GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Muğla'da bulunan Akbelen Ormanı'nda maden arama faaliyeti için yapılan ağaç kesimi konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergenin (8/14) ön görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:18
Tarih:08.08.2023

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA BÜLENT KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi, Saadet Partisi Grubu, Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Demokrat Parti ve CHP Grubunun imzaları doğrultusunda bugün olağanüstü bir birleşimi icra etmektedir. Konuşmama başlarken değerli hazırunu saygıyla selamlıyorum.

Burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bir husustaki itirazlarımızı kayda geçirmek istiyorum çünkü bu husus son derece önemlidir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde 600 milletvekili, 6 siyasi parti grubu ve grubu olmayan diğer partiler var. Şayet milletvekilleri olarak bizler, hangimize yapılırsa yapılsın bir hukuksuzluğa, bir haksızlığa karşı çıkamayacaksak ya da Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilleri olarak kendi hukukumuza sahip çıkamayacaksak milletin hukukuna nasıl sahip çıkacağız ve yine, Meclis Başkanlığımız bu konuda tarafsızlığını yitirecekse o zaman bu Meclisi nasıl adil bir şekilde yönetecek? Bu hususla ilgili, iki hafta önce Sayın Meclis Başkanımızla bir görüşme gerçekleştirdik ve kendisinden istirham ettik, dedik ki: "Saadet Partisi olarak, biz, grup kurduk ama siz yaklaşık iki aydan beri hâlâ Meclis çalışma düzenini bir partiyi yok sayarak yürütüyorsunuz. Dolayısıyla bu oturma düzenini lütfen çözün, diğer siyasi parti gruplarıyla da bu konuyu müzakereye açın." Sayın Meclis Başkanımız "Acil bir olağanüstü oturum oldu, bize müsaade edin, önümüzdeki süreçlerde bakalım." dedi, biz de bu iyi niyetli yaklaşıma karşı konuyu problem etmedik.

Bugün saat 12.00'de toplanan Danışma Kurulu toplantısında yine bu konuyu dile getirdik. Bir kısım siyasi partilerimizin temsilcileri "Biz düzenimizi bozamayız." dediler. Bu zaten düzensiz bir düzen, biz bu düzeni bozmak zorundayız. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar) Hak, adalet bu düzene itiraz etmemizi gerektiriyor. Öyle "Her istediğimizi estiririz, biz buranın sahibiyiz." algılarından vazgeçeceksiniz çünkü bu Mecliste kendi hukukunu savunamayan milletvekilleri asla ve asla bu milletin hukukunu savunamaz. Buna karşı olan mücadelemizi İç Tüzük ve yasaların el verdiği ölçüde, Saadet Partisine yakışır olgunlukla devam ettireceğimizi burada tekrar kayda geçirmek istiyorum.

Bundan iki hafta önce de Türkiye Büyük Millet Meclisi ülkemizin yıkıcı sorunlarından, hatta belki de en önemli sorunlarından olan hayat pahalılığı, çalışanlara yapılmayan gerçek maaş artışları, iğneden ipliğe her şeye yapılan zam ve yüzde 25 zam kılıfıyla sıfır artış gibi sadece bu iktidara has olan bir buluşla emeklilere zam aldatmacasıyla toplandı. Üzülerek ifade ediyoruz ki milletimizin acil bir çözüm talebini dile getirdik ve Meclis Genel Kurulunda istedik ki milletin temsilcileri bu konuyu görüşsünler. Yine üzülerek ifade ederim ki iki hafta önce milletin bu acil talebiyle ilgili, ilgili milletvekili arkadaşlarımız Genel Kurul Salonu'ndayken Cumhur koalisyonuna mensup milletvekillerinin ise Genel Kurulu çalıştırmamak için Genel Kurulun dışında beklediklerini, zaman zaman kapıdan kafalarını uzatarak "Acaba yeterli çoğunluk sağlandı mı?" diye baktıklarını, yeterli çoğunluk sağlandıktan sonra da Genel Kurula girdiklerini gördük. Bu âdeta şunu ispat etti: Tok olan iktidar, aç olan milletin hâlinden ne anlar. Dolayısıyla bugün de bu oyunun maalesef ilk bölümünü hep beraber yaşadık; yine Genel Kurul Salonu'nda hazır olması gereken milletvekilleri hazırdı ama yine Cumhur koalisyonuna mensup olan milletvekillerinin Genel Kurul Salonu'nun dışında bekleyerek yine oturumun açılmaması için üzerlerine düşen vazifeyi bihakkın yerine getirdiklerini gördük.

