GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunun, Kamu İktisadi Teşebbüslerinin 2017-2018 ve 2019-2020 Yılları Denetimine İlişkin Raporlarının Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğünün 2017-2020, Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün 2017-2020, Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğünün 2019-2020, T.C. Ziraat Bankası A.Ş.'nin 2019-2020, Türkiye Halk Bankası A.Ş.'nin 2019-2020, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.'nin 2019-2020, Askeri Fabrika ve Tersane İşletme A.Ş.'nin 2019-2020, Et ve Süt Kurumu Genel Müdürlüğünün 2019-2020,Türk Sudan Uluslararası Tarım ve Hayvancılık A.Ş.'nin 2020, Posta ve Telgraf Teşkilatı A.Ş.'nin 2019-2020, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğünün 2019-2020 Yıllarına Ait Bölümleri ile Raporların Bu Bölümlerine Yapılan İtirazlar ve Komisyonun Görüşü münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:84
Tarih:04.04.2023

İYİ PARTİ GRUBU ADINA BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben de sözlerime başlamadan önce İYİ Parti Grubu adına Kuzey Kıbrıs heyetini saygıyla selamlıyorum. İsias Otel'de hayatını kaybeden gençlerimize Allah'tan rahmet, kederli ailelerine de başsağlığı diliyoruz.

İsias Oteli faciası depremde yerini almış Adıyaman'la özdeşleşmiştir. İnşallah yeni dönemde hem Rönesans olsun, İsias olsun, yine, Maraş'taki Ebrar Sitesi olsun depremde anıtlaşmış olan bu yıkımların muhakkak üzerine gideceğiz, yapılması lazım gelen ne varsa bunların takipçisi olacağımızı bu kürsüden ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, KİT Komisyonunda itirazlar üzerine tekrar toparlandık. KİT Komisyonu, hepinizin bildiği gibi farklı bir Komisyon, Başkanımız, Başkan yardımcılarımız burada ve hakikaten beş yıl içerisinde uyum içerisinde çalıştık. Zaman zaman kurumlarımızın bir adım ileri gitmesi adına ortak önerilerde bulunduk, ortak çalışmalar yaptık. Dolayısıyla bu da son toplantı, ben hem Komisyon Başkanımıza, yardımcısına ve değerli Komisyon üyelerine, bütün siyasi partilerin Komisyondaki temsilcilerine huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.

KİT Komisyonunun görevi sadece eleştirmek değil, doğru yaptıklarını tasdik edip yanlış yaptıklarını da "Doğrusu budur, bundan sonra bu kusurları işlemeyin." şeklinde yol gösterici özelliği olan bir komisyon. Bu çerçevede kurum ve kuruluşların denetimlerini yaparken hep bu düstur üzerinden hareket etmeye çalıştık.

