| Konu: | KDV ve ÖTV oranlarının yükselmesi ve temel ihtiyaç ürünlerindeki fiyat artışı nedeniyle oluşan sorunlara çözüm bulunması amacıyla bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergenin (8/12) ön görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 17 |
| Tarih: | 25.07.2023 |
YEŞİL SOL PARTİ GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve ekranları başında bizleri izleyen, yaşadıkları zamlarla her gün kendisini biraz daha mutsuz, biraz daha huzursuz ve geleceğe karşı güvensiz hisseden değerli Türkiye yurttaşlarını saygıyla selamlıyorum.
Hakikaten Türkiye'nin şu anda en önemli gündemi sebebiyle bir aradayız ve konuşuyoruz. Şunu söyleyeyim: AKP-MHP iktidarının ekonomi politik tercihleri sebebiyle enflasyon, işsizlik, yoksulluk, borçluluk, geçim sorunu, hayat pahalılığı, sefalet, açlık sorunu her geçen gün daha büyüyor; bu gerçek tam da budur aslında. Israr edilen yanlış politikalarla karşı karşıyayız ve pek çok gösterge olumsuz seyretmeye devam ediyor. Enflasyon, işsizlik, döviz kurları, dış ticaret açığı, dış borç, dış ödemeler dengesi, CDS primi ülke tarihinin en yüksek seviyelerine ulaşmış durumda. Ayrıca bu zaman zarfında Merkez Bankası rezervleri eksiye düşmüş, dolar kontrol edilemez bir noktaya gelmiştir. Gittikçe artan otoriterleşme, yargının siyasal iktidara daha da bağımlı hâle getirilmesi, pek çok alanda hak ve özgürlüklerin askıya alınması, rafa kaldırılması, Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmemesinden kaynaklı güvenlik harcamalarında yaşanan devasa artış ülke ekonomisini çökme noktasına getirmiştir. Evet, savaşa para harcanıyor, savaşa para harcanırken hiçbir gerekçe kabul edilmiyor ama barışa hiçbir şekilde olanak verilmiyor. AKP-MHP iktidarı savaş politikası sebebiyle halkın kursağından, cebinden, buzdolabından para kısmaya devam ediyor. Daha bugün gazeteciler gözaltına alındı. Mehmet Şimşek "Maastricht Kriterleri" diyor ama Kopenhag Kriterlerini söylemiyor. Unutmayalım ki bir ülkede demokrasi yoksa, hak ve özgürlükler rayında değilse, tanınmıyorsa, adalet yoksa ekonomi de tabii ki rayına giremez. İkiz sözleşmelerden birini esas alacaksınız ama Kopenhag Kriterleri gibi kriterleri göz ardı ederek ekonomiyi düzeltmeye çalışacaksınız. Yok öyle bir dünya, işte, böyle gelir, ayağınıza dolanır. Bu nedenle, şu anda yaşadığımız ekonomik problemlerin temelinde, kaynağında Türkiye'de demokratikleşmenin olmamasının yattığını da bir an aklımızdan çıkarmayalım. Kürt sorununda savaş politikasında ısrarın yattığını aklımızdan çıkarmayalım. "Kuzeydoğu Suriye'ye her gün operasyon yapacağım, oraya gideceğim." denerek SİHA'larla, İHA'larla yapılan operasyonlar olduğunu ve oraya harcanan paranın olduğunu da unutmayalım. Bu çok önemli veriler önümüzde duruyor.