Buradan Cumhur koalisyonunun değerli milletvekillerine seslenmek istiyorum: Yasama maalesef her geçen gün yürütmeye karşı olan etkisini azaltıyor. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçtiğiniz zaman referandumda meydan meydan gezerek "Yeni dönemde yürütme kendi işini yapacak, yasama ise kendi işini yapacak ve bu şekilde kuvvetler ayrılığını tesis edeceğiz." diyerek milletten destek istediniz. Bırakın yasamayı asli fonksiyonuna dönüştürmeyi, neredeyse yargının işini bile yürütme eliyle yapar hâle geldiniz. Bu düzen bu şekilde yürümez, bu düzenden bu millete bir hayır çıkmaz.

Bugün de Türkiye Büyük Millet Meclisinde 263 milletvekiliyle, azınlıkla da olsa kendisini destekleyen ortaklarıyla beraber Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran bir Adalet ve Kalkınma Partisi var. Dolayısıyla Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekillerine yüklediği misyonla ilgili nereden nereye savrulduğunu birkaç örnekle ifade etmek gerekir. Henüz daha kurulduğu ilk günlerde tamamına yakını Fazilet Partisinin eski milletvekillerinden... Ki Fazilet Partisinin kapatılması için bir kısım milletvekillerinin temennide, bir kısım milletvekillerinin de lobi faaliyetlerinde bulunduğunu da çok iyi biliyoruz. Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra Fazilet Partisinin bir kısım milletvekilleriyle oluşan Adalet ve Kalkınma Partisinin 2001 yılındaki ilk Meclis grup toplantısında o günkü Genel Başkan Sayın Recep Tayyip Erdoğan "Milletvekilleri el kaldırma makineleri değildir." diyerek milletvekillerine önemli ve çok mühim bir misyon yüklemişti. Ardından, 3 Kasım 2002 seçimlerinde yüzde 34 oy almasına rağmen Meclisin yüzde 66'sını 363 milletvekiliyle temsil eden Adalet ve Kalkınma Partisinin seçimden sonra, 10 Kasım 2002'de yaptığı grup toplantısında yine Sayın Erdoğan'ın "AK PARTİ iktidarında milletvekillerinin otomatik olarak 'evet' ve 'hayır' dediği bir Meclis olmayacak." şeklinde bir vaadi vardı. Oysaki geldiğimiz noktada, bırakın AK PARTİ iktidarında milletvekillerinin otomatik olarak "evet" ve "hayır" dediği bir Meclis olmamasını, milletvekillerinin Meclise otomatik olarak girip çıktığı bir Meclis düzeniyle maalesef yüz yüzeyiz. Bu da meşhur bir atasözümüz olan "Allah kişiyi iddiasından vurur ve yine Allah iddiasından kişiyi sınarmış." sözünün ne kadar doğru bir atasözü olduğunu bizlere bir kez daha gösteriyor.