Bu çerçevede, özellikle Devlet Demiryollarıyla ilgili düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. Yani Türkiye'nin kanayan yaralarından bir tanesi bu yap-işlet-devret modelleri ve verilen garantiler. Örnek olması açısından söylüyorum, işte, Ankara Garı'ndan bir miktar bahsetmek istiyorum. Mesela, orada kişi başına 1,5 dolar garanti vermişiz, demişiz ki: "8 milyon yolcunun seyahat edeceğini garanti ediyoruz." ama gerçekleşen rakam 1 milyon. Bu aynen Zafer Havalimanı'na benziyor yani yüzde 5, yüzde 3 gerçekleşen, yüzde 97 yanılınılan rakamlar. Burada da aynen yüzde 10 oranında gerçekleşmiş, yüzde 90 oranında yanılmışız. Bunları niye söylüyorum, biliyor musunuz? Uluslararası arenada bu tür fizibilite etütleri yapılırken gayet tabii ki rakamlar üzerinden hareket edilir, bu rakamlarla beraber orta yere konulur; yatırımcı da gelir, bakar, buna göre devlet de ayağını denk alır. Yani bu oranda yanılmaların bütçeye katkısını zaten görüyoruz. Bu yapılan zararların... Zaten bu kurum, kuruluşların bir ortak özelliği var; ne zaman Varlık Fonuna bir kurum devredilmişse muhakkak zarar etmiştir, bu, onların ortak özelliklerinden biri, tamamı için söylemiyorum ama özellikle devletin içinde olması lazım gelen kurum ve kuruluşlardan bahsediyorum. Yani bugün raylı taşımacılığın son sürat geliştirilmesi lazım geldiği bir dönemde bunlar doğal olarak özelleştirilemez, devlet bu alanda gerekli yatırım neyse yapmalıdır. Tabii, bu yatırımları yaparken yine tren kazaları gündeme geldi. Yani bugün Yunanistan'da bir tren kazası oldu, çıktı Ulaştırma Bakanı istifa etti. Yani en azından Türkiye'de de bu tür kazalar olduğu zaman -Pamukova'yı yaşadık, Lüleburgaz'ı yaşadık- bu tür kazalarda da hiç olmazsa bir kişinin istifa etmesi o olaya dikkat çekmek açısından önemlidir, yoksa bunun teknik detayları üzerinde durmaya gerek yok. İşte su toplanmıştır, zemin gevşemiştir, arkada havuz oluşmuştur, oluşan havuzun suyunu oluşan bent taşımadığı için göçmeler olmuştur gibi veyahut da hemzemin geçitlerde olan tıkanmalar gibi; bunlar teknik şeyler ama en azından bununla ilgili bir refleksi muhakkak göstermemiz lazım.

Bununla beraber bir deprem felaketi yaşandı, bazı demir yolu hatlarının da depremden ciddi oranda etkilendiğini gördük. Yine bunlar projelendirilirken sismik haritalar dâhil, jeolojik etütler dâhil muhakkak yapılmıştır ama demek ki bazen bu hatlar tespit edilirken sağlı sollu kaymalar olması mümkün; bundan önceki teknolojilerle bunu tespit etmek zordu ama bugünkü teknolojilerle neredeyse gerçeğe yakın fay hatlarını tespit etmek mümkün. Bunun üzerinden yeniden bir projelendirme yapılmalıdır diye düşünüyorum çünkü en uzun hayatta kalan hatlardan bir tanesi, çalışabilen hatlardan bir tanesi demir yolu; özellikle bu alanlara ulaşmak için de bu önemli.

Tabii, demir yolu demişken beş yıldır Parlamentodayız, doğal olarak Samsun Milletvekili olarak müteakip defalar gündeme getirmeye çalıştık yani şu Ankara-Samsun hızlı tren hattı bir an önce realize olsun dedik. Bu, Samsun için değil, bugün dünyanın gözü doğuda. Bizim batıda ürettiklerimizi doğuya iletmek açısından muhakkak bu demir yolu ağının inşa edilmesi lazım. Bu zamanki gayretlerimize rağmen maalesef çok ciddi mesafe katettiğimizi söyleyemeyiz ama Ankara-Samsun hattının önemli bir kısmı yapıldı. 3-4 sefer de devreye alındı. Hâlâ çalışıyor mu çalışmıyor mu bilmiyorum. İnşallah önümüzdeki dönemde hep beraber bunu görmüş oluruz ama bunun, Ankara-Samsun hızlı tren demir yolunun muhakkak... "Son 100 kilometresi kaldı." demişti Sayın Genel Müdür, tahmin ediyorum onun da projelendirilmesi yapılırsa önümüzdeki beş yıl içerisinde bu hattın devreye alınması lazım. Yetmez, aynı zamanda Samsun-Hopa demir yolunun da devreye alınması lazım ki biz doğudan batıya ihraç ürünlerimizi aktarabilelim. Ümit ediyoruz, artık döneminiz bitti ama bizim iktidarımız döneminde ilk devreye alacağımız, ilk üzerinde duracağımız projelerden bir tanesi de Ankara-Samsun demir yolu olacak.

Yine, taşımacılıkla ilgili, Sivas-Kalın-Samsun arasında yani cumhuriyet döneminde yedi yılda kazmanın ucuyla yaptığımız bu demir yolunu maalesef yedi yılda tam istediğimiz şartlarda devreye alabilmiş değiliz. Ümit ediyoruz ki hem yük taşımacılığı açısından hem de yolcu taşımacılığı açısından burası da istediğimiz şartlara gelir.