İktidar, ülkeyi bedelini yoksulların ödediği ve ekonomiyi bumerang gibi vuran faiz-kur sarmalına sürüklemiş durumda. Sermayeyi, rantı, faizi merkeze alan ekonomik, politik tercihler enflasyonu doğal olarak hızla artırıyor. On milyonlarca yurttaş için hayat pahalılığı ve enflasyon en yakıcı mesele olarak orta yerde duruyor. Şimdi, seçim sonrası döviz kurlarında meydana gelen hızlı yükseliş ve peşi sıra vergi oranlarında yapılan artışlar tabii ki enflasyonu daha fazla tetiklemiş ve zaten bozuk olan vergi yapısını ve gelir dağılımını daha da bozmuştur. Vergilerde yapılan artışların sonucu ne olmuş? Hızla mal ve hizmet fiyatlarına yansıdı ve gıdadan giyime, barınmadan ulaşıma kadar her şey zamlandı. Akaryakıt fiyatlarına defalarca zam yapıldı, artık takip edemiyoruz. Özellikle akaryakıttan alınan ÖTV'de yapılan artış sonrası benzinde tek kalemde 5 TL artış oldu. Bugün, 25 Temmuz Salı günü gelen son zamlarla litre fiyatı 37 liraya çıktı. Peki, akaryakıta yapılan bu zamlar nasıl yansıyor? Uçak fiyatları artıyor, otobüs fiyatları artıyor, insanlar seyahat edemiyor; çiftçi tarım yapamıyor, hayvancılık yapanlar hayvancılık yapamıyor; esnaf, esnaf faaliyetini yürütemiyor; hayatın her alanında a'dan z'ye kadar hayat zamlanıyor ve bu mazot fiyatlarındaki, akaryakıttaki artış şu anda her yerde temel gündem olarak önümüzde duruyor.
Şimdi bir buhran döneminde yaşıyoruz çünkü öyle bir şey var ki değer-fiyat bariyeri kırıldı ve fiyat istikrarı yok oldu. Bu nedenle, tabii ki şu anda Türkiye bir ekonomik buhran döneminde; bunun adını gerçek anlamda koymamız lazım.
AKP-MHP iktidarı enflasyonun küresel bir sorun olduğunu söylüyor; aman ha, inanmayın. Türkiye yurttaşlarına söylüyorum: Öyle bir küresel sorun falan değil. Niye değil, onu anlatmaya çalışayım. Bizzat Merkez Bankası aksini ifade ediyor, bizzat Merkez Bankası ve diyor ki: "Küresel enflasyon düşme eğilimine girdi." Ülkelerin enflasyon oranları karşılaştırıldığında, yüzde 38'lik resmî enflasyon oranıyla Türkiye'nin oldukça negatif ayrıştığı zaten rahatlıkla görülecektir. Dünya Bankasının yayınladığı Gıda Güvenliği Raporu'na göre Türkiye dünyada yıllık bazda en yüksek gıda enflasyonuna sahip 10'uncu ülkeyken, bu alanda OECD ülkeleri arasında 1'inci sırada yer alıyor. Bunun bedelini kim ödüyor? Tabii ki yoksullar ödüyor, tabii ki asgari ücretliler ödüyor, tabii ki emekliler ödüyor, tabii ki memurlar, işçiler ödüyor; bunu AKP-MHP iktidarının etrafında kümelenen zenginler ödemiyor, bunu hepimiz gayet iyi biliyoruz.
Yakın zamanda açıklanan bir OECD araştırmasına göre Türkiye OECD ülkeleri arasında geçim derdinde yine ilk sırada yer alıyor. Her anlamda sonunculuğu kaptırmayan Türkiye -AİHM'de, ihlallerde, hak ve özgürlüklerde gerilerde seyrederken- tabii ki ekonomik alanda da olumsuzlukta sırayı yine -tersten bu sefer- başka birilerine kaptırmıyor ve Türkiye'deki ailelerin yüzde 70'inden fazlası geçim derdi yaşıyor.
Şimdi, özellikle son yıllarda işsizlik arttı, emek değersizleşti, güvencesiz çalışma yaygınlaştı, tencereler artık kaynamıyor, sepetler boş kalıyor, evler ısıtılamıyor. Bunu ezbere bir retorik olarak söylemiyorum, bunu sahada gittiğimiz, ziyaret ettiğimiz yüzlerce insan, binlerce insan bizzat temas ettiğimizde bize söylüyorlar; "Ben tencereyi ocağa koyamıyorum, ben yemek pişiremiyorum." diyor, "Kahvaltı vermek zorundayım; peynir fiyatları uçtu, artık peynir de alamıyorum." diyor. Yani bu, hayatın realitesi, bunu hepimiz çok yakından görüyoruz.
Tabii ki bu süreçte en önemli meselelerden biri barınma arkadaşlar, insani koşullarda barınma ihtiyacı. Büyük kentlerde barınmak -altını çizerek söylüyorum "bir dam" diyoruz ya, eskiler "bir damın altında yaşamak" derdi- bir evde kirada yaşamak neredeyse bir lüks hâline geldi.
