GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Muğla'da bulunan Akbelen Ormanı'nda maden arama faaliyeti için yapılan ağaç kesimi konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergenin (8/14) ön görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:18
Tarih:08.08.2023

İYİ PARTİ GRUBU ADINA METİN ERGUN (Muğla) - Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Muğla ilimizin Milas ilçesinde bulunan Akbelen Ormanı'ndaki kömür sahasını genişletme çalışmaları hakkında görüşlerimizi ifade etmek üzere İYİ Parti adına söz almış bulunuyorum.

Muhterem milletvekilleri, Akbelen sahasındaki çalışmalar dört yıldır devam eden bir süreçtir; bölgede daha önce yine çam ağaçları kesilmiş, Zeytin Yasası yönetmelik değişikliğiyle delinmiş ve zeytin ağaçları kesilmiştir. Biz de Anayasa ve kanuna aykırı bu yönetmelik değişikliğinin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Mart 2022'de dava açmış idik. Talebimiz doğrultusunda yönetmelik değişikliğinin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiş ve bu karar Danıştay tarafından onaylanmıştır, dava süreci devam etmektedir. Son olarak da 24 Temmuz günü Akbelen Ormanı'ndaki çam ağaçlarının kesim işlemi hızlandırılmıştır, kamuoyunun yoğun tepkisi ve itirazları ise görmezden gelinmiştir.

İYİ Parti olarak, yer üstü kaynaklarımızı da yer altındaki kaynaklarımızı da ülkemizin zenginliği olarak gören ve bunları korumamız gerektiğine inanan bir bakış açısına sahibiz. Bizim arayışımız ve itirazımız kaynaklarımızın birbirine zarar vermeden değerlendirilmesi ve gelecek nesillere korunarak aktarılmasıdır.

Peki, Akbelen'de yaşananlar nelerdir? 24 Temmuz Pazartesi günü sabah saat beş itibarıyla kömür sahasını genişletmek üzere Akbelen Ormanı'nda ağaç kesimi başlatılmış ve binlerce ağaç kesilmiştir; maalesef bu genişletme sürecinde ekolojik dengenin bozulması göz ardı edilerek binlerce ağaç kesilmiştir. 2021 yılındaki büyük orman yangınlarında kaybettiğimiz on binlerce ağacın ardından bu şekilde bir ağaç katliamı yapmanın hiçbir makul gerekçesi yoktur.

Vahşi maden çıkarma yöntemlerinden ve fosil kaynaklara dayalı enerji üretiminden vazgeçilerek çevreye zarar vermeyen, daha modern yöntemlerle ham madde elde etmek mümkün iken bugün Akbelen'de yaşananlar tercihlerden kaynaklanan kronik bir sorunun devamıdır. Bu sorun, korunması gereken alanlar başta olmak üzere, doğayı ve doğal kaynaklarımızı feda etmek uğruna, belirli kesimlerin menfaat elde etmesi noktasında tükenmeyen ısrarın yansımasıdır; aynı zamanda, vahşi madencilik faaliyetleriyle kömüre dayalı enerji üretiminden vazgeçilmesinin sonucudur. Hâl böyle olunca, Türkiye'nin enerji üretiminde kömüre olan bağımlılığı devam etmektedir.

Nitekim, Enerji Bakanlığının verilerine göre, 2022 yılında elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 35'i kömürden sağlanmıştır. 2023 yılı Haziran ayı sonu itibarıyla ise kurulu enerji gücümüzün yaklaşık yüzde 21'i kömüre dayalı tesislerden oluşmaktadır. Son yıllarda etkisi giderek şiddetlenen kuraklıklar ve artan doğal gaz fiyatları dolayısıyla iktidarın kömürden enerji üretme eğilimi de aynı oranda artmaktadır. Hâl böyle olunca, Türkiye'nin sera gazı emisyonu 1990-2020 yılları arasındaki otuz yılda yaklaşık 2,5 kat artmıştır. Kömürlü elektrik santrallerine bağlılıktan dolayı büyük şehirlerde ve sanayileşmiş bölgelerde hava kalitesi Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen kriterlerin çok altında kalmıştır.