Yine, Sayın Erdoğan 19 Kasım 2002'de iktidar partisinin Genel Başkanı olarak milletvekillerine, kamuoyuna açık bir toplantıda hitap ederken şu şekilde ifade ediyordu: "Gün gün, ay ay yürütmenin yani Bakanlar Kurulumuzun icraatlarını denetleyin çünkü sizin 2 temel görevinizden biri de yasama görevinizin yanında denetleme görevidir. 'Mecliste hükûmeti denetleme görevini muhalefet partilerine mensup milletvekilleri yapar.' anlayışını bugünden itibaren tarihe karıştırmalıyız." "'Hükûmete mensup milletvekilleri Hükûmet kendilerinden nasıl davranmalarını istiyorsa öyle davranırlardı, Hükûmet elini kaldır dediğinde kaldırır, indir dediğinde indirirlerdi.' demeyin sakın, bu anlayış AK PARTİ iktidarının ilk gününde tarihe gömülmüştür, bunu bilin." iddiasında bulunmuştu. Gelinen noktada, iktidarlarını denetleyen Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerini bir tarafa bırakın, kendi iktidarlarını denetlemek isteyen muhalefet milletvekillerini dahi İç Tüzük oyunlarıyla çalıştırmamaya çalışan bir Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu görüyoruz.

Yine, o meşhur atasözümüzü hatırlatmak isterim ki: Allah kişiyi iddiasından vurur ve yine iddiasından sınarmış. Gerçi Sayın Erdoğan hep bu taleplerini söz konusu kendisi olmadığı zaman dile getirirdi. Mesela, kendisi Genel Başkanken ilk Hükûmette Sayın Abdullah Gül Başbakandı dolayısıyla o iktidarı denetlemek kendisi için konforluydu. Yine, kendisi 2002 Kasımda milletvekili değildi, milletvekili değilken milletvekillerinden talepte bulunmak konforluydu ama kendisi Başbakan olunca bütün bunları unuttu. Yine, kendisi Başbakanken Ahmet Necdet Sezer'in bir Cumhurbaşkanı olarak davranması gerektiğini ifade etmişti ama kendisi Başbakanlıktan Cumhurbaşkanlığına geçtikten sonra Başbakan olan Sayın Ahmet Davutoğlu'nun âdeta bir emanetçi gibi davranmasını talep etmişti, onu Sayın Davutoğlu kabul etmediği için de ülke bambaşka bir noktaya doğru evrilmişti.

Buradan tekrar hatırlatmak istiyorum: Cömert olmak için fakirken vaatte bulunmak önemli değil, zenginken cömertliğin kıymeti bilinir. Bir iktidar partisinin de yetkiyi ne şekilde kullanacağı muhalefetteyken değil, iktidardayken belli olur. Bu hususları da Adalet ve Kalkınma Partisindeki değerli arkadaşlarımıza tekrar hatırlatmak istiyorum.

Bütün bunları niçin ifade ediyorum? Çünkü sizin ne olduğunuza, bugün nerelere geldiğinize dair eminim yaşanmış olan birçok örnek ve sizin yaşatmışlıklarınız var. Onun için, bu konularla ilgili ziyadesiyle örnek var ve bizim de önümüzde beş yıllık uzun bir süre var. Dolayısıyla, sadece bu konularla ilgili örneklerle sınırlı tutarak Sayın Erdoğan'ın büyük hayallerle kurduğu -ki biz o hayallerin ne olduğunu çok iyi biliyoruz- partisinin ilk yıllarında çizdiği milletvekili misyonuna dönüp yasamayı birlikte güçlendirmeyi teklif ediyorum. Gelin, el kaldırıp el indiren makineler olmadığınızı, iktidarı denetlemenin sadece muhalefetin değil, aynı zamanda iktidara mensup milletvekillerinin de görevi olduğunu herkese gösterelim.

Bunları tekrardan ifade etmemin sebebi şu: Emin olun sizleri mahcup etmek yada üzmek için bunları söylemiyorum, sizlerin de mensubu olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını hep beraber yükseltelim diye ifade ediyorum. Yine iki hafta önce milletin bu meseleleri görüşülsün diye biz bir talepte bulunurken maalesef bunu reddetmiştiniz ama hiç olmazsa gelin bugün bu konuyu hep beraber enine boyuna müzakere edelim çünkü gerçekten milletimizin bu konuda çok önemli beklentileri var, bu beklentilere bigâne kalmamış olalım.