Dün tek maaşlı bir çalışanla sohbet ettim gece uçaktan indikten sonra; ev sahibi, oğlu evleniyor diye onu çıkarıyormuş -ortalama maaşı 17 bin civarında sanırım- diyor ki: "Ankara'da 15 bin liranın altında ben ev bulamadım kiralık. Ben 15 bin lirayı verirsem faturaları nasıl ödeyeceğim? Çocuklarımın eğitim masrafını nasıl karşılayacağım?" Yani sadece kira, elektrik, telefon, doğal gaz varsa bir de aidat ücreti varsa zaten maaşı yetmiyor. Peki, ne yiyecek, ne yapacak, nasıl yaşayacak bu yurttaş? Bu artık lüks hâline gelmiş durumda.
Şimdi, çok söylenen bir şey var: Zamlarla emekliye, memura, işçiye, ücretliye kaşıkla verilip hakikaten kepçeyle geri alınıyor. Normal şartlarda temel ücret olarak kabul edilmesi gereken ancak toplumun yüzde 50'den fazlasının asgari ücretle çalıştığı Türkiye'de insanlar en temel ihtiyaçlarını borçlanarak karşılamak zorunda kalıyor. Asgari ücretin açıklandığı 21 Haziran 2023'ten bugüne, henüz bir ay olmadan asgari ücret 480 dolardan yaklaşık 420 dolara düştü. 4 kişilik bir ailenin insanca bir yaşam sürmesi için gereken minimum tutar, bir diğer deyişle yoksulluk sınırı asgari ücretin yaklaşık 3 katına çıkmış durumda. Asgari ücretin en temel beslenme ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor olması, asgari ücretle çalışan yaklaşık 10 milyon emekçinin çalışan yoksul hâline geldiğini, dahası açlık sınırının altında bir yaşama mahkûm edildiğini artık herkes biliyor, bunu yüksek sesle hepimiz konuşmalıyız. Tabii, öte yandan, özellikle son günlerde bedelini ağırlıkla yoksulların ödediği vergi oranlarında devasa artışlar yapıldı. Ekonominin halkımızın üzerine çökmesine neden olunmuşken sermaye sınıfına bir bakalım; kârları rekor kırmaya devam ediyor. Burasını herkesin gerçekten dinlemesini ve düşünmesini önemle rica ediyorum yani bir yandan yoksullar, açlıkla boğuşanlar, barınacak bir ev kiralayamayanlar varken -hani "Ekonomiyi düzeltmek için mecburuz." diyorlar ya- peki sermaye sınıfı ne yapıyor? Rekor kırıyor.
Yakın zamanda açıklanan raporlar, mesela Türkiye'nin 500 büyük şirketinin kârlılığına ilişkin rapor, emeğiyle geçinen yurttaşlar daha da yoksullaşırken büyük şirketlerin devasa kâr oranı yakaladığını ortaya koymuştur. Buna göre, söz konusu şirketlerin 2022 yılı net satışları 2021 yılına göre yüzde 148,7'yle rekor kırarak artış göstermiştir yani şirketlerin kârı yaklaşık 8 trilyon liraya çıkmıştır; bu büyük şirketler net satışlarını dolar bazında da yüzde 33,4 artırmıştır. Gerçek enflasyon yüzde 100'ü geçmiş, hayat pahalılığı tavan yapmış, yoksulluk sınırı 40 bin liraya dayanmışken sermaye sınıfı kârlarına kâr eklemeye devam ediyor. İşte "Siz zenginlerin iktidarısınız, siz zenginleri koruyorsunuz; yoksulları korumuyorsunuz, yoksulların iktidarı değilsiniz." derken tam da bunu söylemeye çalışıyoruz. Yoksullara yönelik ayda 2 bin lira, 3 bin lira, 1.500 lira yardımlarla, Fak-Fuk Fon'larıyla, benzeri benzeri destek paketleriyle insanca yaşama yaklaşmayacak bir yaşam vadedilirken, sermaye sınıfına, zenginlere kârlarının üzerine kâr koyabilmeleri için her türlü destek sunuluyor.