Muhterem milletvekilleri, Akbelen Ormanı'ndaki ağaçların kesilmesine neden olan Yeniköy Termik Santrali 1986 yılında devreye sokulmuştur. Kemerköy Termik Santrali ise 1994 yılında devreye alınmıştır. 2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre, 1992-2017 yılları arasında geçen sürede Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallerinin yaklaşık 360 milyon ton karbondioksidi atmosfere saldığı hesaplanmaktadır. Bu santraller 2043 yılına kadar çalıştırıldığı takdirde yaklaşık 300 milyon ton karbondioksidi atmosfere salacakları tahmin edilmektedir. Bilindiği gibi, termik santrallerin doğal ömrü otuz-otuz beş yıldır ve bu 2 santral de doğal ömrünü doldurmak üzeredir. Kamuoyunca malum olunduğu üzere Muğla'daki santraller, sistemleri mevzuata uygun olmamasına ve kirleticilikleri sınır değerlerin üzerinde olmasına karşın geçici faaliyet belgesiyle çalıştırılmaktadır.

Türkiye, fosil yakıtlara dayalı enerji üretim anlayışından, çevreye ve doğaya zararlı enerji arzından doğaya ve insana kalıcı tahribatları önlemek için çok geç olmadan vazgeçmeyi gündemine almalıdır fakat iktidar, fosil yakıtlara dayalı enerji elde etme ısrarına devam etmektedir. Bu, tamamen iktidarın bir tercihidir ancak bu tercih doğaya, insanımıza, çevreye zarar veren ve gelecek nesillere daha kötü bir miras bırakmamıza neden olacak kötü bir tercihtir. Hâlbuki Türkiye, doğaya zarar vermeyen çok çeşitli kaynaklardan ihtiyacı olan enerjiyi elde edebilir. Yapılacak şey, enterkonnekte sistemin bu doğrultuda revize edilmesidir.

Kömürden enerji üreten termik santraller ve kömüre bağımlılık, günümüzde tüm dünyanın en çok tartıştığı konuların başında gelmektedir, sebebiyse kömüre dayalı enerji üretiminin elde ediliş şekli bakımından modern yöntemlerin gerisinde kalması ve çevreye verdiği zararlardır. Kömür madenciliği ne yazık ki tabiatı gereği ekolojik bir yıkıma sebep olmaktadır. Aynı şekilde, kömür tüketen termik santraller de hem doğaya hem de insan sağlığına telafisi mümkün olmayan benzer zararlar vermektedir. Bu olumsuzlukların başında ise hava kirliliği gelmektedir. Uzmanlar termik santrallerin çevresindeki 90 kilometrelik bölgenin üstüne yılda hektar başına 50 kilogram kükürtdiokside eş değer asit çökmekte olduğunu belirtmektedirler. Bu asit kirliliği de bölgedeki ormanları tahrip etmekte, zeytin ve benzeri ağaçların çiçeklerini yakarak verimini düşürmektedir. Yatağan ve Milas ilçelerimiz de bu asit çökelmesinden ve hava kirliliğinden oldukça fazla etkilenmiştir. Dünya Sağlık Örgütünün belirlediği sınır değerin katbekat üzerindeki hava kirliliği, bölge insanının sağlığına ve canlı yaşamına çok büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Kömüre dayalı elektrik üretiminin sonucunda Türkiye'nin yıllık olarak atmosfere saldığı karbondioksidin yaklaşık yüzde 15'i sadece Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinden kaynaklanmaktadır. Muğla'nın karbon ayak izinin yani toplam sera gazı emisyonlarının yüzde 65'i sadece Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallerinden meydana gelmektedir. Türkiye'deki sağlık harcamalarının yüzde 27'si termik santrallerin neden olduğu hava kirliliğine bağlı olarak gelişen sağlık problemlerine harcanmaktadır. Termik santrallerin bulunduğu her bölgedeki olduğu gibi Yeniköy, Kemerköy ve Yatağan Termik Santrallerinin yarattığı hava kirliliği sebebiyle de bölgede binlerce vatandaşımızın olumsuz etkilendiği gözlemlenmektedir.

Termik santraller bölgenin sosyoekonomik yapısını da derinden etkilemektedir. Çok sayıda köyün yeri değiştirilmek zorunda kalınmıştır. Santrallerin kapasite artırımı, ömürlerinin uzatılması ve maden ruhsat alanlarının tamamının işletmeye alınması planları gerçekleşirse bölgedeki binlerce vatandaşımız doğrudan veya dolaylı olarak yerinden edilecektir.

Muhterem milletvekilleri, fosil kaynaklara dayalı enerji üretiminin yarattığı bir diğer olumsuzluk ise tarımsal üretime verilen zarardır. Santrallerden çıkan küller meyve ve sebzelerin üzerini kaplamakta, bitkileri zehirlemekte ve kurutmaktadır. Termik santrallerinin yarattığı hava kirliliği asit yağmurlarına neden olmaktadır, asit yağmurları da toprağın dengesini bozmakta ve tarımsal verimi azaltmaktadır. Santral bacalarından çıkan zehirli tozlar ve asitler bitki örtüsüne zarar vermekte, tarımsal besinler gıda yoluyla da insan sağlığına zarar vermektedir.

