yeni su depoları ve yol inşaatlarından ihtiyaç sahiplerine yardım ulaştırılmasına kadar çok sayıda projeyi ve insani yardımı hayata geçirmiştir. 2020 yılında Beyrut Limanı'nda yaşanan patlamada ilk elden yardım ulaştıran Türkiye, özverisiyle Lübnan'da gönülleri fethetmiştir. Tek bir alana sıkışıp kalmayan bu bütüncül diplomatik başarı, mezhep ve millet fark etmeksizin bu zor coğrafyadaki halkların ve dünya kamuoyunun sayısız kez takdirini kazanmıştır. Tam da bu noktada belirtmek isterim ki: Türkiye'nin göz bebeği olan, mevcudiyetini ve istikbalini kendi öz benliğinden ayrı görmediği Lübnan'da bulunan Trablusşam, Akkar, Beka, Golan ve Şam göçmeni Türkmenler, Türkiye'nin bölgedeki mevcudiyetinden güç almaktadır. Tolunoğulları, Suriye Selçukluları, Yavuz Sultan Selim Han ve Abdülhamit Han'ın mirası soydaşlarımızın huzur ve barış içerisindeki bir coğrafyada yaşamaları elbette ki bizlerin haklı ve halisane arzusudur. Bu noktada Türkiye'nin bölgeye hem barış gücü özelinde hem de pek çok alanda yapacağı katkı bizlerin gurur vesilesi olacaktır. Dahası Türk ordusunun üstleneceği bu şerefli görev, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki gücünü tahkim ederek mavi vatan sınırlarının meşruiyet katsayısını Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Lübnan, İsrail ve Mısır hattında artıracaktır. Zira hâlihazırda herhangi bir barış anlaşmasıyla çatışmaların nihayete erdirilemediği Lübnan ve İsrail arasında dahi Doğu Akdeniz'deki gaz rezervleri özelinde geçtiğimiz aylarda bir mutabakata varıldı. Bu noktada, taraflarla karşılıklı iyi ilişkiler tesis eden Türkiye'nin askerî güç unsurlarıyla mevcudiyetini artırması bölgedeki haklarımızın tanınması açısından önemlidir.

Sayın milletvekilleri, bizler, tarih boyunca Türk milletini Ötüken bozkırlarından Mağrib'e uzanan engin coğrafyayı yurt edinen bir mefkurenin vefakâr mirasçıları ve yılmaz bekçileri olarak 10'uncu yüzyıldan itibaren günümüz Orta Doğusu'nun her kilometresine, Akdeniz'in her milibahrine adaletle hükmeden ecdadımızın emanetlerini yalnız, çaresiz, mağdur ve mazlum bırakmayacağız. Dünyanın kanayan her coğrafyasında olduğu üzere, başta sınırlarımız ve komşu bölgelerimizde olmak üzere "Vefalı Türk geldi yine." şiarından asla taviz vermeyeceğiz.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak yüce Türk milletinin tarihsel sorumluluklarından ve insanlığın huzuru adına işaret etmiş olduğumuz ülkülerden doğan ödevlerimizin bilincindeyiz. Türk milletinin, tarihin pek çok döneminde olduğu üzere 21'inci yüzyılın tüm kaotik devletler arası nizamı içerisinde de bütün mazlum milletlerin öncüsü olma vasfının muhafazasını korumak için tüm gayretimizi sarf etmekteyiz.

Liderimiz Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi'nin "Sınırımızda nöbetçi, gökyüzümüzde kartal, gönlümüzde şükran, dileğimizde dua, dilimizde Peygamber ocağı, tarihte muzaffer bahadırlık olan kahramanlar" olarak tasvir etmiş olduğu şerefli Türk ordusu, Cenab-ı Allah'ın izniyle, Türk milletinin dualarıyla kardeş coğrafyalarda asayişi, umudu, istikrarı ve vefayı temsil edecektir.

Bugün oylamakta olduğumuz tezkerelerle bir yıl daha Lübnan ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde görev yapacak olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin aziz mensupları, ayağınıza taş değmesin, başınız öne eğilmesin, adımlarınız tüm dünyayı inletsin.

Bu düşüncelerle, Genel Kurul gündemine taşıdığımız tüm anlaşma ve tezkerelerin ülkemizin, milletimizin ve tüm dünyanın huzur ve barışına katkıda bulunmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)