Evet, şunu söyleyelim: Yurttaşlar, Türkiye yurttaşları mutsuz diyeceğim de mutluluk bir lüks olarak kalıyor. Sadece mutsuzluk değil, açlıkla boğuşuyor, yarınını göremiyor. Türkiye'den yurt dışına, Avrupa'ya, Amerika'ya, Kanada'ya, Meksika'ya, diğer Uzak Doğu ülkelerine bile göç rekor üzerine rekor kırıyor. İnsanlar bize söylüyorlar "Çocuğum burada ne yapsın? İş yok, güç yok, para kazanamıyor; ben ona bakamıyorum, bari gitsin kendi hayatını kurtarsın." diyorlar. Yani eğitim düzeyi yüksek olan doktorların göç oranı sanırım buna en iyi örneklerden bir tanesi.
Tabii, iktidar kendi bütçesini istediği gibi yapıyor, onların böyle bir derdi yok. Size somut iki örnek: İki bütçe kabul ettik değil mi bu Mecliste? 2022 yılı bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonundan buraya geldi, burada Meclisten geçti. Dedik ki: "Bu bütçe yetmeyecek, tekrar geleceksiniz." Altı ay geçmeden ek bütçe getirildi ve burada çoğunluk oyuyla, parmak sayısıyla geçirildi ve bizim sözümüze, iktidar grubu, AKP-MHP partileri geldiler ek bütçeyle. Yine, 2023 yılında da aynısı oldu, ek bütçe getirdiler. Diyorlar ki: "Bize bütçe verdiniz ama bu bütçe bize yetmiyor, biz Meclisten ek bütçe istiyoruz." Ya, hadi sizin parmağınız var, çoğunluğunuz var, türlü yöntemlerle bu çoğunluğa sahipsiniz, ek bütçe getiriyorsunuz; vatandaş ne yapacak, onların ek bütçe getirme şansı mı var? Size bağımlı, ücretliyse ücretli olarak, memursa memur olarak ya da esnafsa o oranlarda çalışmak zorunda. Peki, vatandaş bütçesini nasıl denkleştirsin?
Evet, yurttaşlar artık kontak çevirmeye korkar hâle geldi. Otobüslere, taksilere, minibüslere gelen artışları her gün okuyoruz. Benzine ve motorine yüzde 82 oranında zam gelmedi ama -işte, bugünkü zammı söylemiştim- iktidar, hakikaten çok takdir ediyorum, pişkinlikte zirve yapmış durumda; bu konuda saygı duymamız lazım(!) Her gün, sanki bu zamlarla halkın belini kırmıyorlarmış gibi ne diyorlar? Hazine ve Maliye Bakanı şaka gibi bir açıklama yaptı geçenlerde, görmüşsünüzdür "Evet, akaryakıta zam yaptık ama hâlâ Avrupa'nın en ucuz akaryakıtı bizde." dedi; halkı kandıracak ya kendince. Pişkinliğin bu kadarına hiçbir şey diyemem, pes diyorum sadece. Mehmet Şimşek'e buradan, bu kadar pişkinlik karşısında kuracak söz bulamıyorum. Neden peki? Benzinin litresini bir gecede 28 liradan 34 liraya çıkarın, sonra da çıkıp deyin ki: "Avrupa'nın en ucuz akaryakıtı bizde." Tamam, biz de ona bazı sorular soralım. İktidar ya gerçekten ekonomiyi bilmiyor -bence biliyor yani bu konuda başka pişkinlik yapıyor ama halkın bilmediğini sanıyor- ya da alay ediyor; bence alay ediyor ancak her şey ortada, kimseyi kandıramayacaksınız. Mehmet Şimşek'e soruyoruz: Türkiye, yurttaşlarının alım gücünde Avrupa'da kaçıncı sırada? Bu sorumuza cevap istiyoruz. Türkiye, Avrupa'da, yurttaşlarının refah seviyesinde kaçıncı sırada? Biz söyleyelim, son sıralarda tabii ki; o kendisi cevap vermeyecek. Türkiye'de ortalama bir ücretle kaç depo benzin alınabiliyor, Avrupa'da kaç depo benzin alınabiliyor? Evet, Avrupa'da ortalama ücretle ayda yaklaşık 40 depo benzin alınabiliyor, Türkiye'de ortalama ücretle sadece ve sadece 5 depo benzin satın alınabiliyor. Bu kıyası siz de yapabiliyorsunuz. O kadar aradınız ya Mehmet Şimşek'i, buldunuz getirdiniz; işte bizim matematik bilmediğimizi sanıyor ama büyük yanılıyor.