Termik santrallerden kaynaklanan bir diğer olumsuzluk ise bu santrallerin çok ciddi boyutlara ulaşan su tüketimidir. Yatağan'daki santral bir yılda 45 bin nüfuslu Yatağan ilçemizin 7,5 katından fazla su tüketmektedir. Yine aynı şekilde Yeniköy'deki termik santralin su tüketimi Milas ilçemizin yıllık kentsel su tüketiminin 2,5 katına yakındır.

Muhterem milletvekilleri, TEMA Vakfının bir raporuna göre Muğla'nın toplam yüz ölçümünün yüzde 59'u madenler için ruhsatlandırılmıştır, orman alanlarının ise yüzde 65'i madenler için ruhsatlandırılmıştır. Uluslararası koruma kriterlerine göre belirlenen ve nadir flora ve fauna barındıran dünya ölçeğindeki önemli ekosistemler bu alanların içindedir. Muğla'da tarım alanlarının yüzde 48'i madenler için ruhsatlandırılmıştır. Bu tarım alanlarının ciddi bir bölümü özel kanunla koruma altında olan zeytinlik alanlardan oluşmaktadır. Türkiye'nin en yaşlı karaçam ormanı ve eşsiz yaban hayatıyla mutlak koruma statüsüne sahip Kartal Gölü ve Tabiatı Koruma Alanı'nın tamamı madenler için ruhsatlandırılmıştır. Yine, arkeolojik sit alanı gibi kültür varlıklarının da yüzde 66'sı madenler için ruhsatlandırılmıştır.

Bilindiği üzere, madencilik faaliyetleri arazinin topoğrafyasını, jeolojik yapısını, su rejimini, yerel iklimini, flora ve faunası ile peyzajını tamamen değiştirmektedir. Açık ocak kömür madeni işletmeciliği ise arazi bozulmasının ve ekosistemlere müdahalenin en görünür olduğu madencilik yöntemidir. Açık ocak kömür madenciliğinde yeryüzünden 5 ila 100 metre derinlikteki kömür damarına ulaşabilmek için rezervlerin üstündeki ağaçlar kesilmektedir, tarım ve ormancılık faaliyetleri için çok önemli olan ve milyonlarca yılda oluşan verimli üst toprak sıyrılmaktadır. Kesilen ağaçlar ve sıyrılan verimli üst toprakla birlikte orman ekosisteminin tüm canlı bileşenleri büyük oranda ya da tamamen yok edilmektedir. Dolayısıyla, bu alanda biyolojik çeşitlilik azalmaktadır. Su tutma işlevi olan bitki örtüsü ve üst toprağın yok edildiği alanlar ise erozyona uğramaktadır.

Akbelen'le ilgili iktidar tarafından yapılan açıklamalarda, kamuoyunun ormanların yok edildiği itirazına karşı, 6-7 milyar civarında fidanının toprakla buluşturulduğu ifade edilmektedir ancak dünyanın hiçbir yerinde toprakla buluşan fidan sayısı ormanlaştırma ve ağaçlandırma kapsamında sayılmamaktadır. Verilen sayıların içine okul, hastane ve benzeri kamu kurumlarının bahçelerine dikilen fidanlar, belediyelerin süs amaçlı diktiği bitkiler ve toprağa atılan her türlü tohum dâhil edilmektedir. Elbette bunlara karşı değiliz ancak bunların yüzyıllar içinde oluşan ve büyük bir ekolojik sistemi barındıran ormanların yok edilmesine karşılık bir çözüm olarak sunulması en yalın hâliyle bilimsellikten uzaktır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin enerji politikalarını köklü bir şekilde değiştirmesi, kaynakların etkin kullanımı ve sürdürülebilir yöntemlerle enerji üretimini sağlaması elzemdir. Dolayısıyla, daha fazla zaman kaybetmeden bazı adımların atılması gerekmektedir. Küresel Ayak İzi Ağı, 2023 yılında dünyanın doğal kaynaklarını tüketme hızımızın 2 Ağustos itibarıyla sınırı aştığını duyurdu; bu durum, bir yıl boyunca kullanılabilecek doğal kaynakları tamamen tükettiğimiz anlamına gelmektedir. Küresel Ayak İzi Ağı'nın raporuna göre, Türkiye ise yıllık doğal kaynaklarını 22 Haziran itibarıyla yani yılın ilk altı ayında tüketmiştir. Bu hızlı tüketim oranı, kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasının herkes için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. İklim değişikliğine bağlı sorunların tüm dünyada artması neticesinde, genel ekonomi ve ticaret politikaları, iklim sorununu göz önünde bulunduran ve küresel ısınmayı kontrol altına alan bir yaklaşımla, sürdürülebilir ve kapsayıcı ekonomik büyüme sağlanmasına yönelik şekilde oluşturulmaktadır.