Değerli milletvekilleri, bugün toplanma sebebimiz, bitmeyen, daha doğrusu belki de bitmesi istenilmeyen bir yazgımızdan, doğamızın, ormanlarımızın, tarım alanlarımızın, derelerimizin, hatta şehirlerimizin talan ve tahrip edilmesinden kaynaklı doğa katliamlarını konuşmak ve bir çözüm bulmaktır. Değerli milletvekilleri, son yıllarda iktidar ve liderinin işine geldiği zaman itibar ettiği ama genellikle kendilerine bir yük olarak gördükleri Anayasa'mızın 56'ncı maddesi "Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir." demektedir. Yanlış anlaşıldıysa tekrar edeyim "sağlıklı ve dengeli bir çevre" diyor ve ekliyor "herkes" yani sadece zenginleriniz değil, bir avuç rantçılarınız değil, zenginlerinizle birlikte fakirleriniz, emekçileriniz, köylüleriniz ve kısaca tüm fertleriyle birlikte 85 milyon milletimiz diyor. Bu sebeple sadece zenginlerinizin, sadece rantçılarınızın çıkarlarını düşünmeyin, gelin hep beraber bu 85 milyonun çıkarlarını düşünelim. Bu hüküm, çevremizi yani doğamızı, yaşam alanlarımızı geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevrenin kirlenmesini önlemek adına devlete gerçekten çok ciddi sorumluluklar yüklemektedir. Yine, Anayasa'mızın 169'uncu maddesi "Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz." derken tam da bunun yapılmaması hâlinde ne kadar büyük bir suç işlendiğine atıfta bulunmaktadır ama bugün, kolluk kuvvetlerine verdiğiniz görev ve yaptırdığınız işler âdeta ormanları tahrip edenleri savunan, ormanlara sahip çıkanları cezalandıran bir tutuma dönüşmüştür.

Saygıdeğer milletvekilleri, bu arada, sizlere yakın tarihimizden küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum "Lozan'dan sonra, AK PARTİ'den önce-AK PARTİ'den sonra" diye. Hani iktidar ve destek veren bir kısım trollerinin, işine geldiği zaman "hezimet" işine geldiği zaman da "zafer" olarak ilan ettiği bir Lozan Anlaşmamız var ya ve bir de onun gizli olmayan maddeleri var ya, işte buna göre yer altındaki madenlerimizi çıkaramıyor, petrol ve doğal gaz arayamıyor, madenlerimizi de yabancılara peşkeş çekiyorduk ya, o hâlde iktidar ve yandaşlarını üzecek bir bilgiyi bu vesileyle kamuoyuyla paylaşmak istiyorum: O iş öyle değil, cumhuriyet ilan edilir edilmez yapılan ilk işlerden biri, yabancılara tanınan imtiyazlara son verilerek madenlerin devletleştirilmesi olmuştur, özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinde yabancılara verilen bütün maden çıkarma imtiyazları geri alınmıştır. Bu sayede yer altı kaynaklarımız başta olmak üzere tüm varlıklarımızın birileri tarafından yağmalanmasının önüne geçilmiştir ve iddia edildiği gibi Lozan'da yabancılara maden çıkarma hakkı falan da verilmemiştir. Ama gelgelelim AK PARTİ'den sonraya, Lozan'dan AK PARTİ'ye, AK PARTİ'den sonraya. AK PARTİ'nin 2004 yılında çıkardığı 5177 sayılı Kanun'la, cumhuriyetin ilanından AK PARTİ'nin iktidara geldiği 2003 yılına kadar ne kadar maden ruhsatı verilmiş size ileteyim; 1.168 maden. 2003 yılından yani AK PARTİ'nin yabancılara maden arama ruhsatı izni verdiği tarihten sonra, 2019 itibarıyla yaklaşık 150 bin. Yani Lozan'dan sonra madenlerimiz yabancılara verilememişken 2004 yılında, AK PARTİ'den sonra ise neredeyse maden ruhsatlarının büyük bir çoğunluğu maalesef yabancı şirketler eliyle dışarıya peşkeş çekilecek durumdadır. O tarihten yani 2019'dan sonra, biliyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle yükselişe geçtik, uçmaya başladık; o 150 bin ruhsat bugün 350 bine mi, 400 bine mi vardı, varın onu da siz hesap edin!