Yine, tabii, Demiryollarının yan kuruluşları var; Vagon Sanayii var, Lokomotif Sanayii var. Bunlar millî kuruluşlardır. Komisyonlarda da söyledik, bu millî kuruluşlara yapılan yatırımların tümünü destekliyoruz. Artık ithalata dayalı değil, millî ekonomimizle, millî yatırımcılarımızla bunları da üreten bir Türkiye olsun istiyoruz, Komisyonda da bununla ilgili her türlü katkımızı verdik, bundan sonraki çalışmalarda da inşallah 28'inci Dönemde arkadaşlarımız da bununla ilgili çalışmalara katkı verirler.

Yine, bunun yanı sıra özellikle şeker fabrikalarıyla ilgili görüşlerimi de beyan etmek istiyorum. Tabii, biz, şeker fabrikalarımızı sattık, elimizde şu an devletin 15 tane şeker fabrikası var, bu 15 tane şeker fabrikasının da toplam üretimdeki payı yüzde 36. Yani 6 liradan başlayan şeker fiyatı bugün 26-27 liralar mertebesinde. Bunlar dengeleyici ve düzenleyici kurum ve kuruluşlardır. Dolayısıyla devlet, düzenleyici konumu itibarıyla da muhakkak bu kuruluşların hayatiyetini devam ettirmesi açısından gerekli yatırımları muhakkak yapmalıdır. Yani bugün şeker fabrikaları köylüyle özdeşleşmiş fabrikalardır çünkü bunların yan ürünleri, özellikle melas Türk hayvancılığı açısından da vazgeçilmezdir. Özellikle aile hayvancılığı açısından, aile işletmeleri açısından bugün Türkiye'nin geldiği nokta maalesef hiç iç açıcı değil. Yani biz, bugün, Türkiye gibi bir coğrafyada hâlâ dışarıdan karkas et, canlı hayvan ithal etmeye çalışıyoruz; bu, Türkiye'ye yakışan bir tablo değildir. Dolayısıyla şeker fabrikaları da yan ürünü olan melas ürününü aynı zamanda çiftçimize ve hayvancılık yapan aile işletmelerine muhakkak suretle belli şartlarda vermelidir. Bugün, etin kilosunun 300 lira olmasının bu alana maalesef yeterli yatırımın, yeterli ilginin gösterilmediğinden kaynaklandığını düşünüyoruz. Tabii, bu kurumların özellikle zarar etmesinin altında yatan önemli faktörlerden biri de fiyatların mümkün olduğunca o gün iktidarda kimler varsa... Yani bugün Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde Sayın Cumhurbaşkanımız vasıtasıyla fiyatlar tespit ediliyor, hâlbuki şartlar kendiliğinden oluşur. Bir kurumun maliyetleri var, girdi rakamları var, satış rakamları var; bunları dikkate alınmadan istediğiniz şekilde fiyatları ayarlamaya çalışırsanız bu kurum ve kuruluşların zarar edeceği günbegün ortada. Tabii, bu fiyatın 6 liradan 27 liraya çıkması dolayısıyla 2020'de, 2021'de, 2022'de zarar eden şeker fabrikaları son dönemde kâra geçmeye başlamıştır ama bugün şeker fiyatını belirleyen maalesef fabrikanın kendi içerisinde oluşturduğu şartlar değil, Sayın Cumhurbaşkanının talimatları doğrultusunda "Bu rakama satılacak." demesidir. Doğrudur, yapılmalıdır, desteklenmelidir ama bu destek verilirken şeker fabrikalarına da gerekirse kamudan verilmesi lazım gelen rakamlar ayrıca aktarılmalıdır.