Bildiğiniz üzere, Avrupa Birliğinin 2019'da duyurduğu Avrupa Yeşil Mutabakatı'na uyum sağlanması amacıyla, Ticaret Bakanlığı Yeşil Mutabakat Eylem Planı oluşturulmuştur. 16 Temmuz 2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı genelgesinde de Yeşil Mutabakat Eylem Planı'nın tüm kamu kurum ve kuruluşları tarafından desteklenmesi ve görevlerin titizlikle yerine getirilmesi belirtilmiştir. Yeşil Mutabakat Eylem Planı'nda temiz, ekonomik ve güvenli enerji arzı konusunda adımlar atılması gerektiği, enerji kaynakları ile tabii kaynakların verimli ve çevreye duyarlı şekilde değerlendirileceği belirtilmiştir.

Cumhurbaşkanlığınca hazırlanan 2019-2023 yıllarına ilişkin On Birinci Kalkınma Planı'nda da ülkemizin coğrafi konumu itibarıyla iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeler arasında yer aldığı belirtilmektedir. Ayrıca, ormansızlaşma, çölleşme ve arazi bozulumuyla mücadele konularında da hem Yeşil Mutabakat'ta hem de On Birinci Kalkınma Planı'nda gerekli adımların atılacağı yer almaktadır.

Mevzuatta bütün bu düzenlemeler yapılmasına rağmen uygulama yoktur, mevzuatın uygulamaya dönüşmemesi sorunu burada da ne yazık ki devam etmektedir. Yeşil dönüşüm sürecinde bölgesel ve ulusal planların hızlı bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Enerji politikalarındaki dönüşüm özellikle Muğla, Aydın ve Denizli gibi kömür madenciliğinin yoğun olduğu bölgelerde acil bir şekilde gerçekleştirilmelidir. Zira sosyal ve ekonomik yönden kömür madenciliğiyle geçimlerini sağlayan vatandaşlarımızın, işçilerimizin mağdur edilmemesi çok önemlidir. Bu bölgedeki binlerce işçinin aileleriyle birlikte mağdur olmamaları için iş olanaklarının yaratılması, bunun için gerekli planlamaların somut olarak uygulamaya konulması şarttır.

Bölgede son yirmi yılda biriken kümülatif kirliliğin şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılması gerekmektedir. Kömür üretim sahaları ve santrallerinden etkilenen ekosistemlerin rehabilitasyonu için kapsamlı bilimsel planlar hazırlanmalı ve vakit kaybetmeden uygulanmalıdır. Kömür tüketiminin sebep olduğu kirlilikten etkilenen vatandaşlarımız için halk sağlığı izleme ve değerlendirme çalışmaları yapılmalıdır. Bölgedeki termik santraller ve madenler başta olmak üzere tüm kömürlü termik santrallerin ÇED süreçlerine santrale kömür taşıyan ve sonrasında atık bertarafını sağlayacak tesisler de dâhil edilerek bütüncül bir yaklaşım izlenmesi gerekmektedir. Kömür madenciliğinden etkilenen bölgeler ve termik santrallere kamu bütçesinden ayrılan teşvik ve destekler yeşil politikalara, iklim değişikliğiyle mücadele konusunda yenilenebilir enerji üretim projelerine ve işçilerin mağdur olmamaları için atılması gereken adımlara harcanmalıdır. Özellikle Muğla için bir an önce gerçekçi bir iklim değişikliği eylem planı hazırlanmalı ve düşük karbonlu bir sürece adil geçiş için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Türkiye'nin yeşil dönüşümü gerçekleştirmesi ve Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı'na uyum sağlaması öncelikli politika hedefi olarak belirlenmelidir. Ayrıca, mevcut verilere göre karbon emisyonu konusunda ülkemizin 2053 yılı net sıfır emisyon hedefine ulaşamayacağı görülmektedir; buna yönelik adımların atılması gerekmektedir. Yer üstündeki ve altındaki kaynaklarımızı korumak, iklim değişikliğiyle mücadele için fosil yakıtlara bağlı enerji üretiminden vazgeçmek ve daha yeşil bir Türkiye yaratmak bizim gelecek nesillere karşı bir sorumluluğumuzdur.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerimi tamamlarken yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)