Şimdi, bir kısım iktidar şakşakçıları çıkıp bu sayıları da "kaynaklarımızı değerlendirme" olarak sunmaya çalışacak ama her nedense kaynaklarımız sadece bir avuç zenginlerinizi ihya ediyor. Her işinizde nimet size, külfet millete. Kaynaklarımızı değerlendiriyorsak bu kaynaklar niçin milletin ekonomisine yansımıyor da sadece bir avuç şirketin ya da birilerinin, sermaye hamallığı yapanların bilançolarına yansıyor?

Saygıdeğer milletvekilleri, iktidar partisi ve destekçilerinin devriiktidarlarında, maalesef ülkemizin her bir köşesi yağmalanacak bir darülharp diyarı olarak görülmektedir; ne derelerimiz ne ormanlarımız ne tarım alanlarımız, hatta tarihî ve sit alanlarımız bu durumdan vareste tutulamamıştır. Tek derdi bir an önce yandaşlara "ruhsat" adı altında yağma izni vermek olan ve verdikten sonra da aradan çekilen, ihtiyaç olduğunda ise kanunla, kararnameyle, kararlarla ya da kamulaştırmalarla tekrar yardıma koşan iktidar, bilinçli bir şekilde bu firmalarla insanları karşı karşıya getirmeye çalışmakta ve her zamanki gibi, sütten çıkmış ak kaşık gibi bu olaydan sıyrılmaya çalışmaktadır.

Muğla'mız başta olmak üzere, ülkemizin en önemli sorunlarından biri, termik santraller, mermer ocakları ve maden sahalarında yürütülen faaliyetlerin mevzuata aykırı şekilde yapılmasıdır. Yaşanan çevre kirliliği ve doğa katliamlarının en büyük sebebi de budur. Hani "Sen yürü, kanun arkandan gelir." demişlerdi ya, maalesef bu anlayışı her sahada sürdüren ve işi engelleyecek her olumsuzluğu görmeyerek "Sen başla, biz onu bir şekilde hallederiz; ÇED raporu gerekirse onu çözeriz, yürütmeyi durdurma kararı varsa onu çözeriz, başka sıkıntıların varsa onu çözeriz, dövizden TL'ye döneriz, olmadı kararname çıkarırız, olmadı teşvikler veririz." pervasızlığıyla maalesef çevre ve doğa katledilmeye devam edilmektedir. Madencilikle uğraşan şirketlerin faaliyette bulundukları alanlar maalesef mevzuata aykırı bir şekilde tekrar doğaya kazandırılmak için ağaçlandırılmamaktadır. Kanunun boşluklarından yararlanıp -ki kimlerin kanun boşluğundan yararlandığı ve kanuna takılmadığına dair veciz atasözlerimiz var ama Meclisin mehabetine aykırı olur diye onu ifade etmek istemiyorum- ormanlarımız ve yaşam alanlarımız bu şekilde pervasızca kaderine terk ediliyor.