Bunun devamında özellikle hep gündeme getirdik, yine gündem tabii, Samsun Çarşamba Şeker Fabrikası. Komisyonda konuştuk, dilimizde tüy bitti "Türkiye'nin en genç şeker fabrikası." dedik, "89 yılında yapıldı." dedik, "Şeker kamışından üretim yapan Türkiye'deki tek fabrika." dedik. Yani bugün Çarşamba Ovası, Terme Ovası, Bafra Ovası Türkiye'nin en verimli ovalarının başında geliyor. Eğer biz bu alanlardaki üretim tesislerini destekleyemezsek nereyi destekleyeceğiz? Dolayısıyla, biz istiyoruz ki -Çarşamba Şeker Fabrikası özelleştirme kapsamından çıktı, Genel Müdürümüz de yeni atandı, ondan da beklentilerimiz yüksek- inşallah yeni dönemde burayla ilgili gerçek manada bir atılım yapılır. Biz bu yapılacak yatırımları da desteklediğimizi buradan ifade etmek istiyoruz. Yoksa bugün özel sektörün yüzde 66'sına sahip olduğu bir piyasada, sizin yüzde 36'yla piyasayı dengeleme ve denetleme görevi yapma şansınız maalesef yok.

Yine, bu kapsamda diğer bir kuruluşumuz Çay İşletmeleri. Hiçbir zaman bizim üreticilerimiz fiyatlar ilan edildiği andan itibaren maalesef o fiyatla devlete mal satamadılar. Neden? Çünkü sadece kotaları oranındaki rakamlarla ÇAYKUR'a mal teslim ettiler. ÇAYKUR bugün bu sektördeki üretimin yüzde 45'ini elinde bulunduruyor, yüzde 55'ini de özel sektör. Ne hikmetse bizim ÇAYKUR zarar ediyor, özel sektör para kazanıyor; bunun da muhakkak... Bir çay kanunu yapalım dedik, müteakip defalar gündeme getirmemize rağmen gerek Komisyonda gerek Genel Kurulda bu kadar önemli bir konuyu, önemli bir kanunu Meclise getiremedik. Bölgede belli çalışmalar yapıldı, o çalışmaların sonunda yine özel sektörün ağırlıkta olduğu bir Komisyon oluştu, orada oluşan halkın tepkisinden dolayı da o da maalesef gerçekleşmedi ama ümit ederim, 28'inci Dönemde bu çay kanunu da bu Meclisten geçer. Bunlar Türkiye için stratejik kuruluşlardır yani fındık olsun, çay olsun bunlar dünyada yaklaşık yüzde 65-70'ini bizim ürettiğimiz ürünler. Ama maalesef, ürettiğimiz oranda pazar payına sahip olmadığımızın da burada altını çizmek istiyorum. İnşallah, önümüzdeki dönemde artık bu işler de yoluna girer. Bunlar küçük işletmeler, küçük üreticiler; küçük işletmeleri ve üreticilerini desteklemeyen bir iktidarın var olma şansı sıfır. Onun için bu küçük işletmeler muhakkak suretle desteklenmeli.

Yine bu çay alanlarının gençleştirilmesi meselesi var, bununla ilgili çalışmalar var ama maalesef bu konuyla ilgili ne kadar mesafe katettiğimiz konusunda da net bir bilgiye sahip değiliz. Aynı şekilde bu kurum ve kuruluşların, Türkiye'nin her tarafında, geleneksel olarak çay içilmesine rağmen, yaptığı reklamların önemli bir kısmı belli alanlara yoğunlaşmış vaziyette, yani yaptığı reklamlar ile tüketim arasındaki ilişkiyi biz bir türlü gerçekleştiremedik, onun da burada altını çizmek istiyorum.

Diğer bir kuruluşumuz Taşkömürü İşletmeleri, yine stratejik kuruluşlarımızdan bir tanesi. Bugün Türkiye'nin taş kömürü üretimine baktığımız zaman yaklaşık yarı yarıya azaldığını görüyoruz yani 2002 yılında 2 milyon 319 bin tonken bugün 1 milyon 206 bin ton civarında kömür üretiyoruz biz. Özellikle kalorisi yüksek yani 6 bin kalorinin üzerindeki bir kömürden bahsediyoruz, özellikle demir çelik sektörünün kullandığı bir kömürden bahsediyoruz. Türkiye'nin toplam ihtiyacı 6 milyon tonken üretim... Yani ne kadar üretirseniz üretin alacak bir kurum ve kuruluş varken bu üretememenin... Bunu zaman zaman burada da konuştuk; her seferinde "Teknoloji yatırımı yapmamız lazım." dediniz, o zaman "Yapın, yapılması için ne gerekiyorsa biz size her türlü katkıyı sağlayalım." dedik. "Biz yapacağız." diyoruz, inşallah 28'inci Dönemde biz yapacağız.