Türkiye enflasyonda OECD 1'incisi, bunu zaten söylemiştik ve Türkiye'de asgari ücret 380 euro bile etmiyor, "Ekonomisi bizden daha kötü." denilen Almanya'da brüt asgari ücret Türkiye'nin tam 4,5 katı. Evet, bu sorulara siz yanıt vermeyeceğiniz için biz söyleyelim dedik. Tabii, benzine zammı söyledik ama artık bu kutu, Pandora'nın kutusu açıldı ve bunu gizleyemiyorsunuz. Bu kutunun içinde yoksulluk ve sefalet var.
Şimdi, hayallerinizde "Türkiye Yüzyılı" dediniz ama gerçekler, zam yüzyılı. Seçimden hemen sonra zam yüzyılının startını verdiniz gerçekten. Ve iktidarımız tüm dünyadan farklı bir iktidar, dünyanın en pahalı iktidarı Türkiye'de; hakikaten bu da bir gerçek, bunu inkâr edemeyeceğiz.
Diğeri: Hani vatandaşa "İdare edin, geçinin, zorlanın." -hani Cumhurbaşkanı bugün bile konuşmuş- diyorlar ya; hayır, zamlara alışmayacağız, bunu kabul etmeyeceğiz, bunun karşısında susmayacağız ve vatandaşların da bu haksızlığa, bu zulme, bu korkunç tabloya karşı kesinlikle seslerini çıkarmalarını istiyoruz. Birileri saraylarda şatafat sürerken, etrafındaki zenginleri daha çok zengin ederken buna alışmayacağız.
Evet, şimdi, bir de tabii ki depreme yüklenen bir tablo var. Ne diyorlar? Depremleri zamlara bahane gösteriyorlar. Bu büyük bir vicdansızlık ya! Siz hâlâ deprem vergilerinin nereye gittiğini açıklamamışken, bu sorulara cevap vermemişken depremi kendinize kalkan ediniyorsunuz. Bu kadar insanın yaşamını yitirdiği, bu kadar büyük ihmallerin olduğu bir ortamda bunu asla kabul etmiyoruz. Tabii ki bunu iktidar söylüyor: "Deprem nedeniyle yaptık." diyorlar. Bu zamların nedeni deprem değildir ve bu zamların tek nedeni AKP-MHP iktidarıdır, bunu asla aklımızdan çıkarmayalım; yanlış ekonomi politikalarıdır; mesele israf, rant ve şatafattır. Bu israfları hepimiz biliyoruz.
Deprem vergilerinin nerede olduğunu bir kez daha buradan sormak istiyoruz. Yirmi yıllık iktidarınızda yaklaşık 100 milyar lira deprem vergisi topladınız; bizzat kendi Bakanınız Mehmet Şimşek'in de açıkladığı gibi, bu paraları deprem için harcamadınız; bunu Bakanınız itiraf etti. Şimdi de yine halktan topladığınız paraları deprem için harcamayacaksınız. Siciliniz temiz değil, kirli; ne yapalım? Önümüzdeki veriler, bu kiri bize gösteriyor. Siz deprem için topladığınız paraları yandaş şirketlere ihale olarak dağıttınız, yine aynı şeyi yapacaksınız yani yapacağınızı biliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayın.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Eğer gerçekten para lazımsa önce sarayın harcamalarını bir kesin ya, bir kesin; vatandaş rahat bir nefes alsın. Cumhurbaşkanına bir önerimiz daha var: Devasa uçak filosunu satmakla da başlayabilirsiniz yani bir kâr elde edelim ve savaşa, güvenliğe bu ülkenin kaynaklarını ayırmaktan vazgeçin. Gerçekten bununla sorunu çözebiliriz diyorum ve son olarak şunu söylüyorum: Hazine ve Maliye Bakanı "Rasyonel zemine döneceğiz." demişti, demek ki "rasyonel zemin" dedikleri zamlarmış. IMF'ye hiç ihtiyaç yokmuş, zaten Mehmet Şimşek aynı görevi yapıyor, aynı rolü üstlenmiş durumda ve yurttaşlar adına şunu söylüyorum: Bu politikalara karşı mücadele etmeye devam edeceğiz, sizlerle birlikteyiz, zamlara alışmayacağız.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Yeşil Sol Parti sıralarından alkışlar)