Değerli milletvekilleri, Milas-Bodrum Havalimanı'nı kullananlarınız olmuştur. Dünyanın en güzel coğrafyalarından biri olan bu yere gelen insanlar şehre gelirken uçaktan aşağıya baktıklarında cennetten bir köşe hayal ederken maalesef artık kapkara bir görüntüyle karşılaşmaktadırlar. Bu ülkenin varlıklarının ekonomimize kazandırılması, yeni istihdam alanlarının oluşturulması ve her şeyden önce yurt dışına olan enerji bağımlılığımızın sona erdirilmesi millî bir görevdir. Kimse "Madenlerimizi çıkarmayalım, ekonomimize katkı sağlamayalım." demiyor, şirketler daha fazla kâr etsin diye ormanlarımızın, derelerimizin vahşice talan edilmesinedir itirazlarımız. Bu yerleri yurt bilen insanlarımızın hassasiyetlerini, hatıralarını, geçmişlerini hiçe sayarak, hoyratça bir üslupla ne yapmaya çalışıyorsunuz? O insanlar bu ülkenin vatandaşı değil mi, niçin dediklerini dinlemiyor ya da anlamaya çalışmıyorsunuz? Allah aşkına, daha sizler, bizler yokken bu insanlar buradaydılar; bu ağaçları, bu zeytinlikleri kendi elleriyle büyüttüler; aldıkları ürünlerden kızlarını gelin, oğullarını güvey ettiler, bir yuvaları oldu; hayvanlarını otlattılar, ekmeklerini taştan çıkararak helal lokma yediler, çantacılık yapmadılar. Bu yüzden bu insanları da dinleyin, zulmetmeyin, hakaret etmeyin, yok saymayın bu feryatları. Sihirli sözcükleriniz olan -ki geçmişte de sizler mücadele ederken bu sözler sizlere karşı da sıklıkla kullanılırdı- "vatan hainleri" "terörist" "marjinal gruplar" "ülkeyi karıştırmak isteyen bir grup azınlık" gibi yaftalamalarla bu konuları geçiştirmeyin. Varsa yasa dışı emeli olanlar, bunları da bulup ortaya çıkarmak kolluk kuvvetlerimizin ve yargılamalarını yapmak da elbette adli mercilerimizin işidir ama lütfen, bu sihirli sözcüklerle ne kendinizi ne de bu milleti aldatmayın.

Bakın, buradan, bu kürsüden tekrar ifade ediyorum ki Akbelen'de olan bütün bu hoyratlıkların müsebbibi iktidarınızdır. Başka yerlerde de aynısını yaptınız, Karadeniz'in derelerini kuruturken, Kaz Dağları'nda cennet doğamız katledilirken aynı taktiği yine uyguladınız. Sanki bütün bu işlerin sorumlusu sadece şirketlermiş gibi görünmez adamlar olmaya çalışmayın. Oysaki şirketler kâr hırsıyla size olmadık taleplerle gelebilirler, siz o talepleri "bal tutan parmağını yalar" hesabıyla değerlendirirseniz millete ihanet etmiş olursunuz.

Değerli milletvekilleri, bunların birçoğu -vatan hassasiyeti- vatanı "yağma Hasan'ın böreği" gören vatansızların işleridir. Sizlere şuradan ifade ediyorum: Vatan nedir, söyleyeyim mi? Vatan, bir gelecek ülküsüdür. Vatan, yurttaşların saadetidir. Vatan, insanına aş ve iş verebilmektir. Vatan, ülkeye aidiyet duygusudur. Vatan, sınırları namus bilmektir. Vatan, ırmağın akışının yanında, kurutulmaması için ölünceye kadar beklemektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.

BÜLENT KAYA (Devamla) - Vatan, ormanına, yaylasına, deresine, ekip biçtiği kıraça ve hatta defnedileceği 2 metre toprağa sahip çıkmaktır. Vatan, hiçbir vatandaşın aç ve açıkta bırakılmamasıdır. Peki, bu iktidar ne yapıyor? Tüm bunların altını oyup bir de üstüne vatan-millet goygoyu yapıyor. Yahu, siz vatanı iş yerinizin yazar kasası olarak gören bir zihniyetsiniz; sizler kim, vatansever olmak kim? Sizden olsa olsa parasever bir mirasyedi olur. Bu ülkenin tüm değerlerini "özelleştirme" adı altında satıp peşkeş çekenlersiniz sizler.

Dolayısıyla bütün bu söz ve görüşleri ortaya koymamızın tek bir sebebi var: Gelin, el kaldırıp el indirme makineleri olmadığınızı, iktidarı denetleme görevinin 600 milletvekiliyle hep beraber hepimizin görevi olduğunu dosta düşmana haykıralım, Meclisin iradesine sahip çıkalım diyorum.

Sayın Başkanı, heyetini ve siz hazırunu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)