Bunun yanı sıra, Türkiye Taşkömürü İşletmelerinin özellikle telesiyej takımlarını biz depremde gördük hatta bu komisyonlarda demiştik ki bu konuda dünyanın en iyi ekiplerinden bir tanesi Taşkömürü İşletmelerinin arama kurtarma ekipleriydi çünkü -ben inşaat mühendisiyim- biz dikey çalışırken bunlar yatay da çalışabiliyor. Yani şöyle söyleyeyim: 15 katlı bir binanın çöktüğünü düşünün, bizim arama kurtarma ekiplerimiz 15'inci kattan aşağıya doğru gelirken Taşkömürünün arama kurtarma ekiplerinin zeminden istediği noktaya kendi tedbirlerini alarak gitme şansları var ama maalesef onlar da depremde geç kaldılar, alana geç nakledildiler. Orada, alanda çalışırken ziyaret ettiğimiz, görüştüğümüz arkadaşlar "Eğer bize imkân ve fırsat verilmiş olsaydı çok daha fazla cana ulaşırdık." dediler bunu onların söylediklerinden hareketle söylüyorum. Yine aynı şekilde onlar bu konuyla ilgili eğitim de verebilirler. Bugün, özellikle AFAD'dan -sınıfta kalan bir AFAD'tan bahsediyoruz, arama kurtarma faaliyetlerindeki geç müdahalelerden bahsediyoruz- yani bu kurumdan bile yeterince istifade etmiş olsaydık belki kayıplarımız daha az olurdu diye düşünüyorum.

Yine, bu özellikle Taşkömürü İşletmelerindeki işçi ölümlerinde -buradan hepsine Allah'tan rahmet diliyorum- dünya ortalamasının üzerindeyiz. Hep şunu söylüyoruz: "Kader." Yani kader, tamam ama "Önce tedbir, sonra kader." diyoruz. İşte biz depremin nerede olacağını biliyoruz, fay hatlarını... Bugün televizyonlarda uzmandan çok bir şey yok. Zaten Türkiye'de ne zaman bir felaket olsa bizim ekranlarımızda uzmandan çok bir şey görünmüyor. Bir de her konuda uzman olanlar var, her konuda yani ne bileyim, kömür faciası olsa aynı arkadaşlar, deprem faciası olsa aynı arkadaşlar, sel felaketi olsa aynı arkadaşlarımız. Yani Türkiye'de ansiklopedik bilgi ve birikime sahip gazetecilerimiz var, bunları izliyoruz. İşte bunlar da bu tür faaliyetler olduğu zaman başlıyorlar konuşmaya. Biz bunların bilimsel olarak yerini biliyoruz; o zaman, yerini bildiğimize göre tedbir alacağız. Tedbir almadığımız için bunun sonucu olarak biz felaketler yaşıyoruz. Önce tedbir alacağız, sonra işi takdire bırakacağız. Ki bugün yine, işte, hep depremden bahsediyoruz, neredeyse unutulmaya başlandı, hâlbuki Marmara depremi her an, her şekilde olabilir, söyleniyor. Bugün de bizim özellikle sanayimizin, yatırımlarımızın önemli bir kısmı Marmara Bölgesi'nde. Bu kurum ve kuruluşların tümünün bu bölgeyle irtibatları var yani eğer bugünden tedbirleri almadığımız takdirde bunun bedelinin çok ağır olacağını ben ifade ediyorum. İnşallah, 28'inci Dönemde burada olan arkadaşlarımız öncelikle bu dönüşüme, her yönüyle dönüşüme el atacaklarını düşünüyorum.

Diğer bir kurumumuz Et ve Süt Kurumu. Yani evlere şenlik, 90 liradan 130 liraya çıktı; 130 liraya çıkarken Sayın Genel Müdür dedi ki: "Zam yaptık, kuyruklardan kurtulduk." Erzurum gibi bir yerde, eksi 4 derecede eğer insanlar 1 kilo et almak için kuyrukta bekliyorsa bu, Türkiye'nin ayıbıdır. Bunun arkasına sığınmaya hiç kimsenin hakkı hukuku yok, hepimiz bu konuda sorumluyuz. Eğer biz bu ülkenin hayvancılığına, tarımına gerekli yatırımı yapmamışsak hepimizin sorumluluğu var. Yani bir ülke düşünün, siz iktidara geldiğiniz zaman 2 milyon yoksul var, aile başına 4 kişi olsa 8 milyon. Bugün diyorsunuz ki: "6,3 milyon yoksul var, -4'le çarparsanız 24 milyon eder- biz de bunlara 100 milyarın üzerinde yardımda bulunuyoruz." Yani bir ülkede "Biz fakir sayısını artırdık." diye övünen bir iktidar herhâlde size nasip oldu. Hâlbuki siz iktidara gelirken "Eğer aldığınız maaşla şu kadar litre süt alıyordunuz, şimdi alamıyorsanız; şu kadar ekmek alıyordunuz, şimdi alamıyorsanız; işte, şu kadar domates alıyordunuz, şimdi alamıyorsanız bize oy vermeyin." demiştiniz ama 2002'den bugüne geldiğimizde, soğanın 30 lira olduğu bir ülkede siz bize hiçbir şeyden bahsedemezsiniz. 2002'de 1 gram altının fiyatına bugün bu insanlar 1 kilo soğan alıyorsa artık sözün bittiği yerdeyiz diyorum. Onun için, bugün et 300 liralarda, gramı bırakın insanlar neredeyse fotoğraflarıyla yetiniyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BEDRİ YAŞAR (Devamla) - Toparlıyorum Başkanım.

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

BEDRİ YAŞAR (Devamla) - Yani bu millet eti ancak televizyonda, reklamlarda, kuyruklarda görmüş olacak. Tabii, deprem felaketi biraz da hayat pahalılığının önüne geçti; hâlbuki, biz, ülkenin refahının, alım gücünün arttığı oranda kendimizi başarılı kılmalıyız.

Son olarak, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu var; herhâlde bunu söylesem gülersiniz yani Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun, reklam bütçesinden devletin eliyle aktardığımız paralarla yani Türkiye Elektrik Kurumundan aktardığımız paralarla hayatiyetinizi devam ettireceksiniz ama tek bir tarafın sesi ve soluğu olacaksınız. Türkiye'de 84 milyonun sesi ve soluğu olamıyorsanız görevinizi layıkıyla yapmıyorsunuz diye düşünüyorum.

Tabii, Ziraat Bankası, Halkbank var ama...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BEDRİ YAŞAR (Devamla) - Sayın Başkan, uygun görürseniz bir iki kelimeyle onları da dile getireyim.

BAŞKAN - Buyurun.

BEDRİ YAŞAR (Devamla) - Şimdi -özellikle sayın genel müdürlerimiz burada- yeni dönemde Ziraat Bankasının özellikle ziraatla ilgili kredilerinin 16'lar, 17'ler mertebesinde olduğunu şu an biliyoruz. Hâlbuki Ziraat Bankasının ana görevi çiftçiyi, tarımı ve üreticiyi desteklemek. İnşallah yeni dönemde tarımsal kredilerin, çiftçilere verilen kredilerin gerçek krediler arasındaki, toplam krediler içerisindeki payının daha yükseleceği bir dönem yaşarız. Aynı şeyi Halk Bankası için de söyleyebilirim, orada da yine özellikle küçük ve orta boy işletmelerin aldığı kredilerin toplamdaki payı yüzde 20'lerin altında. Bu dönemde bu rakamları da daha yukarılarda görmeyi ümit ediyoruz.

Belki bu son kürsüdür, ben bütün arkadaşları buradan tekrar saygıyla selamlıyorum.

Herkesin ramazanını tebrik ediyorum, hayırlı bayramlar diliyorum.

28'inci Dönem arkadaşlarımıza da başarılar diliyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)